12 Kasım’da yayınladığımız “Ortadoğu’da Sular Isınıyor” başlıklı yazımızı Suriye’deki
gelişmeler nedeniyle yeniden yayınlıyoruz.
Rusya’nın Ortadoğu’ya inmesi,
Suriye’yle sınırlı geçici bir girişim değil, geleceği etkileyecek önemli bir
olaydır. Rusya, eski Sovyetler Birliği değildir; Çarlığa geri dönmüştür. Suriye onun “sıcak denize inmesinin” tek şansıdır. Dış politikasını, Ukrayna ve
Kırım’dan sonra Ortadoğu’da eylemsel güce dönüştürmüştür. Küresel kapışmada
artık ben de varım demektedir. İki büyük silahlı güç, Türkiye’nin de içinde
olduğu Ortadoğu’da, çatışma olasılığı bulunan bir konumda karşı karşıya
gelmiştir. Nükleer silahların tehlikeli gücü, tarafları görüşmelerle sağlanacak
bir uzlaşmaya zorlamaktadır. Olasıdır ki uzlaşacaklardır. Türkiye, Ortadoğu’nun
en güçlü devleti olmasına karşın, yönetimde bulunanların niteliği nedeniyle,
olayların edilgen izleyicisi durumdadır. Kendini, ABD ve AB’ye olduğu kadar,
özellikle enerji alanında Rusya’ya da bağlamıştır. Batının istediği biçim ve
doğrultuda hareket etmektedir. Bu tutumuyla, Rusya’yla ilişkilerini bozacaktır
ama Batıdan ulusal yarar taşıyan en küçük bir ödün bile alamayacaktır.
Çevresini saran ve giderek yükselen bir Kürt hareketiyle karşılaşacak, yüzyıl
öncesini yeniden yaşayacaktır.
Rusya Devreye
Giriyor
Karmaşanın olanca hızıyla sürdüğü Ortadoğu’da, yeni ve güçlü bir ülke daha “sahaya indi”. Rusya, “İşid terörünü bitirmek ve Suriye yönetimine
destek vermek için”, bölgeye asker gönderdi. ABD’den sonra ve ona rakip
olarak, Ortadoğu’da çarpışan ikinci büyük güç oldu. Söylem düzeyindeki savaşım,
birdenbire ileri teknoloji silahlarının kullanıldığı çatışmaya dönüştü.
Bölgenin yeni oyuncusu Rusya, bombalama girişiminde ilginç bir yönteme başvurdu
ve hiç gereği yokken, Suriye’yi Hazar Denizi’nden fırlattığı füzelerle vurdu.
Şimdi, ABD ve Rusya ayrımlı amaçlarla Suriye’yi birlikte
bombalıyor. Kimin, neyi, nasıl yaptığı birbirine karışmış durumda. Rusya,
üslerini kurdu, ABD öncü birlik gönderiyor. Suriye’de benzeri olmayan ilginç
bir çatışma yaşanıyor. İki süper güç, küçük bir ülkede örtülü bir savaş
içindeler.
Bloklaşma
Ortadoğu’da, birbirinin karşıtı iki askeri blok ortaya çıktı. Rusya, İran
ve Lübnan; Şam yönetimini destekliyor ve bu ülkeler, anlaşması yapılmamış bir
blok oluşturmuş durumda. Bunlara karşı, ABD’nin başını çektiği; Suudi
Arabistan, Katar, İsrail ve Kürtlerden oluşan başka bir birliktelik var. Avrupa
Birliği bunları destekliyor. Türkiye, ulusal güvenliği için çekince
oluşturmasına karşın bu blokta yer alıyor. Kendi geleceğine karar veremez
durumda.
ABD, Türkiye’nin başat sorunu durumuna getirdiği Kürt
kalkışmasını destekliyor ve Kürtleri Ortadoğu’da asker olarak kullanıyor.
Onları kuracağı Kürt devletini Akdeniz'e bağlayacak Kürt Koridoru’nu
gerçekleştirmek için örgütlüyor. İşid’e karşıymış gibi açıklamalar yapıyor
onları bombalıyor görüntüsü veriyor ancak gerçekte koridor açmada Kürtlerin
önünü açıyor.
Rusya’nın
Amacı
Rusya; Kürtlerden, Koridor’dan söz etmiyor. İşid’i, bölgeye yönelik ABD
politikasının parçası olduğu için bombalıyor. Suriye’nin birliğini savunuyor
görünüyor ama Kuzey Suriye’de kantonlar kuran PYD’ye karşı çıkmıyor, onları
amacı yönünde kazanmaya çalışıyor.
Esad’a sahip çıkıyor ama muhaliflerin de yönetime katılması gerektiğini
söylüyor. Suriye’nin baş düşmanı İsrail’le stratejik anlaşmalar yapıyor. Onun
derdi, Suriye’nin birliğinden çok, askeri üs kurmak ve Akdeniz’e inmek. Amacına
uygun düşen her türlü yönetim seçeneğine açık. Büyük devlet politikası bunu
gerektiriyor. Çarlık Rusya’sının ve Batı sömürgeciliğinin, 19 yüzyıl Kürt
politikası yeniden gündeme geliyor. Türkiye, içinde ve çevresinde emperyalizmin
örgütlediği Kürt kalkışmasıyla uğraşmak zorunda kalıyor.
Türkiye’nin
Açmazı
Türkiye’de kimileri, Rusya’nın Ortadoğu’ya inmesini, olumlu bir gelişme
olarak değerlendiriyor. Rus karışmasının; ABD’yi güç duruma düşüreceği, Büyük
Ortadoğu Projesi’ni sekteye uğratacağı ve Türkiye’nin yararına bir eylemce
(operasyon) olarak değerlendiriyor.
Ülkeyi yönetenler ise ayrımlı şeyler
söylüyor. Recep Tayyip Erdoğan, Hava
sahası ihlallerinden söz ederek Rusya’yı eleştiren tepkisel açıklamalar
yapıyor. “Türkiye’nin hava sahası NATO’nun
hava sahasıdır; Türkiye’ye saldırı, NATO’ya saldırıdır”1 gibi,
Türkiye’yi NATO’yla yani Amerikan çıkarlarıyla bütünleştiren tehlikeli
açıklamalar yapıyor. NATO’nun açıklaması, karşılıklı paslaşma biçiminde ve daha
tehlikeli. Genel Sekreter Jens Stoltenberg,
“NATO Türkiye’yi korumaya kararlıdır,
gerekirse Türkiye’ye asker göndermeye hazırdır” diyor.2
Dışişleri Bakanı, seçimden hemen sonra Erbil’e giderek Barzani’yle basına kapalı biçimde görüşüyor ve sınır ötesi askeri
eylemceden söz eden açıklamalar yapıyor. Türkiye’nin Kuzey Irak Kürt Bölgesini,
“kalkınmanın, ilerlemenin ve istikrarın
faktörü” olarak gördüğünü söylüyor. Barzani’ye
ABD’yle yaptığı anlaşma konusunda “bilgi
veriyor”. Neler konuşulduğunu Kürtlerin resmi sitesinden öğreniyoruz. Barzani, “Türkiye’nin ABD’yle anlaşması ve lşid karşıtı koalisyona
katılmasından” memnuniyet duyduğunu açıklıyor.3
Türkiye’nin ABD’yle anlaştığı dillendiriliyor ancak koşullar açıklanmıyor. R.T. Erdoğan, Suriye için “sınır ötesi askeri harekattan”, “terörden arındırılmış bölgelerden”, “uçuşa yasak bölgeden” söz ediyor. Bu
konularda, “koalisyon güçleriyle aynı
noktaya gelindiğini” söylüyor. “Uçuşa
yasak bölgeyle” Suriye ve Rus uçaklarının yasaklanacağını kuşkusuz biliyor.
Ancak, ABD’nin peşine takılarak Türkiye’yi tehlikeli bir yola sokmaktan
çekinmiyor. ABD, İncirliğe şimdiden, yüksek teknoloji ürünü 6 adet F-15
yerleştirmiş durumda. Gerekçesi, “Türkiye’nin
hava sahasını korumak”. Kime karşı; kuşkusuz Suriye ve Rus uçaklarına
karşı.4
Gelişmeler ve açıklamalar Türkiye’nin varlığıyla ilgili
karmaşık bir dönemi gösterirken, karşıtçı partiler; bir şey söylemiyor,
kafalarını kuma gömmüş durumdalar. Halk, bilgisiz ve sahipsiz. Her türlü
olumsuzluğa karşı korumasız bir edilgenlik içinde. Olay ve gelişmeleri
değerlendirip önlem geliştirecek bir ulusal siyaset bulunmuyor.
“Sıcak
Denizler”
Rusya’nın Ortadoğu’ya inmesi, Suriye’yle sınırlı geçici bir girişim değil,
geleceği etkileyecek tarihi bir olaydır. Rusya, eski Sovyetler Birliği
değildir; Çarlığa geri dönmüştür. Suriye onun “sıcak denize inmesinin” tek şansıdır. Girişimini sürdürecektir.
Ereği ve kararlılığı yüksektir. Şimdiye dek sürdürdüğü gözkorkutmaya dayalı dış
politikasını, Ukrayna ve Kırım’dan sonra Ortadoğu’da eylemsel güce
dönüştürmüştür. Küresel kapışmada artık ben de varım demektedir.
Putin’in, birkaç yıl önce “dünyayı şaşkına
çevirecek bir silah geliştirdiklerini” açıklamasıyla, Hazar Denizi’nden
Suriye’yi füzelerle vurması birlikte değerlendirilmelidir. Bunlar, her düzeyde
ve her yerde çatışmaya hazır olduğunu gösteren bildirim niteliğinde bilinçli
eylemlerdir. Gözden kaçırılmaması gereken önemli olaylardır.
Çekinceli Çelişkiler
ABD, 1998’de saptadığı ve 21.yüzyılı kapsayan “Yeni Bir Yüzyıl İçin Amerikan Ulusal Stratejisinde”, Ortadoğu’dan
2050 yılına dek vazgeçmeyeceğini açıklamıştır. Açıklama yönünde Büyük Ortadoğu
Projesi’ni uygulamaya sokmuş ve bugüne getirmiştir. Ortadoğu’dan çekilmeyi
aklından bile geçirmemekte, Rusya’nın bölgeye yerleşmesinden büyük rahatsızlık
duymaktadır.
İki büyük silahlı güç, Türkiye’nin de içinde olduğu
Ortadoğu’da, çatışma olasılığı bulunan bir konumda karşı karşıya gelmiştir.
Nükleer silahların tehlikeli gücü, tarafları görüşmelerle sağlanacak bir
uzlaşmaya zorlamaktadır. Olasıdır ki uzlaşacaklardır.
Kendini
Bağlamak
Türkiye, Ortadoğu’nun en güçlü devleti olmasına karşın, yönetimde
bulunanların niteliği nedeniyle, olayların edilgen izleyicisi durumdadır.
Kendini, ABD ve AB’ye olduğu kadar, özellikle enerji alanında Rusya’ya da
bağlamıştır. Ancak Batının istediği biçim ve doğrultuda hareket etmektedir.
Rusya’la ilişkilerini bozacaktır ama Batıdan ulusal yarar taşıyan en küçük bir
ödün bile alamayacak, tersine bölünmeye yönelik yükselen bir Kürt hareketiyle
karşılaşacaktır.
Türkiye, oluşmakta olan tehlikelere karşı, ulusal
nitelikte bir yönetime kavuşup Kemalist politikayı günün koşullarını gözeterek
uygulamak zorundadır. Bunu yapmadığı sürece, giderek karmaşık duruma gelen
olaylar karşısında kendi yolunu belirleyemeyecek, Birinci Dünya Savaşı’nda
olduğu gibi, büyük gördüğü gücün peşinden sürüklenecektir.
“Ortak Vizyon
Belgesi”
AKP hükümetinin 2006 yılında imzaladığı “Ortak
Vizyon Belgesi”yle, ABD ile birlikte yürümeyi kabul etmiştir. Bugüne dek
Belge’ye sadık kalmış ve Washington’un istemlerinin tümünü yerine getirmiştir.
Belgede, “ortak endişe kaynağı olan
uluslararası krizlere birlikte, etkin ve çok taraflı çabaların teşvik edilmesi
gerekmektedir”5 denilmektedir. AKP hükümetleri, Belge’ye sadık
kalacağını açıklamış ve açıklama yönünde davranmıştır. Süreceği görülen bu
tutum, Türkiye’yi tehlikeli serüvenlere götürecektir.
Sonuç, Osmanlı’nın kullanılan bir güç olarak katıldığı,
1853 Kırım Savaşı’na benzeyecektir. Kırım’da, savaşın yükünü çekmesine ve
Rusya’nın yenilmesine karşın, bağlaşıkları İngiltere ve Fransa ganimeti toplarken
Osmanlı yitikleriyle başbaşa kalmıştı.
Türkiye’nin
ABD İçin Önemi
ABD’nin Türkiye’ye bakışı ve işgal söylemleri yarım yüzyıllık eski bir
öyküdür. 1946’dan sonra Türkiye’ye girerken; aldığı ve aldırdığı kararlar,
ikili ve çoklu anlaşmalar, ekonomik ilişkiler, Türkiye’den bir daha çıkmama
üzerine kuruludur. Bu amaca yönelik Amerikan siyaseti; bağımsızlığı köreltme,
güçsüzleştirme ve gerekirse askeri güç kullanmaya dayalıdır. “Türkiye’den hiçbir koşulda
vazgeçmeyeceklerini”, “Türkiye’de
iktidarı da muhalefeti de kendilerinin belirleyeceğini” işin başında
açıklamışlardı.
ABD Hükümeti adına Türkiye’ye gelen ve 1949’da adını taşıyan ünlü raporu
hazırlayan Max Weston Thornburg,
Washington’a, “Türkiye elden gitmesine
asla izin vermeyeceğimiz ülkedir” diyordu.6
ABD’nin Türkiye’ye verdiği önemi gösteren bir başka örnek, Pentagon’da Güç
Dönüşüm Birimi ve Stratejik Gelecek uzmanı olarak çalışan, Deniz Harp Okulu
profesörlerinden Thomas P.M.Barnet’in
şu değerlendirmesidir. “Ben, Türkiye’yi
küreselleşmenin Entegre Olmamış Boşluk (Batı dışındaki ülkeler y.n.) içinde yer
alan, bu nedenle kitlesel şiddet ve çatışma riskine en açık ülkeler gurubu
içine alıyorum... Oysa, küreselleşmenin yayılmasında Türkiye’den daha önemli
bir rol oynayacak çok az ülke vardır”.7
NATO Genel Sekreter Yardımcısı Jamie Shea, 2004’te yaptığı açıklamada, Türkiye’nin Batı için
önemini vurgulayarak Türkiye için “NATO’nun
merkez üssü” tanımını kullandı. Değerlendirmesi şöyleydi: “Türkiye için merkez üssü kavramını tercih
ederim. Türkiye, bölünmüşlük ifade eden duvarların sınırında bir ülke değil,
köprülerin inşa edildiği yerde bulunuyor. NATO’nun (ABD’nin diye okuyunuz
y.n.), dünyanın gerisiyle kurmak istediği
köprüleri, Türkiyesiz kurması mümkün değildir”.8
Türkiye’nin
Askeri İşgali
Adnan Menderes hükümeti, 5 Mart 1959’da, ABD’yle Türkiye’ye silahlı
müdahale hakkı veren bir anlaşma imzaladı. Anlaşma, “Türkiye, doğrudan ya da dolaylı olarak; tecavüz, sızma, yıkıcı
faaliyet ya da sivil saldırıya uğraması durumunda” ABD’ye askeri müdahale
hakkı tanıyordu. “Tecavüz, sızma, yıkıcı
faaliyet, sivil saldırı” gibi kavramların ne anlama geldiğini ve hangi
durumda oluşacağını Amerikalı yetkililer karar verecekti.9
ABD, 1974 yılında, “haşhaş ekiminin
yasaklanmaması durumunda”, “İstanbul’un
bombalanacağını” açıklamıştı. Başkan Nixon,
ABD Ankara Büyükelçisi Handley’i
Washington’a çağırmış, ona, istenilen yasaklamanın yapılmaması durumunda, “Sultanahmet Camii başta olmak üzere”
İstanbul’un bombalanacağını ve 6.Filo’nun İstanbul’a geleceğini bizzat
Başbakan’a (Bülent Ecevit) bildirmesi görevini vermişti.10
Şubat 1996’da, ABD California Senatörü Brad Sherman, Temsilciler Meclisi’nde
yaptığı konuşmada, Türk Ordusu’nun Doğu ve Güneydoğu Bölgesinde katliam
yaptığını ileri sürerek, ABD’nin, “NATO
üyeliğine bakılmaksızın” Türkiye’ye Askeri müdahalede bulunmasını
istemişti. Amerikalı senatör şunları söylemişti: “Birleşik Devletler, Kürtlerin korunması için daha açık ve daha sert
bir tutum izlemelidir. Baskıcı rejimlere karşı tutumumuz, bu ülkelerin NATO
müttefiki olması ya da olmaması ile değişmemelidir. Türkiye’deki Kürtlerin
korunması için Birleşik Devletler askeri güç kullanarak devreye girmelidir”.11
Türkiye’yi
İşgal Tatbikatı
ABD Müşterek Kuvvetler Komutanlığı, 24 Temmuz 2002’de, California
eyaletinde maliyeti yüksek kapsamlı bir askeri tatbikat düzenledi. “Bin Yılın Meydan Okuması-2002”
(Millenium Challenge 2002) adını taşıyan ve Lozan
Antlaşması’nın 79.yıl dönümünde başlatılan tatbikatın ayrıntıları gizli
tutulmuştu. Ancak, konu ve açıklanan amaçlar, 24 Temmuz tarihiyle birleşince, “hedef ülke” olarak ortaya Türkiye
çıkıyordu.
Tatbikat senaryosuna göre; “Bir
ülkede büyük yitiklere yol açan bir deprem oluyor (Kocaeli depremi). Aynı günlerde uluslararası mahkeme o ülkenin
sınırlarını ilgilendiren olumsuz bir karar alıyor; etnik ve dinsel oluşumlar
siyasi olarak güçleniyor. Ülke güvenliğinin tehlikeye girmesi nedeniyle ordu
duruma müdahale ediyor ve deniz taşımacılığını önleyecek biçimde ülkeyi
güvenlik çemberine alıyor. Birleşmiş Milletler ABD’nin girişimiyle, yaptırım
kararı alıyor. Bunun üzerine ABD ordusu, hava saldırısına geçerek ülkenin
önemli kentlerini 96 saat içinde
(Türkiye’nin seferberlik süresi) işgal
ediyordu”.12
ABD Müşterek Kuvvetler Komutanı Orgeneral Kernal o günlerde, Millenium Challenge 2002 Tatbikatı ve Spiral 1, Spiral
2 senaryolarını kastederek, “kendimizi
izin verilmeyen durumlara hazırlıyoruz” demişti.13
Bu tür açıklamalar, Türkiye’deki dengesiz yönetim ve Rus
karışmasıyla sıkışan ABD’nin bölgeye yönelik saldırgan politikasıyla birlikte
ele alınırsa, yaşanmakta olan tehlikenin boyutu görülecektir. “Türkiye’nin hava sahası NATO hava
sahasıdır” ve “NATO Türkiye’yi
korumada kararlıdır” sözlerinin taşıdığı anlam, Türkiye’ye yabancı askerin
girmesini uzak bir olasılık olmaktan çıkarmaktadır. Bu olasılık, 2003’teki Irak
müdahalesinde, gerçeğe dönüşmekten kıl payı kurtulmuştu.
İşgal Olur
mu?
Geçmişten günümüze yarım yüzyıllık olay ve söylemler ortada. Ülke
yönetiminin kişi egemenliğine indirgendiği; yasama, yargı ve yürütmenin dumura
uğratıldığı, devlet yetkililerinin talan aracı olarak kullanıldığı ve
muhalefeti olmayan bir ülkede her şey olabilir. İstihbarat örgütünün başındaki
kişinin, basına yansıyan, “sekiz füze
attırtıp savaş gerekçesi yaratırım”14 diyebildiği bir ülkede
neler olmaz.
Göstermelik söylemlerin, yalana dayalı sözverilerin önemi yoktur. Çıkar
hesaplarıyla yapılan kalıcılığı olmayan eylemlerin de bir önemi yoktur. Olaylar
herkesin gözü önünde gelişiyor. ABD; Ortadoğu’dan çıkmayacağım, Türkiye’den
hiçbir koşulda vazgeçmem, Kürt devleti kuracağım, Koridoru açacağım diyor ve
dediğinde adım adım ilerliyor. Rusya, Suriye’de askeri üslerini kuruyor,
kurduklarını genişletiyor ve bölgeye yerleşiyor. Ortadoğu, karmaşık olaylara
gebe.
Türkiye’de halk; yoksul ve örgütsüz. Meclis, hükümet ve partiler onu
görmüyor. Bu dünyadan umudu kesmiş, kendini öbür dünyadaki rahat yaşama
hazırlıyor. Türkiye, 1914’ün koşullarını yaşıyor.
Gelmekte olan tehlikeyi görenler huzursuz ancak
ellerinden bir şey gelmiyor. Gözlerini orduya çevirenler artıyor. Cumhuriyeti
kollama ve korunmasıyla görevli bu büyük güç ne düşünüyor. “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi” ya da “NATO Konseyi” karar alırsa, koalisyon güçleriyle birlikte
Suriye’yi girmek ne demek oluyor?15 TSK, “Siyasi otoritenin!” buyruğuyla kendini sınır ötesi serüvenlerde
ABD adına kullandıracak mı? Seçim sonrasında getirilecek yeni barış sürecine
uyup yeniden kışlasına mı çekilecek?
Her Şey
Karşıtıyla Vardır
Yaşanan olumsuzluklar kendi karşıtını da yaratıyor ve ülkenin her yerinde
ulusal bir uyanış yaşanıyor. Uyanış kendi örgütünü henüz yaratabilmiş değil
ancak kuşkusuz yaratacaktır. Bu örgüt ne denli ivedi yaratılırsa, gelecekte
yaşanacak acılar o denli azalacaktır. Türk ulusunun, konu yurt olduğunda, yedek
bir direnme gücü her zaman vardır. Yeter ki çok geç kalınmasın ve bu güç
harekete geçirilsin.
Yurtseverleri bekleyen görev, bilgi ve bilincini
yükselterek halkın içine girmektir. Bunun ön uygulamaları kendini göstermeye
başladı. Yurtseverler, somuta dönük eylem ereğiyle birbirini buluyor.
Ortadoğu’daki karmaşaya ve Türkiye’deki işbirlikçilere karşı, ulusal bilinci
yükseltecek öncüler ortaya çıkıyor. Gelecekten kaygı duyan insanlar,
Türkiye’nin her yerinde, olumsuz gidişe karşı ne yapmak gerektiğini tartışıyor.
Mustafa Kemal Atatürk, yeniden
keşfediliyor, Kemalizm’i yol gösterici görenlerin sayısı artıyor.
DİPNOTLAR
1 www.trtturk.com/haberler
06.10.201
3 “Suriye’ye Giriyor muyuz?: Cevabı Cumhurbaşkanlığı’ndan”, Veda Özer, www. hurriyet. com.tr ve Al
Jazeera Türk, www.aljezeera. com.tr
4 Hürriyet, 11.11.2015
5 “Yeni Bir Harita Doğuyor” Cumhuriyet, 29.07.2006
6 “Bozkırdan Doğan Uygarlık-Köy Enstitüleri” Yalçın Kaya, Tiğlat Mat., İst.-2001, 2.Cilt, sf.
7 “Pentagon’un Yeni Haritası” Thomas
P.M. Barnet, 1001 Kitap, İst.-2005, sf. 7-8
8 “Türkiye Merkez Üs” Nilgün Cerrahoğlu, a.g.g. 30.06.2004
9 “Menderes’in Dramı” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit., İst.-1969, sf. 29
10 “Sivil Darbe Girişimi ve Ankara’da Irak Savaşları” Fikret Bila,
sf.184; ak. Ahmet Erimhan “Çuvaldaki
Müttefik” Birharf Yay., İst.-2006, sf.35-36
11 “Haksız Suçlama” Cumhuriyet, 12.02.1999
12 “Çuvaldaki Müttefik” Ahmet Erimhan, Birharf Yay., İst.-2004, sf.
216 ve Aydınlık 11.08.2002
13 a.g.e. sf.209-210
14 Aydınlık 27.10.2015
15 Hürriyet, 11.11.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder