“Çin
mucizesini” yaratan 1978 yenileşmesinin uyguladığı kalkınma
yöntemiyle, Türkiye’de 1923-1938 arasında uygulanan yöntem arasında büyük bir
benzerlik vardır. Devletçiliğin belirleyici olduğu, özel girişime yer ve destek
veren, yabancı sermayeyi denetleyerek kabul eden, sosyal piyasa ekonomisi ya da
karma ekonomi denilen kalkınma yöntemi, Türkiye’de Çin’den yarım yüzyıl önce
bulunmuş ve uygulanmıştı. “Türk Tipi Kalkınma” olarak tanımlanan uygulamalar, bağımsızlığına kavuşan geri kalmış ülkelerin
nasıl kalkınacağını gösteren yeni bir örnek ortaya çıkardı. Özel girişimciliğe yer veren, ancak
kapitalist olmayan; devletçiliği öne çıkaran, ancak sosyalist olmayan ya da her
ikisi de olan bir ekonomik kalkınma yöntemi geliştirilip uyguladı.
Yaratılan Yeni Yöntem
Birinci Dünya Savaşından sonra, dünyanın hemen her
yerinde, bölgesel ya da uluslararası gerilim ve çatışmalar yaşanırken;
Türkiye’de, barış ve bağımsızlık temeli üzerinde yeni bir devlet kuruluyor;
toplumsal yapı, sıradışı bir hızla ileriye doğru değiştiriliyordu. Tarihsel
özellikler, yerel gelenekler ve bölgesel dengeler gözetilerek; yabancılaşmadan, benzemeye çalışmadan ve bağımlı
duruma gelmeden, yoksulluktan kurtulmanın, kalkınıp güçlenmenin yol ve
yöntemleri araştırılıyor, tartışılıyor ve uygulanıyordu.
Ulusal bağımsızlığını
elde eden yoksul ve yarı-sömürge bir ülke, bağımsızlığını koruyarak nasıl
kalkınabilir, nasıl gelişkin bir toplum durumuna gelebilirdi? Bu amaç için,
izlenmesi gereken yol ne olmalıydı.
Arayış
1923’ün
dünyasında görünüm şuydu: Bir yanda büyük emperyalist ülkeler, öbür yanda
yoksul, sömürge ve yarı sömürge ülkeler ve bir başka yanda; kendisine bambaşka
bir kurtuluş yolu çizen, Sovyetler Birliği.
Sömürgelerde
toplumsal kalkınma yönünde yararlanılacak herhangi bir örnek sözkonusu değildi.
Tersine, ulusal bağımsızlığa yönelme ve anti-emperyalist savaşım konusunda
onlara örnek olunmuştu.
Batı ve Türkiye
Batı, örnek
alınabilirdi. Ancak, ekonomik yapı, Batının kapitalist gelişimine hiç uygun
değildi. Batılılar, beş yüz yıl önce başladıkları gelişimlerini,
sömürgecilikten geçirerek emperyalizme ulaştırmışlar, dünyayı paylaşarak
anavatanlarına büyük bir varsıllık taşımışlardı. Emperyalist ilişkilerin
geçerli olduğu, dünyanın büyük güçlerce paylaşıldığı bir ortamda, Batı
liberalizmiyle kalkınıp güçlenmek artık olası değildi. Liberalizm ömrünü
doldurmuş, serbest ticaret işleyişi sona ermişti. Dünya ekonomisine
artık uluslararası güce ulaşmış büyük tekeller egemendi. Buna karşın,
Türkiye’de sermaye birikimi oluşmamış, endüstriyel üretim başlamamış, işçi ve
işveren sınıfları ortaya çıkmamıştı. Liberalizm, geçerli kalkınma
yöntemi olamazdı.
Sovyetler Birliği
Rusya’da, sosyal gelişimin doğal sonuçlarına değil,
savaşın özel koşullarına dayanan bir devrim ortaya çıkmış ve toplumsal yapıyla
örtüşmeyen “sosyalist” bir uygulamaya
girişilmişti.
Rusya, Çarlık
yönetiminde, ekonomik olarak yarı-sömürge bir ülkeydi. Feodal, hatta feodalizm
öncesi üretim ilişkileri toplumda varlığını sürdürüyordu; büyük bir köylü
ülkesiydi. Bu yanıyla Türk toplumuna belki biraz benziyordu. Toplam nüfusuna
oranla küçük bir işçi sınıfına sahip olması, bu benzerliği ortadan
kaldırmıyordu. Rus Devrimi, bütün
dünyada, hatta Batı ülkelerinde bile, önemli bir etki yaratmış, sömürge
halkları ve Batıdaki işçi sınıfının örgütlü kesimleri için bir umut durumuna
gelmişti. İzlenmesi gereken yol, belki buydu. Zaten bilinen başka bir kalkınma
yolu da yoktu.
Kendi Gücüne Dayanma
Mustafa
Kemal, her iki yolu da
Türkiye için uygun görmedi. Toplumsal yapıyla çelişmeyen, ülke gerçeklerine
uygun ve dünyayla bütünleşen, yeni bir kalkınma yöntemi bulunmalı, bu yöntem
hızla uygulanarak Batıyla ara kapatılmalıydı. Türk toplumuna acı veren
yoksulluk ve gerilikten, “kimseye muhtaç
olmadan” hızla kurtulmanın yol ve yöntemi ne olabilirdi? Bu yöntem nasıl
uygulanabilir, nasıl başarılı olunabilirdi? Bu tür bir girişimin başarı şansı
var mıydı? Varsa, neye ve kime dayanılacaktı?
Bu yolu buldu ve
uyguladı; ulusal bağımsızlığına kavuşan, geri kalmış bir ülkenin nasıl
kalkınabileceğini gösteren, yeni bir yöntem ortaya çıkardı. Özel
girişimciliğe yer veren, ancak kapitalist olmayan; devletçiliği öne çıkaran,
ancak sosyalist olmayan ya da her ikisi de olan bir ekonomik kalkınma
yöntemi geliştirilip uyguladı. Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi, halkına, kendi
gücüne ve ülke kaynaklarına dayalı, ulusal bağımsızlıktan ödün vermeyen bir
kalkınma yolu izledi.
Türk Tipi Kalkınma
Tümüyle
Türkiye’ye özgü olan kalkınma yönteminin temelinde devletçilik vardı. Bu konuda
yoğun araştırma yaptı, vardığı sonuçları açıklayarak tartışmaya açtı.
Devletçilik konusunda, çok sayıda açıklama yaptı. Türkiye’nin toplumsal
yapısını incelerken, konuyu evrensel boyutta değerlendirdi ve her toplumda
geçerli olabilecek özellikler ortaya çıkardı.
“Bilim, toplumların
büyüklüğünün sırlarını insanlara açmıştır; bu sır, insanların birbirine olan
bağlarıdır” diyerek, “toplumsal
dayanışma-solidarité” kavramına özel önem verdi; “doğal, toplumsal ve
ekonomik” ilişkiler olarak tanımladığı bağlılığın, günceli olduğu
kadar geçmişi de ilgilendiren bir olgu olduğunu ileri sürdü.1
Eşitlikçi anlayışıyla, “eğer bir yerde, insanın insana karşı bir borcu
varsa, bütün borçlar gibi bunun da ödenmesi gerekir” dedi ve gelişme
isteğini, insanlar arasında eşitlik sağlama amacıyla bütünleştirdi. Türk toplumunun
paylaşımcı yapısına oturttuğu kalkınma izlencesi (programı), yalnızca ulusal
değil, evrensel boyutlu ve son derece insancıldı. 2
Eşitlikçi Anlayış, İnsancı Tavır
Ona
göre; “gelişmenin amacı, insanları birbirine benzetmektir.” 3
Oysa, “insanlar birbirine bağlı ve birbirine yardımcı oldukları halde,
geçmişin ve günümüzün nimetlerinden aynı ölçüde yararlanamamış ve
yararlanamamaktadır.”4
Buna
karşın, “dünya birliğe doğru yürümektedir; insanlar arasında sınıf, derece,
ahlak, giyim kuşam, dil, ölçü farkı giderek azalmaktadır. Tarih, yaşam
kavgasının; ırk, din, kültür ve eğitim yabancılaşmaları arasında olduğunu
gösterir... Düşünce olarak aldığımız bağlılık (solidarité) kuramının
gereklerini, uygulamada, toplumsal kazanımlar adı altında toplamak mümkündür.
Bu toplumsal kazanımlara, devlet sosyalistliğine yaklaşarak varılabilir.
Bu yol, kanun yoludur. Örneğin; İş kanunu, şehirlerin ve işyerlerinin
sağlık koruma kanunu, bulaşıcı hastalıklara karşı koruma kanunu, işçilerin
yaşlılık ve kazalara karşı sigorta kanunu, hasta ve yoksul yaşlılara zorunlu
yardım kanunu, çiftçi sandıkları kanunu, ucuz konut yapılması kanunu,
okullarda, öğrencilerin yararlanacağı kooperatif açılması, bu gibi kuruluşlara
devlet bütçesinden yardım...” 5
Mustafa Kemal, kurulacak düzenin; eşitlik, dayanışma ve
sevgiye dayanan paylaşımcı bir toplumu ereklediğini açıklar. Bunun “bir
vicdan borcu” olduğunu söyler. Onun için herşey insan içindir ve görüşleri
çok berraktır. “Başkasına yapılan iyilik, bize de iyiliktir; başkasına olan
kötülük, bize de kötülüktür. Bu nedenle iyiliği sevmek, kötülükten kaçınmak
gerekir. Yaptığımız işler, çevremizde sevinçler ya da acılar halinde yankılar
uyandırır. Bu durum bize bir vicdan görevi yükler. Bağlılık, bizi başkaları
için hoşgörülü yapar. Çünkü, başkalarının kusurları, genellikle, bizim de
istemeyerek suçlu olduğumuzu gösterir. Sonuç olarak, bağlılık, ‘herkes kendi
için’ yerine, ‘herkes herkes için’ düşüncesini koyar. Bu düşünce;
toplumsaldır, millîdir, geniş ve yüksek anlamıyla insanîdir”. 6
Tarih Bilinci
Kalkınma
yöntemi konusunda yaptığı saptama ve uygulamalar, ekonomi dahil, geniş bir
araştırmanın ve kültürel birikimin ürünüydü. Türk tarihini olduğu kadar Batı
tarihini de incelemişti. Toplumsal gelişimin bağlı olduğu evrensel kuralların,
Türk toplumuna uyarlanmasında yüksek yetenek gösteriyor; bilimsel ve özgün
uygulama yöntemleri geliştiriyordu. Büyük başarı sağlayan Kemalist Kalkınma
Yöntemi, bu yeteneğin ürünüydü.
Batıyla
ilgili görüşleri, savaş alanlarında olduğu kadar, tarihsel araştırmalarla
olgunlaşmıştı. Batı emperyalizmi ve onun alt evresi kapitalist sömürgecilik,
kapitalist uluslaşmanın da tarihini oluşturan 400 yıllık bir dönemi kapsıyordu.
Bu dönemin başında ise, Batı Avrupa ülkelerinin gelişmelerini borçlu oldukları,
ekonomik ulusçuluk ya da devletçilik anlamına gelen merkantilizm
vardı. Sanayileşen ülkelerde, geçmişte deliksiz olarak uygulanan merkantilist sistem; devletçilik, korumacılık, sanayicilik
ve ulusçuluk üzerinde yükselen bir
uygulamalar bütünüydü ve Batılı devletler, merkantilist
devletçilikle uluslaşıp gelişmişlerdi.
Batıdaki sermaye birikiminin sömürgelerden
metropollere taşıdıkları büyük boyutlu servete dayandığını biliyordu.
Kapitalist gelişmenin itici gücü, sömürgelerden taşınan bu servetti. Ulusal
pazarla sömürgeler, gümrük duvarları ve ordularla, ekonomik-askeri koruma
altına alınmıştı. Batıda görülen kapitalist uluslaşma böyle oluşmuştu.
Birbirine bağlı, ikili ters bir süreç olarak; sömürgeci ülkeler uluslaşırken, sömürge
ülkeler ulusal değerlerini yitirmişlerdi.
Sömürge halklarının
içine düştüğü açmaz; üretimsizliği, yoksulluğu ve geriliği doğuruyordu. Üretip
satacağı malı olmadığı için, pazara gereksinimi olmuyor, pazara gereksinimi olmadığı için de
ulusal bir pazar oluşmuyordu. Bu
durumun doğal sonucu ise, sömürge toplumlarının uluslaşamaması oluyordu.
Kalkınma yöntemini, bunları bilerek oluşturdu ve uyguladı. 15 yılda büyük bir
başarı sağladı.
Osmanlı’da Durum
Osmanlı
İmparatorluğu, Birinci Dünya savaşı sonuna dek askeri işgal altına
alınamamıştı; görünüşte bağımsız bir siyasi yapıya sahipti. Ancak, Tanzimat
uygulamalarıyla, Batılılaşma adına,
gerçekte bir yarı sömürge haline getirilmişti. Ağır borç yükü altında
eziliyor, kendi kararını kendi veremiyordu. Üretimi yok olduğu için, ulusal
sanayi gelişmiyor, buna bağlı olarak, ulusal pazar ve ulus devlet yapılanması
oluşmuyordu. Osmanlı İmparatorluğu, askeri değil, siyasi ve ekonomik işgal
altına alınmıştı. Bu örtülü işgal, onun yıkılmasına neden olmuştu.
Türkiye için
saptanacak kalkınma yöntemi; Osmanlı İmparatorluğu’nun düştüğü duruma izin
vermemeli, her alanda tam bağımsızlığı temel almalı ve Türk toplumunun
özelliklerine uygun olmalıydı. Başkasından yardım umma yanlışına düşülmemeli;
gerçekçi, korumacı ve kendi gücüne dayalı olmalıydı. Kamu gücünü, kişisel
girişim serbestliğiyle birlikte güçlendirmeli, ekonomik gelişmeyi sürekliliği
olan, tasarlanmış bir düzen durumuna getirmeliydi. Başka ülkelerdeki
uygulamalardan yararlanılmalı, ancak öykünmeci (taklitçi) yaklaşımlardan
kaçınılmalıydı.
Özgün
ve Evrensel
Ne
liberalizm ne de kollektivizmin belirleyici olduğu, özgün bir yöntem uygulayıp
yaşatmak olası mıydı? Bu yol, geniş köylü yığınlarının ve ulusal ekonominin
gücünü arttırıp, toplumsal ilerlemeyi sağlayabilir miydi? Hem “sağdan” hem “soldan” bu soruya olumsuz yanıtlar geldi. Ancak, bu yöntemi
kararlılıkla uyguladı ve şaşırtıcı başarılar elde etti. Uygulamalar, benzer
konumdaki birçok ülkeyi, değişik oranlarda etkiledi.
Profesör
Mustafa Aysan, “Atatürk’ün Ekonomi Politikası” adlı yapıtında; Kemalist
uygulamaların, “bağımsızlık, ordu
yönetimi, uluslararası politika, demokratik düzenin kurulması ve sürdürülmesi” alanlarında olduğu kadar, ekonomik kalkınma
yönteminde de, “dünyanın kalkınmakta olan
ülkelerine” örnek olduğunu söyler. Aysan’a
göre; bu örneğin dünyaya yayılması, insanlığa gelişim yolunda büyük zaman
kazandıracak ve kaynakların daha verimli ve üretken kullanımını sağlayacaktır. 7
Ünlü Fransız hukukçu
ve siyaset bilimci Prof. Maurice
Duverger de aynı kanıdadır. “Le
Kemalizme” adlı yapıtında (1963) şöyle söyler: “Kemalizm, Moskova ve Pekin’in etkisinde kalmamış azgelişmiş ülkelerde,
doğrudan ya da dolaylı çok yönlü sonuçlar uyandırmıştır. Kemalizm, Kuzey
Amerika (ABD) ve Batı Avrupa
rejimlerinde bulunmayan nitelikleriyle, Marksizmin gerçekten alternatifidir.
Marksizm uygulamasına girmek istemeyen ülkeler, Batı demokrasisi karşısında,
saptadıkları yetersizliklere çözüm getiren, Kemalist modeli tercih edebilirler”.
8
Kararlı ve Başarı
Ekonomik
kalkınmayı gerçekleştirmenin, en az askeri savaş kadar, hatta ondan daha güç
bir iş olduğunu biliyordu. Kitlelerin örgütsüz ve yoksulluk içinde bulunması;
kalkınma için gerekli olan akçalı kaynak, bilgi birikimi, yetişmiş kadro ve
donanımın olmaması, seçilen yoldaki bilinçli kararlılığını etkilemedi.
Giriştiği
savaşımla, sosyal ve ekonomik alanda,
ilerlemeyi sağlayan sıradışı değişim ve dönüşümler gerçekleştirildi. Ulusal
Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi, azgelişmiş dünya uluslarının,
bağımsızlıklarına kavuştuklarında kalkınmak için izleyecekleri yol konusunda
da, evrensel bir örnek oluşturdu. Türk Devrimi, dünyanın emperyalist devletler
tarafından paylaşıldığı ve aralarındaki pazar çatışmalarının aralıksız sürdüğü
bir dünyada, ulusal bağımsızlığın korunarak nasıl kalkınılacağını gösteren, ilk
uygulama oldu.
Uygulamanın başarılı
olup olmadığını belirleyecek en iyi ölçüt elbette, gerçekleştirilen sosyal ve
ekonomik dönüşümlerin somut sonuçlarıdır. Yapılan işlerin tarihsel ve sosyal
anlamını; kendisi şu sözlerle dile getirmişti. “Biz büyük bir devrimi gerçekleştirdik. Ülkeyi bir çağdan alıp yeni bir
çağa götürdük. Birçok eskimiş kurumu yıktık” 9 ya da; “Uçurumun kenarında yıkık bir ülke. Her
çeşit düşmanla kanlı boğuşmalar. Yıllarca süren savaş. Ondan sonra içerde ve
dışarıda saygı ile tanınan yeni bir vatan, yeni toplum, yeni devlet ve bunları
başarmak için sürekli devrimler”. 10
DİPNOTLAR
1 “Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün
El Yazmaları” Prof. Dr.A.Afet
İnan, TTK, 2.Bas., Ank .- 1988, sf.71
2 a.g.e. sf.71
3 a.g.e. sf.72
4 a.g.e. sf.72
5 a.g.e. sf.72
6 a.g.e. sf.73
7 “Atatürk’ün
Ekonomi Politikası” Prof.Mustafa
A.Aysan, Top.Dön. Yay., 6.Baskı, İst.-2000,
8 a.g.e. sf.42-43
9 “Kurtuluş ve
Sonrası” A.Doğan, 1925, sf.165;
ak. Hüseyin Cevizoğlu “Atatürkçülük” Ufuk Ajans Yay., No:4, sf.62
10 “Mustafa Kemal
Döneminde Ekonomi” B.Kuruç, Bilgi Yay.,
1987, sf.18
ATATÜRK, iktisadî kalkınmanın, idealist insanların işgüzarlıkları ile mümkün olabilecek bir şey olduğuna inanırdı; hissedarlar ağırlıklarını koyduklarında böyle işgüzarlıklarla kurulmuş fabrikalar birer birer kapanmaktadır [bkz: (--1--) “Hollandalı şirket solvent üretimini dışarıya taşıyor” (tek sütun üzerine) başlıklı haberi, Cumhuriyet gzt., İmtiyaz Sahibi Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç, Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, Yazıişleri Müdürü ‘Sorumlu’ Faruk Eren, ISSN 977-1300-0934, Yıl 93 Sayı 33527, Pazar 23 Temmuz 2017, Baskı DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt İstanbul, s.9 ve (--2--) Pooler, M., “Akzo offers olive branch to shareholders” (title over 5 columns) Chemicals news, Financial Times Europe, © The Financial Times Limited 2017 No.39,534, Wednesday 26 July 2017, p.14].
YanıtlaSil