Türkler, çetin doğa
koşullarına ve göçlerin güçlüklerine dayanmak için örgütlü olmak zorundaydılar.
Bu zorunluluk, bilgili ve bilinçli olmayı gerektiriyordu. Bilgi ve bilgiye
ulaşmanın aracı olarak eğitime Türkler’in, neredeyse bir yaşam sorunu gibi önem
vermelerinin temelinde yatan neden budur. Türkler çocuklarına, her zaman ve her
koşul altında, ailede ya da okulda, yüzeysel ya da kapsamlı, hangi biçim ve
nitelikte olursa olsun; yaşam özelliklerini, geleneklerini ve ahlakını
öğretmeyi bilmişlerdir.
Eğitim
ve Korunan Kimlik
Bilgiye ve ona ulaşmanın aracı olarak eğitime, her toplum önem verir. Ayakta kalmak için doğanın yaptığı eğitmenlik bir yana bırakılacak olursa, önceden tasarlanan ve bu amaca yönelmiş olan eğitim ve öğretim, kuşkusuz bir uygarlık sorunudur ve yaşamı güzel kılan herşeyin başlangıç noktasıdır. Eğitim, insanı insan yapan üretim eyleminin doğal bir sonucudur ve zorunlu olarak yaşamın belirlediği koşullar altında gelişerek içinde geliştiği koşulları değiştirmeye yönelir. Bu, tüm toplumlarda böyledir.
Yaşama
Bağlı Eğitim
Türkler’in eğitime
verdiği önem, genel yaklaşımın dışında değildir ancak yaşam biçimlerinden
kaynaklanan ilgi çekici özellikleri vardır. Türklere özgü özelliklerin
kaynağını; Orta Asya’da, büyük göçlerde ve göç koşullarının yarattığı
gereksinimlerde aramak gerekir.
Uyum göstermeye ve sürekli değişime dayanan göç
koşullarının; yeniliğe açık, devingen ve direngen bir yaşam biçimini gerekli
kılması, eski Türkleri bu koşullara uygun insanlar haline getirmiştir. Bu
insanlar, giriştikleri eylemin gereği; günlük yaşamlarından gelecek kaygılarına
dek; sorunlarına çözüm bulmak, toplumsal yaşamın her alanını düşünmek ve
düzenlemek zorundaydılar. Örgütlenme ve dayanışma duygularını geliştiren bu zorunluluk,
aynı zamanda ve kaçınılmaz olarak bilgili olmayı, bunun için de öğrenmeyi
gerekli kılıyordu.
Sürekli
Yenileşme
Yeni koşullara uyup
sürekli yenileşmek, üstelik bunu kimliğini koruyarak yapmak, güç bir iştir;
özel çaba ve yetenek ister. Bu ise ancak eğitimle sağlanabilir.
Bilgi edinmenin en
kolay belki de en sağlam yolu yaşayarak öğrenmektir. İnsanlar, bilgiye önce
böyle ulaşmıştır. Bu süreç, öncesiz ve sonrasızdır. Ancak, bilgiyi yaşayarak
öğrenmek, aynı zamanda bir ilkellik göstergesidir. İnsan, kendisinden
öncekilerden edindiği bilgiyi, sonrakilere aktararak ve aktarma araçlarını
bularak gelişmiştir. İnsan eğitildikçe insanlaşmıştır.
Sözle aktarım ve yaşayarak öğrenme, sınırları daralsa da
hala sürmektedir ve her zaman sürecektir. Ancak, bilgi aktarma aracı olarak
yazı ve yazının sağladığı bilimsel gelişme; önceden tasarlanmış eğitimin
yaygınlaşmasını ve eğitimin doğa ve toplumun gelişimine yön veren bir güç
durumuna gelmesini sağlamıştır. Eğitim artık, bugünün ve geleceğin
tasarlanmasını sağlayan uygarlığın temel ölçütüdür. Açıktır ki, en uygar
toplumlar, en iyi eğitilmiş toplumlardır.
Eğitim
Ailede Başlar
Eski Türklerde eğitim,
tüm toplumlarda olduğu ve bugün de sürdüğü gibi ailede başlıyordu. Çocukların aile içi bakımı annenin göreviydi
ancak onların geleceğine yön verecek olan eğitimlerinden “kız-erkek ayırımı
yapmadan”1 anne ve baba birlikte sorumluydu.
Çocuğa kimlik
kazandırılması ve onun topluma duyarlı bir kişilikte eğitilmesi, Türklerin önem
verdiği konulardan biriydi. Bu nedenle, çocuğa ve çocuk eğitimine çok
duyarlıydılar. Çocuk, yalnızca kendisinin ve ailesinin çıkarlarını korumak için
değil, ilerde sorumluluklar yükleneceği toplum için eğitilirdi. Boyun ya da
budunun varlığını geleceğe taşıması, çocuğa ve onun eğitimine bağlıydı.
Eski Türklerde çocuk
eğitimine verilen önem, ortak bir duygu, toplumsal bir gelenekti.
Etkisini bugün de sürdüren bu gelenek; Türk ailesini, çocuğunun eğitimi için
her türlü güçlüğe katlanan, onları okutmak için elinden gelen herşeyi yapan bir
konuma getirmiştir. Bu konuda gösterilen özveri, toplumun her kesimini içine
alan ortak bir tutumdur.
Rus tarihçi Vasili
Barthold, “Moğol İstilasına Kadar Türkistan” adlı yapıtında,
10.yüzyılda Türk ailelerin çocuklarını eğitmek için yaptıklarına değinir ve “yoksul
bir köylü kadının, okutmak için Semerkant’a gönderdiği çocuklarına, yün
dokuyarak baktığından” söz eder.2
Çocuğun bakımı ve ilk
eğitimi doğal olarak anneye aittir. Aile ve akraba töresi, komşularla başlayan
toplumsal ilişkiler, gelenekler ve inanç biçimleri; önemli oranda anne
tarafından öğretilirdi. Babanın aile içi eğitimde tamamlayıcı bir işlevi vardı.
Baba, kişilik kazandırmanın yanı sıra, erkek çocukların
av ve savaşkanlık yeteneklerini geliştirmeyi üstlenirdi ve bu eğitim çok küçük
yaşta başlardı. Bu aşamada, anneyle baba arasında bir iş bölümü ortaya çıkar ve
“kızı anne, oğulu baba” yetiştirirdi. Kırgızlarda “babasız oğul,
anasız kız bakımsız (eğitimsiz
y.n.)” sayılırdı.3
Devlet
Eğitimi
Eski Çin belgeleri, başlangıçta ana-babanın yükümlendiği,
daha sonra devletin ele aldığı, “Türk çocuklarının eğitimi” konusunda
çeşitli bilgiler içerir. Askeri eğitimin, nitelik ve biçim olarak ele alındığı
bu belgelerden birinde şunlar söylenmektedir: “Küçük çocuklar, koyunlara
binip kuşlara, gelinciklere ve farelere ok atarlardı... Erkek çocuklar, savaş
için eğitim yapardı... Ava giderler ve ok atma eğitimi alırlardı. Küçüklü
büyüklü tüm erkekler, son derece iyi okçudur. İki-üç yaşında çocuklar bile ata
biner, onunla gezer ve atı dörtnala sürebilirdi. Bu çocuklara kendi boylarında
yay verip, yay germek öğretilirdi. Hepsi çok çevik ve cesurdular”.4
Ticari
Eğitim
Aral Gölü’nden Orta
Asya’nın içlerine dek uzanan bölgede yaşayan Maveraünnehir Türkleri, ticari
eğitime, genel eğitim içinde özel önem verirler ve çocuklarını küçük yaştan
bilgili ve bilinçli girişimciler olarak yetiştirirlerdi.
Çin kaynaklarına göre,
Semerkant ve Buhara’da; Türkler “çocuk doğunca, büyüdüğünde tatlı dilli
olsun diye ona şeker verirler”, “beş yaşına gelen her çocuğa okuma-yazma
öğretirler” daha sonra “ticaret eğitiminden geçirerek, (görgüsünü
arttırsın diye y.n.) komşu ülkelere gönderirlerdi”. Çinliler’e göre bu
bölgenin insanları, “şarabı, müziği ve kâr etmeyi severler, yolda şarkı
söylerler”; “ticarette üstün, kâr etmede ustadırlar”5
Eski Türkler, ölümler nedeniyle ailelerin dağılmasına,
çocukların eğitimsiz kalmasına ya da sahipsiz kalıp başlarını alıp gitmesine
izin vermezlerdi. Hiçbir aile reisi ben ölürsem çocuklarım ve eşim ne olur diye
kaygı duymaz, kendisinden sonra çocuklarına kimlerin, nasıl bakacağını bilirdi.
Bunlar, törelerle belirlenen ve aksamadan uygulanan konulardı. Baba öldüğünde
çocukların sorumluluğu anneyle birlikte kardeşlere geçer, onlar yeğenlerinin
bakım ve eğitimini kendi çocuklarından ayırt etmeden yüklenirdi.6
Eğitmenler
Eski Türkler, eğitim ve öğretimi, yalnızca bilgi edinmenin bir aracı olarak değil, bununla birlikte ve esas olarak, milli kimliğin korunması amacıyla ele almışlardır. Bu amaç için ileri eğitim yöntemleri geliştirip bu konuda uzmanlaşmışlardır.
Eğitim, yazı üzerinde
yoğunlaştırılarak, ilk kez Ön-Türk yazı okullarında sistemleştirilmiştir. Tamgalı
Say Okulu dünyanın en eski ders verilen yeridir, yazı burada
doğmuştur. Sülyet, Manğıstav, Isub-Öğ ve Uv-On
okulları değişik abecelere kökenlik etmişlerdir.7
M.Ö.5.yüzyılda, Pers
hükümdarları çocuklarını eğitmek ve yönetime hazırlamak için İskitli öğretmen
ve eğitmen getirtirken8, M.S.10.-11. yüzyıllarda Türk bilim adamları
hemen tüm İslam ülkelerinde dersler veriyordu. Selçuklu medreseleri, döneminde
eşi olmayan eğitim kurumlarıydı.
Rus tarihçi Vasilyev
Dimitri, ekibiyle birlikte, Yenisey Havzası, Sayan ve Altay Dağları’ndan
Sibirya’nın içlerine dek uzanan araştırmalarında, 300 kadar Göktürk yazısıyla
yazılmış mezar ve kaya yazıtı bulmuştur. Yazıtlardan Türk tarihine yönelik yeni
bilgiler aktaran Prof.Dimitri, “Göktürk yazısının Türk dillerine en
uygun yazı” olduğunu belirtmiş ve bulduğu yazıtların “Türkler’de geniş
halk kitlelerinin okuma yazma bildiğini göstermesi bakımından son derece
önemli” olduğunu söylemiştir.9
Türk toplumunda, tüm
toplumlarda olduğu gibi, devletin güçlü, gönencin yüksek olduğu dönemlerde
eğitime verilen kamusal destek artmış, eğitim yaygınlaştırılmıştır. Güçsüzlük
dönemlerinde ise, doğal olarak bunun tersi olmuştur. Devletin eğitime yaptığı
katkının azalması önemli bir olumsuzluk yaratmış ancak Türk insanı eğitim eylemini
kesintiye uğratmayarak, başka yöntem ve araçlarla sürdürmüştür. Anadolu’nun
yoksul ama bilge kişileri; dervişler, aşıklar, abdallar,
Osmanlı baskısına karşın, yüksek düzeyli doğal öğretmenler olarak her yaştan
halka ulaşmışlar; tarikat, tekke ve zaviyeler, halkı, hiç durmamacasına
eğitmiştir.
Eğitim, 10.yüzyıldan sonra Türk toplumlarında, daha
kuramsal hale geldi ve çeşitlenip yayıldı. Aile eğitimi yanında, devletin ya da
vakıfların açtığı okullar, dinsel ya da mesleki eğitim veren kurumlar oluştu;
yüksek öğrenim kavramı gelişti. Sübyan mektepleri, lonca ve tarikat okulları,
medreseler kuruldu. Bilim ve felsefe alanlarında, o dönemde dünyanın en ileri
bölgesi olan Batı Asya’da, çok parlak bir eğitim düzeni gelişti.
Medreseler
Bin yıl boyunca sayısız
bilim adamı yetiştiren medreseler, Karahanlılar ve Gazneliler döneminde ortaya
çıktı. Büyük Selçuklular bu okulları geliştirdiler. Anadolu Selçukluları ve
Osmanlılar ise tüm İslam dünyasına yaydılar. Medresenin kurucusu kabul edilen Nizamülmülk,
ilahiyat bölümlerine ağırlık verip, buraları Şii’liğe karşı Sunni’liğin
kuramsal merkezleri yapmıştı. Ancak, bu okullarda özellikle Anadolu’dakilerde,
hemen her bilim dalında öğretim yapılıyordu. Hukuk, dil, edebiyat, tıp,
gökbilim, tarih, matematik ve özellikle devlet adamı yetiştiren siyaset bilimi
alanlarında eğitim veren bölümler vardı.
Ülkenin birçok
kentinde kurulan medreselerde, eğitim programları devlet merkezinde hazırlanır,
tek tip eğitim yapılır ve dönemin bilginleri dönüşümlü olarak ders verirdi.
Nizamülmülk medreseleri; zengin kütüphaneleri, herşeyi düşünülmüş ücretsiz
yurtları ve gerçekleştirdiği eğitim düzeyiyle, dünyanın ilk üniversiteleri,
benzeri olmayan eğitim kurumlarıydı.10
Kadrolu eğitim görevlilerinden ayrı olarak, İslam
dünyasının ünlü bilginleri konuk olarak çağrılırdı. Kütüphanenin
zenginleştirilmesi için, yanına para verilen kitap toplayıcılar, düzenli olarak
çevre ülkeleri dolaşır kitap satın alırdı. Medreseler’in giderlerinin
karşılanması için vakıflar, yardım kuruluşları (imarethane) kurulurdu.
Selçuklu
Medreseleri
Selçuklular’da
gençler, medreseye gelinceye dek bir dizi eğitimden geçerdi. Küçük yaşta
olanlar yörelerindeki cami ya da mescid yanındaki okullarda, okuma yazma
öğrenirler11; başarılı olanlar bir üst aşamaya alınarak medresede
okumaya hazırlanırlardı.
Medrese eğitimi
ücretsizdi. Giderler, devlet ya da bu iş için kurulmuş vakıflarca karşılanır,
öğrencilere karşılıksız burs verilirdi. Kısa bir süre önce bulunan ve 1060
yılına ait olan bir vakıf sözleşmesinde; ders veren bir öğretim üyesi
(müderris) 300, bir hizmetli 60 dirhem aylık alırken; bir öğrenciye 30 dirhem
burs verildiği yazılıdır.12
Karahan, Gazne ve
Selçuklu dönemi; Türk kültürünün olduğu kadar, İslam kültürünün de en ileri
dönemidir. Bu dönemde, Çin Türkistanı’ndan Anadolu’ya dek; kütüphaneleri,
okulları, medreseleri olmayan kent yoktur. Merv’de, hiçbir İslam ülkesinde
bulunmayan zenginlikte on tane büyük genel kütüphane vardır. Hastaneler,
medreseler ve camiler de, ayrıca kendi kütüphanelerine sahiptir.13
Kazak kenti Otrar’ın kütüphanesi, dünyanın en büyük kütüphanelerinden biridir.14
Eğitim ve bilimin geliştirilmesi için vakıflar kurulmakta, devlet bütçesinden eğitime büyük paylar ayrılmaktadır. Büyük Selçuklular, eğitim için her yıl 600 bin dinar harcama yapmaktadır ve bu büyük bir paradır.15
El yazısıyla kitap çoğaltan binlerce kişi (istinsah)
vardır. Saygı gösterilen bir mesleğin sahipleri olarak istinsahlar, devlet ya
da vakıfların güvencesi altındadır. Kitap satıcılığı, “iyi kâr getiren”
bir uğraştır. Öğrenciler, bilim peşinde hocadan hocaya, kentten kente giderler.
Toplu okuma ve tartışma toplantıları düzenlenir; aydınlar ve bilginler, bu
toplantılarda kıyasıya tartışırlar. Düşünce üzerinde baskı yoktur; dönemine
göre “olağanüstü özgür bir hava” yaşanmaktadır. Fransız tarihçi Claude
Cohen bu dönem için; “Orta Çağ’da, hiçbir yerde ve daha sonraki İslam
toplumlarının hiçbirinde, böyle bir ambiyans (ortam y.n.) bulunmaz” diyecektir.16
Osmanlı
Medreseleri
Osmanlı
İmparatorluğu’nun gelişme döneminde, medreseler daha da gelişti ve külliye
durumuna geldi. Külliyeler, genellikle bir caminin çevresinde yapılan ve
medrese, kütüphane, sübyan mektebi gibi eğitim kurumlarının tümünü içeren bir
yapılar topluluğudur. Burada, doğrudan eğitim yapan bu kurumlardan başka; sağlık
ve deliler yurdu (darüşşifa), hastahane (bimarhane) gibi dolaylı eğitim yapan
kurumlar ile aşevleri (aşhane), hamam, sebil, çeşme gibi sosyal yapılar; at ve
arabalar için park yerleri (arasta); han, kervansaray gibi ticaret yapıları yer
alır. Ancak bunların tümünün her külliye’de bulunması gibi bir kural yoktur.
16.Yüzyılda Mimar Sinan’ın, İstanbul’da yaptığı Süleymaniye
Külliyesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun en görkemli yapılarından biridir.
15.yüzyıldan sonra,
içinde cami ya da ticaretle ilgili birimlerin bulunmadığı, buna karşın bugünün
ilköğretim okullarına denk düşen, sübyan mekteplerinin bulunduğu külliyeler
yapılmaya başlandı. 16.Yüzyıl Osmanlı toplumunda, kentlerdeki külliyelerden
başlayarak cami ve mescidlerle tüm ülkeye yayılan bir ilköğretim ağı yaratılmıştı.
Prof.Ömer Lütfi Barkan’a göre, 16.yüzyılda,
yalnızca Anadolu’da; 110 medrese, 342 cami, 1055 mescid ve 626 zaviye (küçük
tekke) ve hankâh (dergah) vardı.17 Her cami ya da mescit aynı
zamanda bir sübyan mektebiydi. Bu okullarda okuma yazma başta olmak üzere,
Kuran okuma, din pratiği, davranış biçimleri, gelenekler ve yazı alışkanlığı
(meşk) öğretilirdi. 5-6 yaşlarındaki kız ve erkek çocukların birlikte okuduğu
bu okullar, dinsel ağırlıklı olmak üzere, çocuklara toplumsal bir kimlik
kazandırıyordu.18
DİPNOTLAR
1
“Türk
Kültürünün Gelişme Çağları” Prof.B.Ögel,
Türk Dün.Araş.Vak., İst. 1988, sf.250
2
“Türklerin
Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 3.Cilt, Tekin
Yay., 1995, sf.1329
3
“Türk
Kültürünün Gelişme Çağları” Prof.B.Ögel,
Türk Dün.Araş.Vak., İst. 1988, sf.247
4
“Kök Türkler”
Sencer Divitçioğlu, Yapı Kredi
Yay., 2.Basım 2000, sf.212
5
“Türklerin
Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 2.Cilt, Tekin
Yay., 1995, sf.601-602
6
“Türk
Kültürünün Gelişme Çağları” Prof.B.Ögel,
Türk Dün.Araş.Vak., İst. 1988, sf.242-245
7
“Ön Türk
Tarihi”, Haluk Tarcan, Kaynak Yay.,
1998, sf.142
8
“Tarih I,
Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 4.Bas. 2000, sf.69
9
“Ortadoğu
Uygarlık Mirası-2” M.İlmiye Çığ, Kaynak Yay., İst.-2003, sf.279
10
“Orta Asya”
Jean Paul Roux, Kabalcı Yay., 2001,
sf.289
11
“Osmanlı
İmparatorluğu’nun Kuruluşu” Prof.
M.F.Köprülü, Ötüken Yay., 1981, sf.120
12
“Orta Asya”
Jean Paul Roux, Kabalcı Yay., 2001,
sf.289-290
13
“Tarih II,
Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 3.B., sf.222
14
“Türklerin
Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 1.Cilt, Tekin
Yay., 1995, sf.83
15
“Tarih II,
Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 3.Bas. 2001, sf.222
16
“Türklerin
Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 3.Cilt, Tekin
Yay., 1995, sf. 1329
17
“Osmanlı
İmparatorluğu’nda Eğitim ve Bilgi Üretim Sisteminin Oluşumu ve Dönüşümü” İlhan
Tekeli-Selim İlkin TTK Yay.,
2.Basım 1999, sf. 9
18
a.g.e. sf. 7
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder