İstanbul’da bulunduğu
altı ay boyunca, durmadan çalıştı. Hemen “her kapıyı çaldı.” Güvenilir
bulduğu yetki sahiplerine, “askeri birlikleri terhis etmemelerini” ve
işgal güçlerine olabildiğince, “örtülü engeller çıkarmalarını”
söylüyordu. Dost bildiklerinden başka; düşman saydığı kişiler, düzeysiz ve
yetersiz görevliler, hoşlanmadığı insanlar ve yabancılarla bile konuştu.
İstanbul’da kaldığı süre içinde, Vahdettin’le dokuz, Sadrazam Damat Ferit’le
iki, Harbiye Nazırları Şakir ve Abdullah Paşalarla birer ve
Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Bey’le bir kez görüştü. Sir W.Birdwood,
Kont Sforza ve Rahip Frew’la bir araya geldi. “Türk milletini
kurtarmak için giriştiği işte hiçbir şeyi gayrimeşru saymıyordu.” Ülkeyi
esenliğe çıkarmada o denli kararlıydı ki, herşeyi göze almıştı. Gerçek
düşüncelerini büyük bir sabırla saklı tutuyor, amacına katkı koyması koşuluyla
herkesle, ilişki kurmaktan çekinmiyordu.
Yorgun
Ancak Dirençli
Mustafa Kemal İstanbul’a ağır sorumluluklar ve yıpratıcı savaşlar içinden geçerek 13
Kasım 1918’de geldi. “Zayıflamış, avurtları çökmüş, soluk aldırmayan böbrek
sancılarının acısıyla kıvranıyordu”.1 “Sıtma’nın ne zaman
yoklayacağı” belli olmuyordu.2 Kulaklarından rahatsızdı.3
Şişli’deki evinde “hafif bir mide humması” geçirmişti.4
Bedensel yorgunluğuna
karşın, yüksek bir istenceye (iradeye), şaşılacak bir kararlılığa sahipti. Bu,
ona, büyük bir direnme gücü veriyordu. İstenç gücü her zaman olguğu gibi beden
gücünün önündeydi. En yorgun ve hasta anlarında bile, giriştiği işten kopmuyor,
olayların üzerine gitmekten çekinmiyordu. Bu tutumu, İstanbul’da da sürdürdü ve
gelir gelmez çalışmaya başladı.
İstanbul’a gelişinin ertesi günü (14 Kasım 1918), Sadrazamlıktan
yeni ayrılmış olan Ahmet İzzet Paşa’yla görüşmeye gitti. Aynı gün Rauf
(Orbay) Bey ve İngiliz gazeteci Ward
Price ile görüştü. Ertesi gün, 15 Kasım’da, Padişah Vahdettin, 16 Kasım’da
da, “Çanakkale’deki kahramanlıkları nedeniyle” kendisiyle tanışmak
isteyen İngiliz General William Birdwood (1938’de ilerlemiş yaşına
karşın Atatürk’ün cenaze
törenine katılmak için Türkiye’ye gelecektir) ile görüştü.5 İlişki
ve görüşmeleri İstanbul’da kaldığı 6 ay boyunca sürdü.
Görüş
ve Amaç
Mondros’un bilinçli belirsizliklerine dayanılarak Türkiye’nin işgal edileceğini
önceden görmüş, savaşıma karar vermiş, yöntemini belirleyerek ön girişimleri
yapmıştı. “İşler ancak devrim yoluna gidilmekle düzelebilir” diyordu.6
Yıkılmasını kaçınılmaz gördüğü Osmanlı’nın yerine, yeni bir devlet kuracaktı.
İşgalci devletler dahil hiçbir güçle, amacına uygun düşmeyen bir uzlaşma içinde
olmayacaktı. “Yabancı yardımı olmadan Türkiye kendini kurtaramaz”
düşüncesini onursuzluk sayıyor ve yenilginin kendisi kadar acı verici
buluyordu. İşgalcilerle uzlaşma ya da manda öneren en küçük düşünce bile, “dişlerini
gıcırdatmasına neden oluyordu”.7
Örneğin İngilizler
için, “Onlar, o İngilizler, gücümüzün ne olduğunu yakında görecekler, bize
eşitleri gibi davranacaklardır. Onlara asla boyun eğmeyeceğiz. Uygarlıklarını
başlarına geçirene dek, son ferdimize kadar, onlara karşı koyacağız”
diyordu.8
Ulaşabildiği, etkili
olacağını düşündüğü hemen her yere ulaşmaya çalıştı. Var olan durumu ve
gelecekte ülkeyi bekleyen çekinceleri (tehlikeleri), kanıtlarıyla ortaya
koyuyor, uzun ve sabırlı görüşmelerle, insanları uyarıp uyandırmaya
çalışıyordu. Kurduğu her ilişki, kurtuluş için girişeceği eyleme katkı
sağlamaya yönelikti. Amacı çok açık ve yalındı. Anadolu’ya geçecek, halk gücüne
dayanarak bir kurtuluş ordusu örgütleyecek ve yeni bir devlet, bir halk devleti
kuracaktı. Buna, İstanbul’da değil, Halep ve Adana’da karar vermişti.
İstanbul’da yaptığı; amacına uygun araçlar sağlamak, subaylar
başta olmak üzere insan kazanmak, örgütlenmek ve yetki elde etmekti. İstanbul’a
bu nedenle gelmişti.
İstanbul’a geldiği ilk
günlerde, çalışılabilir gördüğü Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’yı, istifasını
geri alması için ikna etmeğe çalıştı. Onun hükümetinde Harbiye Nazırı olmak
istiyordu. Bu makamdan, hazırlanmakta olduğu silahlı savaşım için yararlanacak,
elde ettiği yetkiyi adam ve silah sağlamakta kullanacaktı. Düşündüklerini
yapabilmesi için, Tevfik Paşa kabinesinin Meclis’te güvenoyu almaması
gerekiyordu.
Milletvekillerinin çoğunluğu, bu yönde davranacakları ve Tevfik
Paşa’ya güvensizlik oyu verecekleri konusunda söz verdiler ancak hemen
hiçbiri sözünde durmadı. Çabaları süresince, bir asker olarak hiç alışık
olmadığı, kaypaklık ve yalancılıklarla karşılaştı. Tiksintiyle karşıladığı bu
olaydan, Cumhuriyet devletini kurarken yararlanacağı sonuçlar çıkardı ve çıkarcı
politikacılara karşı önlem almayı devlet politikası durumuna getirdi. Halkı bu
tür insanlara karşı sürekli uyardı. Dokuz yıl sonra, Nutuk’ta, “saygıdeğer
milletime şunu öğütlerim ki; bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar
çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz mayayı (cevheri asli)
çok iyi incelemeye dikkat etmekten, hiçbir zaman vazgeçmesin”.9
Subaylar
ve Kararlar
Şişli’de kiraladığı
evde pek çok insanla görüştü. Ali Fuat (Cebesoy), Kazım (Karabekir),
Rauf (Orbay), İsmet (İnönü), Refet (Bele) ve Kazım (Dirik)
bu evde görüştüğü ve ilerde birlikte olacağı güvendiği komutanlardı. Erzurum’da
15.Kolordu Komutanlığına atanan Kazım (Karabekir) Paşa, bu atamadan, “Kolordu’da organize bir birlik
bırakılmadığı” gerekçesiyle hoşnut değildi. Oysa bu Kolordu, Ali Fuat (Cebesoy)
Paşa’nın komutasındaki
20.Kolordu’yla birlikte, elde kalan iki askeri güçten biriydi.
Kazım (Karabekir) Paşa’ya atandığı
görevin kurtuluş savaşımı açısından önemini anlatarak görevi kabul etmesini
istedi. “Orada organize bir kuvvet bırakılmamış olabilir. Ancak bizim bundan
sonra iş görebilmemiz için gerekli olan asal unsur millettir, halktır. Ben size
Erzuruma gitmenizi özellikle öneririm. Gidiniz ve orada bir halk örgütü
kurunuz. Yakında benim de size katılmam kesindir” diyerek onu ikna etti.10
Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ile yaptığı
görüşmede; sorunların ancak Anadolu’da çözülebileceğini, bu nedenle 20.Kolordu
Karargahı’nın, “direniş hareketi için merkezi konumda olan” Ankara’ya
taşınmasını istedi.11 7.Orduda olduğu gibi onu hala komutanı sayan Ali
Fuat (Cebesoy) Paşa, bu öneriyi
kabul etti ve birlikte hareket etme konusunda anlaştılar. Anadolu’daki dağınık
direniş örgütleri, Doğuda Kazım (Karabekir) Paşa’nın 15, Batıda Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’nın 20.Kolordusu’nun yönetimi altına alınacak, bu iki güç Mustafa
Kemal’e bağlanarak tek bir merkezde toplanacaktı.12
Şişli görüşmeleri, onun Adana’dayken geliştirdiği
düşüncelerin, karar ve ilke olarak ortaya konmasıyla sonuçlandı. Halk
örgütlenmesinin temel alındığı ilkeler, özet olarak şöyleydi: “Çıkışı olan
tek kurtuluş yolu bir milli direniş hareketi yaratmaktır. Ordu’yla millet elele
vermeli, beraber hareket etmelidir. Asker’in terhisi derhal durdurulmalı,
hiçbir silah, cephane ya da donanım düşmana verilmemelidir. Genç ve yetenekli
komutanlar birliklerinin başında tutulmalı ve Anadolu’ya gönderilmelidir.
Ulusal direnişten yana devlet yöneticileri yerlerinde bırakılmalı, illerde
particilik adına yürütülen kardeş kavgasına son verilmeli ve halkın moral gücü
yükseltilmelidir”.13
Yılgınlar
İstanbul’da
görüştüklerinin tümü, silah arkadaşları gibi ülkenin kurtarılmasına duyarlı,
direnme eğiliminde insanlar değildi. Önemli bölümünün, ulusal duyguları
körelmiş, kişisel kaygılar içinde, bilinçsiz ve dirençsiz olduğunu gördü.
Bunlarla, ülke savunması konusunda birlikte olmak ve sonuç getirecek bir ilişki
geliştirmek olası değildi. İşgalci baskısından korkuyorlar, sürekli
olanaksızlıklardan söz ederek, ülkenin yazgısını büyük devletlerin kararına
bırakan bir tutum sergiliyorlardı; bunların sayısı ve yaygınlığı beklediğinden
çoktu.
Genel söylem; işgale
karşı direnç göstermenin çılgınlık olduğu, başarı olasılığı bulunmayan
böyle bir tutumun, görüşmeler yoluyla bulunabilecek çözümleri ortadan
kaldıracağı, bunun da devletin sonu olacağı biçimindeydi. Giderek yayılmakta
olan, “bizim için herşey bitti” düşüncesi, onun, “bizim için savaş
şimdi başlıyor”14 anlayışıyla temelden çelişiyor; bu çelişki,
düşmanlığa varan bir ayrılığa neden oluyordu.
Devlet yöneticilerini de içine alan “Türk olarak adeta
tükenmiş”15 önemli bir kitle, tam bir boyuneğiş içinde ve “içlerinde
hiçbir direnme ve savaşma isteği kalmamacasına yenik düşmüş” tü.16
Oysa o, Anadolu’daki Türk varlığının artık görüşme ve anlaşmalarla değil ancak
silahla korunabileceğini görüyor17, hazırlıklarını buna göre
yapıyordu. Bu iki anlayışın bir araya gelmesi gerçekten olanaksızdı.
Durum
Saptaması
Yaptığı çalışmalar
sonucu, ordudaki silah arkadaşlarından dar ancak etkili bir kesimi, halka ve
kendi gücüne dayanarak “Türkiye’yi parçalanmaktan kurtarmanın mümkün
olduğuna” inandırdı. Anadolu’daki Türk varlığı, ciddi bir çekinceyle karşı
karşıyaydı; halk bitkin, olanaklar sınırlıydı.
Ancak, çatışma
durumunda kalınacak büyük devletler de rahat değildi. Dört yıl süren savaş,
insan kaynaklarını zorlamış, güçlerini kırmıştı. Ordularını büyük oranda terhis
etmişler, ülkelerinde yayılmakta olan savaş karşıtı eğilimler ve sınıfsal
çatışmaya dönüşen toplumsal çalkantılarla uğraşıyorlardı. Türkler’i “tükenmiş”
görüyorlardı ancak kendileri de iyi durumda değildi. Silahlı çatışmadan
kaçınmak için, danışmanları Lloyd George’a, “Türkiye, devlet olarak
çözülmüştür, biraz bekleyelim, kendiliğinden parçalanacaktır, parçaları daha
sonra bölüşürüz” diyordu.18
O, öneriye yansıyan gerçeği görmüş ve güçlü bir görüntü
vermeye çalışan büyük devletlerin, aslında savaşamayacak durumda olduğunu
anlamıştı. İleri sürdüğü görüş ve öneriler, düşünülmeden söylenmiş duygusal
çıkışlar değil, dünya ve ülke koşullarına dayanan gerçekçi belirlemelerdi.
Gizlilik
İlişki ve çalışmalarını
genellikle gizli yürütüyordu. Dışardan bakıldığında, “yenilgiyi kabullenmiş
ve Padişah’la Damat Ferit ’in
politikalarına razı olmuş” gibi görünüyordu.19 İşlerini o denli
ustalıkla yürütüyordu ki, İngilizler kuşkulanmış, onu “Malta’ya sürülecekler
listesi” ne almıştı.20 Ancak, “açık vermediği için”
bir şey yapamıyorlardı. Örneğin, millicilerin tutuklanıp kapatıldığı Bekirağa
Tutukevi’nin basılarak, tutukluların kurtarılması için bir eylem
düzenlemiş, eylemin bildirilmesine karşın, önceden aldığı önlemler nedeniyle
İngilizler bir şey kanıtlayamamışlardı.21
İstanbul’da kurulan
hemen tüm gizli direniş örgütleriyle ilişkisi vardı. Bunların kurulmasını sağlıyor,
yönlendirip yönetiyor ancak üye ya da yönetici olarak görünmüyordu. “Hür
ölünecek, fakat asla esir ve zelil yaşanmayacaktır”22 diyen ve
gizli çalışan Karakol örgütüyle, kuruluş döneminde ilişkisi vardı. Örgüt
yöneticileri Ali Rıza ve İsmail (Canbulat) Beylerle ilişkiyi, çok
güvendiği yaveri Cevat Abbas (Gürer) aracılığıyla sürdürüyordu.23
Ankara’ya gidince,
yeraltı örgütlerinin tümünü denetim altına almış, kapanan ya da çalışmasını
durdurduğu örgütlerin yerine yenilerini kurdurmuştu... Teşkilatı Mahsusa’nın
süreklilik gösteren ardılları, “Ankara’nın doğrudan buyruğu altındaydı.”
Teşkilatı Mahsusa’nın Müdürü Hüsamettin Bey’i, 1920 sonunda,
Genel Kurmay İstihbarat Birimi’nin başına geçmek üzere, Ankara’ya getirmişti.24
İstanbul’daki gizli direniş örgütleri, düşman denetimi
altındaki depoları basarak silah ve cephanelere el koyuyor, sokağa egemen Rum
ve Ermeni çetelerle çatışıyor ve bilgi topluyordu. Gizli evler tutuluyor, az
sayıda insanın bildiği toplantı ve buluşma noktaları oluşturuluyordu. Subaylar
ve millici memurlar, girişimlere gizli destek veriyor25, ulusal savaşıma
kadro buluyorlardı.
Gizli
Örgütler
Ulusal direniş, insan
gücünü, başta ordu olmak üzere; dağılmış olan Teşkilatı Mahsusa’nın kendini koruyan birimlerinden, zanaatçı ve
imalatçı loncalarından, esnaf cemiyetlerinden, Kızılay’dan ve kadın
örgütlerinden sağlıyordu. 1918’de, İstanbul’da 18 kadın derneği vardı.26
İlk yeraltı örgütü Karakol’u,
Ankara’da Meclis kurulduktan sonra Müdafaa-i
Milliye (M.M.), Felâh, Mukavemet’i Bahriye ve İmalat’ı Harbiye gizli örgütleri izledi.
İstanbul’un her yaş ve cinsten Müslüman Türk halkı, bu örgütler aracılığıyla ulusal savaşıma katıldılar.
Başlangıçta yorgun, yılgın ve dağınıklık içinde bulunan
milliciler, 1918-1923 arasındaki beş yılda ve giderek artan biçimde, etkili bir
direniş devinimi (hareketi) yaratmayı başardılar. Gerçekleştirilen çok yönlü ve
etkili eylem, bir mucize değil, ustaca tasarlanmış dizgeli (sistemli) ve
örgütlü bir eylemin doğal sonucuydu. Bilgi toplamadan cephane baskınlarına,
Anadolu’ya adam göndermeden silah saklamaya, yaymacadan (propagandadan) para
bulmaya dek her tür eylem yapılıyordu. İstanbul camilerinin pek çoğunun
bodrumları, savaş malzemesi deposu durumuna getirilmişti.27
Ankara’ya kaçışın ilk durağı Üsküdar sırtlarındaki Özbek Tekkesi’ydi.28
DİPNOTLAR
1
“Atatürk’ün
İstanbul’daki Çalışmaları” S. Borak,
Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1998, sf.151
2
“Kurt ve Pars” Benoit
Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001,
sf.95
3
“Atatürk” Lord Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.181
4
“Atatürk’ün
İstanbul’daki Çalışmaları” S. Borak,
Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1998, sf.230
5
a.g.e. sf.155
6
“Atatürk’ün Hayatı ve Eseri-I”,
Hikmet Bayur, Atatürk Araş. Mer., Tıpkı
Bas., Ankara-1997, sf.196
7
“Mustafa Kemal” Benoit
Mechin, Bilgi Yay., Ankara-1997,
sf.152
8
“Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996, sf.107
9
“Atatürk’ün
İstanbul’daki Çalışmaları” S. Borak,
Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1998, sf.230
10
a.g.e. sf.155
11
“Atatürk’ün Hayatı ve
Eseri-I”, Hikmet Bayur, Atatürk Araş. Mer.,
Tıpkı Bas., Ankara-1997, sf.196
12
“Mustafa Kemal” Benoit
Mechin, Bilgi Yay., Ankara-1997,
sf.152
13
“Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996, sf.107
14
“Atatürk’ün
İstanbul’daki Çalışmaları” S. Borak,
Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1998, sf.151
15
“Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996, sf.84
16
“Kurt ve Pars” Benoit
Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001,
sf.120
17
“Atatürk’ün
İstanbul’daki Çalışmaları” S. Borak,
Kaynak Yay., 2. Bas. İst.-1998, sf.151
18
“Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, T T.K., Yay., 4.Bas., Ank-1999, sf.811
19
a.g.e. sf.227
20
“Atatürk” L.Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.182
21
“Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.90
22
“Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.365
23
“Atatürk” L.Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.164
24
“Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.78
25
a.g.e. sf.78
26
“İşgal Altında İstanbul
1918-1923” B. Criss, İletişim, Yay.,
3.Bas., İst.-2000, sf.181
27
“Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.83
28
a.g.e. sf.85
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder