“Milletler,
egemenliklerini geçici bile olsa bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla
inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu
despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle
kararları olabilir ki, bu kararlar milletin hayatına giderilmesi mümkün olmayan
zararlar verebilir.” Mustafa Kemal Atatürk-
Ocak 1923
İsmet
İnönü ve Kemalizm’den Geri Dönüş (1938-1945)
Cumhuriyet Halk Partisi, 26 Kasım
1938’de ilk kez olağanüstü kurultay topladı. Atatürk onbeş gün önce
ölmüş, İsmet İnönü Cumhurbaşkanı olmuştu. Başbakan Celal Bayar’ın
toplantıya çağırdığı bu Kurultay, İsmet İnönü’yü “milli şef” ve “değişmez
genel başkan” tanımlarıyla parti başkanı yaptı. “Milli şef”
tanımı Türk siyasi tarihinde ilk kez kullanılıyordu. “Değişmez genel
başkanlık” ise daha önce (1927), tinsel (manevi) değeri olan bir saygı sözcüğü
olarak yalnızca Atatürk’e verilmişti ve o zaman Tüzük ya da Programa
yansıtılmamıştı.1
Ancak, Atatürk’ün ölümünden hemen sonra toplanan
olağanüstü kurultay, “değişmez genel başkanlık” kavramını kabul etti,
genel başkanlık seçimini tüzükten çıkardı.2 Böylece Atatürk’te
olmayan bir ünvan, İsmet İnönü’ye verilmiş oldu. Bu uygulama, Cumhuriyet
Halk Partisi’nin Atatürk’ün yaşamı boyunca ısrarla sürdürdüğü
halkçılık anlayışından uzaklaşacağının açık göstergesiydi. CHP, Türk Devrim
ilkelerinden geri dönüşe yönelen yeni bir döneme giriyordu.
Beşinci Kurultay ve Ayıklama
(Tasfiye)
Olağanüstü Kurultay’dan beş ay sonra 29 Mayıs-3 Haziran
1939’da 5.Büyük Kurultay toplandı. Mart 1939’da erken seçime gidilmiş, istifa
eden Celal Bayar’ın yerine Refik Saydam Başbakan olmuştu. Yeni
Meclis ve yeni hükümette ilgi çekici değişiklikler vardı.
Kurtuluş Savaşı’ndan beri Atatürk’ün yakın
çevresinde bulunan ve on dokuz yıl boyunca üst düzey görevler yüklenmiş olan
kimi etkin isimler hükümete alınmadığı gibi milletvekili de yapılmamıştı. Atatürk’ün
yakın çalışma arkadaşlarından; kesintisiz 13 yıl Dışişleri Bakanlığı (1925-1938)
ve 16 yıl Milletvekilliği (1923-1939) yapan Tevfik Rüştü Aras;
kesintisiz 11 yıl İçişleri Bakanlığı (1927-1938) ve 16 yıl Milletvekilliği
yapan (1923-1939) Şükrü Kaya; 7 yıl İstiklâl Mahkemesi üyeliği
(1920-1927) ve 19 yıl Milletvekilliği yapan (1920-1939) Kılıç Ali (Asaf
Kılıç), hükümetten ve Meclis’ten uzaklaştırılan önde gelen kişilerdi.
Atatürk’e yakın isimler yönetimden
uzaklaştırılırken, Terakkiperverciler dahil, Atatürk’e karşı çıkanların
hemen tümü önemli görevlere getirildiler. Hükümet üyelerini ve
milletvekillerini tek tek İsmet İnönü saptıyordu. Ali Fuat Cebesoy,
Refet Bele, Hüseyin Cahit Yalçın milletvekili yapıldı. Daha
sonra, İzmir suikastı davasında hapis cezasına çarptırılan Rauf Orbay’a,
Adnan Adıvar’a, aynı davada yargılanan ancak aklanan ve Atatürk’e
karşıtlığı açık düşmanlığa vardıran Kazım Karabekir’e etkin görevler
verildi. Ali Fuat Cebesoy ve Kazım Karabekir, Meclis
Başkanlığı’na dek yükseldiler. Prof.Tarık Zafer Tunaya, 1939
Kurultayını, “Kemalist ideolojinin tartışılmadığı”, bu nedenle “delegelerinin
Kemalizmi tam olarak bilmediği” bir “bocalama ve geçiş”
Kurultayı olarak tanımlayacaktır.3
Atatürk döneminde
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, Milli Eğitim Bakanlığı yapmış ve ilk
İnkılap Tarihi derslerini vermiş olan Prof.Hikmet Bayur, Atatürk’ün
ölümünden sonraki uygulamalar için şunları söyleyecektir: “Atatürk ölür
ölmez Atatürk aleyhine bir cereyan başlatılmıştır. Örneğin Atatürk’e bağlı olan
bizleri İnkılap Tarihi derslerinden aldılar; kendi adamlarını koydular. O
dönemde Atatürkçülüğü övmek ortadan kalkmıştı”.4
Geri
Dönüş Uygulamaları
Atatürk’ün yakın çevresinin
yönetimden uzaklaştırılmasıyla başlayan süreç açıkça söylenip yazılmayan ancak
uygulamaya sokulan davranışlarla, kapsamlı bir karşıdevrim politikasına
dönüştü. Uygulamaların somut sonucu, devlet politikalarında Atatürk ve Atatürk
dönemi uygulamalarıyla önce araya mesafe koyma, daha sonra ortadan
kaldırma biçiminde gelişti.
İnönü “milli şef” ti ve herşeyi
o belirliyordu. Devlet kadrolarında yükselmek isteyenler, günün gereklerine
uyma durumundaydılar. Atatürk’ün yakın çevresi gözden düşmüştü. Pul ve
paralardan Atatürk’ün resimleri kaldırılmış, yerine İnönü
konmuştu. Dış politikada Batıyla uzlaşma eğilimleri giderek artıyor, laiklik
başta olmak üzere altıok’la açıklanan temel ilkelerden ödünler
veriliyordu. Falih Rıfkı, ödünler ve CHP konusunda şöyle söyler: “Atatürk’ün
CHP’ye bıraktığı gerçek miras devrimleri, devrimlerin ana temeli ise laisizm ve
eğitim birliğiydi. CHP yönetimi devrinde (1938-1950 arası y.n.) bu iki
temel, derinden sarsılmıştır. CHP, İmam Hatip Okullarına fıkıh dersi koymakla,
eğitim birliğini yıkmıştır. O zamanlardan beri CHP, Atatürk’ün değil İnönü’nün
Partisidir”.5
1938-1950
Dönemi
1938-1950 yılları arasındaki “milli şef” döneminde
CHP, üç büyük ve bir olağanüstü Kurultay gerçekleştirdi. 1950 yılında, yönetimi
kendi içinden çıkardığı Demokrat Parti’ye bıraktığında, Türkiye iç ve
dış ilişkiler bakımından, Atatürk’ün bıraktığı yerden, amaçladığı
hedeflerden çok ayrı bir yerdeydi. İkili ya da çoklu anlaşmalarla tümüyle Batıya
bağlanılmış, ulusal sanayi atılımları durdurulmuş, dış borca yönelinmiş ve
eğitim başta olmak üzere Cumhuriyet’in temel değerlerinden önemli oranda
uzaklaşılmıştı.
1939’daki 5.Kurultay’da alınan kararların ve
yapılan tüzük değişikliklerinin belirgin özelliği, Atatürk’ün
1935’te tepki göstererek önlediği, yönetim gücünün kişi elinde toplanması
ve katılımcılıktan vazgeçilmesiydi. Bütün güç, “milli şef” İnönü’ün
elinde toplanmıştı. Tartışma ya da görüşme gibi kavramlar parti gündeminden
çıkmış, Meclis’teki milletvekilleri bir tür onaylayıcılar kümesi durumuna
gelmişti. Parti hemen tümüyle hükümetin buyruğuna girmiş, parti ve hükümet
uygulamaları arasındaki bağımlılık iyice pekişmişti.6 Parti içinde, “denetleme
organı” adı verilen ancak ne işe yaradığı belli olmayan bir “bağımsız
küme” oluşturulmuş; “merkeziyetçilik” ve “disiplin” adına
parti üye ve yöneticileri üzerindeki baskı arttırılmıştı. Siyasi ilişkiler o
denli iç içe girmişti ki, parti genel sekreteri “partiyle hükümet arasındaki
bağı geliştirmek için”, Bakanlar Kuruluna katılmaya başlamıştı.7
Altıncı Kurultay
8-15 Haziran 1943’te yapılan 6.Kurultay, tek partili
dönemin son kurultayıdır ve Dünya Savaşı sürerken yapılmıştır. Tutanakları
açıklanmayan bu Kurultay’ın, dıştan görünüş olarak hiçbir yeni yanı yoktu ve
sanki tam bir adet yerini bulsun kongresiydi.
Ancak, içerde yapılan ve Savaş sonrası dönemi
ilgilendiren birtakım değerlendirmeler, geleceğin önemli değişiklikler
getireceğini gösteriyordu. Programın 6.bölümüne eklenen 38.başlam (madde), “2.
Dünya Savaşı’ndan sonraki olasılıklar” dan söz ediyor ve “Dünya
Savaşı’ndan sonraki dönem, bizim için birkaç kat daha fazla çalışacağımız bir
dönem olacaktır”8 deniliyordu.
Bu sözlerin ne anlama geldiği, daha sonra gerçekleştirilen uygulamalar ve
açıklamalarla ortaya çıkacaktır. İsmet İnönü’nün “Eğer Rusya gelip
aramızdaki anlaşmazlıkları olumlu biçimde çözme teklifinde bulunsa bile, ben
Türk siyasetinin Amerikan siyasetiyle elele gitmesi taraftarıydım”9 biçimindeki sözleri, “Dünya
Savaşı’ndan sonra” hangi yönde “fazla çalışılacağı”nı gösteren,
belki de en çarpıcı açıklamalardı.
“Amerikan
Siyasetiyle Elele”
İsmet İnönü’nün “Amerikan
siyasetiyle elele gitme” olarak tanımladığı politik tutum, 1919’da
reddedilen ve büyük devlet korumacılığına dayanan mandacılığın anlayış
olarak yeniden gündeme getirilmesiydi. Tüm manda ilişkileri gibi, siyasi ve
ekonomik ayrıcalıklara (imtiyaz) dayanıyordu.
Amerikalılar’la ilk ayrıcalık anlaşması, 1 Nisan
1939’da imzalandı. 5 Mayıs 1939’da yürürlüğe giren bu anlaşma imzalandığında, Atatürk’süz
yapılan ilk Kurultay’dan yani 1.Olağanüstü Kurultay’dan yalnızca dört ay
geçmişti. 1 Nisan anlaşmasıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Amerika’ya, “gerek
ithalat ve ihracatta, gerekse diğer tüm konularda, en ziyade müsaadeye mazhar
(en fazla kayırılacak y.n.) ülke statüsü” tanındı. Amerikan sanayi
malları için yüzde 12 ile yüzde 88 arasında değişen oranlarda gümrük
indirimleri sağlandı.10
Amerika Birleşik Devletleri’yle ekonomik anlaşmalar
yapılırken, İngiltere ve Fransa’yla siyasi anlaşmalar yapıldı. 12 Mayıs 1939’da
İngiltere, 23 Haziran 1939’da da Fransa ile iki ayrı bildirime (deklarasyona)
imza atıldı. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu,
imza töreninde İngiltere Büyükelçisine, “Türkiye, bütün nüfuzunu Batı
devletlerinin hizmetine vermiştir” dedi.11
Bu iki deklarasyon 19 Ekim 1939’da İngiltere-Fransa-Türkiye
arasında, Üçlü İttifak Anlaşması’na dönüştürüldü. Batıya bağımlılığı
geliştiren bu tür girişimler, Atatürk döneminde akla bile getirilemeyecek
işlerdi. Atatürk, hastalığı ağırlaştığında bile, “Türkiye tarafsız
kalmalıdır, herhangi bir ittifak içine girmemelidir”12 diyor, “İngiltere,
Fransa, Amerika ve diğer Batılı devletler ile siyasetimizi çok dikkatli tesbit
etmeli ve ilişkilerimizi mesafeli yürütmeye özen göstermeliyiz”13 diyerek, vasiyet niteliğinde
önermelerde bulunuyordu. Ancak, önermeleri dikkate alınmıyor ve sanki o gün
bekleniyormuşçasına; ölümünden birkaç ay sonra, onun vermemek için yaşamı boyunca
savaştığı ulusal ödünler Batılı büyük devletlere kolayca veriliyordu.
Çok Partiliğe Geçiş
İsmet İnönü ve Cumhuriyet Halk
Partisi’nin dış isteğe bağlı olarak giriştiği “çok partili
demokrasi” ye geçişin, birçok olumsuz sonucu oldu. Ülke koşullarına
uygun düşmeyen ve ivedilikle gerçekleştirilen siyasi değişim,
1938’e dek doğal gelişim çizgisine oturmuş olan siyasi işleyişi önce bozmuş,
daha sonra kazanımlarını ortadan kaldırmıştır. Yapılanlar, Türk toplumunun
bağımsız yaşama geleneklerine, toplumsal gereksinimlerine ve gelecek yönelişlerine
uygun düşmüyordu. Yapılanlarda Batı temel ölçü alındığı için, her şey göstermelik,
yapay ve topluma yabancıydı. Bu nedenle de baskıya ve yozlaşmaya dayanıyordu.
1946-1950
Ödünler Süreci
Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD önderliğinde
kurulmakta olan Yeni Dünya Düzeni’ne, koşulsuz destek verdi. Uluslararası
anlaşmaların tümüne, hemen hiç incelemeden imza attı. Siyasi ödünler, kısa bir
süre içinde; ekonomiden eğitime, askeri alandan kültüre ve sosyal güvenlikten
hukuka dek genişledi.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin başlattığı
ödünler süreci, 1950’ye gelindiğinde büyük oranda tamamlanmış, ileri bir
aşamaya ulaşmıştı. Düşünsel ve örgütsel yapı olarak temelde CHP’den ayrımı
olmayan Demokrat Parti, 1950’de yönetime geldiğinde, dış ilişkiler
bakımından tamamlanmış bir süreçle karşılaşmıştı. DP, siyasi istekleriyle
tümüyle örtüşen bu süreci daha da geliştirmiş ve Amerika Birleşik
Devletleri’ne, “herhangi bir tehdid durumunda” ve “çağrı üzerine”
Türkiye’ye askeri müdahalede bulunma yetkisi verme noktasına kadar
vardırmıştı.14
Demokrat Parti’nin içtenlikle
katıldığı Batıya bağlanma politikasının temelleri, CHP döneminde atılmış ve bu
tutum, partileri de aşarak, yerleşik bir devlet politikası yapılmıştı. İsmet
İnönü, bu gerçeği daha sonra açıkça dile getirecek ve kamuoyuna
açıklayacaktır. 6 Mayıs 1960’da yabancı gazetecilere yaptığı açıklamada şunları
söylemiştir: “Dış siyaset için söyleyeceklerim çok basittir. Batı
demokrasileri ile aynı cephede bulunuyoruz. Bu anlayış milletçe kabul
edilmiştir. Ve hangi parti iktidara geçerse geçsin, bu devam edecektir“.15
Kemalizmi Yadsıma
10-11 Mayıs 1946’daki 2. Olağanüstü ve 17 Kasım-3 Aralık
1947’deki 7.Olağan Kurultaylar, ülke dışındaki gelişmelere uyum için yapılan ve
yapılmakta olan değişikliklere hukuki zemin hazırlamak için toplandı. Sonradan
yasalaştırılan tüzük ve program değişiklikleri, belirgin biçimde dışardan gelen
istekleri karşılamaya; yabancılara, özellikle de Amerikalılara hoş görünmeye
dayanıyordu.
Parti programının seçim biçimini belirleyen 4.maddesi kaldırılmış,
1876’dan beri, yetmiş yıldır yürürlükte olan iki dereceli seçim biçimi, hiçbir
ön çalışma yapılmadan birden bire değiştirilmişti. Sınıf esasına göre dernek
kurmayı yasaklayan 22.madde kaldırılmış, kağıt üzerinde kalan göstermelik bir
serbestlik getirilmişti. “Değişmez genel
başkanlık”, yine kağıt üzerinde, değişebilire
dönüştürülmüş, parti içindeki “bağımsız
küme” kaldırılmıştı.16
Sıradışı ivedilikle bir yıl içinde yapılan değişiklikler,
en büyük zararı devletçilik ilkesine vermişti. Devlet yatırımları sınırlanmış,
devletçilik anlayışı bırakılmıştı. Toprak reformu amacıyla çıkarılan, Çiftçiyi Topraklandırma Yasası
uygulanmadan bir kenara itilmiş, köy enstitüleri önce amacından saptırılmış ve
ortadan kaldırılacak duruma sokulmuştur. İmam hatip okulları, Kuran kursları
açılmış, ilkokullara din dersi konulmuştu.17
DİPNOTLAR
1 “Türkiye’de Çok Partili Düzene Geçişte Dış
Etkenler” Dr. Necdet Ekinci, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 1997,
sf.127
2 “CHP’nin Soyağacı” Rahmi Kumaş,
Çağdaş Yay., 1999, sf.37
3 “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya,
Arba Yay., 2.Bas., sf.574
4 “Tarihe Tanıklık Edenler”, Arı İnan, Çağdaş Yayınları,
sf.364
5 “Bayrak” Falih Rıfkı Atay, Bates
Yayınları, sf.121
6 “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya,
Arba Yay., 2.Bas., sf.574
7 a.g.e.
sf.574
8 a.g.e.
sf.575
9 “Çok Partili Hayata Geçiş” Prof. Tamer Timur,
İletişim Yayınları
10 Ulus,
10 Mayıs 1939, ak. Hikmet Bila, “CHP–1919-1999” Doğan Kitap, 1999, sf.89
11 “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu,
İst.Mat.–1974, 3.Cilt, sf.1328
12 “İkinci Dünya Savaşına Ait Gizli Belgeler” Cüneyt
Arcayürek, Hürriyet 07.11.1972; ak. D.Avcıoğlu “Milli Kurtuluş
Tarihi” İst. Bas.– 1974, 2.Cilt, sf.1472
13 Numan Menemencioğlu’ndan aktaran Dündar
Soyer, “AB Tartışmaları ve Atatürk’ten Bir Anı” Cumhuriyet 16.06.2002
14 “Menderes’in Dramı” Ş.S.Aydemir,
Remzi Kit., İst. 1969, sf.331 ve “Türkiye Tarihi 4–Çağdaş Türkiye”, “Siyasi
Tarih 1950–1960” Mete Tuncay, Cem/Tarih Yay., 4.Basım 1995, sf.185
15 “İkinci Adam” Ş.S.Aydemir,
Remzi Kit., 4.Bas., İst. 1983, 3.Cilt, sf.417
16 “Türkiye’de
Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya,
Arba Yay., 2.Bas., sf.575
17 Büyük Larousse, Gelişim Yay., 4.Cilt,
sf.2507
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder