Mustafa Kemal, Samsun’a çıkmadan bir hafta önce
11 Mayıs 1919’da, ilk Kürt ayaklanması başladı. Midyat’ın Güneyindeki aşiretlerin
reisi olan Ali Batı, Kürt devleti kurmak
üzere ayaklandı. Üç ay süren ayaklanma, 19 Ağustos 1919’da bastırıldı. Ankara Hükümeti’nin
kurulmasından sonra arka arkaya patlak veren Kürt ayaklanmalarının ilki Koçgiri Ayaklanması’ydı. 135 köye yayılmış olan Koçgiri aşireti, Yunan Ordusu’nun Bursa’dan
saldırıya geçmesinden iki hafta önce, saldırıya destek olurcasına, 6 Mart 1921 günü
ayaklandı. Nasturi Ayaklanması, Musul sorununun Milletler Cemiyeti’nde
görüşülmesinden bir gün önce ortaya çıktı.
Emperyalist
Karışma
Batılı büyük devletler, Kurtuluş Savaşı’nda ve Cumhuriyetin ilk yıllarında
uygulamaya çalıştıkları ancak başarılı olamadıkları Kürt politikasını, hemen
aynısıyla bugün yeniden gündeme getiriyor. Atatürk döneminde tam
anlamıyla bozulmuş olan bu oyun, 21.yüzyılın başında yeniden oynanıyor ve ne
yazık ki bu kez daha başarılı olunuyor...
Devrim
ilkelerinin resmi politikadan çıkarılmış olmasının olumsuz sonuçları, bu konuda
da etkisini gösteriyor ve 1930’lu yıllarda çözülmüş olan sorun, bugün yeniden
sorun durumuna geliyor.
Atatürk ve Kürtler
Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Savaşı’na başlarken, Misak-ı
Milli sınırları içinde kalan Kürt unsurların, emperyalizmin ayrılıkçı
yaymacasına ve maddi çıkar sözverilerine kanarak, ulusal savaşıma zarar verecek
bir davranış içine girmemeleri için yoğun çaba göstermiştir.
Atatürk, Türkiye Kürtlerini hiçbir zaman yabancı
unsur olarak görmemiştir. O’nun için, Kürtler; tarihsel, toplumsal ve kültürel
olarak, Türk toplumu içinde yaşayan yerel unsurdur. Çıkarları ve gelecek
umutları; Misak-ı Milli sınırları içinde yaşayan insanların tümü gibi,
bağımsız bir ulusun
yaratılmasına bağlıdır. Kurtuluş Savaşı’na başlarken,
15.Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa’ya gönderdiği yazıda; “...
Ben Kürtleri ve hatta öz kardeş olarak bütün milleti bir tek nokta çevresinde
birleştirmek ve bunu bütün dünyaya Müdafa-i Hukuku Milliye Cemiyetleri
aracılığıyla göstermek karar ve azmindeyim” diyordu.1
Atatürk, kurtuluştan hemen sonra 16 Ocak
1923 günü İzmit’te yaptığı konuşmada, Kürt sorunuyla ilgili dilek ve
görüşlerini açıklar. Vakit Gazetesi başyazarı,
Ahmet Emin Yalman’ın, “Kürt sorunu nedir?” sorusuna verdiği yanıtta
şunları söyler: “Bildiğiniz gibi bizim milli sınırlarımızda var olan Kürt unsurlar, o şekilde
yerleşmişlerdir ki, pek az yerde yoğundurlar. Fakat yoğunluklarını yitire yitire
ve Türk unsurunun içine gire gire öyle bir sınır doğmuştur ki, Kürtlük adına bir
sınır çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek gerekir. Sözgelimi, Erzurum’a
kadar giden, Erzincan’a, Sivas’a kadar giden, Harput’a kadar giden bir sınır aramak
gerekir. Ve hatta Konya çöllerindeki Kürt aşiretlerini de gözden uzak tutmamak gerekir”.2
İsmet
İnönü, Lozan’da
Türkiye adına okuduğu bildiriye; “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti
Türklerin olduğu kadar Kürtlerin de hükümetidir; çünkü, Kürtlerin gerçek ve
meşru temsilcileri, Millet Meclisi’ne girmiştir ve Türklerin temsilcileriyle
aynı ölçüde ülkemiz hükümetine ve yönetimine katılmaktadırlar” demiştir.3
Yurttaşlık Bağı
Anadolu’da yaşayan ve Türk ulusunu oluşturan
tüm unsurların, birbirlerine yurttaşlık bağıyla bağlı, eşit ve özgür bireyler
olduklarının kabul ve ilanı, ‘günün
gereği olarak’ ortaya sürülen göstermelik siyasi bir davranış değildir.
Özellikle Türk ve Kürtlerin birbirlerinden ayrılmaları; gerek kültürel ve
tarihsel oluşum, gerekse yaşadıkları coğrafya nedeniyle olanaksızdır.
Kemalizmin konuyla ilgili saptamaları içtendir, bilimsel ve toplumsal
gerçeklere dayalıdır.
Mustafa Kemal Türk ulusunun tanımını; “Türkiye
Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” biçiminde
yapmıştır.4 Burada kullanılan “Türkiye Halkı” tanımı,
bilinçli olarak seçilmiştir ve ulusu oluşturan, değişik etnik kökenden
unsurları kapsamaktadır.
Belirleyici olan unsurun, ulusa adını ve
dilini vermesi ise olağan bir sonuçtur. Önemli olan, ulus bireylerinin her
yönden eşit olmaları ve bu eşitliğin, gerek devletin ve gerekse toplumun bütün
birimlerinde gerçek anlamda yaşama geçirilmesidir.
Fransız Ulusunun adını Franklar
vermiştir. Ancak, Fransa Franklardan başka, Normanlar, Basklar,
Brötonlar, Provensaller, Korsikalılar vb. gibi birçok etnik yapı
ve ırkın karışımından meydana gelmiştir... İtalyan Ulusu ise adını aldığı İtalyot’ardan
başka Romalılar, Germenler, Etrüskler ve Yunanlılardan
oluşmuştur.
Türk
Ulusu ise bunlardan çok daha zengin bir etnik yapı üzerine oturmuştur. Tarihi
köklerine dek gidilirse; Sümerler, Hititler, Lidyalılar, İyonlar’dan
geçerek ve her çeşit Türk boyuyla birleşerek, Çerkezler, Arnavutlar,
Kürtler, Lazlar vb. oluşmuştur. Ancak, Türk ulusuna adını veren,
kuşkusuz ki asal unsur olan Türklerdir.
Kurtuluş Savaş’ıyla Başlayan
Ayaklanmalar
Mustafa Kemal, Samsun’a çıkıp ulusal savaşımı
başlattıktan sonra, Kürt ayaklanmalarında büyük bir artış görüldü.
Ayaklanmaların çıkış zamanlaması bunların bir merkezden yönlendirildiğini
gösteriyordu. Nitekim 50 yılı aştığı için bugün açıklanmış bulunan, ABD,
İngiltere, Fransa ve Almanya gizli belgelerinde bu durum çarpıcı bir biçimde
görülmektedir.
Mustafa
Kemal, durumu
bu belgeleri görmeden saptamıştı. Elazığ Valisi Ali Galip ve Noel’in
Sivas Kongresi’ni basacağı duyumunu aldığında Kongre’de şu konuşmayı yapmıştı: “İngilizlerin
amacı, para ile memleketimizde propaganda yapmak ve Kürtlere Kürdistan kurma
sözü vererek, aleyhimize ve bize karşı suikast düzenlemeye yöneltmek olduğu
anlaşılmış, karşı önlemler alınmıştır”.5
İngiliz Belgeleri ve Ayaklanmalar
İngiltere’nin İstanbul’daki Yüksek Komiser
Yardımcısı Amiral Webb, Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönderdiği
19 Ağustos 1919 günlü raporda şunları yazıyordu: “Amerika, Trabzon ve
Erzurum’u içine alan bir Ermenistan’ı himaye edecek, geri kalan dört il ise bir
Kürt devleti olarak İngilizler’in himayesine bırakılıyor”.6
Kürt aşiret reislerinin nasıl satın
alındıklarını ve kime karşı kışkırtıldıklarını gösteren iki gizli belgeyi, bir
başka İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, 9 Temmuz 1919 ve 21
Temmuz 1919 tarihlerinde hazırlar ve Londra’ya gönderir: “Binbaşı Noel (Kürtler
içinde çalışan binbaşı rütbeli bir İngiliz ajanı) Abdülkadir ve
Bedirhanoğulları ile görüştü. Abdülkadir satın alındığı takdirde güçlük
çıkarmaz”.7 “Binbaşı Noel, Kürt şefleriyle görüş birliğine
varırsa, bundan büyük yararlar sağlayacağını söylüyor... Kürtler henüz Mustafa
Kemal’e karşı ayaklanmadı. Noel bunu başarabileceğinden emin”.8
İngilizler’in, Kürtleri çıkarları için nasıl
kullandığını gösteren kendilerine ait iki gizli rapor, o gün olduğu gibi bu gün
de geçerliliğini korumaktadır ve emperyalizmin azgelişmiş ülke insanlarına
bakışını göstermesi açısından ilginçtir. Hohner imzalı ve 27 Ağustos
1919 tarihli yazanakta şöyle söylenmektedir: “Kürt sorununa verdiğimiz önem
Mezopotamya’ya verdiğimiz önemdendir. Yoksa Kürtlerin ve Ermenilerin durumu
bizi hiç ilgilendirmez”.9
Öbür
yazanak, 28 Kasım 1919 tarihlidir ve İngiliz ajanı Kindston kaleme
almıştır: “Kürtlere ne kadar inanmasak da onları kullanmamız çıkarımız
gereğidir”.10
ABD Görüşü
O günlerin genç ve atak yeni emperyalist
ülkesi ABD’nin, İstanbul’a Yüksek Komiserlik göreviyle gönderdiği,
deneyimli subayı Amiral Bristol; Kürt sorununun gerçek temellerini,
Washington’a gönderdiği, 20 Şubat 1922 tarihli gizli raporda ortaya koyar.
Bristol raporda şunları söyler; “...
Şimdi Kürdistan Mezopotamya’nın ünlü petrol yatakları nedeniyle yabancı
entrikalar başladığı için kuşkusuz ciddi sorunlar yaratabilecektir. İngilizler
herhalde, Kürdistan’ı denetim altına almak için Kürtleri Türklere karşı
kullanmak isteyecektir... Batıdaki savaş Türklerin lehine biterse, Türkler
yetenekli askeri liderlerinin biriyle Kürt sorununa son verebilir. İngilizler
kuşkusuz bu durumu bilmektedir. Gene de Kürt sorunu ile uğraştığı sürece,
Mustafa Kemal’in Musul’a el koyamayacağını düşünmektedirler. Dolayısıyla
Kürtçülük hareketlerini desteklemektedirler”.11
Mayıs
1919: Ayaklanmalar Başlıyor
Kurtuluş Savaşı örgütlenip kalıcı bir güç olmaya
başlayınca, önce gerici ayaklanmalar hemen ardından da Kürt ayaklanmaları
ortaya çıktı. 1920 ve 1921 yıllarında irili ufaklı tam 60 gerici ayaklanma
oldu. Bandırma, Gönen, Susurluk, Kirmasti, Karacabey,
Biga, İzmit, Adapazarı, Düzce, Hendek, Bolu,
Gerede, Nallıhan, Beypazarı, Bozkır, Konya, Ilgın,
Kadınhanı, Karaman, Çivril, Seydişehir, Beyşehir,
Koçhisar, Yozgat, Yenihan, Boğazlıyan, Zile,
Erbaa, Refahiye, Zara, Viranşehir bu ayaklanmaların
bir bölümüydü.12
İlk Kürt Ayaklanması, 1919 Mayıs’ında ortaya
çıkan Ali Batı Ayaklanması’ydı. Bunu, 1921 Mart’ında “Sevr'in uygulanmasını isteyen” Koçgiri,
1924 Ağustos’unda “Musul'un İngilizlerde kalmasını isteyen” Nasturi Ayaklanmaları izledi.
Musul ve Nasturiler
Musul’un kime kalacağı tartışmalarının olduğu
günlerde, İngiltere Musul sorununun ele alınması için Milletler Cemiyetine
(dönemin Birleşmiş Milletleri) başvurdu. Bundan bir gün sonra, 7 Ağustos
1924’de Nasturi Ayaklanması başladı. İngilizler; Erbil, Kerkük ve
Rewanduz bölgelerinde silahlandırdıkları Nasturileri (bölgede yaşayan
bir Hıristiyan topluluğu) Hakkari bölgesinde ayaklandırdı.
Ayaklanma
28 Eylül 1924’de bastırıldı ve ayaklanmacılar İran’a kaçtı. Musul’u denetimi altına
almak isteyen İngilizler bu ayaklanmayı planlamıştı. Milletler Cemiyeti’nde, “Türklerin,
kendi sınır boylarına bile hakim olamadıkları, Musul’u almalarıyla orayı da
istikrarsızlaştıracakları” yönünde yaymaca yaptılar.
Şeyh Sait
Nasturi Ayaklanması’nın bastırılmasından yaklaşık dört
ay sonra, Sunni Şafi mezhebinden bir Nakşibendi olan Şeyh Sait,
ayaklandı. Hamidiye alay komutanlarından Mutki aşireti reisi Muşlu Hacı Musa,
Mayıs 1923 de Erzurum’da, Kürt Azadı Cemiyeti’ni kurmuştu.
Şeyh Sait bu derneğin üyesiydi. Kürt Azadi
Cemiyeti’nin 1924 yılındaki ilk kongresinde; en geç Mayıs 1925 tarihinde
bir ayaklanma başlatılacağı, gerekli dış yardımın İngiliz ve Fransızlar
tarafından yapılacağı, kongreye katılan delegelere bildirilmişti. Ayaklanma biraz
da rastlantı sonucu saptanan günden önce, 13 Şubat 1925’te başladı. Türkiye’de
düşünülen demokratik açılımların, zorunlu olarak, gerilemesine neden olan bu
ayaklanma, 3,5 ay süren etkili bir savaşım ile 31 Mayıs 1925 tarihinde
bastırıldı.
Kürt
ayaklanmaları, Şeyh Sait Ayaklanması’ndan
sonra da sürdü. 1938’e dek süren bu ayaklanmaların adları ve tarihleri
şöyleydi; Sasan Ayaklanması (1925-1937), Ağrı Ayaklanmaları
(1926-1930), Koçuşağı Ayaklanması (1926), Zeylan Ayaklanması
(1930), Oramar Ayaklanması (1930). Cumhuriyetin ilanından sonra meydana
gelen bu ayaklanmalardan başka; Roçkotan ve Raman (1925), Biçar
(1927), Tendürük (1929), Savur (1930), Pülümür Tedip
(yola getirme) eylemceleri (harekatları) meydana gelmiştir.
Dersim’in
Önemi
Dersim Ayaklanması’nın, gerek ayaklanmacılar gerekse genç Cumhuriyet açısından
ayrı bir önemi vardır. Kürt olmayan Dersim, Osmanlı’dan beri zorlu doğa
koşulları ve etkin aşiret egemenliğiyle, Anadolu’nun ortasında içine kapanmış
ayrı bir ülke gibiydi. Bölgeye tümden egemen olan aşiretler; vergi vermiyor,
askere insan göndermiyor ve kendi adlarına vergi topluyordu. Sürekli olarak
besledikleri özel silahlı güçleri vardı.
Dersim’de yerleşik düzen, aşiretçilik ve
göçerlikti. Bölgenin tek “ekonomik” eylemi, ticaret değil eşkiyalıktı.
Türkiye Cumhuriyeti yasaları bu bölgeye henüz yeterince ulaşmamıştı. Ulusal
bütünlüğün tamamlanması, Dersim halkının, aşiret baskısı ve gerilikten
kurtarılması, bitmek bilmeyen eşkiyacılığa son verilmesi için, Dersim sorunu
çözülmeliydi.
Ankara’nın, kalıcı bir çözüm bulunması için
kararı şuydu: ‘Dersim sorunu yalnızca askeri eylemlerle çözülemez. Kalıcı
bir çözüm için, toplumsal ve ekonomik önlemlerin alınması gerekmektedir...’
Bu anlayışla yapılacak işlerin tasarlanmasına 1927’de başlandı ve alınan kararlar
bir izlence düzeniyle uygulamaya sokuldu.
Önce, bölgeyle olan ulaşım sorununu çözmek
için yol ve köprüler yapıldı. Aşiret dışı köylülere toprak verilerek bunların
tarım ve ticaretle uğraşmaları sağlandı. Eğitime özel önem verildi, ilk elden,
bölge okulları açıldı. Aşiretler hakkında araştırmalar yapıldı. Nüfus ve silah
güçleri ile etkinlik alanları, ekonomik durumları saptandı. Aşiretlerin tüzel
kişilikleri kaldırıldı, bu nitelikteki taşınmazları devletleştirildi.
1935 yılında, 2884 sayılı “Dersim’in
vilayet teşkilatına alınması” için, bir yasa çıkarıldı. Vali ve komutan
yetkilerini birleştirerek yönetim gücünü arttıran bu yasa ile Dersim’in adı
Tunceli olarak değiştirildi.
Bu gelişmelerden rahatsız olan ve bölgede
yüzlerce yıl neredeyse eylemli (fiili) bir bağımsızlık içinde yaşayan aşiret
şefleri, tepki göstermekte gecikmedi. 21 Mart 1937’de ayaklandılar. 1938
yılında ayaklanma bastırıldı. Yalnızca Demenan Aşireti yüksek dağlara
çekilerek 1942 yılına dek direndi.
Sonuçta Dersim,
Türkiye Cumhuriyeti’nin başka bölgelerinden herhangi bir ayrımı olmayan yurt
parçası durumuna getirildi. Eşkiyalık önlendi ve Tunceli kısa sürede,
bölgenin okuma oranı en yüksek ve Cumhuriyet ilkelerine bağlı ili durumuna
geldi.
Petrol ve Emperyalizm
Emperyalizmin Kürtlere olan ilgisi, petrolün
öneminin artması ve Ortadoğu’da zengin petrol yataklarının bulunmasıyla
yoğunlaşmıştır. Bölgeyi denetim altında tutabilmek için, bölgedeki devletlerin
güçlenmesine izin verilmemiş, yörenin geri unsurları bu amaçla kullanmıştır. Kurtuluş
Savaşı içindeki gerici ayaklanmalarla, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki
İslamcı-Kürtçü ayaklanmaların yoğunluğu bundandır.
Mustafa
Kemal’in Kürt
sorunuyla ilgili olarak 1922 yılında söyledikleri bugün de değerini koruyan
saptamalardır; “... Kürt sorunu, karışık, çetin bir sorundur. Şunu dikkate
almalısınız ki, Kürdistan, petrol, bakır, kömür, demir ve daha başka madenler
bakımından zengin bir yöredir. Başta, başlıca düşmanımız İngiltere olmak üzere,
birçokları bu bölgeye göz koymuş bulunuyor. Burada stratejinin; İran’a,
Kafkasya’ya, Irak’a giden ticaret yollarının da etkisi vardır. İngiltere
Kürtlerin üç devlete ait olmasından yararlanmakta, bunu da bir koz olarak
kullanmaktadır. İngiltere kendi egemenliği altında bir Kürt devleti kurmak ve
bu sayede; İran’a, Kafkasya’ya kumanda etmek istemiştir. İngiltere eskiden beri
Kürt liderlerini satın almaktadır. Şimdi Kürt liderleri bölünmüş bulunuyor.
Kimi İran’a, kimi İngiltere’ye, kimi de bize bağlıdır...”13
DİPNOTLAR
1 “Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri” sf.34
2 “MustafaKemal-Eskişehir-İzmit konuşmaları” Kay.Yay.,
1993, sf.105
3 “Lozan Barış Konferansı Tutanaklar
Belgeler” 1.Takım, 1.Cilt, 1.Kitap sf.348-349
4 “Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal’in
El yazıları” Prof. Dr. Afer İnan, 1969, Türk Tarih Kurumu Yayını,
sf.351
5 “Sivas Kongresi Tutanakları” Uluğ
İldemir. TTK Bas., Ankara-1969, sf.78, ak. Uğur Mumcu “Kürt-İslam Ayaklanmaları” Tekin Yay., 19. Bas. 1995,
sf.21
6 “İngiliz Belgelerinde Türkiye” Erol
Ulubelen, Çağdaş Yay., İst. 1982, sf.195 ak. U.Mumcu “Kürt-İslam
Ayaklanması” Tekin Yay., 19.Bas., 1995, sf.15
7 “İngiltere’nin Güneydoğu Anadolu
Siyaseti ve Binbaşı E.W.Noel’in Faaliyetleri” Mim Kemal Öke, Türk
Kül.Araş.Ens.Yay., Ankara 1988, sf.24. Hindistan Bak.Arşivi Belge No: IOR L/PS/11/151
P.23 333 23.04.1919, ak. a.g.e. sf.15-16
8 “İngiliz Belgelerinde Türkiye” Erol
Ulubelen, Çağdaş Yay.-İst. 1982, sf.193, ak. a.g.e. sf.19
9 “Kürt-İslam Ayaklanması” U.Mumcu,
Tekin Yay., 19. Bas., 1995, sf.24
10 “İngiliz Belgelerinde Türkiye” Erol
Ulubelen, Çağdaş Yay., İst. 1982, sf.193-196. Kaynak Özgün belge: 734/488
sf.206 ve 907/609 ak. Uğur Mumcu “Kürt İslam Ayaklanması” Tekin Yay.,
19.Basım, 1995, sf.24
11 “Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin
Kurtuluş Yılları” Milliyet Yay., İst. 1978, sf.160-161, a.g.e. sf.33-34
12 “Genelkurmay Tarih Encümeni Başkanlığı”,
114 Sayılı Mecmua, ak. Ş.Süreyya Aydemir, “Tek Adam” Remzi Kit., 8.Bas.,
1981, 2.Cilt, sf.294
13 “Bir Sovyet Diplomatının Anıları” Aralof,
Birey Yay., sf. 20
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder