Karahanlı ve Selçuklular’da gezgin öğretmenler ya da medrese öğrencileri, köylere-kasabalara yayılıyor, insanlara okuma yazma öğretiyordu. İslam ülkelerinde her cami imamı, aynı zamanda bir öğretmendi. Eğitimin yaygınlığı, okuma yazma öğreten ilkokullarla sınırlı değildi. Günümüz liseleri ya da İngiliz kolejlerine benzeyen orta öğrenim kurumları ve günümüz üniversitelerinin öncüleri medreseler, ülkelerin değişik bölgelerine, dengeli ve düzenli bir biçimde yayılmıştı. İyi bir eğitim alarak okulu bitiren öğrenciler, edindikleri bilgiyi geliştirmek ve yaymak için büyük külliyelerin ve camilerin yolunu tutardı. Hz.Muhammed’in “bilimi, körü körüne imandan yüce” tutan ve “öğrencilerin mürekkeplerini şehitlerin kanından daha kutsal” sayan sözleri, onlara güç veren en büyük yardımcıydı.
Bilimin
Temeli
Doğu aydınlanmasının temelinde eğitim, eğitimin temelinde okul, okulun temelinde de öğretmen ve kitap vardır. 9. ve 13.yüzyıllar arasındaki bilim çağında bu üç kavrama büyük önem verildi. Beş yüz yıllık bu uzun dönemde; okullar açılıyor; öğretmen yetiştiriliyor ve her yerde kütüphaneler açılıyordu. Kitaba verilen önem ve kütüphanelerdeki kitap sayısı, günümüz ölçülerine göre bile, inanılması güç boyutlara ulaşıyordu.
Kağıtın
Evrimi
Antik
Çağ’da; Mısırlılar papirüsü,
İranlılar tirşe’yi (hayvan derisi), Bergamalılar parşömeni Persler bambu örgüsünü, kağıt olarak kullandılar.
Çinliler M.S.2.yüzyılda kağıdı, bol ve ucuz olarak üretilen bir sanayi durumuna
getirdiler. Çinliler dut ağacı elyafı, eski paçavralar ve kenevir artıklarından
kağıt yaparken; kısa bir süre sonra Türkler, İpek elyafından elde ettikleri
hamuru tokmaklayarak kakat ya da kakaç adını verdikleri daha nitelikli
kağıt üretmeyi başardılar. Kakat
sözcüğü, daha sonra kağıt olarak
Arapça ve Farsçaya yerleşti.1
Kağıt
yapımının en ucuzu olan Çin yöntemiyle, 7.ve 8.yüzyıllarda Semerkant’da bol
miktarda kağıt üretiliyordu. Üretim teknikleri ve kağıt hamuru formülleri,
Abbasi Halifesi Harun Reşit
döneminde (793) Türkler tarafından Bağdat’a, 11.yüzyılda Sicilya’yı elinde
tutan Araplarca İtalya’ya götürüldü; 14.yüzyılda Avrupa’ya buradan yayıldı.
Benzer
bir yolu, birkaç yüzyıl arayla matbaa izledi. Çok eskiden beri mürekkebi bilen
ve oymacılıkta ustalaşan Çinliler, önce mermer levhalar, sonra ahşap baskı
bloklarıyla yazı, hatta resim basmaya başladılar. 8.Yüzyılda Uygurlar; Turfan,
Almalık ve Barkul’da benzer tekniklerle kitap basıyor ve renkli mürekkep
kullanıyordu.2
Çinliler 11.yüzyılın
ilk yarısında, harfleri tek tek hazırlayıp kalıp olarak dizmeyi ve
mürekkeplenen kalıpları kağıt üzerinde gezdirerek kopya çıkarmayı, yani tipo baskı tekniğini buldular. Basım
teknikleri, 14.yüzyılda, yine Semerkant-Bağdat yolunu izleyerek Batıya ulaştı;
15.yüzyıl’da Avrupa’da kullanılmaya başlandı.3
Kitap ve Kitapçılar
Kağıt ve basım
tekniklerinin gelişmesi, kitabın ucuzlamasına ve alım gücü düşük kesimlerin de
kitap edinmesine olanak sağladı. El
Memun, Bağdat’da Beytül Hikme’yi kurduğunda, halktan gelen
yaygın bir isteği yerine getirmişti.
Öğrenme tutkusuna kapılmış sıradan insanlar, ortaklaşa
kitap alma, kitap değiş tokuşu ya da eski kitap alımı gibi, tarihte ilk kez
görülen alışkanlıklar edinmişlerdi. Kitap, bir kültür alışveriş aracı olmuş;
kitapçılar, yalnızca kitap satılan yerler değil, aydınların uğrak yerleri
olmuştu. Ülkenin dört bir yanından gelen kitap meraklıları, büyük kentlerdeki
sahaf çarşılarında buluşuyor, kitap ve görüş alışverişinde bulunuyorlardı.4
Kitap Tutkusu
Günümüzde paraya ya da lüks tüketime yönelen toplumsal
ilgi, o zaman “bir salgın hastalık gibi”
kitap tutkusuna yönelmişti.5 Haçlıların, yağması nedeniyle
servetinin yitirerek sıradan bir insan durumuna gelen Emir Usama bin Munkıd’ın şu sözleri, kitaba o dönemde ne denli
yüksek değer verildiğini gösteriyordu: “Evlatlarımın,
arkadaşlarımın evlatlarının ve eşimin sağlıklı oluşu, servetimi yitirmenin
üzüntüsünü bana unutturdu. Ancak kitaplarımın elden gitmesi beni üzüyor. Dört
bin cilt kitabım vardı. Onların eksikliği benim için, yaşadığım sürece bitmeyen
bir üzüntü kaynağı olacaktır”.6
Kütüphaneler
Varsılların
kitaplıklarına imrenen yoksul aydınlar arasında sıkça kullanılan “Allah cevizi dişi olmayanlara verir...” sözü,
kitaba verilen önemi gösteren, dönemin güncel deyimlerinden biriydi.7
Kitap kopyacıları, üstün
sanatkarlar olan hattatlar, kağıt üretiminde ya da kütüphanelerde çalışanlar,
herbiri aynı zamanda iyi bir okuyucu olan az gelirli aydınlardı. Kütüphaneciliği,
aynı eczacılık gibi, tarihte ilk kez meslek konumuna getirenler de onlardı.
İngilizlerin çok övündükleri ve içinde okuma-tartışma salonları bulunan günümüz
kulüpleri, bin yıl önce; Semerkant, Bağdat ya da Kurtuba’da kurulmuş ve
aydınları ağırlamıştı.
Başlangıçta, camilerin
içinde ya da yanında kurulan kütüphaneler, giderek mahallelerde, kasaba ve köylerde
kurulmaya başlandı. Halkın kolayca ulaşabileceği küçük kitap ve okumaevlerinden
ayrı olarak, büyük genel kütüphaneler ve özel uzmanlık kitaplıkları kuruldu.
Beytül Hikme külliyesinin içinde
yer alan İslam dünyasının en büyük kütüphanesinde 1 milyon kitap vardı; Şam,
Kahire, Semerkant, Kurtuba, Merv’deki kütüphanelerde bulunan kitap sayısı bu
sayıya yakındı. Timur’un torunu ünlü
matematikçi ve gökbilimci Uluğ Beğ’in (1394-1449) kişisel kitaplığı,
aynı yıllarda “Avrupa krallarının
kitaplıklarının en az on katı kitapla doluydu”.8
Irak’ta çok küçük bir
kasaba olmasına karşın Necef Kütüphanesi’nde, 40 bin kitap vardı. Fatımilerin
Kahire’deki kütüphanelerinde yalnızca felsefe üzerine 18 bin, matematik üzerine
6 bin 500 kitap bulunuyordu. Tahran’ın Güneyindeki Rey kentinde, kent
kütüphanesinin yalnızca kitap kataloğu, on büyük cilt tutmuştu. Her caminin bir
kitaplığı vardı; her hastanede ziyaretçiler önce,“raflarında cilt cilt kitaplar bulunan salonlara alınırlardı”.9
Günümüzde; İtalya’daki Roma Ulusal Kütüphanesinde 677
bin, Viyana Devlet Kütüphane’sinde 924 bin, Berlin Ulusal Kütüphanesinde 1
milyon 230 bin kitap olduğu düşünülürse, bin yıl öncesinin kitap sayılarının ne
anlam taşıdığı, daha iyi anlaşılacaktır.10
Okul ve Eğitim
“Duvarları kitaptan görünmeyen” ve
“insanlarla dolup taşan” kütüphaneler,
tutkuya dönüşen öğrenme isteği, okullar ve okutulanlar; dikkatlice hazırlanmış
bilinçli bir girişimin, devletin öncülük ettiği eğitim izlencelerinin
(programlarının) ürünleriydiler. Görülmemiş birokul ve eğitim
bolluğuyaşanıyordu.
Bu öyle bir bolluktu
ki; köylere dek yayılmış binlerce okulda 6-11 yaş kümesinde yüzlerce erkek ve
kız çocuk, “küçük seccadelerin üzerinde
diz çöküp mumyalanmış tahta levhalar üzerinde harfler yazıyor, Kur’an okuyor ve
gramerin ilk kurallarını” öğreniyordu. Okul olmayan yerlerde aynı şey, “Müslüman ülkelerin her yerine yayılmış olan
cami ve mescitlerde yapılıyor”; camiler ibadet aralarında, okuma yazma
öğrenen çocuklarla doluyordu.11
Devlet, ilköğretimin yayılması için gereksinimleri karşılamada öncülük yapıyordu ancak yüksek yoğunluklu katılım, devlet ya da hükümdar zorlamasıyla olmuyordu. Halk, hem eğitime başlayıp bilgi ve görüşünü arttırması ve hem de din kurallarını öğrenmesi için çocuğunu büyük bir istekle okullara, camilere yolluyordu. Hangi inançtan olursa olsun her aile, aynı şeyi, kendi kurumlarıyla yapmakta özgürdü. Buna kimse karışmıyordu.
Batının Karanlığı
Doğuda küçücük
çocuklar okuma yazma öğrenip, Kur’an okuyabilirken; Batıda İncil, yalnızca
papazların elinde bulunurdu. Halkın onu okuması yasaklanmıştı. “İncil’in dilini papazlar bilir” ve “yazdıklarını halka ancak papazlar
anlatabilirdi”.
800 yıl boyunca halk,
Latince verilen vaazları birşey anlamadan dinliyordu. Halkın Latince okuma
yazma öğrenmeyişi, onların bunu istemedikleri için değildi. Halkın eğitilmesi
ve İncil’i anlar duruma gelmesi, papalar ve imparatorlarca istenmiyordu.
Bu durum, 16.yüzyıldan sonra tersine dönecek ve gerileme
sürecine giren İslam ülkelerinde cahil bırakılan halk, Kur’an’ı yetersiz
hocalardan “öğrenmeye” başlarken; Batı, büyük bir eğitim atılımı
gerçekleştirerek laikleşecek ve “herkesin
her şeyi öğrenme” olanağına kavuşması sağlanacaktı. Günümüzde, Kur’an’ı
Türkçe öğrenme ya da Türkçe ezan konularına gösterilen tepkiler göz önüne
getirildiğinde, Doğu-Batı arasındaki “tersine dönüş”, daha iyi
anlaşılacaktır.
Herkese Açık Parasız
Eğitim
Kentlerden köylere dek
yayılan okullarda, eğitim parasızdı. İnsanların bilgisiz kalmasını istemeyen
devlet, okullara aylığa bağladığı öğretmenler atıyor, yurtlar yaptırıyor ve
öğrencilerin temel gereksinimlerini karşılıyordu. Endülüs’te II.El-Hakem, Kurtuba’nın 81 ilkokuluna ek
olarak, yalnızca yoksul çocukların alındığı 27 yeni okul yaptırmıştı. Kahire’de
El-Mansur Kalavun, Mansuri Hastanesi külliyesinde bir yetimler
okulu açmış, burada okuyan çocukların beslenme ve yazlık-kışlık giyim
giderlerinin devlet tarafından karşılanmasını yasaya bağlamıştı.
Karahanlı ve Selçuklular’da gezgin öğretmenler ya da medrese
öğrencileri, köylere-kasabalara yayılıyor, insanlara okuma yazma
öğretiyordu. İslam ülkelerinde her cami imamı, aynı zamanda bir öğretmendi ve
Alman araştırmacı Sigrid Hanke’nin
deyimiyle, “halk eğitiminin üzerine
gerilmiş sık dokulu bir ağ gibi” her yana yayılmış olan camiler, “eğitim düzeninde hiçbir gedik bırakmıyordu”.12
Üniversitenin Öncüleri
Medreseler
Eğitimin yaygınlığı,
okuma yazma öğreten ilkokullarla sınırlı değildi. Günümüz liseleri ya da
İngiliz kolejlerine benzeyen orta öğrenim kurumları ve günümüz
üniversitelerinin öncüleri medreseler, ülkelerin değişik bölgelerine, dengeli
ve düzenli bir biçimde yayılmıştı.
Parasız olan bu
okulların öğrencileri, okulların üst katlarında ücretsiz yatar kalkar, yer içer
ve küçük bir cep harçlığı da alırdı. Zemin katlarda ya da ek hizmet
binalarında; mutfaklar, ambarlar, hamamlar bulunur; ortasında üzeri kubbeli ya
da açık havuz (şadırvan) olan orta avlunun çevresinde, sınıflar ve kütüphaneler
sıralanırdı.
Öğrenciler bu okullarda; Kur’an, hadis, dil bilgisi,
edebiyat, matematik, gökbilimleri, tarih, coğrafya, mantık ve iyi konuşma
(hitabet) derslerinden oluşan kapsamlı bir eğitimden geçerdi. Tartışma ve
eleştiri toplantılarıyla; öğrenciler, öğrenimde etkin biçimde yer alır; büyük
sınıflardaki öğrenciler, küçüklere geliştirici seminerler düzenlerdi. Bu
okullar, o dönemdeki eğitimcilerin anlatımıyla; “bilginin binlerce çiçeğinden bilgelik balı toplanan ve sürekli
uğuldayan arı kovanlarıydılar”.13
Kuramsal Düzey
İyi bir eğitim alarak
okulu bitiren öğrenciler, edindikleri bilgiyi geliştirmek ve yaymak için büyük
külliyelerin ve camilerin yolunu tutardı. Hz.Muhammed’in
“bilimi, körü körüne imandan yüce” tutan
ve “öğrencilerin mürekkeplerini
şehitlerin kanından daha kutsal” sayan sözleri14, onlara güç
veren en büyük yardımcıydı.
Bilgi edinmek
isteyenler, namaz dışı zamanlarda bu “genç
profesörlerin” çevresinde halka oluştururlar ve derse dönüşen tartışmalar
düzenlerlerdi. Tartışmalara kadın ya da erkek herkes katılabilirdi.
Katılımcılar, diledikleri anda öğretmenin
sözünün arasına girebilir, ona soru sorabilir ya da eleştiride bulunabilirdi.
Katılımcıların bilimsel düzeyleri yüksek olduğu için, bu işleyiş, ders vereni
kusursuz bir hazırlığa zorlayan, çok yararlı bir yöntemdi.
En iyilerini dinlemiş
olan eleştiriciler; iyi hazırlanmamış, bilgisi yetersiz ders vericilerin,
saygıda kusur etmeyen korkulu rüyalarıydılar. Onların karşısına çıkmak
için, yeni ve yüksek bilgiyle donanmış olmak gerekirdi. Ayrıca, bilgisine
güvenen herkes, ders vermekte özgürdü. Ancak, ülkedeki en iyi bilim adamlarını
konuk etmiş, onlarla tartışmış bir kitleye ders vermek, bilgi ve yüreklilik
isteyen bir işti; kolayca ortaya çıkılmazdı. Bu davranış ve yaklaşım biçimi,
Batının hiç bilmediği ve belli ki anlamadığı bir tutumdu.
9.
ve 14. yüzyıllar arasında, Doğuda bilim ve eğitim bu düzeydeyken, Batıda karanlık
bir dönem yaşanıyordu. Orta ve Batı Avrupa’da okuma yazma bilmeyenlerin oranı
yüzde 95’ti.15
9.Yüzyıl başında Batı
Avrupa’daki tüm Hıristiyan topraklarını birleştirerek kutsal Roma-Germen
İmparatorluğu’nu kuran Şarlman (Charles
Le Grand, 742-814), İmparator olduktan sonra, ilerlemiş yaşında
okuma yazma öğrenmişti. Batılı aristokratlar, 18.yüzyıla dek okuma yazma
bilmemekle övünürlerdi. Manastırlarda ancak birkaç keşiş yazı yazmayı bilirdi. St. Gallen Manastırı o dönemlerde, bir
yıl aramasına karşın okuma-yazma bilen bir tek keşiş bulamamıştı.16
DİPNOTLAR
1
Ana Britannica
17.Cilt, sf.372
2
“Tarih II
Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 3.Bas., 2001, sf.59-60
3
Ana Brittannica
4.Cilt, sf.332
4
“Allah’ın
Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kit.Yay., 2001, sf.220
5
a.g.e. sf.216
6
a.g.e. sf.222
7
a.g.e. sf.219
8
“Kitap Kıyımı”
Yalçın Kaya, Tiglat Matbaacılık,
2001, sf.60-61
9
“Allah’ın
Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kit.Yay., 2001, sf.217
10
“Kitap Kıyımı”
Yalçın Kaya, Tiglat Matbaacılık,
2001, sf.62
11
“Allah’ın
Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kit.Yay., 2001, sf.223
12
a.g.e. sf.224
13
a.g.e. sf.224
14
a.g.e. sf.226
15
a.g.e. sf.222
16
a.g.e. sf.223
Aşk kitapları mı arıyorsunuz? Tıklayın: aşk kitapları
YanıtlaSil