Avrupa kültüründe
yerleşik öğe haline gelen Türk ve Müslüman karşıtlığı, Aydınlanma döneminden sonra yoğunlaşmış ve dizgeleşmiştir. Aydınlanmacılara göre, “uygarlıktan yoksun” Türkler, Avrupa
kültürünün “baş düşmanıdır” ve Avrupa’nın “en güzel” topraklarını “kanlı yönetimleri” altına almışlardır. Buraların kurtarılması ve
Türklerin “ait oldukları yere sürülmesi”
gerekir. Bu yaklaşım, yalnızca politikacılar içinde değil; sanatçılar, yazarlar
ve bilim adamları arasında da deliksiz bir yaygınlık içindedir. Türkiye’deki
Batıcıların övgü ve hayranlıkla söz ettikleri; Ronsard, Voltaire, Diderot,
Kant, Hegel, Marks, Engels, Victor Hugo, Pascal, Thomes Moore, Delacroix,
George Byron, Edgar Allan Poe gibi her kesim ve düşünceden insanlar,
ayrılıklarını bir kenara bırakarak Türk karşıtlığında birleşmişlerdir.
Avrupa Kültürü
Avrupa aydınlanmasında
Türk karşıtlığı, sürekli yürütülen yaymacayla (propagandayla) kaba bir
politikaya dönüştürülmüş; yazarlar, şairler, bilim adamları, aydınlar, diplomat
ya da politikacılar tarafından sürekli gündemde tutulmuştur.
16.Yüzyılda dönemin önde gelen isimleri; diplomat François
Savary de Brêves (Fransa’nın İstanbul elçisi) aydınlanmacı yazarların
kitaplarını basan yayıncı Henri Estienne, devlet adamı Baron
Maximilien de Sully, Jacques Esprinchard, Jean-Aimes de Chavigny,
yeni insancılığın kurucusu yazar François Rabelais (1494-1553), Don
Quijote’un yazarı Saavedra Cervantes (1547-1616), ünlü William
Shakespeare (1564-1616), Türk karşıtlığının 16.yüzyıldaki önde gelen
isimleriydi.1
Avrupalı "Hümanistler"
Aeneas Sylvius,
Pope Puis II ve Joannes Bessarion; Batıda, 16.yüzyıl
aydınlanmasının oluşumunda önemli yerleri olan, insancı (hümanist) ve
ilahiyatçı düşünürler olarak tanıtılır. Oysa bu “düşünürlerin” insancıllığı, yalnızca Avrupalıları ve
Hıristiyanları kapsar. Başka insanları, özellikle de Türkleri dışarda tutar,
tutmakla kalmaz kalıcı bir düşmanlığa dönüştürür. Bu üç “düşünür”, okullarda verdikleri serbest tartışma (münazara)
derslerinde, Türk karşıtlığı ve Türklere karşı savaş kışkırtıcılığını, sürekli
biçimde tartışma konusu olarak vermiş ve böylece ortaya "yeni bir
serbest tartışma türü çıkarmışlardı.2
Fransızların büyük
değer verdiği, Pierre de Ronsard (1524-1585), 16.yüzyıl Fransa’sında La
Brigade adlı şiir akımını başlatan önemli bir şairdir. Şairin görevinin, “halklara
ve krallara yol göstermek” olduğunu söyleyen Ronsard bu “yolu”, benzerlerinde olduğu gibi, “yeni
bir Yunan miti (düş gücüne göre biçim değiştiren düşünce y.n.) yaratmaya
çalışarak sürekli Türk karşıtlığı olarak göstermiştir”.3
Bir şiirinde şunları söyler: “Tüm bilimlerin ve
felsefenin anası, besleyicisi bu büyük şanlı uygarlığın (Yunanistan), böylesine
barbar bir milletin (Türklerin y.n.) eline düşmesi ne kötü bir
talihsizliktir!... Ah! Ne söyleyebilirim ki!... Ah! Olayların sürekli
değişimi!... Ah! Işık saçan, asil yüce varlık şimdi karanlıklar içinde kör
edilmiş!...”4
Alman
“Din Adamı”; Martin Luther
Alman papaz Martin
Luther (1483-1576), Türk karşıtlığını düşünce ve eyleminin temeline
yerleştirerek dizgeleştiren Batılıların öncülerinden biridir. Ortaçağ
düşüncesine karşı çıkarak dinde reform hareketini başlatan kişi diye
tanıtılmıştır. Ancak Hıristiyanlık dinini feodal egemenliğin bir aracı olmaktan
çıkararak kentsoyluluğun egemenlik aracı haline getirmeye çalışmıştır.
Bu Alman ilahiyatçısının, Türklere yönelik yargıları
şöyledir: “Türkler, Tanrı’nın öfkeli kırbacı, yakıp yıkan Şeytan’ın
uşağıdır. Onları yenmek için önce efendisi Şeytan’ı yenmek ve Türkleri tek
başına bırakmak gerekir. Türk’ün tanrısı olan Şeytan’ı yenmeden Türk’ü yenmek,
kolay olmayacaktır. Şeytan ise bir ruhtur; topla, tüfekle, at ve insanla
yenilmez…. Bir Türkü öldüren vicdan azabı duymamalı, tersine Hıristiyanlığın
düşmanını yok ettiği için vicdanı rahatlamalıdır... Eğer Samson gibi güçlü
olsaydım, çaresini bulur hergün bir Türk öldürürdüm...”5
Hümanizmin Sözcüsü “Voltaire”
“Aydınlanma
felsefesinin ve yeni insancılığın sözcüsü” olarak
tanıtılan François Voltaire (1694-1778), Avrupa’da yaygın olan Türk karşıtlığının
bilgisizliğe dayanan abartılar içerdiğini ileri sürer ancak bunu yaparken
karalamayı aşan daha “bilinçli” karşıtlıklar ortaya çıkarır. “Fatih’in
Ölümünden Sonra Yunanistan” adlı yazısında; Türklerin “yağmacı ve cahil”
olduğunu, “güzel sanatları ve tarımı bilmediklerini”, “kadınlara kötü
davrandıklarını” söyleyerek, Avrupa’daki Türk karşıtlarına şu öğüdü verir: “Türkler
dünyanın en güzel, en büyük topraklarına hakimdirler. Küfür savurmak yerine o
yerleri geri almaya çalışmak daha yararlı olmaz mı?”6
Volter’in Rus Çariçesi II.Katerina’ya
1773’de yazdığı mektup, Türkiye’de de, “aydınlanmanın sözcüsü” olarak tanıtılan bu yazarın
nasıl bir “aydınlanmacı” olduğunu gösterir. Voltaire, o sırada
Osmanlı İmparatorluğu ile savaşmakta olan Çariçeye şunları yazar: “Umarım
bundan sonra bombalarınız Türklerin kafalarını patlatır/ezer (crever:
gebertmek, oymak, patlamak, ezmek y.n.). Umarım Prens Orlof yalnızca buzun
üstüne değil, İstanbul’da Atmeydanı’na da zafer takları inşa eder ve böylece
Yunanistan’da Milttade’lar, Pheidias’lar (antik çağ yontucuları
(heykeltıraşları) y.n.) yeniden var olur...”7
“Ansiklopedist
Diderot”
Batı aydınlanmasının
temel yapıtlarından biri sayılan Ansiklopedi’yi (Encyclopédie)
hazırlayan Voltaire’in çağcılı Fransız düşünür ve yazarı Denis Diderot
(1713-1784), Türk karşıtlığında benzerlerinin gerisinde kalmaz. Yalnızca
bilime, özgür düşünceye ve gerçeğe önem verdiğini söyler ancak konu Türkiye ve
Türkler olduğunda, gerçek dışı savlar ileri sürmekten çekinmez.
“Türkler’in Gelenekleri, Hükümetleri, Kanunları ve
Dinleri Üzerine Gözlemler” adlı yazısında, Osmanlı
İmparatorluğu için şunları söyler: “Oralarda yaşamaya gitmeyelim
arkadaşım!... Ey kötülükler ülkesi!... Orada tüm yaratıkları yiyip yutan,
yırtıcı bir hayvan var. Bu hayvan, İlerliyor ve yanına yaklaşanları, yakınında
olanları parçalıyor. Orası herşeyin yenilip yutulduğu bir ülkedir”.8
Matematikçi
Filozof; Kant
Alman aydınlanmasının
temelini atan matematikçi, filozof Immanuel Kant (1724-1804) “Antropoloji
Üzerine Yazılar”, “Tarih Felsefesi, Siyaset ve Eğitim Bilimi” adlı
yapıtında Avrupalılarla Türkleri, toplumsal gelenek ve ulusal kimlik açısından
kıyaslar ve bilim dışı görüşler ileri sürer.
Kant’a göre, Almanlar, “din ve dil
birliğini öne çıkaran, çabuk örgütlenen, çalışkan, temiz ve tutumlu”; Fransızlar,
“konuşkan, yabancılara karşı nazik, sevimli, yaşam sevinci ve özgürlük
istenci yüksek”; İngilizler, “becerikli, inatçı ve saygınlığa düşkün”
insanlardır. Türkler ise; “doğal gelişim için gerekli olan niteliklerden
yoksun, ulus karakteri edinebilme yeteneğine sahip olmayan ve bundan sonra da
olamayacak olan, Araplar ve İranlılar gibi çirkin” insanlardır.9
Johann
Gottfriend Herder
Alman kültüründe “iz
bırakanlar” dan bir başka düşünür Johann Gottfriend Herder
(1774-1803) “en hoyrat despotizmin egemen olduğu yer” olarak tanımladığı
Doğu toplumlarıyla yoğun olarak ilgilenir ve kendine özgü sonuçlar çıkarır. Herder’e
göre, “Doğu, hiçbir Batılının tümüyle anlayamıyacağı kadar korkunç etkiler
yaratan, sanatı, bilimi ve insanlığı yakıp yıkan kavimlerden oluşur. Hunlar,
Cengiz Han komutasında gelerek Avrupa’yı kılıç ve ateşle yakmıştır. Hunlar,
Peçenekler ve Türklerin öncülü olan Moğollar ise Asyalı vahşi kurtlar ve
dünyanın yıkıcılarıdır”.10
Herder, “İnsanlık
Tarihinin Felsefesine İlişkin Görüşler” adlı yapıtında, Türkler için şu
görüşleri ileri sürer: “Türkler, yaptıkları saldırılarla Avrupalı devletleri
denetim altına aldılar. Avrupa’nın en güzel ülkelerini çölleştirdiler. Bu
cahiller, binlerce sanat yapıtını yok ettiler. İçinde yaşayan Avrupalılar için
büyük bir zindan olan Türk İmparatorluğu, zamanı gelince çökecektir. Binlerce
yıldan beri hala Asyalı barbarlar olan bu yabancıların Avrupa’da ne işi var”.11
Diyalektik Düşüncenin Babası; Hegel
Wilhelm
Friedrich Hegel (1770-1831) bilimsel gelişime temel oluşturan diyalektik
düşünce yöntemini felsefi kuram haline getiren bir “öke (dâhi)” ve Avrupa aydınlanmasında “en az Fransız
devrimi kadar etkili”12 olan bir “bilge” olarak değerlendirilir.
Bu düşünür de aynı Kant
ve Herder gibi, çeşitli yapıtlarında Doğu ve Türkler için karalama
amaçlı yargılarda bulunmuştur. Hegel’e göre, “kaba saba olan Türkler,
buluntu bir akla sahiptir. Kendi akılları olmadığı için, başkalarının
aklına muhtaçtır”.13
Hegel “Tarih Felsefesi” adlı
yapıtında, Avrupa sömürgeciliğini açıktan savunur ve yalnızca Türklerin sahip
olduğu toprakların değil, dünyanın tümünün “Avrupalıları ilgilendirdiğini”
söyler; Türklerden “korkunç güç” olarak söz eder.184
Karl Marks
Karl Marks
(1818-1883) ve Friedrich Engels’in (1820-1895), Batı aydınlanması içinde
ayrı bir yerleri vardır. Bu düşünürler, inceleme ve araştırmalarında,
kendilerinden önceki düşünürlerden ayrımlı olarak, kentsoylu egemenliğine
dayanan kurulu düzeni değil, bu düzenin “yıkılmasını” savunmuşlardır.
İşçi sınıfı üzerindeki sömürüye karşı çıkarken eşitlik, özgürlük ve demokrasi
gibi tanımları çağdaşlarından değişik yorumlamışlar ve kuramlarını bu yorum
üzerine oturtmuşlardır.
Ancak, aydınlanma ve
Batı uygarlığı konusundaki bakış açıları, öteki aydınlanmacılardan ayrımlı
olamıyordu. Karl Marks, Türk kimliği konusunda dile getirdiği görüşleri,
öteki aydınlanmacılardan ayrımlı bir yaklaşım içinde değildir. 1853 yılında
kaleme aldığı Rus Sorunu adlı yazısında; “Doğu barbarlığının
temsilcisi” olan Türklerin, “Batı uygarlığıyla”, kendilerine başkent
yaptıkları İstanbul’da karşılaştığını, bu nedenle “Batı uygarlığıyla Doğu
barbarlığının İstanbul’da birbirine karıştığını” ileri sürer.
Ona göre, Bizans İmparatorluğu “Batı uygarlığını”,
Türk İmparatorluğu ise “Doğu barbarlığını” temsil eder; Türkiye’nin Batı
için taşıdığı jeo-stratejik önemi çoktur; Türkiye üzerinde etkili olamayan
dünya ticaretinde söz sahibi olamaz. Marks aynı yazıda şunları söyler: “İstanbul
Doğu ile Batı arasında altın bir köprüdür. Batı uygarlığı aynı güneş gibi, bu
köprüden geçmeden, dünya çevresinde dönemez… Sultan, İstanbul’u yalnızca
devrim için emaneten elinde tutmaktadır... Batının Roması’nı (kapitalizmi
y.n.) yıkacak olan devrim, Doğunun Roması’nın da (Türk egemenliği y.n.) şeytani
etkisinin üstesinden gelecektir”.15
Friedrich Engels
Friedrich
Engels’in Türk kimliği ile ilgili görüşleri, Karl Marks’ın
görüşlerinin hemen aynısıdır ve kimi zaman daha da sertleşerek Herder’in
yargılarıyla örtüşür duruma gelmektedir. Avrupa’daki Türk varlığı için “ayaktakımının
egemenliği” tanımını kullanan Engels, “Bu varlığın er ya da geç
son bulacağını ve Avrupa’nın en güzel topraklarının bu ayaktakımının
egemenliğinden kurtulacağını” söyler.
1853 yılında yazdığı Türk Sorunu (Die Türkische
Frage) adlı yazısında, Türk ve Arnavutları, “uzun süreden beri her türlü
ilerlemeye sert biçimde karşı koyan Yunan karşıtı barbarlar” olarak
tanımlar ve şunları söyler: “Avrupa Türkiyesi’nde Yunan ve Slav
kentsoyluluğunun etki ve varsıllığı sürekli artmakta, Türkler ise her geçen gün
biraz daha gerilere itilmektedir. Eğer Türkler, devlet ve asker gücü tekelini
ellerinde tutmasalar, kısa sürede yok olup giderlerdi. Türklerin sahip
oldukları bu tekel ve uygarlık önünde engel oluşturan güçleri, artık güçsüzlüğe
dönüşecektir. Gerçek şu ki, Türkler ortadan kaldırılmalıdır...”16
Politikacılar,
Sanatçılar, Bilim Adamları
Türk ve Türkiye
karşıtlığı, aydınlanma düşünürlerinden ayrı olarak, aynı dönemlerde yaşayan
politikacılar ve her çeşitten sanatçılar arasında da yaygındır. Şairler, yazarlar,
ressam ve müzisyenler, ya da başka sanat dallarında önemli ürünler veren
sanatçılar, yapıtlarında bu konuya yer verdiler. Türk karşıtlığında karalayıcı
ve suçlayıcı savlar o denli yaygın ve ölçüsüz duruma geldi ki, Voltaire
gibi kimi Türk karşıtları bile, bu tutuma karşı çıkıp konunun gereğinden çok
abartıldığını söylemek zorunda kaldı.
Örneğin, akışkanlar mekaniğinde kendi adını taşıyan Pascal
Yasası’nı bulan ve teknik işlerle
uğraşan Fransız fizikçi Blaise Pascal (1623-1662) bile, Türklerle ilgili
hiçbir somut bilgisi olmamasına karşın; “Atalarından aldığı gelenekleri
uygulayan bu kadar çok, inançsız kafir Türk’le karşılaşmak ne kadar elem
verici” diye yazılar yazdı.17
Yunanistan
Hamiliği
Karşıtlık özellikle
19.yüzyılda, her alanda ve her zaman, önce Yunan hayranlığıyla başlatılıyor,
oradan siyasi alana taşınıyordu. Avrupa’da yerleşik bir politika haline
getirilen bu yöntem, 1821 Yunan bağımsızlığının sağlanmasında, uygulamaya
yönelik bir propaganda aracı olarak başarıyla kullanıldı.
Türk-Yunan çatışmasında,
uygulanan politika, bugün de sürdürülen ve geçmişte “Haçlı Seferleri”nde
kullanılan anlayışla aynı ideolojik temele sahipti. Türklerin elindeki
toprakları ele geçirmek için, “Doğudaki Müslüman Türk egemenliğine”
karşı koymakla Yunanistan’ın “kurtarılması” aynı anlama getiriliyor ve
bu propaganda, aynı eğitimi almış aydınlar arasında çok etkili oluyordu.
Victor Hugo, “En Grêce, ô mes
amis! Venqeance! Liberte!” (Yunanistan’a arkadaşlar! Öcalma! Özgürlük)
diye şiirler yazıyor, İngiliz şairler Thomas Moore, Laila Rookh benzer
şeyler söylüyor, gezginci ozan Corsaize du Hiaour ve Chalde Harold
köy köy dolaşıp “tutsak” Yunanistan’a ağıtlar yakıyordu.18 Fransız
Ressam Delacroix, “Mora’da Yunanlılar’ı öldüren Türkler’in vahşi
uygulamalarını” işleyen tablolar yapıyordu; Delacroix’nın, Yunanlı Chio’nun
öldürülmesi tablosu o dönemde çok ünlenmişti. Oysa, Mora’da, hiçbir somut neden
yokken Batı kışkırtmasıyla ayaklanan Yunanlılar, sıradışı bir vahşet
uygulamışlar ve binlerce Türkü katletmişlerdi.19
“Liberal Gençliğin İlahı” François René Chateaubriand
François René Chateaubriand
(1768-1848), Türk karşıtlığını yapıtlarında yaygın olarak işleyen yazarlardan
biridir. 19.yüzyıldaki “Liberal gençliğin ilahı”, “Yeni Fransa’nın düşünen
sınıfının gücünü kavrayıp açıklayan ilk yazar” ve “Büyük üstat”
kabul edilen Chateaubriand, “Türk despotluğunun gerçek boyutunu
görmek” ve saptamalarını anılarında yazmak için, Yunanistan ve Kutsal
topraklara (Kudüs) gitmiştir. “Düzyazı türünde yazılmış çağdaş bir destan”20
olarak tanıtılan ünlü Les Martyrs’i, bu “gezinin” sonucunda
kaleme almış ve bu yapıt, Chateaubriand’ı hocası olarak kabul eden Victor
Hugo’yu derinden etkilenmiştir.
“Evrenselliğin
Dahi Yazarı”; Victor Hugo
1876 yılında Fransa’da
kurulan Helen Dostları Derneği’nin kurucularından olan Victor Hugo
(1802-1885), Yunanistan’a yaşamı boyunca hiç gitmedi ancak orada yaşadığı
izlenimi veren şiirler yazdı. Şiirlerinde işlediği Türk karşıtlığı, “hocası”
Chateubriand’ı da aşıyor ve daha sert yargılar içeriyordu.
Davranışını ölene dek sürdüren Hugo, Navarin
adını verdiği uzun şiirinde, Osmanlı donanmasının 1827 yılında Mora’nın Navarin
limanında İngiliz, Fransız ve Rus donanmalarının ortak girişimiyle yok
edilmesinden duyduğu mutluluğu dile getirir ve “Artık Yunanistan kurtuldu, Byron
mezarında Navarin’i alkışladı” der. Türk Marşı adlı şiirinde,
Türklerin askeri gücünün acımasızlığından söz ederek Türkleri “korkunç” ve “vahşi” insanlar olarak gösterir; “Çocuk”
adlı şiirine “Türkler oradan geçtiler” dizesiyle başlar ve “Türkler
oradan geçtiler/Herşey yıkılmış ve yas içinde” dizesiyle bitirir.21
Hugo’nun
Barışçılığı
Victor Hugo, yalnızca 19.yüzyılda
ve yalnızca Avrupa’da değil, günümüzde de ve ilginçtir ki Türkiye’de de; “Barışın,
özgürlüğün ve kardeşliğin yılmaz savaşçısı” ve “ezilen halkların dostu”,
“evrenselliğin dahi yazarı” olarak tanıtılmaktadır. Yakıştırılan bu
nitelikler, konu Türklere karşı ayaklanan Yunanlılar, Sırplar ya da diğer
Avrupalılar olduğunda geçerlidir.
Hugo,
Türklere ve diğer dünya halklarına karşı Avrupalıların, Avrupalılara karşı da
Fransızların haklarını savunmaktan asla ödün vermemiştir. Avrupa’yla sınırlı
olan “evrenselliği”, Fransa’nın çıkarları gündeme geldiğinde hemen koyu
bir milliyetçiliğe dönüşür.
1871 yılında ortaya
çıkan Fransız-Alman savaşında çatışmanın, düşünü kurduğu ve sürekli savunduğu Avrupa
Birleşik Devletleri ülküsü adına durdurulmasını ister. Ancak, Almanlar
Paris kapılarına dayandığında “barışsever” Hugo, herşeyi göze
alan, su katılmamış ve savaşkan bir bağnaz durumuna gelir ve şu çağrıyı
yayınlar: “Fransızlar bütün halklara ve bütün insanlığa karşı Paris’i
korumakla yükümlüdür; bu görev Paris için değil dünya içindir. Bütün komünler
ayaklansın; bütün köyler ateşe verilsin; bütün ormanlar yangın var, yangın var
çığlıklarıyla çınlasın; her evden bir asker çıksın; varoşlar; alay ve kentler
ordu haline gelsin. Gece gündüz demeyip savaşalım, dağlarda ve ovalarda
savaşalım. Ayağa kalkınız, kalkınız ayağa. Ateşkes yok, dinlenme yok, uyku
yok...”22
Victor Hugo’nun
yaşadığı dönem, Fransız sömürgeciliğinin dünyaya yayılıp yerleştiği bir
dönemdir. 1827’den başlayarak 1870 yılına dek, Fransa Cezayir’e yerleşmesini
tamamlamıştır. 1881’de Tunus ele geçirilmiş, 1883’te Fransız birlikleri
Hindi-Çini’de Annam’ı (Orta Vietnam) ele geçirmiş ve Tankin’i (Kuzey Vietnam)
elde etmek için Çin’le savaşa tutuşmuştur.
Hugo, bu gelişmelerle “ilgilenmez”
ve yapıtlarında bu konulara eğilmez. Ancak 1876 yılında Osmanlı yönetimine
karşı başlayan Sırp ayaklanmasında, büyük bir istek ve coşkuyla Sırpların
yanında yer alır; “Türklerin uyguladığı baskı ve şiddete” karşı çıkar ve
tam bir “özgürlük savaşçısı” olur. 1876 Ağustos’unda şunları yazar: “Bu
kahraman küçük ulusun (Sırpların y.n.) çırpınışı ne zaman sona erecek?
Sırbistan’da olanlar (Türk zulmü y.n.), Avrupa Birleşik Devletlerinin
gerekliliğini gösteriyor. Katil İmparatorluktan (Osmanlı İmparatorluğu
y.n.) yakamızı sıyıralım. Bağnazlığı ve despotizmi susturalım! Elde kılıç
dolaşan boş inançların ve dogmaların silahlarını kıralım (Türklerin y.n.).
Savaşlar, kıyımlar, boğazlaşmalar olmasın; özgür düşünce, serbest ticaret,
kardeşlik olsun; barış bu kadar zor mu?”23
İngiliz Şair; George Gordon Byron
Victor Hugo’nun
“mezarından Navarin’i alkışladığını” söylediği ve Batıda “açıklık,
neşe, hoşgörü ve özgürlüğün ozanı” olarak tanımlanan24 İngiliz
şair George Gordon Byron (1788-1824), Türk karşıtlığını neredeyse bir
yaşam biçimi durumuna getirmişti. Karşıtlığını yalnızca yapıtlarına değil,
sahip olduğu büyük serveti kullanarak eylemlerine de yansıtıyordu.
Türk düşmanlığında o denli kararlı ve hırslıydı ki,
dengesiz yaşamını bu uğurda harcamıştı. Türklere karşı savaşan Rum çeteleri
arasındaki ayrılıkları gidermek ve onları tek bir çatı altında toplamak için
Yunanistan’a gelmiş ve 1824 yılında burada ölmüştü. Byron’dan ayrı olarak Amerikalı yazar Edgar Allan Poe’da
(1809-1849) aynı duygularla, Türk-Yunan savaşına gönüllü olarak katılmış, ancak
o ölmeden ülkesine dönmüştü.
DİPNOTLAR
1 “Crusading
Commonplaces : La Nove Lucinge and Rhetoric Against the Turks” Michael J.Heath, Genevre, Droz, sf. 9
2 a.g.e. sf.10-11
3 a.g.e. sf.31
4 a.g.e. sf.31
5 “Alman Kültüründe Türk İmgesi” Prof. Onur Bilge Kula, Gündoğan Yay., 992 ak, Deniz Som Cumhuriyet
15.12.2002
6 “Türkler Müslümanlar ve Ötekiler” Voltaire, derleyen Osman
Yenseni, İş.Bank Yay., 2.Baskı, sf.87-93
7 “Lettres
Choisies de Voltaire” Librainie Garnier Freres–Paris-VII., sf.150
8 “Sur les
observations sur la religion, les lois, le gouvernemet et les moeurs des Turcs”
M.Porter; ak. http: www.
teteturc. com /prejuges /prejuges.htm
9 “Batı Düşünde
Türk ve İslam İmgesi” Prof.O.B.Kula,
Büke Yay., sf.37-42
10 a.g.e. sf.63-76
11 a.g.e. sf.76 ve
77
12 “Felsefenin
Temel İlkesi” G.Politzer, Sol Yay.,
3.Bas., 1971, sf.39
13 “Batı Düşününde
Türk ve İslam İmgesi” Prof.
O.B.Kula, Büke Yay., sf.13
14 a.g.e. sf.95,
107 ve 116
15 a.g.e.
sf.117
16 a.g.e. sf.145
ve 149
17 “Türkler”
Stephane Yerasimos, Doruk
Yay.-2002, sf.32
18 “Doğulular için
Önsöz” Victor Hugo, Le Livre de
Poche Yay., sf.6
19 h ttp : // www.
tetedeturc . com /prejudes /prejudes.htm
20 “Büyük
Larousse” Gelişim Yay., 4.Cilt,
sf.2332
21 “Çağdaşımız
Victor Hugo” Server Tanilli, Adam Yay.,
2002, sf.76
22 a.g.e. sf. 210
ve 211
23 a.g.e. sf. 232,
233
24 “Büyük Larousse” Gelişim Yay.,
4.Cilt, sf.2103
Türk düşmanı olmadan aydın, filozof, politikacı, düşünür, şair ve yazar olunmaz, kanısı sanırım bizde de var. Bu yazınızı da daha önce okumuştum. Yine okumamın nedeni daha öncede söylediğim gibi Türk düşmanlığını anayasalarına nakşettikleridir. Sağlıklar dilerim bilge ağabeyim. Çok teşekkürler.
YanıtlaSil