Rusya’nın
Ortadoğu’ya inmesi, Suriye’yle sınırlı geçici bir girişim değil, geleceği
etkileyecek önemli bir olaydır. Rusya, eski Sovyetler Birliği değildir; Çarlığa geri dönmüştür. Suriye onun “sıcak denize inmesinin” tek şansıdır.
Dış politikasını, Ukrayna ve Kırım’dan sonra Ortadoğu’da eylemsel güce
dönüştürmüştür. Küresel kapışmada artık ben de varım demektedir. İki büyük
silahlı güç, Türkiye’nin de içinde olduğu Ortadoğu’da, çatışma olasılığı
bulunan bir konumda karşı karşıya gelmiştir. Nükleer silahların tehlikeli gücü,
tarafları görüşmelerle sağlanacak bir uzlaşmaya zorlamaktadır. Olasıdır ki
uzlaşacaklardır. Türkiye, Ortadoğu’nun en güçlü devleti olmasına karşın,
yönetimde bulunanların niteliği nedeniyle, olayların edilgen izleyicisi
durumdadır. Kendini, ABD ve AB’ye olduğu kadar, özellikle enerji alanında
Rusya’ya da bağlamıştır. Batının istediği biçim ve doğrultuda hareket
etmektedir. Bu tutumuyla, Rusya’yla ilişkilerini bozacaktır ama Batıdan ulusal
yarar taşıyan en küçük bir ödün bile alamayacaktır. Çevresini saran ve giderek
yükselen bir Kürt hareketiyle karşılaşacak, yüzyıl öncesini yeniden
yaşayacaktır.
Rusya Devreye Giriyor
Karmaşanın olanca hızıyla sürdüğü
Ortadoğu’da, yeni ve güçlü bir ülke daha “sahaya
indi”. Rusya, “İşid terörünü bitirmek
ve Suriye yönetimine destek vermek için”, bölgeye asker gönderdi. ABD’den
sonra ve ona rakip olarak, Ortadoğu’da çarpışan ikinci büyük güç oldu. Söylem
düzeyindeki savaşım, birdenbire ileri teknoloji silahlarının kullanıldığı çatışmaya
dönüştü. Bölgenin yeni oyuncusu Rusya, bombalama girişiminde ilginç bir yönteme
başvurdu ve hiç gereği yokken, Suriye’yi Hazar Denizi’nden fırlattığı füzelerle
vurdu.
Şimdi, ABD ve Rusya
ayrımlı amaçlarla Suriye’yi birlikte bombalıyor. Kimin, neyi, nasıl yaptığı
birbirine karışmış durumda. Rusya, üslerini kurdu, ABD öncü birlik gönderiyor.
Suriye’de benzeri olmayan ilginç bir çatışma yaşanıyor. İki süper güç, küçük
bir ülkede örtülü bir savaş içindeler.
Bloklaşma
Ortadoğu’da, birbirinin karşıtı iki
askeri blok ortaya çıktı. Rusya, İran ve Lübnan; Şam yönetimini destekliyor ve
bu ülkeler, anlaşması yapılmamış bir blok oluşturmuş durumda. Bunlara karşı,
ABD’nin başını çektiği; Suudi Arabistan, Katar, İsrail ve Kürtlerden oluşan
başka bir birliktelik var. Avrupa Birliği bunları destekliyor. Türkiye, ulusal
güvenliği için çekince oluşturmasına karşın bu blokta yer alıyor. Kendi
geleceğine karar veremez durumda.
ABD, Türkiye’nin
başat sorunu durumuna getirdiği Kürt kalkışmasını destekliyor ve Kürtleri Ortadoğu’da
asker olarak kullanıyor. Onları kuracağı Kürt devletini Akdeniz'e bağlayacak
Kürt Koridoru’nu gerçekleştirmek için örgütlüyor. İşid’e karşıymış gibi
açıklamalar yapıyor onları bombalıyor görüntüsü veriyor ancak gerçekte koridor
açmada Kürtlerin önünü açıyor.
Rusya’nın Amacı
Rusya; Kürtlerden, Koridor’dan söz
etmiyor. İşid’i, bölgeye yönelik ABD politikasının parçası olduğu için
bombalıyor. Suriye’nin birliğini savunuyor görünüyor ama Kuzey Suriye’de
kantonlar kuran PYD’ye karşı çıkmıyor, onları amacı yönünde kazanmaya
çalışıyor.
Esad’a sahip çıkıyor ama muhaliflerin de
yönetime katılması gerektiğini söylüyor. Suriye’nin baş düşmanı İsrail’le
stratejik anlaşmalar yapıyor. Onun derdi, Suriye’nin birliğinden çok, askeri üs
kurmak ve Akdeniz’e inmek. Amacına uygun düşen her türlü yönetim seçeneğine
açık. Büyük devlet politikası bunu gerektiriyor. Çarlık Rusya’sının ve Batı
sömürgeciliğinin, 19.yüzyıl Kürt politikası yeniden gündeme geliyor. Türkiye,
içinde ve çevresinde emperyalizmin örgütlediği Kürt kalkışmasıyla uğraşmak
zorunda kalıyor.
Türkiye’nin Açmazı
Türkiye’de kimileri, Rusya’nın
Ortadoğu’ya inmesini, olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyor. Rus
karışmasının; ABD’yi güç duruma düşüreceği, Büyük Ortadoğu Projesi’ni sekteye
uğratacağı ve Türkiye’nin yararına bir eylemce (operasyon) olarak
değerlendiriyor.
Ülkeyi yönetenler ise ayrımlı şeyler söylüyor.
Recep Tayyip Erdoğan, Hava sahası
ihlallerinden söz ederek Rusya’yı eleştiren tepkisel açıklamalar yapıyor. “Türkiye’nin hava sahası NATO’nun hava
sahasıdır; Türkiye’ye saldırı, NATO’ya saldırıdır”1 gibi,
Türkiye’yi NATO’yla yani Amerikan çıkarlarıyla bütünleştiren tehlikeli
açıklamalar yapıyor. NATO’nun açıklaması, karşılıklı paslaşma biçiminde ve daha
tehlikeli. Genel Sekreter Jens
Stoltenberg, “NATO Türkiye’yi
korumaya kararlıdır, gerekirse Türkiye’ye asker göndermeye hazırdır” diyor.2
Dışişleri Bakanı, seçimden hemen
sonra Erbil’e giderek Barzani’yle
basına kapalı biçimde görüşüyor ve sınır ötesi askeri eylemceden söz eden
açıklamalar yapıyor. Türkiye’nin Kuzey Irak Kürt Bölgesini, “kalkınmanın, ilerlemenin ve istikrarın
faktörü” olarak gördüğünü söylüyor. Barzani’ye
ABD’yle yaptığı anlaşma konusunda “bilgi
veriyor”. Neler konuşulduğunu Kürtlerin resmi sitesinden öğreniyoruz. Barzani, “Türkiye’nin ABD’yle anlaşması ve lşid karşıtı koalisyona
katılmasından” memnuniyet duyduğunu açıklıyor.3
Türkiye’nin ABD’yle anlaştığı
dillendiriliyor ancak koşullar açıklanmıyor. R.T. Erdoğan, Suriye için “sınır
ötesi askeri harekattan”, “terörden
arındırılmış bölgelerden”, “uçuşa
yasak bölgeden” söz ediyor. Bu konularda, “koalisyon güçleriyle aynı noktaya gelindiğini” söylüyor. “Uçuşa yasak bölgeyle” Suriye ve Rus
uçaklarının yasaklanacağını kuşkusuz biliyor. Ancak, ABD’nin peşine takılarak
Türkiye’yi tehlikeli bir yola sokmaktan çekinmiyor. ABD, İncirliğe şimdiden,
yüksek teknoloji ürünü 6 adet F-15 yerleştirmiş durumda. Gerekçesi, “Türkiye’nin hava sahasını korumak”.
Kime karşı; kuşkusuz Suriye ve Rus uçaklarına karşı.4
Gelişmeler ve
açıklamalar Türkiye’nin varlığıyla ilgili karmaşık bir dönemi gösterirken,
karşıtçı partiler; bir şey söylemiyor, kafalarını kuma gömmüş durumdalar. Halk,
bilgisiz ve sahipsiz. Her türlü olumsuzluğa karşı korumasız bir edilgenlik
içinde. Olay ve gelişmeleri değerlendirip önlem geliştirecek bir ulusal siyaset
bulunmuyor.
“Sıcak Denizler”
Rusya’nın Ortadoğu’ya inmesi,
Suriye’yle sınırlı geçici bir girişim değil, geleceği etkileyecek tarihi bir
olaydır. Rusya, eski Sovyetler Birliği değildir; Çarlığa geri dönmüştür. Suriye
onun “sıcak denize inmesinin” tek
şansıdır. Girişimini sürdürecektir. Ereği ve kararlılığı yüksektir. Şimdiye dek
sürdürdüğü gözkorkutmaya dayalı dış politikasını, Ukrayna ve Kırım’dan sonra
Ortadoğu’da eylemsel güce dönüştürmüştür. Küresel kapışmada artık ben de varım
demektedir.
Putin’in, birkaç yıl önce “dünyayı şaşkına çevirecek bir silah
geliştirdiklerini” açıklamasıyla, Hazar Denizi’nden Suriye’yi füzelerle
vurması birlikte değerlendirilmelidir. Bunlar, her düzeyde ve her yerde
çatışmaya hazır olduğunu gösteren bildirim niteliğinde bilinçli eylemlerdir.
Gözden kaçırılmaması gereken önemli olaylardır.
Çekinceli
Çelişkiler
ABD, 1998’de saptadığı ve 21.yüzyılı
kapsayan “Yeni Bir Yüzyıl İçin Amerikan
Ulusal Stratejisinde”, Ortadoğu’dan 2050 yılına dek vazgeçmeyeceğini
açıklamıştır. Açıklama yönünde Büyük Ortadoğu Projesi’ni uygulamaya sokmuş ve
bugüne getirmiştir. Ortadoğu’dan çekilmeyi aklından bile geçirmemekte,
Rusya’nın bölgeye yerleşmesinden büyük rahatsızlık duymaktadır.
İki büyük silahlı
güç, Türkiye’nin de içinde olduğu Ortadoğu’da, çatışma olasılığı bulunan bir
konumda karşı karşıya gelmiştir. Nükleer silahların tehlikeli gücü, tarafları
görüşmelerle sağlanacak bir uzlaşmaya zorlamaktadır. Olasıdır ki
uzlaşacaklardır.
Kendini Bağlamak
Türkiye, Ortadoğu’nun en güçlü
devleti olmasına karşın, yönetimde bulunanların niteliği nedeniyle, olayların
edilgen izleyicisi durumdadır. Kendini, ABD ve AB’ye olduğu kadar, özellikle
enerji alanında Rusya’ya da bağlamıştır. Ancak Batının istediği biçim ve
doğrultuda hareket etmektedir. Rusya’la ilişkilerini bozacaktır ama Batıdan
ulusal yarar taşıyan en küçük bir ödün bile alamayacak, tersine bölünmeye
yönelik yükselen bir Kürt hareketiyle karşılaşacaktır.
Türkiye, oluşmakta
olan tehlikelere karşı, ulusal nitelikte bir yönetime kavuşup Kemalist
politikayı günün koşullarını gözeterek uygulamak zorundadır. Bunu yapmadığı
sürece, giderek karmaşık duruma gelen olaylar karşısında kendi yolunu
belirleyemeyecek, Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi, büyük gördüğü gücün
peşinden sürüklenecektir.
“Ortak Vizyon Belgesi”
AKP hükümetinin 2006 yılında
imzaladığı “Ortak Vizyon Belgesi”yle,
ABD ile birlikte yürümeyi kabul etmiştir. Bugüne dek Belge’ye sadık kalmış ve
Washington’un istemlerinin tümünü yerine getirmiştir. Belgede, “ortak endişe kaynağı olan uluslararası
krizlere birlikte, etkin ve çok taraflı çabaların teşvik edilmesi
gerekmektedir”5 denilmektedir. AKP hükümetleri, Belge’ye sadık
kalacağını açıklamış ve açıklama yönünde davranmıştır. Süreceği görülen bu
tutum, Türkiye’yi tehlikeli serüvenlere götürecektir.
Sonuç, Osmanlı’nın
kullanılan bir güç olarak katıldığı, 1853 Kırım Savaşı’na benzeyecektir.
Kırım’da, savaşın yükünü çekmesine ve Rusya’nın yenilmesine karşın,
bağlaşıkları İngiltere ve Fransa ganimeti toplarken Osmanlı yitikleriyle
başbaşa kalmıştı.
Türkiye’nin ABD İçin Önemi
ABD’nin Türkiye’ye bakışı ve işgal
söylemleri yarım yüzyıllık eski bir öyküdür. 1946’dan sonra Türkiye’ye
girerken; aldığı ve aldırdığı kararlar, ikili ve çoklu anlaşmalar, ekonomik
ilişkiler, Türkiye’den bir daha çıkmama üzerine kuruludur. Bu amaca yönelik
Amerikan siyaseti; bağımsızlığı köreltme, güçsüzleştirme ve gerekirse askeri
güç kullanmaya dayalıdır. “Türkiye’den
hiçbir koşulda vazgeçmeyeceklerini”, “Türkiye’de
iktidarı da muhalefeti de kendilerinin belirleyeceğini” işin başında
açıklamışlardı.
ABD Hükümeti adına Türkiye’ye gelen
ve 1949’da adını taşıyan ünlü raporu hazırlayan Max Weston Thornburg, Washington’a, “Türkiye elden gitmesine asla izin vermeyeceğimiz ülkedir” diyordu.6
ABD’nin Türkiye’ye verdiği önemi
gösteren bir başka örnek, Pentagon’da Güç Dönüşüm Birimi ve Stratejik Gelecek
uzmanı olarak çalışan, Deniz Harp Okulu profesörlerinden Thomas P.M.Barnet’in şu değerlendirmesidir. “Ben, Türkiye’yi küreselleşmenin Entegre Olmamış Boşluk (Batı dışındaki
ülkeler y.n.) içinde yer alan, bu nedenle kitlesel şiddet ve çatışma riskine en
açık ülkeler gurubu içine alıyorum... Oysa, küreselleşmenin yayılmasında
Türkiye’den daha önemli bir rol oynayacak çok az ülke vardır”.7
NATO Genel Sekreter Yardımcısı
Jamie Shea, 2004’te yaptığı
açıklamada, Türkiye’nin Batı için önemini vurgulayarak Türkiye için “NATO’nun merkez üssü” tanımını
kullandı. Değerlendirmesi şöyleydi: “Türkiye
için merkez üssü kavramını tercih ederim. Türkiye, bölünmüşlük ifade eden
duvarların sınırında bir ülke değil, köprülerin inşa edildiği yerde bulunuyor.
NATO’nun (ABD’nin diye okuyunuz y.n.), dünyanın
gerisiyle kurmak istediği köprüleri, Türkiyesiz kurması mümkün değildir”.8
Türkiye’nin Askeri İşgali
Adnan Menderes hükümeti, 5 Mart
1959’da, ABD’yle Türkiye’ye silahlı müdahale hakkı veren bir anlaşma imzaladı.
Anlaşma, “Türkiye, doğrudan ya da dolaylı
olarak; tecavüz, sızma, yıkıcı faaliyet ya da sivil saldırıya uğraması
durumunda” ABD’ye askeri müdahale hakkı tanıyordu. “Tecavüz, sızma, yıkıcı faaliyet, sivil saldırı” gibi kavramların
ne anlama geldiğini ve hangi durumda oluşacağını Amerikalı yetkililer karar
verecekti.9
ABD, 1974 yılında, “haşhaş ekiminin yasaklanmaması durumunda”,
“İstanbul’un bombalanacağını”
açıklamıştı. Başkan Nixon, ABD
Ankara Büyükelçisi Handley’i
Washington’a çağırmış, ona, istenilen yasaklamanın yapılmaması durumunda, “Sultanahmet Camii başta olmak üzere”
İstanbul’un bombalanacağını ve 6.Filo’nun İstanbul’a geleceğini bizzat
Başbakan’a (Bülent Ecevit) bildirmesi görevini vermişti.10
Şubat 1996’da, ABD
California Senatörü Brad Sherman,
Temsilciler Meclisi’nde yaptığı konuşmada, Türk Ordusu’nun Doğu ve Güneydoğu
Bölgesinde katliam yaptığını ileri sürerek, ABD’nin, “NATO üyeliğine bakılmaksızın” Türkiye’ye Askeri müdahalede
bulunmasını istemişti. Amerikalı senatör şunları söylemişti: “Birleşik Devletler, Kürtlerin korunması
için daha açık ve daha sert bir tutum izlemelidir. Baskıcı rejimlere karşı
tutumumuz, bu ülkelerin NATO müttefiki olması ya da olmaması ile
değişmemelidir. Türkiye’deki Kürtlerin korunması için Birleşik Devletler askeri
güç kullanarak devreye girmelidir”.11
Türkiye’yi İşgal Tatbikatı
ABD Müşterek Kuvvetler Komutanlığı,
24 Temmuz 2002’de, California eyaletinde maliyeti yüksek kapsamlı bir askeri
tatbikat düzenledi. “Bin Yılın Meydan
Okuması-2002” (Millenium Challenge 2002) adını taşıyan ve Lozan Antlaşması’nın 79.yıl dönümünde
başlatılan tatbikatın ayrıntıları gizli tutulmuştu. Ancak, konu ve açıklanan
amaçlar, 24 Temmuz tarihiyle birleşince, “hedef
ülke” olarak ortaya Türkiye çıkıyordu.
Tatbikat senaryosuna göre; “Bir ülkede büyük yitiklere yol açan bir
deprem oluyor (Kocaeli depremi). Aynı
günlerde uluslararası mahkeme o ülkenin sınırlarını ilgilendiren olumsuz bir
karar alıyor; etnik ve dinsel oluşumlar siyasi olarak güçleniyor. Ülke
güvenliğinin tehlikeye girmesi nedeniyle ordu duruma müdahale ediyor ve deniz
taşımacılığını önleyecek biçimde ülkeyi güvenlik çemberine alıyor. Birleşmiş
Milletler ABD’nin girişimiyle, yaptırım kararı alıyor. Bunun üzerine ABD
ordusu, hava saldırısına geçerek ülkenin önemli kentlerini 96 saat içinde (Türkiye’nin seferberlik süresi) işgal ediyordu”.12
ABD Müşterek Kuvvetler Komutanı
Orgeneral Kernal o günlerde,
Millenium Challenge 2002 Tatbikatı ve Spiral 1, Spiral 2 senaryolarını
kastederek, “kendimizi izin verilmeyen
durumlara hazırlıyoruz” demişti.13
Bu tür açıklamalar,
Türkiye’deki dengesiz yönetim ve Rus karışmasıyla sıkışan ABD’nin bölgeye
yönelik saldırgan politikasıyla birlikte ele alınırsa, yaşanmakta olan
tehlikenin boyutu görülecektir. “Türkiye’nin
hava sahası NATO hava sahasıdır” ve “NATO
Türkiye’yi korumada kararlıdır” sözlerinin taşıdığı anlam, Türkiye’ye
yabancı askerin girmesini uzak bir olasılık olmaktan çıkarmaktadır. Bu
olasılık, 2003’teki Irak müdahalesinde, gerçeğe dönüşmekten kıl payı
kurtulmuştu.
İşgal Olur mu?
Geçmişten günümüze yarım yüzyıllık
olay ve söylemler ortada. Ülke yönetiminin kişi egemenliğine indirgendiği;
yasama, yargı ve yürütmenin dumura uğratıldığı, devlet yetkililerinin talan
aracı olarak kullanıldığı ve muhalefeti olmayan bir ülkede her şey olabilir.
İstihbarat örgütünün başındaki kişinin, basına yansıyan, “sekiz füze attırtıp savaş gerekçesi yaratırım”14
diyebildiği bir ülkede neler olmaz.
Göstermelik söylemlerin, yalana
dayalı sözverilerin önemi yoktur. Çıkar hesaplarıyla yapılan kalıcılığı olmayan
eylemlerin de bir önemi yoktur. Olaylar herkesin gözü önünde gelişiyor. ABD;
Ortadoğu’dan çıkmayacağım, Türkiye’den hiçbir koşulda vazgeçmem, Kürt devleti
kuracağım, Koridoru açacağım diyor ve dediğinde adım adım ilerliyor. Rusya,
Suriye’de askeri üslerini kuruyor, kurduklarını genişletiyor ve bölgeye
yerleşiyor. Ortadoğu, karmaşık olaylara gebe.
Türkiye’de halk; yoksul ve örgütsüz.
Meclis, hükümet ve partiler onu görmüyor. Bu dünyadan umudu kesmiş, kendini
öbür dünyadaki rahat yaşama hazırlıyor. Türkiye, 1914’ün koşullarını yaşıyor.
Gelmekte olan
tehlikeyi görenler huzursuz ancak ellerinden bir şey gelmiyor. Gözlerini orduya
çevirenler artıyor. Cumhuriyeti kollama ve korunmasıyla görevli bu büyük güç ne
düşünüyor. “Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi” ya da “NATO Konseyi”
karar alırsa, koalisyon güçleriyle birlikte Suriye’yi girmek ne demek oluyor?15
TSK, “Siyasi otoritenin!” buyruğuyla
kendini sınır ötesi serüvenlerde ABD adına kullandıracak mı? Seçim sonrasında
getirilecek yeni barış sürecine uyup yeniden kışlasına mı çekilecek?
Her Şey Karşıtıyla Vardır
Yaşanan olumsuzluklar kendi
karşıtını da yaratıyor ve ülkenin her yerinde ulusal bir uyanış yaşanıyor.
Uyanış kendi örgütünü henüz yaratabilmiş değil ancak kuşkusuz yaratacaktır. Bu
örgüt ne denli ivedi yaratılırsa, gelecekte yaşanacak acılar o denli
azalacaktır. Türk ulusunun, konu yurt olduğunda, yedek bir direnme gücü her
zaman vardır. Yeter ki çok geç kalınmasın ve bu güç harekete geçirilsin.
Yurtseverleri
bekleyen görev, bilgi ve bilincini yükselterek halkın içine girmektir. Bunun ön
uygulamaları kendini göstermeye başladı. Yurtseverler, somuta dönük eylem
ereğiyle birbirini buluyor. Ortadoğu’daki karmaşaya ve Türkiye’deki
işbirlikçilere karşı, ulusal bilinci yükseltecek öncüler ortaya çıkıyor.
Gelecekten kaygı duyan insanlar, Türkiye’nin her yerinde, olumsuz gidişe karşı
ne yapmak gerektiğini tartışıyor. Mustafa
Kemal Atatürk, yeniden keşfediliyor, Kemalizm’i yol gösterici görenlerin
sayısı artıyor.
DİPNOTLAR
1 www.trtturk.com/haberler
06.10.201
3 “Suriye’ye Giriyor muyuz?: Cevabı
Cumhurbaşkanlığı’ndan”, Veda Özer,
www. hurriyet. com.tr ve Al Jazeera Türk, www.aljezeera. com.tr
4 Hürriyet,
11.11.2015
5 “Yeni Bir Harita Doğuyor” Cumhuriyet,
29.07.2006
6 “Bozkırdan Doğan Uygarlık-Köy Enstitüleri”
Yalçın Kaya, Tiğlat Mat., İst.-2001,
2.Cilt, sf.
7 “Pentagon’un Yeni Haritası” Thomas P.M. Barnet, 1001 Kitap,
İst.-2005, sf. 7-8
8 “Türkiye Merkez Üs” Nilgün Cerrahoğlu,
a.g.g. 30.06.2004
9 “Menderes’in Dramı” Ş.S.Aydemir, Remzi
Kit., İst.-1969, sf. 29
10 “Sivil Darbe Girişimi ve Ankara’da Irak
Savaşları” Fikret Bila, sf.184; ak. Ahmet
Erimhan “Çuvaldaki Müttefik” Birharf Yay., İst.-2006, sf.35-36
11 “Haksız Suçlama” Cumhuriyet, 12.02.1999
12 “Çuvaldaki Müttefik” Ahmet Erimhan,
Birharf Yay., İst.-2004, sf. 216 ve Aydınlık 11.08.2002
13 a.g.e.
sf.209-210
14 Aydınlık
27.10.2015
15 Hürriyet,
11.11.2015
Mesele ne ABD, ne Isid, ne Rusya nede Suriye nede siyonizm. Bizim yapacağımız ilk iş bu iktidarın gerçek yüzünü halka göstermek olmalıdır. Bizim başımızda bu adamlar durduğu sürece özellikle 1 kişi, dışarı yapacağımiz her girişim sonuçsuz kalacaktır.
YanıtlaSilIlk baş ne yapıp edip içimizdekileri temizleme k olmalıdır diye düşünüyorum. Yazı çok güzel elinize sağlık
Doğru söylüyorsun ve tümüyle haklısın.
YanıtlaSil