“Batı tarihçiliği iki tür bencilliğin hala etkisi
altındadır. Biri Hıristiyan bencilliği (Christocentrism), diğeri ırk bencilliği (etho-centrism).
Batı tarihçiliğindeki bu iki bencilliğin en iyi göstergesi ‘Türktür. Tüm
nesnellik örtüleri, konu Türke gelince hemen ortadan kalkar ve Hıristiyan
kültürüyle Avrupa ırkçılığı her yandan sırıtmaya başlar. Türkten ağzı burnu
çarpılmadan söz eden Batı tarihçisine rastlamak güçtür.” Niyazi Berkes
Tanım
Türkçülüğün önde gelen düşünürlerinden Yusuf Akçura,
Türkleri şöyle tanımlıyor: “Türkler dediğimiz zaman etnoğrafya (uygarlık
tarihini kavimleri karşılaştırarak inceleyen, kültür oluşumlarını araştıran
bilim y.n.), filoloji (dil yoluyla bir toplumun kültürünü inceleyen
bilim, dil bilimi y.n.) ve tarihle ilgili olanların bazen ‘Türk-Tatar’,
bazen ‘Türk-Tatar-Moğol’ diye andıkları bir ırktan gelme, adetleri, dilleri
birbirine çok yakın, tarihi yaşamları birbirine karışmış olan kavim ve
kabilelerin tümünü murad ediyoruz. Bu açıdan İranlı ve Avrupalı bazı yazarların
ve onlara uyarak bazı Osmanlı yazarlarının Tatar dedikleri Kazanlar ve
Azerbaycanlılar yanında, Kırgızlar ve Yakutlar da Türk tanımının içindedirler”.
1
Akçura’nın
genel çerçeve olarak belirlediği tanıma; Başkırt, Uygur, Türkistanlı,
Karaçay, Balkar, Gagavuz, Altaylı, Çuvas, Çeçen,
Ingus ile çok sayıdaki küçük boylar da katılırsa, kabul gören bir Türk
tanımı ortaya çıkacaktır. Tek tek ad sayılmayacaksa, Türkçe konuşan herkesi Türk
kabul etmek herhalde doğru olacaktır.
Tanımlanan birliktelik, eski bir tarihe dayanan ve
canlılığını koruyarak varlığını bugün de sürdüren, ortak bir ırkı temsil eder.
Ancak, Türklük kavramı etnik köken birlikteliğiyle sınırlı kalmaz; onu aşarak,
dil ve kültür birliğine dayanan, geniş ve köklü, ortak bir uygarlığı tanımlar.
Irk
öğesinin, aynı din gibi, toplumsal gelişimi açıklamada tek başına yeterli
olamayacağı açıktır. İnsanlar arasındaki yaşambilimsel (biyolojik) ayrımları
inceleyen insanbilimin (Antropolojinin) ilgi alanına giren ırk konusu,
tarih-toplum ilişkilerini inceleme ve anlamanın gerek ancak yetmez
koşuludur.
Tarih ve Nesnellik
Tarihi incelerken yapılabilecek en büyük yanlışlık,
güncel siyasetin önceliklerinden etkilenerek nesnellikten uzaklaşmak ve geçmişi
yaşanan çağın değerleriyle yargılamaktır. Tarih, bulunmayı ve çözülmeyi
bekleyen bir bilinmezler yumağı ise, bu yumağın çözümü için girişilecek zorlu
uğraşta yeri olmaması gereken tek şey; siyasi eğilimlere, duyguya ve isteme
bağlı kalarak sonuç çıkarmaktır. Ancak, en çok yapılan davranış biçimi de, ne
yazık ki budur.
Dünyanın
hemen her yerinde görülen, isteğe bağlı tarih araştırması ya da bir başka
deyişle tarihin çarpıtılması, Avrupa’da neredeyse başlı başına bir “bilim” gibidir. Aydınlanma çağında,
beysoylular (aristokratlar) ve varsıllaşan kentsoylular (burjuvalar) gösterişli
saray eğlenceleri ve törenlerde, Antik Çağ Grek uygarlığına hayranlık
gösterilerinde bulunuyor, ona övgüler yağdırıyordu. Tarih, felsefe ve edebiyat
üzerine söyleşiler yapan bu insanlar; kazılar ya da buluntuların değil, çarpık
bir tarih anlayışının gelişmesine aracılık ediyordu.
Tarihi Gizleyenler
Doğu tarihi, özellikle de onun içinde etkili bir yeri
olan Türk tarihi, Avrupa merkezci tarihçileriçin, aşılması yani yoksayılması gereken
bir engel, hatta gizil (potansiyel) bir çekincedir. Onların, ustalıkla
kurguladıkları tarih anlayışına göre, uygarlık Antik Grek ve Roma ile
başlar, Avrupa’yla biter.
Batılıların gerçekleri gizlemeye dayanan tarih
anlayışı, özellikle 19.yüzyılda ortaya çıkarılan ve gerçeği yansıtan
bulgularla, büyük bir sarsıntı geçirdi. Saygınlığı olan birçok tarihçi güç
durumda kaldı ancak bulunan sayısız belge ve bilgiye karşın “ünlerine” yakışmayan
bir savunma içine girdiler.
Bunlardan
biri olan Ernest Renan (1823-1892), Orta Asya ve Mezopotamya’da ortaya
çıkarılan buluntular üzerine şunları söyleyecektir: “Toprak altından çıkarılan
bu eski ve yüksek Babil uygarlığını; Türkler, Finuvalar (Ural kökenli
Laponlar ve Finliler y.n.), Macarlar gibi, şimdiye dek yakıp yıkmaktan başka
marifet göstermemiş ve kendilerine özgü bir uygarlık yaratmamış ırklar nasıl
yapmış olabilirler? Gerçi gerçek bazen gerçeğe benzemez gibi görünebilir. Eğer
bize, Samilerden ve Arilerden önceki uygarlıkların en güçlü ve en değerlisini
kuranların Türkler, Finovalar, Macarlar olduğu kanıtlarla ifade ve ispat
olunursa inanırız. Ancak bu kanıtların, onu kabul etmenin doğuracağı fecaat (yürekler
acısı durum y.n.) kadar güçlü olması gerekir”. 2
Türklerin Anavatanı
“Büyük
Kadırgan (Kingan) Dağlar’ından Baykal Havzası’na giden, oradan Altay Dağları
boyunca İtil Havzası’na vararak, Hazar Denizi Havzası, Hindukuş, Pamir,
Karakurum, Karanlık Dağları yoluyla ve Sarı Irmak’la yeniden Kingan Dağlar’ına
ulaşan çizgi içinde kalan bölgeye Orta Asya Yaylası denir. Türklerin anavatanı
bu yayladır”. 3
Atatürk’ün
destek ve önerisiyle 1930 yılında Türk Ocağı bünyesinde kurulan Türk Tarih
Kurulu, Orta Asya’yı ve Türkler için anlamını böyle tanımlıyor. Kurulda yer
alan Afet İnan, Tevfik Bıyıkoğlu, Semih Rıfat, Yusuf Akçura,
Dr.Reşit Galip, Hasan Cemil, Sadri Maksudi Arsal, Şemsettin
Günaltay, Vasıf Çınar ve Yusuf Ziya Özer, kısa ancak yoğun
bir çalışmayla “Türk Tarihinin Ana Hatları” adlı 606 sayfalık bir
çalışma hazırladılar ve bu çalışma 100 adet basılarak tartışmaya açıldı.
Orta Asya Yaylası’nın Türklerin anavatanı olması
üzerinde, daha sonra birçok tartışma yapılacak ve değişik düşünen çok sayıda
insan, bu konuda görüş bildirilecektir. Asya’nın önemli bir bölümünü kapsayan
bu büyük yaylanın, Türkler’in anavatanı olmasının tarih açısından bir önemi var
mıdır? Varsa, bu önemin kapsamı, düzeyi ve bugüne etkisi nedir? Bu etkiye nasıl
bir sınır çizilebilir?
Orta Asya’nın çok eskiden beri “Türkler’in anayurdu”
olması, bilinen ya da sanılandan daha önemli sonuçları olan ve günümüzü
dolaysız etkileyen bir tarih gerçeğidir. Bu olguyu önemli kılan, kuşkusuz
Türkler’in bugün ve geçmişte yaşamış oldukları yerin belirlenmesi değildir.
Tarih açısından önemli olan, ilk uygarlık gelişiminin bu yörede başlaması ve
buradan yayılması olasılığıdır.
Bu
olasılığın, kanıtlayıcı bulgularla tarihsel gerçek durumuna gelmesi,
yüzyıllardır sürdürülmekte olan Batı merkezci tarih anlayışının çöküşü anlamına
gelmektedir. Renan’nın “fecaat” olarak tanımladığı bu durum,
gerçekten “tarihin yeniden yazılmasını” gerektirecek kadar önemli bir
sonuç ortaya çıkarmıştır.
Tarihin Yeniden Yazılması
“Tarihin
yeniden yazılması” sürmektedir. Uygarlığa kıdem
biçmek isteyen her çalışma, ister istemez Orta Asya’ya yönelmektedir. Bu
yönelişte, bilime bağlı Avrupalı tarihçiler de yer almışlardır.
Bunlardan
biri olan Macar tarihçi L.Ligeti, “Bilinmeyen İç Asya” adlı
kitabında Avrupa dışındaki uygarlıklar konusunda şunları söylemiştir: “Eğer,
uygarlık alanında derece ve şeref eskiliğe, ilk olmaya verilecek olsa, zafer
dalı herhalde biz Avrupalılar’ın değil, başkalarının olurdu. Çünkü başka
yerlerde, yüzlerce binlerce yıllık uygarlıklar yaşayıp parıldarken, Avrupa
kavimleri barbarlığın uyuşukluğu içine gömülmüş bulunuyordu”. 4
Orta Asya
Orta Asya’nın değişik yerlerinde yapılan kazılar,
buluntular ve okunan yazıtlar; başka bölgelerde avcılık ve toplayıcılık dönemi
yaşanırken, burada yaşayanların, hayvancılığı ve tarımı bildiğini ortaya
çıkarmıştır.
Hayvan evcilleştiren, alet geliştiren, tarım için orman
açan ve tohumluk bitki yetiştiren, maden işleyen, yerleşim yerleri kurup devlet
oluşturan, yazıyı bulan bu insanlar; uygarlığın başlatıcısı olmuşlar ve bu
uygarlığı daha sonra başka bölgelere taşımışlardır.
Amerikalı kazıbilimci (arkeolog) R.Pumpelly, Aşkaabat
yakınındaki Anav’da yaptığı kazılar ve elde ettiği bulgular sonucunda;
M.Ö.9 binde Neolitik uygarlığın (Ortataş ve Madencilik arasındaki Cilalıtaş
Dönemi), 8.binde hayvancılığın, 6.binde ise madenciliğin, Orta Asya’da başladığını
açıklamıştır. 5 Bu tarihler, madencilikte en eski merkez olan
Sus’tan bin yıl öncesine gitmektedir.
Cordon Childe
gibi kimi tarihçiler, Anav’da saptanan uygarlığın dışardan geldiğini
ileri sürse de, kazıyı yapan Pumpelly ve Toung-Dekien, Anav’ın
merkez olduğunu ortaya çıkarmıştır. Anav ve Aşkaabat bölgesi,
o dönemlerdeki Önasya (Sümer ve Sus), Güney Asya (Hindistan, Sind, Harappa) ve
Uzakdoğu’da (Çin, Yunan, Yang-Shoo, Mançuri) daha sonra gelişen üç büyük
uygarlık arasında bir ilişki aracı ya da onların başlangıç merkezi olmuştur. 6
Tarihçi
Sinolog (Çin tarihini, dilini ve uygarlığını inceleyen bilim dalı) Karlgren,
Honan ve Mançurya’daki Neolitik uygarlığı buraya, Çin’in Batısında
yaşayan daha ileri bir uygarlığa sahip, Çinli olmayan bir kavmin getirdiğini
belirtmiş ve bu kavmin “Orta Asya’da yaşayan Türkler” olduğunu
söylemiştir. 7 Aynı alanda kazı ve inceleme yapan Arne de, Karlgen’le
aynı kanıya varmış ve “Çin’e ilk uygarlık ürünlerinin, Batıdan gelen ve daha
gelişkin bir kültüre sahip olan işgalciler tarafından getirildiğini” ileri
sürmüştür.8
Uygarlık Taşımak
Günümüzden 9 bin yıl öncesine dek giden 9 Orta
Asya uygarlığı, yalnızca Çin’e değil aynı zamanda Mezopotamya, Mısır ve
Hindistan’a da gitmiştir. 10 Önce Mısır ve Mezopotamya’da, daha sonra
Hindistan’ın kuzeyinde ve Hazar çevresinde bulunan yapıtlardaki ortak
nitelikler 11, Orta Asya uygarlığının yayıldığı alanın Çin’le
sınırlı olmadığını göstermiştir.
Sir Avrel Stein,
Andersson, Arne, Richthofen, Karlgen gibi bilim
adamları, Orta Asya’nın eski uygarlıkların kaynağı olduğu konusunda
birleşmektedirler. 12
Son
dönemlerde ise A.Belenitsky (1987), D.Sch.Beserat (1987) ve V.A.Rano
(1993); Orta Asya’da, Cilalıtaş dönemindeki yerleşik kültürlerin varlığını
saptamışlar bu bölgede, “yerleşik kültür merkezlerinin (station), Paleolitik
(Yontmataş) döneminden beri var olduğunu” ayrıntılarıyla ortaya
koymuşlardır. 13
Yazıtlar
Orta Asya’dan Batı Avrupa’ya, Mısır’dan İsveç’e,
İtalya’dan Anadolu’ya dek çok geniş bir alanda 410 yazıt okunmuştur. Okumalar
ve yaş saptamaları sonucunda, ilk kez Orta Asya’da ortaya çıkan resim ve yazıya
dönüşen harflerin (tamga) hemen aynısıyla, bu bölgelerdeki yazıtlarda da
kullanıldığı görülmüştür.
Yalnızca Doğu ve Güneydoğu Anadolu ve Mezopotamya’da,
M.Ö.15 binden başlayıp bin yılına dek inen 45 bine yakın kaya üstü piktogram
ve petroglif bulunmaktadır. Bu yörelerde ayrıca, çok eskiye giden ve
Türkler’e özgü özellikler taşıyan fosiller bulunmuştur. Konya Çatalhöyük’de
bulunan Ana Tanrıça’nın gövdesini örten yazıtlar, ön-Türkçe harflerle
yazılmıştır.
Tarihçi
J.Mellart, Çatalhöyük’ün tarihini M.Ö.6500 olarak saptamaktadır.
Mezopotamya’daki Tell Es Sawwan seramiklerindeki yazıtlar da ön-Türkçe
harflerle yazılmıştır ve yaşı M.Ö. 5500 olarak saptanmıştır. 14
Ön-Türkçe
Ön-Türkçe’nin okunması, Orta Asya uygarlığı ve en az
onun kadar önemli başka tarihsel sonuçları da ortaya çıkardı. Yeni bulgular,
uygarlığın başlangıcı konusunda Batıda onay gören tarih anlayışıyla
çelişmektedir. Üstelik bu çelişmenin, “göçebe barbarlar” ya da “tarihi
olmayan kavim” olarak değerlendirilen Türklerden kaynaklanması, Batı
tarihçileri için kolay kabul edilebilir bir gelişme değildir.
Durumu kabul edilmez kılan temel öğe, Türkçe konuşan ve
yazan insanların, çok eskilerde Asya’da oluşturduğu uygarlığın ortaya
çıkarılması değil, bununla birlikte bu uygarlığın göçler aracılığıyla dünyanın
büyük bölümüne taşındığının belgelenmesiydi.
Dilbilim
araştırmacısı Abdullah Rıza Ergüven bu konuda şu saptamayı yapmaktadır: “Asya’da,
Orta Asya’da, İç Asya’da kazılar sürdükçe insanlık tarihini alışılmış Avrupa
ambargosundan kurtaracak durumlar, buluşlar ortaya çıkıyordu. Yeni buluşların
önüne geçmek için, Avrupa Üniversiteleri araştırma ödeneklerini Afrika’da
çalışma yapacak dilbilimcilere ya da kazıbilimcilere vermeye başladı. Çünkü
onlara göre Asya’da yapılacak araştırmaların altından ‘bir çapanoğlu’
çıkacaktı. Kültür konusundaki ‘liderliği’ yitirmek istemiyorlardı”. 15
Abeceyi (Alfabeyi) Bulanlar
Kavram ve düşüncelerin resim ve çizgilerle
anlatılmasından kurallı yazıya, bağlı olarak abeceye (alfabeye) geçilmesinin,
M.Ö.8 binlerde başladığı kabul edilmektedir. Kuzey Orta Asya’daki Ulukem
Vadisi, Sülyek Köyünde bulunan, tarihi M.Ö.7000’e giden kaya yazıtı
bugüne dek bulunabilen en eski yazıttır. Ulukem yazıtları, bağrış ve
haykırışla anlatım döneminin bu bölgede sona erdiğini ve tek çekirdekli bir
dilin, ön Türk dilinin ilk kez burada oluştuğunu ortaya çıkaran belgelerdir.
Bu dilin başlangıçta yazıya dönüşen 22 harfi
bulunuyordu. Harf sayısı, iki bin yıl işlenerek M.Ö.5000’lerde 35’e ulaştı ve
sağlam kök yapısı olan bir dil ile bu dili kalıcı kılan kurallı bir yazı ortaya
çıktı. Başka hiçbir dilin bu denli eski bir belgeye sahip olmaması, dokuz bin
yılı aşkın geçmişi olan Ulukem ve Talas vadisi yazıtlarına, yalnızca
Türk değil, dünya tarihi açısından da olağanüstü bir önem yüklemiştir. Tahta
çubuklara yazılı Talas Vadisi yazıtları aynı zamanda, tarihteki ilk
devlet belgesidir. 16
19.Yüzyıl
sonlarında Türkistan’da kazı ve tarih araştırması başlatan R.Pumpelly,
1908’de Washington’da, araştırma sonuçlarıyla ilgili “Explorationin
Turkestan” adlı bir yazı yayınladı. O güne dek Batıda tartışmasız kabul
gören tarih anlayışını temelinden sarsan yazıda, Aşkabat’ta M.Ö.9
binlerde yerleşik bir kültürün varlığından söz ediliyor ve dayanakları
gösteriliyordu. Anav adı verilen bu kültürün yaşını daha sonra, A.Belenitsky
(1965) M.Ö.5 bin, D.Schmandt-Besserat (1987) M.Ö.6 bin, V.A.Ranov
ise (1993) M.Ö.7 bin olarak vermiştir. 17
Millet Kavramı
M.Ö.6.yüzyıl başlarında hükümdar olan Yolug Tigin,
devletine Biriki Budun (Birleşik millet) adını vermiş ve diktirdiği
anıta şunları yazdırmıştı: “Babamız ve amcamızın kazanmış olduğu milletin
adı ve gücü yok olmasın diye, Türk milleti için gece uyumadım, gündüz
oturmadım. Ökül Tigin ve İki Uşud (başbakan) ile birlikte, herşey yitirilmek
üzereyken kazandım. Kazanarak ‘Biriki Budun’un dağılmasını önledim”. 18
Yolug
Tigin’in bu sözlerle dile getirdiği
yönetim anlayışı, Türk tarihinin her döneminde geçerli olan bir geleneği temsil
eder. Devlete ve devletin geleceğine verilen önemi gösteren bu yaklaşım,
Göktürk yazıtlarında da konu edilecek ve hemen tüm Türk devletlerinin temel
politikası bu anlayış üzerine kurulacaktır.
Eşitlikçi Toplum
Ön-Türk devletleri, ortaya çıkış döneminin eskiliği
kadar, toplumsal ilişkiler ve yönetim biçimi bakımından da dikkat çekici
özelliklere sahiptirler. Bu devletlerde, yöneticiler kadar milleti oluşturan
bireyler de kutsal ve eşittirler. Milleti ilgilendiren önemli yönetim kararlarında
oy hakları vardır.
Töreyle
yönetilen boylar, ortak törete sahip devlet yapısı içinde birleştirilmiştir. Buğ
(yönetici önder) seçimle belirlenir. Töreler bir tür anayasal
düzenlemelerdir. Yazı bulunduğu için okullar açılmış ve özellikle devlet görevlerine
getirilecek olanlar, her yönden eğitilmişlerdir. Yerleşik yaşama geçtikleri
için kentler kurmuşlar, yönetim merkezi olarak kullanılan başkent
kavramını geliştirmişlerdir. 19
DİPNOTLAR
1 “Türkçülüğün Tanımı” Yusuf Akçura, Kaynak Yay., 1998, sf.17
2 “Histoire de Peuple d’Israel”
Ernest Renan
ak., “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Bas.,1996, sf.69
3 “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Bas., 1996,
sf.57–58
4 “Bilinmeyen İç Asya” L.Lageti, Türk Dil Kur.Yay., 1986, sf.5
5 “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Bas., 1996, sf.68
6 “Umumi Türk Tarihine Giriş” Ord.Prof.Zeki Velidi Togan, Edebiyat
Fakültesi Bas., 2.Bas., İstanbul–1970, sf.7 ve 397
7 “Compte rendu des publications
d’Andersson
1924 Karlgren ak. “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay.,
2.Bas., 1996, sf.86
8 “Painted Stone Age Pottery From The
Proumce of Honan, Chine 1925” Arne, ak. a.g.e,sf.86
9 “Hist de l’Asie”, Herbert H.Gowen, 1929, sf.18, ak.a.g.e. sf.87
10 “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Bas., 1996, sf.87
11 “La Civilisation Chinoise” Marcel
Granet, 1929
ve “I’Hist de l’Eyt Orient” Renée Grousset C.1, 1929, ak. a.g.e. sf.87
12 “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Bas., 1996, sf.87
13 “Ön Türk Tarihi” Haluk Tarcan, Kaynak Yay., 1.Bas., 1998, sf.22
14 “Ön Türk Tarihi” Haluk Tarcan, Kaynak Yay., 1.Bas., 1998, sf.41,
123, 147 ve 151
15 “Ön Türkçe: Batı Uygarlığının
Kökeni” Abdullah Rıza Ergüven, Teori Dergisi Ekim 2000, sf.45
16 “Ön Türk Tarihi” H.Tarcan, Kaynak Yay., 1.Bas., 1998, sf.144
17 “Ön Türk Tarihi” H.Tarcan, Kaynak Yay., 1.Bas., 1998, sf.56
ve 71
18 “Erken Türk Devletleri ve Türük
Bil” K.Mirşan,
MMB–1999, sf.34
19 “Ön Türk Tarihi” H.Tarcan, Kaynak Yay., 1.Bas., 1998, sf.58
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder