1923-1938 arasında
geçerli olan siyasi düzen ve bu düzenin biçim verdiği parti yaşamı, yalnızca
görünüşte tek partili sistemdir. Nüfusun yüzde seksenini köylülüğün
oluşturduğu, çağdaş sınıfların oluşmadığı, sanayisiz bir toplumda yapılması
gereken; olmayan sınıflara, bu sınıfların olmayan bireylerine, istemi olmayan
özgürlükler getirmek değil, ulusal politikalar geliştirecek siyasi birliğin
sağlanmasıydı. Bu ise ancak ulusun her kesimini temsil eden bir siyasi örgütün
yaratılmasıyla olanaklıydı. Böylesi yaygın bir temsilin, tek bir partiyle
gerçekleştirilmesi, bir istek sorunu değil, aynı zamanda bir zorunluluktu. Atatürk dönemi Cumhuriyet Halk
Partisi’nde, çoğulculuğu
temel alan bir anlayışa bağlı kalınarak, tek partiyle çok partililiği amaçlayan
bir politika yürütülmüştür.
Altıok
1927 Kongresi’nde
kabul edilen üç temel ilkeye, 1931’de üç ilke daha eklendi ve Cumhuriyet
Halk Fırkası’nın olduğu kadar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de temelini
oluşturan ünlü altı ilke kabul edildi. Cumhuriyetçilik, milliyetçilik,
halkçılık, laiklik, devletçilik ve devrimcilikten oluşan
ilkeler, altıok’la ifade edilerek Cumhuriyet Halk Fırkası’nın simgesi
oldu. Altı ilke, 1937’de yapılan bir değişiklikle anayasa maddesi haline
getirildi ve 27 Mayıs Anayasası’yla ortadan kaldırıldığı 1961 yılına dek
Anayasa’daki yerini korudu.
Cumhuriyet Halk Fırkası programı, amaç
ve anlayış olarak toplumu tanımaya ve köklü bir tarih bilincine dayanıyordu.
Yalnızca bir parti programı değil, bir ulusun verdiği ortak kararla, geleceğini
belirleyen amaç ve yönelişleri ortaya koyan, tümüyle milli bir uzlaşma
belgesiydi. Tarihten alınan derslere ve ülke gerçeklerine dayanıyor, yenileşme
önündeki tüm engelleri gidermeyi amaçlıyordu. Birbirini tamamlayan iyi
düşünülmüş sekiz bölümden oluşuyor ve ulusun tümünü temsil etme işlevini, o
güne dek hemen hiçbir siyasi partide görülmeyecek kadar başarıyla yerine
getiriyordu.
Halk
İçin Demokrasi
Türkiye
Cumhuriyeti’nin ilk dönemiyle ilgili kitap yazan yerli ya da yabancı
araştırmacıların bir bölümü, dönemdeki uygulamaları; demokrasi karşıtı,
tek partililiğe dayanan diktatörlük ve tutuculuk olarak tanımlar. Demokrasiyi,
halkın yönetime katılımını sağlayan bir devlet biçimi olarak değil de, oy
vermeyle sınırlı, yasal bir biçimsellik olarak gören anlayış sahiplerinin, bu
tür sığ ya da kasıtlı yargılara varmaları olağandır. Bu tür insanlardan,
Cumhuriyet dönemi uygulamalarını gerçek boyutuyla kavramaları beklenemez.
Nüfusun yüzde seksenini köylülüğün oluşturduğu, çağdaş
sınıfların oluşmadığı, sanayisiz bir toplumda yapılması gereken; olmayan
sınıflara, bu sınıfların olmayan bireylerine, istemi olmayan özgürlükler
getirmek değil, ulusal politikalar geliştirecek siyasi birliğin sağlanmasıydı.
Bu ise ancak ulusun her kesimini temsil eden bir siyasi örgütün yaratılmasıyla
olanaklıydı.
Tek
Partililik
Fransız sosyal bilimci
Maurice Duverger, Siyasi Partiler adlı kitabında tek partili
siyasi sistemleri de inceler ve incelemesinde Atatürk dönemi Cumhuriyet
Halk Partisi’ne özel önem verir. Duverger söz konusu kitapta, “tek
parti ve demokrasi tanımlarını yan yana getirmenin” birçok kimseye, “kutsallığa
saygısızlık” gibi aykırı geldiğini söyler ve önemli olanın “tek parti-demokrasi
eşleştirmesinin” yapılması değil, “böyle bir eşleştirmenin, kimi zaman
gerçeğe (demokrasiye y.n.) uyup uymadığını bulmak” olduğunu ileri
sürer. “Ne tüm tek partiler totaliterdir, ne de tüm totaliter partiler tek
partidir” diyerek1 tek parti’lerin de demokratik
olabileceğini kabul eder.
Duverger, kabulünü kanıtlayacak
örnek olarak, 1923’te Türkiye’de kurulmuş olan Cumhuriyet Halk Partisi’ni
gösterir. CHP ile ilgili olarak şunları söyler: “Bazı tek partiler, gerek
felsefeleri ve gerekse yapıları bakımından gerçek anlamda totaliter değildir. Bunun
en iyi örneğini, 1923’ten 1946’ya kadar Türkiye’de tek parti olarak faaliyet
göstermiş bulunan Cumhuriyet Halk Partisi sağlamaktadır. Bu partinin başta
gelen özelliği, demokratik ideolojisidir...”2
Cumhuriyet
Halk Partisinde Milletvekili Olmak
1927 Ağustosunda
kamuoyuna yayınladığı bildiride, milletvekillerinin sahip olmak zorunda
oldukları özellikleri şöyle belirlemişti: “CHP milletvekilleri, milletvekili
sanlarını özel ekonomik yaşantıları uğruna küçük düşürmeyeceklerdir. Parti
Genel Başkanlığı (kendisi y.n.) bu konuda özel titizliği gösterecektir.
Sermayesinin çoğunluğu devlete ait olan kuruluşlar ve şirketler ile özel
sözleşmeye dayanan imtiyazlı şirketlerde ve tekellerde, hükümetçe yönetim
kurullarına atananlar, milletvekili olamayacaklardır...”3
Meclis’te bugün yer alan milletvekillerinin nitelikleri,
bunların nasıl, hangi ölçütlerle ve kimler tarafından milletvekili yapıldığı
göz önüne getirildiğinde, Atatürk dönemiyle günümüz arasındaki “demokrasi”
ayrımının ne olduğu açıkça görülecektir. Meclis’teki milletvekillerini şimdi,
parti başkanları belirliyor. Ancak, bu belirleme bağımsızlık ve halkın
gönencine yönelik ölçütlerle değil, küresel merkezlerin istek ve önceliklerine
göre yapılıyor. Bu nedenle Atatürk dönemi uygulamaları halk için ne
denli demokratikse, çok partiyle bezenmiş günümüz parlamentarizmi de o
denli anti-demokratiktir.
Dördüncü Büyük Kurultay
9-16 Mayıs 1935’te yapılan 4.Büyük Kongre, İkinci ve
Üçüncü Kongrelerde başlayan ideolojik ve örgütsel gelişimin en ileri
aşamasıdır. Kongre yerine Kurultay, fırka yerine parti
sözcüklerinin kullanıldığı bu kongre, Atatürk’ün katıldığı son CHP
kongresidir.
Kongre’nin Türk siyasi tarihinde iz bırakan iki önemli
özelliği vardır. Kemalist devrim, parti örgütlenmesi konusunda en olgun
evresine bu kongreyle ulaşmış ve bu nitelikte bir CHP Kongresi bir daha
yaşanmamıştır.
İkinci olarak, 4. Kongrenin uygulama dönemi 26 Kasım
1938’de, yani Atatürk’ün ölümünden 15 gün sonra yapılan Olağanüstü
Kurultay’la bitmiştir. 1935-1938 arasındaki üç yıllık 4.Kongre döneminin
sona erişi, aynı zamanda, sürekli devrimciliği temel alan Kemalizm’den
geri dönüş döneminin başlangıcı olmuştur. Kemalist devrim, kendisini koruyacak
kadroları yetiştirmeye başladığı en verimli döneminde, öndersiz kalması
nedeniyle, karşı devrim niteliğinde bir geri dönüşle karşılaşmıştır.
4.Kongre’de tartışılan konular ve alınan kararlar, Sivas
Kongresi’nden beri sürdürülen on altı yıllık savaşımın oluşturduğu
örgütsel-ideolojik birikimi geliştirmiş, bu birikime biçim ve içerik olarak
yeni bir boyut kazandırmıştır. 1930’dan sonra girişilen dil devriminin sonucu
olarak parti programı öz Türkçe’ye çevrilir. Tartışmalarda devrim, örgüt,
bağlaşık, işlev, yönetim, gelişim, kesin
gibi sözcükler kullanılır.
Parti’nin ideolojik temelini oluşturan altıok’un,
“ulusun ruhunda ve yurdun her yerinde yerleşmesi için bütün kuvvetlerin
harekete geçirilmesi” kararı alınır. Sınıf, zümre ve cinsiyet ayrımı
gözetmeyen parti eyleminin; “her yurttaşın istek ve ihtiyacına yanıt veren
bir bütün” olduğu söylenir.4
4.Kongre’de kuramsal tartışma
ve belirlemelerden başka, toplumun özellikle emekçi kesimlerini ilgilendiren
kararlar alındı. Tarım ve sanayi sorunları, ticaret, toprak ve konut sorunu,
işçi ve sosyal güvenlik hakları, sağlık hizmetleri gibi pek çok alanda, daha sonra
yasalaştırılarak uygulanan yenilikler yapıldı.
Kararlara göre, “çiftçiye kredi bulunacak” ancak “büyük
akar, depo ve apartman v.b. sahiplerine kredi verilmeyecektir”. Yurttaş
konut sahibi yapılacak, çiftçi topraklandırılacak ve “büyük özel araziler kamulaştırılacaktır”.
Bölge çıkarı, derebeylik, ağalık, aile ve cemaat ayrıcalıkları ortadan
kaldırılacaktır. Toplumsal yaşamın her alanında, halkçılık anlayışı temel
alınacaktır. Planlı ekonomiye geçilecek, “planlama devlet siyasetine de
uygulanacaktır”. Grev hakkı olmayacak ancak işçinin sömürülmesine izin
verilmeyecektir. Parti, “yüreği nefretle dolu bir üretici kitlesinin
oluşmasına” izin vermeyecektir. İşçi ve esnaf, kendi meslek örgütlerinde
bir araya gelirken, halk ve gençlik, halkevleri aracılığıyla örgütlenecektir.5
Kurultay kararları, o dönemdeki siyasi canlılığa uygun
olarak hızla uygulamaya sokuldu ve son derece etkili oldu. Partiyle hükümet
arasındaki ilişkiler, hukuksal zemini yaratılarak geliştirildi. İçişleri bakanı
parti genel sekreteri, valiler il başkanı oldu ancak İçişleri Bakanlığı’na
bağlı Bölge Denetleme Kurulu üyeleri, devlet kuruluşlarını olduğu gibi,
parti örgütlerini de denetlemeye başladı. Bu yolla; il özel idareleri ve
belediyelerle parti örgütlerinin birbirine yakınlaşmasına ve eşgüdüme
kavuşturulmasına çalışıldı. Altıok daha sonra, Anayasa maddesi haline
getirildi.
Cumhuriyet
Halk Partisi’nde Dönemler
Cumhuriyet Halk Partisi tarihi, Atatürk dönemi ve Atatürk
sonrası dönem olarak iki ana bölüme ayrılmalıdır. Parti politikaları ve
uygulamalarda somutlaşan dönemler arasındaki farklılıklar, gerçek karşılığını;
devrimcilikle tutuculuk, bağımsızlıkla batıcılık, halkçılıkla seçkincilik
arasındaki ayırımlarda bulmaktadır. Karşıtlıklar; açık, uzlaşmaz ve
nitelikseldir.
Seçkincilik Uç Veriyor
Atatürk’ün, Müdafaa-i
Hukuk örgütlerinden Birinci Meclis’e, oradan Halk Fırkası’na
dek sürdürdüğü politika, halkın örgütlenerek siyasi etkinliğe dolaysız
katılmasına dayanır. Ancak, 1935 Kongresi’ne doğru, halka uzak, seçkinci bir
anlayış partide oluşmaya başlar.
Oysa Atatürk, partiyi halkın partisi, devleti
de halkın devleti yapmayı, politik savaşımının başına koymuş ve bunu gerçekleştirmek
için çok uğraşmıştı. Yönetim işlerinde seçkinciliğe karşı çıkmış, halkın
yönetime katılmasına büyük önem vermişti. 2 Şubat 1923’te İzmir’de yaptığı
söyleşide halkın, “her ne ad altında olursa olsun, şunun ya da bunun
peşinden gitmemesi” ni, yalnızca “kendi programını izlemesi” ni
söylemiş ve bu konudaki görüşlerini şöyle açıklamıştı: “Bunu sağlamak için
(halkın kendi programını belirlemesi için y.n.) mümkün olsaydı bütün
vatandaşları bir araya toplamayı, hiç olmazsa bütün uzman kişileri bir araya
toplamayı, onlarla büyük bir kongre halinde görüşmeyi ve programı böyle
oluşturmayı çok isterdim...”6
Faşist Partilere Özenenler
Halkın siyasi örgütlülüğüne ve katılımcılığa bu
denli önem vermesine karşın, 1935’e doğru Cumhuriyet Halk Fırkası’nda,
buna uygun düşmeyen gelişmeler ortaya çıkacaktır. Parti Genel Sekreteri Recep
Peker, yönetim biçimi ve parti işleyişiyle ilgili olarak Adliye
Bakanı Yusuf Kemal Tengirşek ile görüşüp, Başbakan İsmet
İnönü’ün de onayını alarak bir öneri geliştirir.
Öneriye göre, Cumhuriyet Halk Fırkası, en tepede
yer alan ve yüksek yetkilerle donatılan bir üçlü (triumvira)
tarafından yönetilecektir. Önerinin sahibi Peker’in
düşüncesindeki bu üç kişi, olasıdır ki Atatürk, İnönü ve
kendisidir. İnönü, taslağı okuyup imzalamıştır.
Onayını almak için taslak Atatürk’e götürüldüğünde
sert bir tepkiyle karşılaşılır. Atatürk “saçmalık” diyerek böyle
bir önerinin yapılabilmiş olmasına sinirlenmiş ve Cumhurbaşkanlığı Genel
Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a şunları söylemiştir: “İnanılmaz şey. Ben
ülkeyi hâlâ tek parti ile yönetmek zorunda kaldığım için utanıyorum, bazı
arkadaşlar bu hali devamlı kılmak istiyor. İtalya seyahatinden dönen partimizin
Genel Sekreteri (Recep Peker y.n.) bana verdiği raporda, bize de orada
gördüğü ve incelediği Faşist Parti’den esinlenen önerilerde bulunuyor. Recep’in
bu saçmalıklarını İsmet yeniden okusun”.7
“Halkı
Güçlü Kılan Kutsal Örgüt”
Atatürk, halkın siyasete
katılmasını, Meclis’e girmesini kendisinin ve ulusun geleceği için önkoşul
olduğunu, her yerde ve her zaman söyledi, yazılar yazdı ve bu yönde yoğun çaba gösterdi.
Halk Fırkası’nın kuruluşundan bir yıl sonra 1924’te Trabzon’da, Halk
Fırkası’nı yaratan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin,
“bütün milleti kadrosu içine alarak” onu “kuvvet ve kudret yapan kutsal
bir örgüt” olduğunu açıkladı ve “Halk Fırkası, hiçbir boş söze değer
vermeyerek Türk Cumhuriyeti’ni kuran devrimci ruhun bütün millette belirip
şekillenmesidir” dedi.8 1925’te Akhisar’da, “Halk
Fırkası’nın kadrosu bütün millet fertleridir. Bu gerçeği anlamayanlar henüz
beyinlerini düşünmeye alıştıramayan bahtsızlardır” açıklamasını yaptı.9
Katılımcılığa bu denli önem verirken, seçimlerin her şey olmadığını,
seçilmişlerin halka ve ulusa zarar veren unsurlar haline gelebileceği
uyarısında bulunmuştur. O’nun için sürekli değişim ve gelişim esastır ve bu gelişme kesin
olarak; Türk Ulusunun gönencine, birliğine ve bağımsızlığına hizmet etmelidir.
Atatürk’ün
CHP’ye Verdiği Önem
Atatürk’ün, Recep Peker
ve İsmet İnönü’nün parti yönetimi ile ilgili yönelişinden duyduğu
rahatsızlık kalıcı oldu ve bunu her fırsatta dile getirdi. Dördüncü Kongre ile
ilgili yazışmalarda, bilinçli ve özenli bir tutumla Cumhuriyet Halk Partisi
adını kullanmıyor, sürekli bir biçimde “partim” sözcüğünü kullanıyordu.
Durumu görüp kendisine yöneltilen, “Cumhuriyet Halk Partisi yerine neden
sürekli partim diyorsunuz?” sorusuna şu yanıtı vermişti: “Cumhuriyet
Halk Partisi’nin benden sonra, sonuna kadar partim olarak kalacağını nereden
bileyim”.10
Atatürk, parti
despotluğuna dönüşebilecek eğilimleri önlemek için parti çalışmalarına daha
çok zaman ayırmaya ve daha dikkatli davranmaya başladı. Parti yönetimlerinde
yer alan insanların niteliğini biliyordu. Onları, işlerine karışmayarak ancak
uzaktan denetleyerek yetiştirmeye, girişimgücü sahibi olmalarını sağlamaya
çalıştı. Parti işlerine önem veriyor, Cumhurbaşkanlığını bırakabileceğini ancak
parti başkanlığından vazgeçmeyeceğini söylüyordu.
Ünlü Alman yazar Emil Ludwin’in kendisiyle yaptığı
söyleşide şunları söylemişti: “Yönetim işlerine zannettiğiniz kadar
karışmıyorum. Ben bugün Cumhurbaşkanlığı’ndan, Başkumandanlık’tan
çekilmeye hazırım. Ancak parti başkanlığından asla vezgeçmem. Bana göre ülkenin
gerçek siyasi düşünceleri ancak parti tarafından temsil edilebilir”.11
Atatürk, pek çok konuda
olduğu gibi parti konusunda da haklı çıktı. Kurulup gelişmesine büyük önem ve
emek verdiği CHP, onun partisi olmayı sürdürmeli. Başkanlığı için,
Cumhurbaşkanlığını bırakacağını söylediği parti, ülkeyi Kemalist ilkelerden
uzaklaştıran ve geri dönüşü gerçekleştiren bir örgüte dönüştü. 11 Kasım 1938’de
başlayan geri dönüş sürecinin Türkiye’yi nereye getirdiğini herkes yaşayarak
görüyor. Bugün yaşanan acıklı durumun en başta gelen sorumlusu elbette CHP’dir.
Falih Rıfkı Atay bu sorumluluğu, “Atatürk ve Atatürkçülüğe en büyük
kötülük CHP’den gelmiştir”12
diyerek açıklamıştır.
DİPNOTLAR
1 “Siyasi
Partiler”, Maurice Duverger, Bilgi Yay., 2.Bas.. 1974,
sf.358–359
2 a.g.e. sf. 359–360
3 “Milli
Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, İstanbul Mat. 1974, 3.Cilt,
sf.1366
4 “Türkiye’de
Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya, Arba Yay., 2.Bas. 1995, sf.570
5 “Türkiye’de
Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya, Arba Yay., 2.Bas. 1995, sf.571
6 “Atatürk’ün
Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç, Yazışma ve Söyleşileri” Sadi Borak,
Kaynak Yay., 2.Basım, 1997, sf. 217
7 “Türkiye’de
Çok Partili Düzene Geçişte Dış Etkenler” Dr. Necdet
Ekinci, Toplumsal Dönüşüm Yayınları – 1997, sf.110
8 “Kemalist
Eğitimin Tarih Dersleri -V” Kaynak
Yay., 3 Bas. 2001, sf.174
9 a.g.e. sf.175
10 “Atatürkçülük
Nedir?” F.R.Atay, Bateş A.Ş. Yay., İst., 1980, sf.57
11 “Tek
Adam” Ş.Süreyya Aydemir, Remzi Kit. 1983, 3.Cilt, sf.441
12 “Atatürkçülük
Nedir?” F.R.Atay, Bates A.Ş. Yay., İst., 1980, sf.45
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder