Özgürlüğe yönelik türe (adalet) duygusunun topluma
egemen kılınarak devlet politikası durumuna getirilmesi, eski Türklerdeki
yönetim biçiminin temel özelliğidir. Bu İslamiyetten önce de böyleydi, sonra da
böyledir. Türkler, Batı toplumları gibi köleci düzeni yaşamadı ve
devleti başından beri toplumun tümünü temsil eden toplumsal bir güç yaptı. Bu
tutum, onlara daha katılımcı, eşitlikçi ve daha özgürlükçü yönetim
biçimlerini kurma olanağını verdi. Batılılar bunu, sınıfsızlığın ve mülkiyetsizliğin
yarattığı geriliğin göstergesi saydı. Oysa, bu düzen söylenenlerin tam tersi;
her köken ve dinden geniş kitleleri kapsayan, onlara kendilerini geliştirme ve
ifade etme olanağı veren eşitlikçi bir içeriğe sahipti. İnsanlara,
yaşanabilir katılımcı bir ortam sunulmuştu.
Tarihe
Bakış
Uzun bir geçmişe dayanan toplumsal
gelişim, tüm zamanları kapsayan ve aynı niteliği açıklayan bir tanımla
açıklanamaz. Toplumsal gelişim, zamanla sınırlı, tek bir olgu değil,
değişkenlik içeren bir süreçler bütünüdür. Doğada olduğu gibi toplumda da
yaşanan sürekli değişim, olay ve olguları sınırsız ve kesintisiz bir ilerleme
içine sokar ve tarihsel olayların gerçekliğine zarar vermeden tanımlanmasını
güç ve karmaşık bir uğraş durumuna getirir.
Her olay kendisini yaratan ya da
etkileyen sonsuz sayıdaki olayla ilişkilidir. Olay ve olguların tümünü, aynı
anda ele alıp bilimsel çalışmaya konu yapmak, üstelik bunu geçmişte yaşanmış
olaylar, yani tarih için yapmak, olanaksızdır. Bilime, soyutlama yönteminin
(bir bütünün bir niteliği ya da bir ilişkisi üzerinde özellikle durup, öbür
ögelerini gözönünde bulundurmama) girmesi, bu güçlük nedeniyle olmuştur.
Günümüzde yaşadığımız olaylar,
tarihin en son, en yeni ve en ileri gelişmeleridir ancak toplumsal oluşumun
binlerce yıllık birikimini içinde taşır. Toplumun belleğini oluşturan bu
birikim, ne denli sönüme gidiyor olsa da, etkisini bugün de sürdürmektedir. Bu
nedenle tarih, yok olan bir geçmiş değil, bugüne biçim vererek canlılığını
koruyan ve geleceğe yön veren, yaşayan bir güçtür.
Tarihçilerin Türkiye ve Orta
Asya’da gerçekleştirdiği yapısalcı-işlevci (strüktüralist-fonksiyonel) bir araştırma; günümüz
Türkmenleri’nin, 11.yüzyıl Anadolu Türkmenleri’nin kültür özelliklerini, yüzde
39 oranında koruduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu oran Orta Asya’daki Merv
Türkmenleri’nde yüzde 69’a çıkmaktadır. 1 Tarihsel birikimin
günümüze dek yaşanan gerçekler olarak varlığını sürdürmesi, Türklerde belki
daha yüksek oranlıdır ancak tüm toplumlarda bu özellik vardır.
Batı-Doğu Ayrımı
Batının kökleri köleciliğe giden çıkarcılığı, bireyselliği
ve şiddete yatkınlığı ile Doğunun paylaşımcılığı, toplumculuğu ve
barışçılığı; yalnızca bugünün gerçekleri değil, binlerce yılda oluşmuş
özelliklerdir. Bu özellikler, insan davranışlarıyla sınırlı kalmamakta, yönetim
biçimlerine ve uygulanan politikalara, yansımaktadır.
Dünya, her dönemde olduğu gibi
bugün de değişim sancıları yaşıyor ve ileri doğru yenileşme sürüyor. Eğer insan
eylemi, yenileşmeye yön verip onu hızlandıracak ve en sancısız biçimiyle
gerçekleşmesine katkı koyacaksa, geçmişi bilmek, bugünü anlamak ve tümünü
birden kavramak zorunludur. Her alanı kapsaması gereken bu kavrayış, esas
olarak yönetim sistemleri ve siyasal yapılanmalar üzerinde yoğunlaşmalıdır.
Yönetim Biçimi
Türk toplumlarında, siyasi düzene
yön veren yönetim yapılanması, dönemlere ve dönemlerin yarattığı koşullara
uygun olarak, son derece değişik yöntem ve biçimler içerir. Dünyanın çok geniş
bölgelerinin ele geçirilmesi, çok sayıda uygarlıkla ilişki kurulması ve
egemenlik alanlarında başlangıçta nüfus olarak azınlıkta kalınması; özü
değişmemek koşuluyla değişik yönetim biçimlerinin yaratılmasını zorunlu
kılıyordu.
Eski Türkler, koşul ve olanakları,
en ince ayrıntısına dek değerlendiriyor; yönetilecek insanların benimseyeceği,
gerçeklerle uyumlu, hizmet üreten ve iyi işleyen, güçlü yönetim örgütleri
kuruyordu.
Bu büyük girişim, salt askeri güç
ve baskıyla gerçekleştirilebilecek bir iş değildi ve konuyla ilgili nitelikli
bir birikimi, gelişkin bir kültürü gerekli kılıyordu. İnsanların yaşam
gereksinimlerine, gelişim isteklerine, temsil haklarına yanıt veren ve insanı
temel alan bir yönetim yapısı geliştirilmeli ve bu yapı, ödünsüz biçimde
korunmalıydı. Türkler, bunu hemen her dönemde ve yüksek nitelikte başardılar ve
yönetim biçimleri konusunda sıradışı bir yaratıcılık ve üretkenlik içinde
oldular.
Köleciliği Yaşamamak
Türklerin,
Batı toplumları gibi köleci düzeni
yaşamaması ve katılımcı, eşitlikçi özgürlükçü yönetim biçimleri kurması; Batılılarca sınıfsızlığın ve mülkiyetsizliğin yarattığı gerilikte eşitlik olarak
değerlendirildi.
Oysa, Türkler’in toplum düzeni; köleci,
feodal
ve kapitalist toplum biçimlerini yaşamadığı için, Batıda
olduğu gibi doğaya ve insana yabancılaşmamıştı. Kölecilik, şiddet ve
gerilimi, yöneteni ve yönetileniyle Batı toplumlarının içine kalıcı biçimde
sokmuştu. Türkler, böyle bir dönem yaşamadığı için katılımcı düzenler
kurabilmiştir.
Bu
gerçeği bilen Atatürk, “Türkler’in demokratik niteliklerden yoksun”
olduğunu 2 ileri süren görüşleri yadsımış ve “Türkler’in ruhen demokrat doğmuş bir millet olduğuna, hatta dünya
üzerinde yaşamış ve yaşamakta olan milletler arasında ruhen demokrat olan tek
millet olduğuna inanıyorum” demiştir. 3
Batıda,
yönetilenler yöneten için, Türkler’de ise, yönetenler yönetilenler için vardı.
Örneğin, Fransa Kralı 14.Louis (18.yüzyıl), “devlet benim.
Uyruklarımın canı ve malı benimdir” 4 derken; Orhun
Yazıtları’nda Bilge Kağan (8.yüzyıl), “Türk milleti için gece
uyumadım, gündüz oturmadım” 5 diyordu.
Bilge
Kağan’ın yönetimle ilgili sözleri,
yalnızca ona özgü bir yaklaşım değil, Türkler’in toplumsal özellikleri
nedeniyle edindikleri ve yönetim işleyişine olduğu kadar kişisel davranışlarına
da yansıttıkları, köklü bir gelenek, yerleşik bir ahlak anlayışıydı.
Bu anlayış, Türkler’in yaşam
biçiminde varlığını sürdürdüğü gibi, hemen tüm yazılı belgelerde sürekli
yinelenmişti. Örneğin, Tanyukuk Yazıtları’nda konu duygulu bir biçimde ele
alınmış ve şunlar söylenmişti: “Geceleri uyumadan, gündüzleri oturmadan,
kızıl kanımı akıtarak (halka y.n.) hizmet ettim. Uzak yörelere devriyeler
gönderdim. Yerli yerine keşif kuleleri kurdurttum... Tanrı esirgesin, Türk
halkı içine zırhlı düşmanların akınına izin vermedim. Kazanmasaydım devlet de
halk da olmayacaktı. Kazandığım için, devlet devlet oldu, halk halk oldu”. 6
Adalet ve Eşitlikle Güçlü Olmak
Eski
Türkler’de yönetim gücünü elinde bulunduranlar, toplumun saygı gösterdiği bu
gücü kullanırken dikkatli davranırlar, adil olmağa çalışırken yetke (otorite)
yitimi doğurabilecek bir güçsüzlük içine düşmezlerdi. Yönetim gücünü bölmeden,
paylaşımcılığın yol ve yöntemini bulur ve bu yöntemi, devlet işleyişine
yerleştirirlerdi.
Varsılların
ya da yönetim gücünü kullananların yaşam biçimi, toplumun ortalama değer
ölçülerinden çok ayrımlı olmazdı. En üstten başlayarak halka dek ulaşan ve
yönetim işleyişinde katılımcılığı sağlayan kurumlar vardı. Bu kurumların
en üstünde yer alan hakanın durum ve davranışları, giysileri, zevkleri sıradan
insanlardan pek de ayrımlı değildi.
Örneğin, Roma İmparatorluğu’nu sarsan,
onun yıkımına yol açan ve döneminin “dahi komutanı” olarak ünlenen Attila
için, onu ziyaret eden Romalı General Priskus şunları söylemiştir: “Hunlar’ın
Kralı, gücünün doruğundayken ve görkemli bir saraya sahipken bile, yalnızca
tahta bir kupadan içki içer ve tahta kaplarda yemek yer, basit giysiler
giyerdi. Öyle ki, halkın giydiklerinden tek farkı, giysilerinin daha temiz
olmasıydı”. 7
Türk Yönetim Düzeni
Türk
toplumlarında devlet yapısı ve yönetim biçimi; Batıdan çok başka öncelikler,
özellikler ve anlayışlar üzerine kurulmuştu. Kut adını verdikleri
yönetim düzeninin, kurucusu ve koruyucusu gördükleri devlete, büyük saygı
gösteriyor ona il diyorlardı.
İlin başındaki Kağan, bir hükümdardan çok, yüksek
bir işyardıydı (görevli),
Devlet, Türkler için, “toplumda düzen ve güveni sağlayan; eşitliği,
doğruluğu ve hukuku geçerli kılan; dışa karşı bağımsızlığı koruyan, etkili ve
güçlü, vazgeçilmez bir örgüttü”. 8
Kağanlar, halkın kamu düzenine ve devlete olan saygısını
üzerinde toplayan, bu nedenle buyruklarına sıkıdüzenle (disiplinle) uyulan
önderlerdi. Devleti, toplumsal yaşamın gereklerine ve töreye uygun
olarak yönetmekle yükümlüydüler. Yerinin hakkını verip halkın güvenini
kazandıklarında, hem kendilerinin hem de devletin saygınlığını yüceltir ve
benzeri olmayan bir yönetim gücüne sahip olurlardı.
Yönetim
biçimine yön veren töre; toplumda kabul gören sosyal birikimler,
gereksinimlere yanıt veren yeniliğe açık geleneklerdi. Halk toplantılarında
kabul edilen yasaların genel toplamıydı. Türkler için önemi yaşamsaldı. “Ülke’den
geçilir, töreden geçilmez” atasözü 9, ona verilen önemi ve
ülkenin ancak töreyle var olabileceğini gösteren bir özdeyiştir.
Töreyi güncelleştiren ve onun uygulama koşullarını belirleyen
buyruklar, halkın katıldığı toplantılarda kabul edilirdi. Bu
toplantılar halka, hem yönetime katılma, hem de onu denetleme hakkı sağlardı.
Asker ya da sivil, her kesimde ve değişik nitelikte halk toplantıları yapılır,
yaptırım gücü olan bu toplantılar kurumsallaşarak yönetim işleyişinin temelinde
yer alırdı. 10
Kurultaylar ve Katılımcılık
Devlet
politikasını belirleyen önemli kararlar, silah taşımaya ya da savaşma
yeteneğine sahip herkesin katıldığı kurultaylarda alınırdı. Kurultay
toplantılarına, savaşlara katılma yeterliliğinde oldukları için kadınlar da
katılıyordu. 11
Hititlerde
yönetim deneyimine sahip yetkililerin katıldığı Pankuş adı verilen bir
meclis vardı. Bu meclis hükümdarın yetkilerini kısıtlıyor ve uygulamalarını
denetliyordu. Hükümdardan sonra meclise karşı sorumlu en üst yetkili, tavanna
denilen hakanın eşiydi.
Hitit
tarih yazıcıları, yönetim olaylarını ve savaşları hiçbir hükümdara bağlı
kalmadan özgürce yazabiliyor ve yansız tarih yazıcılığının ilk örneklerini
veriyorlardı. 12
Eski
Türklerde, yönetim organlarında yer alan ve bürokratik işleyişi düzenleyen
devlet yetkilileri, görevlerini yaparken; toplum yararını, devleti ve halkın
çıkarlarını korumayı herşeyin üzerinde tutar, bunun için de, uygulamalarda kurultay
kararlarını esas alırdı.
Yönetimin
en üstündeki kağana bağlı olarak çalışan, katılım yetkileri yüksek beyler
bulunurdu. Batı Göktürklerinde şadapit adı verilen bu üst yöneticilerin
atamalarında, bilgi ve yeterliliğe özel önem verilirdi. Yönetimde sürekliliği
sağlamaları için şadapitler, genellikle yönetim deneyimi olan ailelerden
seçilirdi.
Devlet
görevleri, babadan oğula geçen bir hak değildi. Ancak yönetici ailelerinin
çocukları, eğitim ve yetişme biçiminin yarattığı birikim nedeniyle, hemen her
zaman atandıkları görevlerde başarılı olurlar, yerlerini doldururlardı.
Çocuklarını devlete yönetici yetiştirmek, kimi aileler için, kuşaktan kuşağa
geçen bir gelenek olmuştu.
Şadapitler’in hemen altında, devlete yaptıkları hizmet ve
yetenekleriyle aşağıdan gelerek yükselmiş olan görevliler vardı. Bunlar Tarhan’lardı.
Buyruk adı verilen sıradan memurlar ise, kurultaylarda alınan kararları, üst yöneticilerin
denetiminde yaşama geçiren uygulayıcılardı. Yeterlilik (liyakat) ve deneyim, buyruk
memurları için de esastı.
Atamalarında kayırma ya da
ayrıcalık söz konusu olamazdı. Buyruklar ve diğer tüm devlet
görevlileri, atandıkları oruna (makama) göre başka ünvanlar da alırdı. Kağan’ın
kardeşine yabgu, vilayetleri yönetenlere şat, kağa
soyundan gelen yöneticilere tegin denirdi. Bu yüksek ünvanlardan başka alpaga,
tutun gibi başka ünvanlar da vardı. 13
Meclisler
Türk
toplumunun temelinde, iyi işleyen bir kamu düzeni ve köklü bir hukuk geleneği
bulunuyordu. Dönemler arasında adları ve işleyiş biçimleri değişen, ancak
sürekli yenilenerek gelişen meclisler, halkın tümünü (kara-budun) temsil
eden ve yönetim sisteminin özünü oluşturan kurumlardır. Ön-Türk tarihinin
bilinen en eski dönemlerinden beri varlığını sürdüren bu kurumlar,
M.Ö.üçbinlerde yetkinleşmiş, en gelişkin biçimine, toy adıyla Göktürkler
döneminde ulaşmıştır. 14
M.Ö.3-2
bin arasında varlığını sürdüren On-Ok devletinde; “kendisini ulusa
adamak, ulusun geleceğini düşünmek ve halkı kutsal saymak”
hakanın temel görevleriydi. On-Ok halkının; “hakanı denetleme, uygulamalarının
iyi ya da kötü olduğuna karar verme ve onu ödüllendirme” hakları vardı.
Halkın
ve yönetenlerin karşılıklı görev ve sorumlulukları kurallaştırılarak, hukuksal
bir düzene kavuşturulmuştu. Bu hukukun temelinde, egemenliğin ulusun
yetkisinde bulunma anlayışı vardı. Demokrasinin başlangıcını
M.Ö.yediyüzlerde ortaya çıkan Grekler’de değil, burada aramak
gerekiyordu. 15
Türk toplumlarında görülen
meclisler, son derece özgündü. Ne On-Ok toplantılarına (forum),
ne Göktürklerin meclislerine (toy), ne de bu meclislerin halktan gelen “temsilcilerine”
(toygun), çağcılı olan hiçbir devlette rastlanmıyordu. Göktürk toyları,
kağanın başkanlığında toplanıyor; o
olmadığında, hanedan mensubu olmayan toy üyeleri (aygucu ve ügeler)
başkanlık yapıyordu. Bu kişiler ayrıca, başbakan konumundaydılar. Toylar,
Göktürk toplumunda o denli önemli yere sahiptiler ki, birçok kez kağanın
seçilmesi ya da düşürülmesine karar vermişlerdi. 16
Kaan Yetkesi
Yasama
yetkisine sahip temsili kurumların varlığı ve bu kurumların, yetkisini herhangi
bir sınırlamaya bağlı kalmaksızın kullanması; devletin en üstünde yer alan kağanın,
yönetim gücünü yeterince kullanamayan etkisiz bir temsilci durumuna düşmesine
yol açmazdı. Kağanlar, yetkileri töreyle belirlenen bir tür atanmış
görevlilerdi. Halktan büyük saygı görürler ve yasaların (törenin)
kendilerine verdiği yetkiyi, tüm budun bireylerinin içten desteğiyle
özgürce kullanırlardı.
Kağanlar ülkeyi, yani töreye göre “ata yadigârı
kutsal vatan topraklarını”, dışa karşı korumak; içerde, budun’un “gönenç
ve güvenliğini” sağlamak zorundaydılar. O dönemlerdeki başka toplumlarda,
özellikle Batı toplumlarında olduğu gibi; ülke topraklarını, serbestçe
kullanabileceği mülkleri olarak görmez, bireysel yönetime yönelmez ve
isteğe bağlı uygulama yapmazlardı.
Milletin
görevi kağana bakmak değil, tam tersi kağanın görevi milleti koruyup
onun haklarını gözetmek, doyurmak, ulusal bütünlüğü sağlamak ve ülkeyi her
türlü dış saldırıdan korumaktı. Ordunun başında olmak ve ordunun
gereksinimlerini sağlamak, halkın gönencini ve yaşam düzeyini yükseltmek,
milletin sevgi ve güvenini kazanmak; yönetim sorumluluğunun temel ve
vazgeçilmez koşullarıydı.
Kağanın yüklendiği görev ve sorumluluk, Orhun Yazıtları’nda, Bilge Kağan’ın ağzından
şöyle dile getirilmişti: “Tanrı buyurduğu ve lütfettiği, talih ve kısmetim
olduğu için; ölecek milleti diriltip kaldırdım. Çıplak milleti giydirdim,
yoksul milleti varsıl ettim, nüfusu az milleti çok ettim. Başka devletler
karşısında onları üstün kıldım. Dört bucaktaki milletleri barışa zorunlu kıldım
ve düşmanlıktan vazgeçirdim”. 17
Yeterlilik
Türkler’de
bir kağan ya da bey öldüğünde, oğlu “devlet ya da boy
yönetiminde yeterli değilse” onun yerine geçemezdi. Kurultay, ya da toy
toplanır, yeni bir önder seçerdi. Önder olmak için, siyasi
etkinlik yeterli olmazdı. Askeri yetkinlik de çok önemliydi ve bu olmazsa olmaz
bir koşuldu. “Yalnızca, kılıç tutabilen el hükümdar asası tutabilir”
sözü eski bir Türk özdeyişiydi. 18
M.S.581’de
Çinlilerin Talo-pi adını verdiği Göktürk prensinin kağanlık sırası
gelmiş olmasına karşın; “annesi Çinli olduğu için” toy tarafından
tanınmamış, yerine “cesur ve kahraman” olduğu için amcası İşbora
seçilmişti. Göktürk Kağanı İnel, 8.yüzyıl başında, “buduna
karşı görevlerini yerine getirmediği için” tahttan indirilmişti. Toylar,
kağanı meşrulaştırdığı gibi, gerekçe göstermek koşuluyla, görevden alabiliyordu.
19
Kötü
yöneterek halka sert davranan ve devletin geleceğini tehlikeye sokan kağanlara
karşı, toylar önlem almazsa, halk bizzat devreye girer ve yönetimi
değiştirmek için eyleme geçerdi. Atasözü haline gelen “il mi yaman, bey mi
yaman” özdeyişi, egemenliğin hakanda olmayıp, ilde
yani halkta olduğunu gösteren bir tümcedir. 20
Göktürk Kağanı Kapgan,
“halka kötü davrandığı ve toy buna ses çıkarmadığı için”, Bayırku
boyu tarafından 716 yılında öldürülmüştü. 21 Halkın baskıya
yönelen siyasi erk’e karşı
tepki gösterme eğilimi, sonraki dönemlerde de varlığını sürdürmüş ve Osmanlıya
karşı Türkmen direnişlerinde ve özellikle Batı Anadolu’da yaygın olan zeybek
geleneğinde yaşayarak günümüze dek gelmiştir.
Yaşam Biçiminin
Sağladığı Eşitlik
Kişisel özgürlüklerle, devletin
çıkarları arasında kurulan denge ve bu dengenin topluma verdiği girişim gücü;
somut koşulların, gereksinimlerin ve ekonomik-siyasi birikimin sonucuydu.
Orta Asya’nın insan sömürüsüne olanak vermeyen ağır yaşam koşulları,
toplum varlığını sürdürmek için kamucu anlayışa dayalı devletçiliği,
devletçiliğin iyi işlemesi ise bireylerin özgür ve girişimci olmasını gerekli
kılıyordu.
Devlet, toplumun azınlığını
oluşturan bir sınıfın değil, bir bütün olarak halkın tümünün yani milletin
çıkarlarını savunmak zorundaydı. Birey haklarını geniş bir alana yayan bu
zorunluluk, kaçınılmaz olarak, yönetim işleyişinin demokratikleşmesine ve
katılımcı bir siyasi ortamın oluşmasına yol açıyordu. Türk toplumlarında
görülen, devletle bireyin birbiriyle çelişmeyen bütünlüğü, toplumun içinde
bulunduğu koşullardan kaynaklanıyordu.
Ön Moğol tarihinde, Cengiz Han’ın
içinden çıktığı kabul edilen Borcigin
boyunun atası Bodoncar, Türkleri
eşitçi yaşamlarını öne çıkararak; “büyüğü
küçüğü yok, iyisi kötüsü de yok. Baş olan da, ayak olan da yok, hepsi eşit” biçiminde tanımlamıştı. 22
DİPNOTLAR
1 “Türklerin Tarihi” D.Avcıoğlu, 3.Cilt, Tekin Yay., 1995, sf.86
2 “Atatürk ve Devrim” Ord.Prof. E.Z.Karal, Zir.Ban.Kül.Yay.,
Ank.–1980, sf.111
3 a.g.e.
sf.112
4 “Türkler’in Tarihi” D.Avcıoğlu, Tekin Yay., 1995, 3.Cilt, sf.1287
5 “Bilge Kağan Yazıtı” Doğu Cephesi 27–30, ak. Prof.Ahmet Taşağıl, Bilim
ve Ütopya Dergisi, Şubat 2003, Sayı 104, sf.22
6 “Orhon Yazıtları–Kul Tigin, Bilge
Kağan, Tanyukuk” Talat Tekin, Simurg
İst.–1995, sf.93
7 “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Bas. 1996, sf.347
8 a.g.e.
sf.347
9 “Türkçülüğün Esasları” Ziya Gökalp, Kum Saati Yay., 2001, sf.169
10 “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Bas. 1996, sf.348
11 a.g.e.
sf.348
12 “Türkler’n KültürKökenleri” Ergun
Candar, Sınırötesi Yay., 2002, sf.190
13 a.g.e.
sf.348
14 “Türk Milli Kültürü” İbrahim Kafesoğlu, İst.-1984, sf.215, ak; Prof.Dr.Ahmet Taşağıl,
Bil.ve Ütop.Dergisi, Şubat 2003, Sayı:104, sf.23
15 “Ön Türk Tarihi” Haluk Tarcan, Kaynak Yay., 1998, sf.237
16 “Göktürler’de İdari ve Sosyal Yapı” Prof.Dr. Ahmet Taşoğıl Bil.ve Ütop.Der.,
Şubat-2003, Sayı 104, sf.23
17 “Bilge Kağan Yazıtı, Doğu Cephesi” 27–30, ak. Prof. Dr. Ahmet Taşoğıl Bil.ve
Ütop.Der., Şubat-2003, sayı 104, sf.22
18 “Tarih II–Kemalist Eğitimin Tarih
Dersleri” Kaynak Yay., 3.Bas. 2001, sf.303
19 Çin
Kaynakları SS 84, sf.1865; PS 87, sf.3290; TCTC 175 sf.5449, ak. Prof Dr.Ahmet
Taşağıl a.g.d. sf.22
20 “Türkçülüğün Esasları” Z.Gökalp, Kum Saati Yay., 2001, sf.169
21 Çin
kaynakları CTS 194 A, sf.5173; HTS 215 A, sf.6049, ak. Prof Dr. Ahmet
Taşağıl a.g.d. sf.22
22 “Moğolların İçtimai
Teşkilatı” B.Y.Viladimirtsov, sf.103-104; ak. Doğan Avcıoğlu “Türklerin Tarihi” Tekin Yay., 1.Cilt, 1995 İst.,
sf.248
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder