ABD, Marshall Planı’yla
mal ve para satarak kazanç sağlamanın yanında Avrupa’da politik etkinliğini
arttırıyor ve bu büyük pazarda içsel bir olgu durumuna geliyordu. Avrupa ise,
kalkınmak için gereksinim duyduğu ürün ve sermayeye kovuşuyor, savaşın yıkıcı
etkisinden kurtulmaya çalışıyordu. Nitekim, köklü bir sanayileşme ve üretim
birikimi olan Avrupa ülkeleri, ne denli yıkılmış olsalar da; aldıkları krediyi
çok hızlı bir biçimde üretime yönlendirdi ve kısa sürede eski endüstriyel
gücüne ulaştı.
Marshall
Planı: Avrupa Kalkınma Programı
2.Dünya
Savaşı’nın ağır yitikleri, birçok Avrupa ülkesinde yaşanan toplumsal çöküntüyü,
düzen sorunu durumuna getirmiş, ekonomik yaşam neredeyse durmuştu. Dünyanın en
varsıl kıtası, açlık ve hastalıkla boğuşuyordu. Siyasal ortam karışıktı.
Polonya, Çekoslovakya, Romanya, Macaristan, Bulgaristan, Yugoslavya ve
Arnavutluk, Sovyetler Birliği’nin etki alanına girerek Batıdan kopmuştu.
Almanya bölünmüş, Fransa ve İtalya Komünist Partileri kitlesel bir güce
ulaşmıştı. Yunanistan’da iç savaş sürüyordu. Avrupalı seçmenler, Komünist
Partilere yönelme eğilimi taşıyordu.
ABD hükümeti,
Avrupa’nın içinde bulunduğu koşullardan rahatsızlık duyuyor ve bu büyük pazarın
bir an önce canlandırılmasının gerektiğine inanıyordu. Amerikalıların elinde,
yatırılacak pazar arayan büyük nicelikte sermaye birikmişti ve bu sermaye büyük
oranda Avrupa pazarına akacaktı.
Sovyet Karşıtlığı ve Yardım
Marshall Planı,
böyle bir ortamda ortaya çıktı. Ekonominin
canlandırılması, ideolojik karşıtlıkların dizginlenmesi, siyasi dengenin sağlanması ve artan Sovyet gücüne karşı Batı Avrupa’nın
güçlendirilmesi, ABD çıkarlarını dolaysız bir biçimde ilgilendiriyordu.
Plan bu amaçlarla gündeme getirildi.
ABD
Savunma Bakanı General George C.Marshall,
25 Haziran 1947’de Harvard Üniversitesi’nde verdiği konferansta; Avrupa’nın,
çekincesi altında bulunduğu komünizme karşı korunması gerektiğini, bunun
Birleşik Devletler’in çıkarlarına uygun düştüğünü belirterek, Avrupa’da
ekonomik yaşamın canlandırılması gerektiği yönünde görüşler ileri sürdü.
Bunlar gerçekte ABD
Hükümetinin görüşleriydi. ‘Yardım’
yapılacak ülkeler belirlenmiş, kapsamı önceden saptanmıştı. Nitekim Marshall’ın açıklamasından bir ay
sonra, 16 Avrupa ülkesinin katıldığı bir konferans düzenlendi ve bu
konferansta, Avrupa’nın ekonomik sorunlarını belirleyen bir yazanak yayımlandı.
Bu yazanak, daha sonra bir izlenceye dönüştürülerek yasalaştırıldı ve Truman’ın onaylamasıyla, 1948 yılında,
dört yıllık bir süre için, uygulamaya sokuldu.
“Avrupa Kalkınma Programı”
Avrupa Kalkınma Programı’nın
(Marshall Planı’nın resmi adı) yürütülmesi, bir ABD kuruluşu olan, Ekonomik İşbirliği İdaresi (ECA) ile bir
Avrupa kuruluşu olan Avrupa Ekonomik
İşbirliği Örgütü’ne (OEEC) verildi. Bu beraberlikte ECA Kredi verici, OEEC
ise alıcı olarak çalıştı. Hükümetlerarası borç alışverişini düzenlemek için
Export-İmport Bank (Exim-bank) devreye sokuldu. Uygulamalarla ABD doları Avrupa
ülkelerinde en etkin para durumuna geldi.
Verilen
kredilerle Amerikan mallarının alınması yönünde çeşitli uygulamalar düzenlendi.
Dünya Bankası’nın kredilerin kullanılması konusunda azgelişmiş ülkelere
uyguladığı kaba dayatmalar, Avrupalı ülkelere yapılamayacağı için, yumuşatılmış
düzenlemelere gereksinim vardı.
Marshall Yardımı alan bir Avrupa
ülkesi, ABD ürünleri satın alması durumunda, bunların bedellerini dört yıl
sonra ödüyor, böylece aldığı yardımı serbest kullanımda tutabiliyordu. Bu
işleyiş o günkü koşullarda, gerek Avrupa ülkelerine, gerekse ABD’ye uygun
geliyordu.
Yatırıma Yönelen Kredi
ABD,
mal ve para satıp kazanç sağlamanın yanında politik etkinliğini arttırıp büyük
Avrupa pazarında içsel bir olgu durumuna geliyordu. Avrupa ise, kalkınmak için
gereksinim duyduğu ürün ve sermayeye kovuşuyordu. Nitekim, köklü bir
sanayileşme ve üretim birikimi olan Avrupa ülkeleri, ne denli yıkılmış olsalar
da; aldıkları krediyi çok hızlı bir biçimde üretime yönlendirdi ve kısa sürede
eski endüstriyel gücüne ulaştı.
OECD’ye üye 16 Avrupa ülkesi, Marshall Planı çerçevesinde kredi kullandı.
Dört yıllık süre içinde kullandırılan toplam kredi tutarı 12 milyar dolardı. Bu
tutarın çoğunluğu geri ödemesiz kredi, kalanı düşük faizli borç biçimindeydi.
Avrupalılar kredileri özellikle petrokimya ve çelik sanayisine yatırdı ve bu
dallarda büyük üretim artışı sağladı. OECD’ye
üye 16 ülkenin, gayrisafi milli
hasılalarında (GSMH) dört yıl
içinde yüzde 15-20 oranında artış görüldü.1
Türkiye’nin Tavrı
Bu
tür anlaşmalara katılmaya çok istekli olan Türkiye, yardım kapsamına alınmamış
olmasına karşın, 1947 yılında düzenlenen konferansta 615 milyon dolar yardım
istemiş ancak bu isteği savaştan zarar görmediği gerekçesiyle geri çevrilmişti.
Türk hükümeti bu kez
doğrudan ABD hükümetine başvurmuş ve yardım isteğinde bulunmuştur. Bu isteği
olumlu karşılayan ABD ile 4 Temmuz 1948’de Ankara’da imzalanan antlaşmadan
sonra Türkiye, 1948-1952 arasında Marshall
Planı çerçevesinde toplam 351,7 milyon dolar kredi aldı.2
Amerikan Çıkarı
Marshall Planı,
tam anlamıyla Amerikan çıkarlarına dayanan bir uygulamaydı. Temel amacı
Avrupa’da etkin olmak ve Sovyetler Birliği’nin gelişen etkisini önlemekti.
Bu amaçla, Sovyetler
Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerine de, Marshall
Planı çerçevesinde akçalı yardım yapılmak istenmiş, ancak bu istek ilgili
ülkelerce kabul edilmemişti. Soğuk Savaş bundan sonra başlatılmış ve uzun
yıllar yoğunlaştırılarak sürdürülmüştür. Marshall
Planı, parayla bağlayamazsan zorla,
anlayışının başlangıcı olmuştur.
Avrupa’nın Rahatsızlığı
Amerika’dan
Avrupa’ya Marshall Planı ile başlayan
sermaye göçü, çok geçmeden Avrupa ülkelerini rahatsız etmeğe başladı.
Rahatsızlık, kalkınma rakamlarının yükselişiyle düz orantılı olarak artıyordu.
Ekonomik ilişkilerde artış gösteren bağımlılıklar, ‘karşılıklı işbirliğinin’ tek yanlı işleyen mantığı ve dolaylı da
olsa tecimsel zorlamalar, ABD yardımına karşı, gittikçe genişleyen bir
karşıtçılığın oluşmasına yol açtı.
Hızla
kalkınan Avrupalılar, ikinci sınıf kapitalist ülke konumunda kalmak istemiyor
ve önce Avrupa pazarında daha sonra da tüm dünyada, ABD ile ekonomik yarışa
girmenin yollarını arıyordu.
Batı Avrupalılar,
yarışma umutlarını, uygulamaya sokmakta gecikmedi. Fransız gazeteci J.J.Servan Schreiber, 1968 yılında
şunları yazıyordu: “Amerikan şirketleri,
1958’den bu yana, Batı Avrupa’da yeniden on milyar dolarlık bir yatırım yaptı.
Bu ABD’nin bütün dünyadaki yatırımlarının üçte birinden daha çoktur. Bu
dönemde, Amerikalılar’ın yabancı ülkelerde kurduğu 6 bin yeni işin yarısı
Avrupa’da kurulmuştur. Avrupa’daki ABD yatırımlarının yüzde 90’ı, yalnızca
Avrupa kaynaklarına dayanılarak yapılmaktadır. Daha açık bir deyimle,
Amerikalılara bizi satın alsınlar diye para vermekteyiz”.3
Karşıtlıklar Artıyor
Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü
(OEEC) Marshall Planı
sona erdikten sonra da varlığını sürdürdü ve birçok kuruluşun oluşmasına
kaynaklık etti. Marshall kredilerinin
alınmasında başrolü oynayan bu örgüt giderek ABD korumanlığından (vesayetinden)
kurtulmanın bir aygıtı gibi çalıştı.
ABD
yatırımlarına giriş serbestliğinin artması durumunda, özellikle yüksek
teknoloji alanlarında; Avrupa endüstrisinin taşeron, Avrupa’nın da bir uydu
durumuna düşeceği, yüksek sesle söylenmeğe başlanmıştı.4
İngiltere Başbakanı Harold Wilson, 1967 yılında
Strasburg’da verdiği bir demeçte şöyle söylüyordu: “Korkarım ki günün birinde Avrupa yeni bir ekonomik köleliğe
düşecektir. O zaman biz, yalnızca modern ekonominin gerektirdiği konvansiyonel
ürünleri yapmakla yetinecek ve böylece 1970-1980 yıllarından sonraki endüstri
çağını etkileyecek bütün ileri teknoloji kollarında Amerikan endüstri
sisteminin bir uydusu haline geleceğiz”.5
Önlem
ABD, kendisine yönelik
eleştirilerin artmasına seyirci kalmadı ve Avrupa politikasında, köklü bir
değişime gitmeden, yeni bir ekonomik örgütlenme biçimi geliştirdi. Kendisiyle
birlikte Kanada’nın da katıldığı Ekonomik
İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nü (OECD)
kurdu. OECD, OEEC’nin yerini aldı.
Türkiye
Avrupa
ülkeleri, Marshall Planı’nın olumsuz
etkilerinden kendilerini hızla kurtarırken, Türkiye bunu yapmadı. Kredilerin
verimsiz kullanımı, uluslararası ilişkilerdeki yetersizlik ve dünya siyasetini
kavrayamayış, Türkiye’yi ulusal politika yürütemez duruma getirdi.
Her borç yeni bir
borcun nedeni, her yeni anlaşma yeni bir bağımlılık anlaşmasının gerekçesi
oldu. Marshall Planı, Türkiye’nin
ekonomik alanda Kemalist politikadan kopuş anlamına geldi.
Ekonomik
İşbirliği ve Kalkınma Örgütü-OECD
Marshall Planı
1952’de sona erdi ancak plan uygulamalarında eşgüdümü sağlama görevi yapan, Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü (OEEC) varlığını sürdürdü. Marshal Planı ortadan kalkmıştı ancak
amaç tam olarak gerçekleşmemişti. Bunu OEED
üstlendi ve Avrupa’daki ABD yatırımlarının düzenlenmesi işleviyle donatıldı.
Ancak,
Batı Avrupa, savaşın yıkımını üzerinden atmış ve hızlı bir kalkınma sürecine
girmişti. Kendisini ‘toparlayan’
Avrupa sermayesi, yoğunlaşan ABD yatırımlarından rahatsız olmaya başlamıştı. OEEC bir Avrupa kuruluşuydu ancak ABD
yatırımlarıyla uğraşıyordu.
Avrupalılar, bağımsız
ekonomik varlığını koruyup geliştirmek için, 1957 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu (AET) kurdu. Avrupa’ya büyük boyutlu
sermaye yatırmış olan ABD’nin, bu örgüte girmesi olanaklı değildi. Bu nedenle,
temel görevi, Avrupa-ABD ekonomik ilişkilerini düzenlemek olan yeni bir örgüte
gereksinim vardı. Bu gereksinimi karşılamak üzere 14 Aralık 1960’da, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) kuruldu.
Yeni Örgüt
OECD
üyeliği, Avrupa ülkeleri ve ABD ile sınırlı kalmadı. Üye ülkelerin denizaşırı
bağlantıları nedeniyle, örgüte katılmaları istenen, Avustralya, Kanada, Yeni
Zelanda (ABD’nin sadık dostları) ile sonradan Japonya örgüte alındı. Örgütün
Avrupalı üyeleri şunlardır: Avusturya, Belçika, Danimarka, Almanya, Finlandiya,
Fransa, Hollanda, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsveç, İsviçre, İtalya, İzlanda,
Luxemburg, Norveç, Portekiz, Yunanistan ve Türkiye.
Örgütün
yazılı amaçları; yaşam düzeyini yükseltmek, bunun için ekonomik büyüme
gerçekleştirerek yeni iş alanları açmak, akçalı denge sağlamak, uluslararası
tecimi geliştirmek, ülkeler arası sermaye akışını serbestleştirmek ve bu yönde
işbirliği yapmaktı.
Uluslararası
anlaşmaların tümünde olduğu gibi OECD’de
de, ‘işbirliği’ kavramı gerçek
anlamıyla ancak, gelişmiş ülkeler arasında söz konusuydu. OECD, gelişmiş ülkelerin yarattığı küresel örgüt ağının bir parçası
olarak her zaman onların önceliklerini temsil etti. Azgelişmiş ülkelere ise,
IMF izlencelerine uygun düşmeyen, herhangi bir ekonomik yardımda bulunmadı.
Azgelişmiş ülkelere karşı alınan ekonomik boykot, akçalı soyutlam ve engelleyim
(ambargo) kararlarına tam olarak uydu. OECD,
konum ve özgürlüğü ekonomik gücün belirlediği bir varsıllar örgütüydü.
Türkiye’nin burada, acaba ne işi vardı?...
Danışma Örgütü
Kararları
bağlayıcı olmayan OECD, görünüşte bir
danışma kuruludur. İzlencelerini; çeşitli görüşmeler, seminerler, konferanslar
ve yayınlar yoluyla gerçekleştirir. Kararların oybirliği ile alınma zorunluluğu
herhangi bir sorun yaratmaz. Çünkü temel politikaları belirleyen en büyüklerin
kararlarına karşı çıkmayı kimse aklından geçirmez.
Türkiye dışındaki tüm
üyeler, varlık ve geleceklerini birbirine bağlamış, aynı yolun yolcusu varsıl
ülkelerdir. Onları birleştiren ortak payda, 3.Dünya ülkeleri başta olmak üzere
dünya pazarlarından, güçleri oranında yararlanmalarıdır. Kendi aralarındaki
çelişkileri, belirli bir düzen içinde denetim altında tutarlar ve azgelişmiş
ülkelere karşı kesinlikle birlikte hareket ederler.
Yükümlülükler
OECD
üyesi ülkelerin ticari yükümlülükleri, diğer uluslararası örgütlerde olduğu
gibi, GATT ile sınırlıdır. Örgüt,
yıllık olarak atanan 14 temsilcinin katıldığı Temsilciler Komitesi, yılda bir kez toplanan ve tüm üye ülkelerin
bakanlarının toplandığı Konsey ile
temel çalışma ve özel çalışma komitelerinden oluşur. Ana organ Konsey’dir.
Konsey, Yönetim Kurulu ile uygun
gördüğü sayıda çalışma komitesi kurar. Ekonomi Politika Komitesi, Tarım
Komitesi, Ekonomik Gelişmeleri ve Sorunları İnceleme Komitesi ile Maliye
Komitesi çalışmakta olan kimi komitelerdir. Örgütün ayrıca beş yıl için seçilen
bir genel yazmanı vardır.
Bilgi
Merkezi
OECD,
dünya ekonomik dizgesinin; çok okuyan, çok araştıran ve çok yazan beyni
gibidir. IMF, Dünya Bankası, GATT (Gümrük
Tarifeleri ve Ticaret Genel Antlaşması) başta olmak üzere, tüm uluslararası
örgütler ve hükümetlerle ilişki içindedir. Genel
sayımlamalar, tarım, sermaye piyasaları, vergi yapıları, enerji
kaynakları, çevre kirliliği, eğitim gibi pek çok alanda araştırma ve
incelemeler yapar.
Dünyanın
en büyük ekonomik veri bankasıdır. Her yıl çeşitli konularda on bin sayfayı
aşan yayın yapar. Küresel tecimsel ilişkilerin geliştirilmesi için, stratejik
önermelerde bulunur. İki ayda bir yayınlanan The ORCD Observer adlı örgüt dergisi, herkesin yararlandığı zengin
bir bilgi kaynağıdır. OECD, ayrıca
her üye ülke için, yıllık ekonomik değerlendirmeler yayınlar.
Üye ülkeler ve
gelişmekte olan üye olmayan ülkeler arasında, sağlıklı bir ekonomik ilişkinin
geliştirilmesi ve gelişmekte olan ülkelere yapılacak yardımları düzenlemek,
örgütün önem verdiği konulardır. Ayrıca, üye ve üye olmayan ülke pazarlarını
alım gücünü arttırarak daha çok dışa açmak, az gelişmiş ülkeler üzerindeki
ekonomik-mali denetimin ortaklaştırılması, dünyadaki bütün ekonomik
anlaşmaların izlenerek değerlendirilmesi, ulusal ve uluslararası her konuda
bilgi toplamak, örgütün çalışma alanlarıdır.
“Çok Taraflı Yatırım Anlaşması”
Fransa
dahil birçok ülkeden tepki gören Çok
Taraflı Yatırım Anlaşması (MAI)
bir OECD önerisidir. Uluslararası
şirketlere kolaylıklar getiren bu öneriye göre, herhangi bir ülkeye yatırım
yapan uluslararası şirketler, o ülkenin yasalarına karşı sorumlu olmayacaktı.
Hükümetlerin
aldığı kararlardan zarar gördüğüne inanan şirketler, uluslararası mahkemeye
başvurabilecek ve hükümetler çıkan kararlara uyacaklardır. Anlaşmayı imzalayan
ülke, örgütten beş yıl çıkamayacak, çıktıktan sonra ise anlaşma hükümlerini on
beş yıl daha uygulamaya devam edecektir. Dünya
Ticaret Örgütü Başkanı MAI için; “Tek bir küresel ekonomi için ortak bir
anayasa hazırlıyoruz” diyordu.6
Türkiye her
uluslararası örgüte olduğu gibi OECD’ye de hemen üye oldu ve ne işe
yarayacağını bile anlamadan girdiği bu örgütün ilk üyeleri içinde yer aldı.
Konuşulan konuları kavramaktan uzak bakanlarını her yıl Konsey toplantısına
gönderdi. Diplomatik pasaportla seyahat etmenin heyecanıyla Paris’e giden bu
bakanlar, önlerine sürülen ve içeriğini anlayamadıkları karar metinlerini, gözü
kapalı imzaladılar.
DİPNOTLAR
1 “Marshall
Planı” Ana Britannica, 20.Cilt, sf.81
2 a.g.e. sf. 81
3 “Amerika Meydan
Okuyor” J.J. Servan Schreiber, Sander Kit., 2.Bas., 1968, sf.26
4 a.g.e. sf. 37
5 a.g.e. sf. 86
6 The Guardian, 13.
02. 1998
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder