Cumhuriyet ilan edildiğinde nüfusun yüzde 80’inden çoğu
köylüydü. Köylüler kapalı birimler halinde, ürettiğini tüketen ve yoksulluk
sınırının altında yaşayan, örgütsüz ve dağınık bir kitle durumundaydı. Ulaşım gelişmemiş,
pazar ilişkileri oluşmamıştı. 1927 yılı Sanayi Sayımı’na göre, el sanayi
işletmeleri yani tamirhaneler dahil 33085 iş yeri ve bu işyerlerinde çıraklar
dahil 76216 işçi vardı. Her işyerine 2-3 işçi düşüyordu. Burjuvazi, proleterya
gibi sınıflar oluşmamıştı. Sermaye birikimi yoktu. İç ticaretle uğraşan 18000
işyerinin; yüzde 47’si Rumlara, yüzde 22’si Ermenilere, yüzde 18’i Levantenlere
(Avrupa kökenliler) aitken, yalnızca yüzde 13’ü Türklerindi. İç ve dış ticaret,
sanayi, madencilik, mali sermaye kuruluşları ve bankacılık Türk ya da Müslüman
olmayanların elindeydi. Azınlıkların ülkeyi terk etmesiyle, Türkiye’de
ticaretin duracağına, bankaların çalışmayacağına hatta Türk makinist olmaması
nedeniyle demiryolu ulaşımının yapılamayacağına inanılıyordu.
Lozan
ve Ulusal Bilinç
Ekonomik
bağımsızlık konusunda ilk kapsamlı resmi tavır Lozan’da gösterildi. Türklerin
konuyla ilgili gösterdiği bilinç ve kararlı davranış, galip devletleri en az
Kurtuluş Savaşı kadar şaşırtmıştır. Türklerden böyle bir ulusal bilinç
beklenmiyor ve Anadolu’da askeri eylemle ortaya çıkan siyasi sonucun, ekonomik
ilişkilerle kısa sürede ortadan kaldırılacağına inanılıyordu.
Batılılar bu nedenle,
Lozan’ı, o günlerin özel koşulları nedeniyle imzalanmak zorunda kalınan geçici
bir anlaşma olarak gördüler. Lozan’ın kalıcılığını içlerine hiç bir zaman
sindiremediler.
1923 Türkiye'si
Antlaşma
imzalanırken bile, Türkiye’nin yoksulluk nedeniyle tek başına ayakta
kalamayacağına ve kısa bir süre sonra Batıdan yardım isteyeceğine inanılıyordu.
Bu konuda tümüyle haksız da değillerdi. Ülke gerçekten tükenmiş durumdaydı.
Açlık, hastalık ve her tür yoksulluk ortalıkta kol geziyordu. Üretimsizlik
yaygındı. Ulaşım gelişmemiş, pazar ilişkileri oluşmamıştı. Petrol yalnızca gaz
lambalarında kullanılıyordu. Makinalı tarım, motor, enerji santralleri,
fabrikalar, atölyeler, para piyasaları, bankalar, ticari kurumlar toplum
yaşamına henüz girmemişti. Batı Anadolu’da, Yunanlılarca yıkılmamış kimi
kasabalardaki sinemalara, “para yerine
yumurta verilerek” giriliyordu.1
Otomobil, kamyon, tramvay gibi araçlarla, toplu
taşımacılık gibi kavramlar, Anadolu’da bilinmiyordu. İnsanlar ulaşım aracı
olarak at, eşek başta olmak üzere, şehirler arasında kağnı, şehir içinde ise
yaylı, körük ve london denilen at arabalarını kullanıyordu. 1923 yılında, “kışın çamurdan geçilmez duruma gelen”,
yalnızca 139 bin kilometre “karayolu!”
vardı; ülkenin tümündeki motorlu taşıt sayısı yalnızca 1500’dü.2
Vali ya da jandarma komutanının manyetolu telefonundan başka hiçbir kişi ve
kuruluşta telefon yoktu.3
Batılılara göre,
Türkiye ya borç alarak ayakta kalabilecek ya da bir süre sonra dağılacaktı. O
günkü Türkiye’nin toplumsal yapısını bilenlerin, böyle düşünmesi doğaldı.
Yoksulluk
Atatürk, 19 Ocak 1923’te, İzmit’te halka yaptığı
konuşmada, ülkenin yoksulluğunu şu sözlerle açıklamıştı: “Memlekete bakınız! Baştan sona kadar harap olmuştur. Memleketin
Kuzey’den Güney’e kadar her noktasını gözlerinizle görünüz. Her taraf
viranedir; baykuş yuvasıdır. Memlekette yol yok, memlekette hiçbir uygar kurum
yoktur. Memleket ciddi düzeyde viranedir; memleket acı ve keder veren,
gözlerden kanlı yaş akıtan feci bir görüntü arzediyor. Milletin refah ve
mutluluğundan söz etmek mümkün değil. Halk çok yoksuldur. Sefil ve çıplaktır”. 4
Lord Curzon’nun Lozan’da “Siz
yoksul bir ülkesiniz yakında gelip borç isteyeceksiniz” diyerek güvendiği
yoksulluk, böyle bir yoksulluktu. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti bu yoksulluğa ve
kalkınmak için sermayeye gereksinimi olmasına karşın Batıdan, Curzon’nun düşündüğü anlamda hiçbir şey
istemedi. 1938’e dek, bağımlılık doğuracak hiçbir ilişkiye girmedi.
Kadrosuz Kalkınma
Ekonomik
kalkınma ve toplumsal ilerleme girişimi, başedilmesi güç yokluklar ve
yoksunluklar içinde sürdürüldü. Gerçekleştirilmesi istenen her girişim, önce o
girişimi yapacak kadroların yetiştirilmesini gerekli kılıyordu. Hemen hiçbir
alanda, çağdaş eğitim görmüş, yetişmiş kadro yoktu. Tarımsal ürünlerden başka
bir geliri olamayan ülkede, yüksek öğrenim görmüş ziraat mühendisi sayısı
yalnızca 20’ydi.5 Türk doktor, mühendis, eczacı, diş hekimi,
tüccar, bankacı, sanatçı, teknisyen, ekonomist vb. yok denecek düzeydeydi.
1923’de ilk bütçe
hazırlandığında, gereksinimlere yanıt veren bir öncelikler izlencesi
hazırlanmış, bu izlenceye göre davranılmıştı. Onbeş yıllık kalkınma dönemi
içinde, bağımlılık doğuracak dış borç alınmamış, üstelik Osmanlıdan kalan
Duyun-u Umumiye borçları ödenmişti. Emperyalist devletlerin kışkırttığı ve
1930’a dek süren gerici ve Kürtçü ayaklanmalar, küçük devlet bütçesinden büyük
paylar harcanarak bastırılmıştı. Güvenlik harcamalarının önemli yer tutmasına
karşın, düzenli büyüme sağlanarak, yeni bir ekonomik düzen kurulmuştu.
Büyük Atılım
Başlangıç
döneminin iç karartıcı koşullarına karşın, büyük bir istek ve kararlılıkla
kalkınma savaşına girişildi. Yapılan iş, sıradan bir ekonomik kalkınma girişimi
değil, çok başka bir şeydi. Teknolojik üstünlüğü Batıya kaptırarak geride kalan
Türkler, çağdaş zamana yetişip Batıyı yakalamak için, tüm ulusça devrimci bir
atılım içine girmişti. Cumhuriyet’i kuranlar, onu geliştirip güçlendirmeye ve
toplumsal gönenci yükseltmeye kararlıydılar. Bu bir uygarlık özlemiydi.
Hikmet Bayur’un 1939’da yaptığı değerlendirmeye göre, Cumhuriyetin on
beş yılda başardıkları, “Osmanlı
İmparatorluğunun büyüklük devrinde” gerçekleştirdiği zaferlerden çok daha
büyüktü.6
Mustafa Kemal Tavrı
Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin, Birinci Dönem Üçüncü Toplantı Yılı, 1 Mart 1922’de açıldı. Savaş
sürmekte, Mustafa Kemal, yüklendiği ağır sorumluluğun altından kalkmak
için, sağlığının yerinde olmamasına karşın; siyasi gerilimlerden orduyu yeniden
toparlamaya, para ve silah bulmaktan dış politikaya kadar, pek çok işle
ilgilenmektedir. Cepheyi, en ön saflara dek dolaşıyor, Meclis’te konuşmalar
yapıyor, telgraflarla ülkenin her yerine ulaşıyordu.
Bir yandan; “Yedi
aydır (Sakarya Savaşı’ndan sonra geçen süre y.n.) ne bekliyoruz, nereye
gidiyoruz? Bizi kim, nereye götürüyor? Bilinmezliklere gidiyoruz!”7,
“neden taarruz etmiyoruz, ordumuz durduğu yerde çürütülüyor” 8,
“Avrupalıların mütareke teklifi neden kabul edilmiyor”9
diyen karşıtçıları iknaya çalışıyor; diğer yandan, Ordu’yu son ve kesin vuruşa
hazırlıyordu.
Musul’da artan İngiliz etkisine karşı Revandiz’e birlik
gönderiyor10, 15.Kolordu Komutanı Kazım (Karabekir) Paşa’nın
“Meclis’in üstünde, uzmanlardan oluşan bir ikinci Meclis oluşturulması
önerisine” 11 ikna edici yanıtlar veriyordu. Bütün bunların
yanında sürekli olarak “birlik teftiş ediyordu”.12
1 Mart 1922 Söylevi ve Taşıdığı Önem
1 Mart 1922 Meclis konuşmasını, bu koşullar altında hazırladı. Toplumu ilgilendiren birçok konuya değinen uzun söylev, şaşırtıcı bir özelliğe sahipti. Sanki, sonucu henüz belli olmayan yaşamsal bir savaş sürerken değil de, barış zamanında olağan bir Meclis açılışında yapılıyordu.
Utkudan (zaferden) o denli emindir ki; yönetim yapılanması, adlî sorunlar, sağlık ve sosyal yardım işleri, ekonomik kalkınma, bayındırlık, malî ilişkiler, eğitim ve dış siyasete dek, hemen her konuya değinmektedir. Ekonomi konusuna büyük yer ayırmış ve yeni devletin uygulayacağı kalkınma politikasını, henüz savaş bitmemişken biçimlendirmiştir. Yalnızca görüş bildirip öneri yapmıyor, onunla birlikte, uygulamaya dönük kalkınma stratejisi oluşturuyordu.
Konuşmanın başlangıç
bölümünü; yönetim, sağlık, adliye ve hukuk sorunlarına ayırmıştı. Hemen
ardından ekonomiyi ele alarak, yapılanlar ve yapılacaklar hakkında
düşüncelerini açıkladı... Görüş ve önerilerindeki olgunluk, yaşamının büyük
bölümünü cephelerde geçirmiş bir askerden ço; ekonomiyi, tarih ve toplumbilim
(sosyoloji) boyutuyla ele alan usta bir ekonomi politikçi düzeyindedir.
Günün sorunlarını, tarihsel dayanaklarıyla ele almakta,
somut önerilere dönüştürdüğü yorumlarını, geleceğe yönelik tutarlı bir izlence
durumuna getirmektedir. 21.Yüzyılda, gerikalmış bir ülkenin, kalkınma yöntemini
ortaya koyuyor, bu girişimin kuramını oluşturuyordu. Ülkeyi ve dünyayı
tanımayla kazanılmış açık ve anlaşılır görüşleri, gerçeklere dayanmakta, Türk
toplumunun gereksinimlerine yanıt veren çözümler getirmektedir.
Köylü
Efendimizdir
Konuşmasında, ekonomiyle ilgili
bölüme, “Türkiye’nin sahibi ve efendisi kimdir?” sorusuyla başlar
ve hemen ardından “Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici
olan köylüdür. O halde, herkesten çok refah, saadet ve servete hak kazanan ve
layık olan da köylüdür” diyerek, yanıt verir. 13
Sürekli ve coşkulu alkışlarla
karşılanan bu yanıttan sonra, Türk ekonomisinin yönelmesi gereken amaç
konusunda şunları söyler: “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin
izleyeceği yol, bu temel amacın (köylünün kalkındırılması y.n.) sağlanması yönünde olmalıdır… Köylünün çalışması sonunda elde edeceği
emeğinin karşılığını, onun kendi yararına olmak üzere yükseltmek, ekonomi
politikamızın esas ruhudur… Özellikle tarım ürünlerimizi, benzeri yabancı ürünlere
karşı korumamıza engel olarak, milletimizi bugünkü ekonomik yoksulluğa mahkum
eden kapitülasyonların yarattığı acıklı durumu, sizlere hatırlatmadan
geçemiyeceğim”. 14
Yaşanmakta olan ekonomik çöküntünün nedenlerini; Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemini, sömürüye dayanan Batı egemenliğini ve Tanzimat uygulamalarını ele alarak açıklar. Konuya hakimdir ve o dönemde kimsenin yapmadığı ya da yapamadığı kadar; nitelikli, açık, kararlı ve özgüvenlidir. Geçmişten çıkardığı dersleri, güncele taşır ve geleceğe dönük sonuçlara ulaşır. Açık, anlaşılır, güven verici ve içtendir.
Şunları söyler: "Bilindiği gibi, memleketin ekonomik durumu ve ekonomik kuruluşlarımız, dış ülkeler tarafından sarılmış bir halde bulunuyordu. Özel ekonomik teşebbüsler, serbest pazar ekonomisi içinde rekabet edebilecek güçlü seviyeye varmamıştı. Tanzimatın açtığı serbest ticaret devri, Avrupa rekabetine karşı kendini koruyamayan ekonomik yaşantımızı, yine ekonomik yönden, kapitülasyon zinciriyle bağladı. Ekonomik alandaki özel değerler ve kuruluşlar yönünden bizden çok kuvvetli olanlar; memleketimizde, bir de fazla olarak imtiyazlı durumda bulunuyorlardı. Kazanç vergisi vermiyorlardı. Gümrüklerimizi ellerinde tutuyorlardı. İstedikleri zaman istedikleri malı, istedikleri şartlar altında memleketimize sokuyorlardı. Bu nedenle ekonomik yaşantımızın bütün bölümlerinin mutlak hakimi olmuşlardı. Bize karşı yapılan bu rekabet, gerçekten çok gayrimeşru, gerçekten çok ezici idi. Rakiplerimiz bu biçimde, endüstrimizin gelişme olanaklarını yok ettiler. Aynı zamanda tarımımızı da zarara uğrattılar. Ekonomik ve mali gelişmemizi engellediler. Türkiye için, ekonomik yaşantımızı boğan kapitülasyonlar; artık yoktur ve olmayacaktır". 15
Önerileri, tümüyle, halkın sorunlarını çözmeye ve onun
gönencini arttırmaya yönelikti. Söylediğini yapma özelliği bilindiği için, bu
öneriler ilgi uyandırmış, milletvekillerinin coşkulu desteğiyle karşılaşmıştı.
Savaş, onun için bitmiş ve kazanılmıştır; bu hava içinde konuşmaktadır: “Avrupa
rekabeti yüzünden mahvedilmiş ve şimdiye kadar ihmal edilmiş olan tarımsal
sanayimizi canlandırmalıyız... Toprağın altına terk edilmiş duran maden
hazinelerimizi az zamanda işlemeliyiz... Ormanlarımızı çağdaş önlemlerle iyi
duruma getirmeliyiz... Çalışanların refahını yükseltmeli, cephede harp eden
askerlerin ailelerine yardım etmeliyiz... Çiftçiye tohumluk vermeli, Ziraat
Bankası aracılığıyla uygun fiyatla tarım alet ve edavatı dağıtmalıyız...”
16
Akçalı
(Mali) Bağımsızlık
Mali sorunları ele alış biçimi, yapısının ve dünya
görüşünün doğal sonucuydu. Her konuda ve her zaman yaptığı gibi, konuyu,
değişmez ereği tam bağımsızlıkla bütünleştiriyor; mali bağımsızlık sağlanmadan
siyasi bağımsızlığın korunamayacağını kesin bir dille açıklıyordu: “Her
şeyden önce hayat ve bağımsızlığımızı sağlamaktan ibaret olan milli amacımıza
ulaşmaktan başka bir şey düşünemeyiz. Önemli olan, mali gücümüzün buna yeterli
olup olmayacağıdır... Ülkemizin gelir kaynakları, milli davamızın güvenle elde
edilmesine yeterlidir. Mali gücümüz, fakirane olmakla birlikte, dışardan borç
almadan ülkeyi yönetecek ve amacına ulaştıracaktır. Ben yalnız bugün için
değil, özellikle gelecek için, devlet hayatı ve ülke refahı noktasından mali
durum ve bağımsızlığımıza çok önem veririm. Bugünkü mücadelemizin amacı tam
bağımsızlıktır. Tam
bağımsızlık ise ancak, mali bağımsızlık ile gerçekleşebilir. Bir devletin
maliyesi bağımsızlıktan yoksun olursa, o devletin yaşantısını sağlayan bütün
bölümlerinde bağımsızlık, felce uğramış demektir”. 17
Tanzimat
ve Devletçilik
Kalkınma yöntemini
açıklarken, devletçiliği öne çıkarıyordu. 1922 yılında sözü edilen bu yaklaşım,
Türkiye’de kimsenin bilmediği bir konuydu ve ekonomik kalkınma anlamıyla ilk
kez dile getiriliyordu. İlerde, yaygınca uygulanacak olan devletçilikten söz
etmekle, bir anlamda, kalkınma stratejisinin temel doğrultusunu açıklamış
oluyordu.
Ele alıp irdelediği ve
o güne dek yeterince bilinmeyen bir başka konu, Tanzimat uygulamaları ve
Kapitülasyonlar sorunuydu. Uluslararası bir antlaşmayla henüz kaldırılmamış
olan ve ekonomik tutsaklığın aracı olarak değerlendirdiği Kapitülasyonları yok
sayıyor; “ekonomik hayatımızı boğan Kapitülasyonlar artık yoktur ve
olmayacaktır” diyordu.
Dış karışmanın hiçbir türüne, artık izin verilmeyeceğini
söylüyor, ağırlığını devletçiliğin oluşturacağı milli ekonominin esas
alınacağını açıklayarak şu değerlendirmeyi yapıyordu: “Ekonomi
siyasetimizin önemli amaçlarından biri, toplumun genel çıkarını doğrudan
ilgilendiren iktisadi kurum ve kuruluşları, mali ve teknik gücümüzün izin
verdiği ölçüde devletleştirmektir… Ormanlarımız, maden hazinemiz, dokuma
sanayimiz korunacaktır... Ekonomi siyasetimizin, bundan sonra, tesbit edip
açıklamış olduğum görüşler çerçevesinde ve bir plan içinde düzenli olarak
yönlendirilmesine, vekiller heyetimizin gayret göstermesi beklenir...” 18
Özgün Yöntem
Açıklanan yöntem, özet
olarak; devletin öncü olduğu, yerli özel girişime yer ve destek veren, yabancı
sermayeyi denetleyerek kabul eden ve sosyal piyasa ekonomisi ya da karma
ekonomi olarak tanımlanıyordu. İlk kez Türkiye’de uygulanan ve Türkiye’ye özgü
olan bu yöntem, 1938’e dek 15 yıl boyunca eksiksiz uygulandı. Kalkınmada
sağladığı başarı nedeniyle, bu yöntem, daha sonra, kalkınmak zorunda olan başka
ülkelerce de uygulandı. Çin, günümüzde sürdürdüğü büyük gelişmeyi, genel
çerçeve olarak, bu yöntemi kullanarak sağladı.
Türkiye’de kurulan yeni devlet, işgale karşı savaşım
içinde oluştu. Bir yandan savaşılıyor, bir yandan halk egemenliğine dayanan
yeni yönetim birimleri ve yeni uygulamalar geliştiriyordu. Devlet örgütleri,
yeniden kurulurken eskiden yararlanılıyor; bir başka deyişle, yeni kurulurken
eskinin birikimi tümden yadsınmıyordu. Türk Devrimi’ne özgü bu durum, doğası gereği,
cephede olduğu kadar, aynı anda cephe gerisinde de yoğun ve özenli bir
çalışmayı gerekli kılıyordu. Yenileşme yönünde üretilen her düşünce ve
başarılan her eylem, insanların önüne yeni bir ufuk açıyor; koşulların
olumsuzluğuna bakılmadan sorunların üzerine cesaretle gidiliyordu.
İnanç Gücü ve Kararlılık
Milletvekilleri, 1
Mart 1922 Meclis söylevini; “sanki cepheden zafer haberleri alıyorlarmış
gibi” coşkuyla dinlediler; konuşmayı, alkış ve destek haykırışlarıyla sık
sık kestiler. Ekonomi gibi, coşku yaratması güç konuları ele almış ama
konuşması bittiğinde “yaşa, varol, bravo” sözcükleriyle desteklenen ve “uzun
ve sürekli alkışlarla” karşılaşmıştı.
Sözlerinin içeriği kadar söylevcilik (hitabet) gücüyle de
insanları etkilemek, onun en belirgin yeteneklerinden biriydi. Ozan Mithat
Cemal Kuntay’ın iki dizesiyle bitirdiği konuşmasının son bölümünde şunları
söylemişti: “Meclis’in ve milletin dayanışmasıyla, olayların bize
yükleyeceği fedakarlıkları kabulde göstereceğimiz istek ve heyecan, son başarı
için en güçlü güvencemizdir... Bizim için hayat ateşi, gelecek kuşaklar içinse
kurtuluş umudu olan kutsal amacımızı gerçekleştirmek için, durup dinlenmeden
yürüyeceğiz. Ve Tanrı’nın yardımıyla mutlaka başarılı olacağız. Ölmez bu vatan
farzımuhal ölse de hatta/Çekmez kürenin sırtı o tabutu cesimi” (Bu vatanın
ölmesi, ölse bile olmayacak şeydir/Dünyanın gücü, bu büyük tabutu taşımaya
yetmez y.n.). 19
DİPNOTLAR
1 “Çankaya” Falih
Rıfkı Atay, Bateş A.Ş.,
İst.-1981, sf.451
2 “Cumhuriyet
Döneminin İktisadi Tarihi” Yahya Tezel, 3.Baskı, Tarih Vak.Yurt.Yay., İst.-1994, sf.128
3 “Mustafa
Kemal’le 1000 Gün” Nezihe Araz, APA Ofset Bas. 1993, 2.Baskı, sf.137
4 “Mustafa Kemal,
Eskişehir-İzmit Konuşmaları” Kaynak Yay.,
1993, sf.197
5 “Atatürk
Zamanında Türk Ekonomisi” Prof.Dr. Ferudun
Ergin, Yaşar Eği.Kül.Vak.Yay., No:1, Duran Matbaacılık, 1977, sf.21
6 “Mustafa Kemal
Döneminde Ekonomi” B.Kuruç, Bilgi Yay.,
1987, sf.19
7 “Kaynakçalı
Atatürk Günlüğü” Prof.U.Kocatürk,
İş Bank.Yay., Ank.-tarihsiz, sf.194
8 “Tek Adam-III”
Ş.S.Aydemir, Remzi Kit., 8.Baskı,
İst.-1983, sf.489
9 a.g.e. sf.490
10 “Türk İstiklal
Harbi” IV.Cilt, Genel Kurmay
Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi, Ank.-1966, sf.267; ak. Prof.U.Kocatürk,
“Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” İş Bank. Yay., Ank.-tarihsiz, sf.192
11 Kaynakçalı
Atatürk Günlüğü” Prof.U.Kocatürk,
İş.B.Yay.,Ank.-tarihsiz, sf.193
12 a.g.e. sf.193
13 “Atatürk’ün
Bütün Eserleri” 12.Cilt, Kaynak Yay.,
İst.-2003, sf.279
14 “Devletçilik
İlkesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Birinci Sanayi Planı-1933” Prof.Afet İnan, TTK, Ank.-1972, sf.29
15 a.g.e. sf.29-34
16 “Atatürk’ün
Bütün Eserleri” 12.Cilt, Kaynak Yay.,
İst.-2003, sf.280-281
17 a.g.e. sf.282
18 a.g.e. sf.280
19 “Atatürk’ün
Bütün Eserleri” 12.Cilt, Kaynak Yay.,
İst.-2003, sf.294
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder