Avrupa’da giderilemeyen ekonomik ve toplumsal bir bunalım
yaşanıyor. Pazar gereksinimini karşılamak için oluşturulan Avrupa Birliği,
Almanya’nın etkisi altına girmiş durumda. Fransa ve İngiltere durumdan
rahatsız. İngilizler Birlik’ten ayrılma kararı aldı. Fransa, Hollanda ve
Avusturya; aynı yolu izleyecek gibi görünüyor. Şirket egemenliğinin üst örgütü
olan AB, sorunları çözemedi, halka zarar veren yeni sorunlar yarattı. Ekonomik
rekabet, ilan edilmemiş savaş gibi tüm şiddetiyle sürüyor. Yabancı düşmanlığına
dayalı ırkçılık ve milliyetçilik yayılıyor. Ekonomik göstergeler olumlu değil.
Orta sınıf küçülüyor, yoksulluk artıyor. Yunanistan, Portekiz, İrlanda, İtalya
ve Fransa başta olmak üzere AB ülkeleri akçalı (mali) sorunlarla boğuşuyor.
Buna karşın, Türkiye’de Avrupa Birliği’nin peşine takılanların tutumlarında bir
değişiklik yok. Sesleri şimdi daha az çıkıyor ancak tek yanlı Gümrük Birliği’nin yıkıcı sonuçlarından söz eden yok.
Yakın Geçmiş
Avrupalılar, 20.yüzyıl içinde birbirleriyle
iki kez savaştı, bu savaşlar ölçüsüz zarara yol açtı. Her iki savaşın da
nedeni, ekonomik yarış (rekabet) ve pazar paylaşımıydı. Paylaşım savaşlarının
yol açtığı yitiği birlikte yaşayan Avrupalılar, pazar gereksinimini silahlı
çatışmaya varmadan çözebilmenin yol ve yöntemlerini aradılar. Bu arayışın somut
sonucu Avrupa Birliği oldu.
Her iki savaşın da temelinde, büyük bir
sanayi gücüne ulaşan ancak bu güce yeterli sömürgesi bulunmayan Almanya’nın dış
pazar gereksinimleri vardı. 20.Yüzyıl başında Dünya’nın büyük bölümünü sömürge
haline getirmiş olan İngiltere ve Fransa, sahip oldukları egemenlik alanlarını
korumak, öbürleri ise bu alanlardan pay almak istiyordu; dünya yeniden
paylaşılmalıydı, birinci savaşın nedeni buydu.
İkinci Dünya Savaşı, birincisinin yinelenmesi gibiydi. Avrupa’yı “yerle
bir” eden savaş elli milyon insanın ölümüne neden oldu. Birinci Savaştan
sonra kurulan ve “yalnız” olan Sovyetler Birliği, İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra Doğu Avrupa’nın tümünü ele geçirdi, azgelişmiş ülkeler
üzerindeki etkisini arttırdı ve süper bir güç durumuna geldi. Her iki savaşta
da uğrunda savaşılan, on milyon kilometrekarelik toprağı ve bir milyar
nüfusuyla Çin sömürge olmaktan kurtuldu ve “sosyalist” bir düzen kurmaya
girişti. Batılılar için “yitik” gerçekten çok büyüktü.
Sıcak Çatışmadan Kaçınmak
Batı’nın devlet yetkilileri ve onlara yön
veren sermaye güçleri, aralarında yapacakları üçüncü bir savaşın kendi
varlıklarının sonunu getirebileceğini gördüler. Savaşlardan sonra dünyaya
verilecek yeni biçimde, herkese yetecek, ortak kullanılacak ve sürekli olacak
bir pazar işleyişinin kurulması gerekiyordu.
Ancak, “daha çok üretim, daha çok kâr
ve sürekli kâr” işleyişinin geçerli olduğu sermaye düzeninin sürekliliği
demek, “sonsuz genişlikte bir pazarın” yaratılması demekti. Oysa
ülkelerin ve dünyanın sınırları sonsuz değildi.
Belli dönemlerde güçlenerek ülkeleri ele geçirenler, daha sonra zamana
ve gelişim ayrımına bağlı olarak, ele geçirdikleri ülkelerden pay isteyen güçlü
rakiplerle karşılaşıyorlardı. Bu ise çatışma demekti ve çatışma, emperyalist
politikanın zorunlu bir sonucuydu. Tekelci kapitalizm var oldukça çatışma
kaçınılmazdı ancak ertelenmesi ya da geciktirilmesi belki mümkündü.
Genişletilmiş ortak pazarlar, bu amaca hizmet edebilirdi.
Pazarı Ortak Kullanma
Silahlı çatışmadan kaçınmak
için geliştirilen “ortak pazar” girişimi, büyük güçler arasındaki ticari
yarışı ortadan kaldırmadı ancak Batılı devletlerin kendi aralarındaki yeni bir
silahlı çatışmayı, elli yılı aşkın bir süre ertelemeyi başardı.
Avrupalılar bu “başarıyı”, 15 Aralık 2001’de yaptıkları Laeken
Zirvesi’nde devlet başkanlarının
imzasıyla yayınladıkları Bildiride şöyle dile getirdiler: “Avrupa Birliği
bir başarı öyküsüdür. Yarım yüzyılı aşkın bir süredir Avrupa barış içinde
yaşıyor.
Ortak
Pazar Sorunları Çözmüyor
Avrupalılar, yarım yüzyılı çatışmasız
geçirmelerine seviniyor ancak çok güvendikleri Avrupa Birliği oluşumu giderek
artan sorunlar yaşıyor. Daralan dünya pazarları, yeğinleşen (şiddetlenen)
uluslararası yarış, işsizlik, üretimsizlik ve sosyal güvenlik sorunları büyüyen
dalgalar halinde Avrupa’yı sarıyor. Avrupa kendini; ABD, Japonya ve Çin’e karşı
korumaya çalışıyor. ABD ile yapmayı düşündüğü serbest pazar girişimi sorunları
çözmeyecek belki de arttıracak.
Sorunlar
Avrupa
Birliği’nin önünde tarım başta olmak üzere çözülmesi gereken pek çok sorun var.
Dünya pazarları, hala yeterince geniş değil. Ekonomik yarışçılar güçlü,
işsizlik başta olmak üzere sosyal sorunlar durmadan artıyor. Özellikle Almanya
ve Fransa arasında; nükleer enerji, silahlanma, AB bütçesine katılım ve tarım
destekleme izlenceleri konusunda ciddi düşünce ayrılıkları var. Başta
Yunanistan, İspanya, İtalya ve Fransa olmak üzere AB ülkelerinde büyük boyutlu
akçalı bunalım sürüyor.
Üye ülkelerin kullanımına açılan alım gücü
yüksek, geniş bir pazar yaratılmıştır ancak pazardan yararlanma olanağı eşit
değildir. Almanya’nın ekonomik gücü başta Fransa olmak üzere AB’nin diğer
üyelerini rahatsız etmektedir. Almanya, Avrupa Birliği’ni arka bahçesi durumuna
getirmek üzeredir.
Gelir Dağılımı Giderek Bozuluyor
Toplumsal gönencin göstergesi olan gelir
dağılımındaki dengesizlik AB ülkelerinde hızla artıyor. İngiltere’de en varsıl
yüzde 20’nin toplam gelir içindeki payı 1975–1985 arasındaki on yılda yüzde
38’den yüzde 42’ye çıkarken, aynı dönemde en yoksul yüzde 20’nin payı yüzde
6.6’dan yüzde 6.1’e düştü. İngiliz halkının AB’den çıkma kararının altında
bunlar var. Başka ülkelerde durum farklı değil.
Dünya gelir dağılımında, varsıl ve yoksul ülkeler düzeyinde yaşanan
dengesizliklerin hemen aynısı, Avrupa ülkelerinde sınıflar arasında yaşanıyor.
Bu gelişmeden rahatsız olanlar, artık yalnızca küreselleşme işleyişini
eleştirenler değil. “varsıllar Kulübü” OECD yetkililerinden Mark
Pearson şunları söylüyor: “Sermayeden elde edilen gelirde büyük artış
var ama bu çok eşitsiz olarak dağıtılıyor”.1
İngiltere’de
Durum
Birleşmiş Milletler Sosyal Kalkınma
Enstitüsü’nün (UNRISD) Cenova Başkanı Draham Ghai, İngiltere’de, Birleşik
Krallık Kalkınma Çalışmaları Grubu’na sunduğu bildiride şu bilgileri
veriyor: “İngiltere’de yoksulluk sınırı altında yaşayan ailelerin oranı
1974’te yüzde 9,4’den, 1983’te yüzde 11,9’a, 1988’de yüzde 20’ye yükselmiştir.
Bu oranların sayısal karşılığı 1974’de 5 milyon, 1988’de 12 milyon insandır.
Yoksulluk sınırı altında yaşayan çocuk sayısı 1979’da 1,6 milyon iken, 1988’de
3 milyona çıkmıştır. Bu sayı İngiltere’deki tüm çocukların dörtte biridir”.2
Avrupa’da yoksulluk sınırı altında yaşayan ailelerin oranı; Portekiz’de
yüzde 29, Yunanistan’da yüzde 24, İspanya’da yüzde 19, İtalya’da yüzde 18,
Fransa’da yüzde 14, Almanya’da yüzde 12.3
Süreğen (Kronik) Sorun; İşsizlik
Fransa’da çalışabilir nüfusun yüzde 12,4’ü
işsiz, yüzde 17’si ise “part–time” işlerde çalışıyor.4
İşsizler, malların hizmetle ödendiği değiş tokuş kooperatifleri kuruyor. Fransa
devlet telefon şirketi, sokaklarda yaşayan evsizler arasında donarak ölme
olaylarının artması üzerine, soğuk havalarda yardım ulaştırılabilmesi için
ücretsiz telefon hattı açıyor. Yoksullara yemek dağıtan aşevlerinden
yararlananların sayısı sürekli artıyor.5
Fransa’da örgütlenerek hemen her gün eylem
yapan işsizler için, Fransız araştırmacı Alain Lebaube; “Gördüğümüz,
işsiz işçinin doğuşudur. İşçiler sanki işsizlik tarafından işe alınmışlar”6 diyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac,
1997 Haziran’ında Almanya Başbakanı Helmut Kohl ile birlikte düzenlediği
basın toplantısında, Avrupa’daki yoksulluk konusunda şunları söylüyor: “Burada
yolunda gitmeyen bir şey var. 19.Yüzyıldan bu yana süren tarihi geleneklerin
aksine Avrupa, ilk kez yoksulluğun giderek arttığı bir dönem yaşıyor”.7
Hitler’den beri işsizliğin en
yüksek düzeye tırmandığı Almanya’da, resmi kayıtlara göre 4,5 milyon insan
işsiz. Yoksulluk yardımı alanların sayısı 1995’de yüzde 9.1 oranında arttı.
Almanya’nın borsa ve bankalar kenti Frankfurt’ta,
her beş kişiden biri yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Belçika’nın elmas
kenti Antwerp’te yayınlanan bir haftalık gazete, kentteki yoksulluğu
şöyle anlatıyor: “Kentimiz muhtaç durumda, toplumumuz muhtaç durumda. Uzun
zamandır, tahmin ettiğimizden çok daha fazla muhtaç durumda”.8
Fransa, dünyada, en iyi eğitilmiş gençleri kendisinin yetiştirdiğini
söylüyor ama bu gençlerin yüzde 20’sine iş bulamıyor. Fransa Sosyal Güvenlik
Bakanı; “Sosyal Devletin ölümünü izliyoruz” diyor.9
Hükümetler Umarsız (Çaresiz)
Küresel dizgenin (sistemin) olumsuz sonuçları, gelişmiş ülkeleri de
kapsamı içine alarak yayılıyor. 7–10 Haziran 1999’da Köln’de gerçekleştirilen
G–8 ülkeleri Dışişleri Bakanları toplantısında yayınlanan sonuç bildirisi,
gelişmiş ülkelerin yarattıkları sorunlardan kendilerinin de tedirgin
olduklarını gösteriyor. Bu bildiride şunlar söyleniyor: “Birleşmiş
Milletler, halkları ve gelecek kuşakları savaş afetinden kurtarmak için ana
amacını gerçekleştirememiştir. Uluslararası istikrar, bölgesel ya da
ülke içi etnik çatışmalardan büyük zarar görmüştür... Küreselleşme, hem
gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelere, yeni zaaflar ve yeni tehlikeler
getirmiştir. Uluslararası mali kriz, toplumsal bağları zedeleyebilir”.10
“Küreselleşmenin Yıkıcı Etkisi”
Avrupa Tekstil Giyim ve Deri İşçileri
Sendikaları Federasyonu (ETUF: TCL) Genel Sekreteri Patrick
Hschert günümüz işçi sorunlarıyla ilgili olarak şunları söylüyor: “Tüm
dünya çalışanlarının küreselleşme ile ilgili sorunu vardır. Küreselleşmenin
yıkıcı etkileri azgelişmiş ülkelerde daha çoktur, ama gelişmiş ülkeler de
bugün, hiç alışık olmadıkları sorunlarla karşı karşıyadırlar”.11
İngiltere’de 1791’den beri yayın yapan ve haberlerinin güvenilirliğiyle
ünlenen, liberal aydınların gazetesi The Observer, 16.11.1997 tarihli
sayısında endişe içinde şu soruyu soruyor: “Dünya ekonomisi derin bir
felaketin eşiğinde duruyor. Uluslararası ilişkilerde ilginç gelişmeler var,
silahlanma yarışı hızlanıyor, 1929’a benzer bir çöküş dönemine mi giriyoruz?”12
Daha Çok Kazanç Daha Yoğun Sömürü
Tüm dünyaya güçlü görüntü vermeye çalışan
Avrupa’nın bugünkü durumu, gerçekten “iç açıcı” değildir. Gelişmiş
ülkeler, aynı 20.yüzyıl başında olduğu gibi bugün de; birbirleriyle kıran
kırana bir ekonomik yarış içindeler.
Azgelişmiş ülkelere karşı birlikte hareket
ediyorlar ama rekabet gerilimini artık gizleyemiyorlar. Tek amaçları,
ülkelerindeki ekonomik sorunları, dış kaynaklı gelirlerle çözmek. Bunu
gerçekleştirmenin tek yolu daha çok kâr sağlamak, bunun için de daha çok
sömürmektir. Bu amaç ancak şiddet kullanmakla gerçekleştirilebilir. Irak,
Sırbistan Afganistan, Libya ve Suriye bu nedenle bombalandı/bombalanıyor.
Avrupalılar; süreğenleşen sorunları, alım gücü düşen dünya pazarları,
üretimsizlik ve borç yüküyle güç durumdadır. Düzlüğe çıkmak için gözlerini
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya dikmiş durumdalar. ABD’nin NAFTA’sı, Japonya’nın
APEC’i var. Çin dünyanın her yerine ulaşan ekonomik dev haline geldi. Ortadoğu
ve Kuzey Afrika devlerin kapışma alanı. Yoksul ülkelere birlikte saldırıyorlar
ancak kendi aralarındaki çelişkiler önlenemiyor.
DİPNOTLAR
1 “Sefiller Avrupa Sahnesinde”
Cumhuriyet, 17.10.1997
2 “Yapısal Uyum, Küresel Bütünleşme
ve Sosyal Demokrasi” Dharam Ghai ak. Renee
Prendergast–Frances Stewart “Piyasa Güçleri ve Küresel Kalkınma”
Yapı Kredi Yayınları, sf.
3 Eurostat
1997
4 “AB’de Yeni Sınıf: İşsizler”
Cumhuriyet 21.01.1998
5 “AB’nde Yeni Sınıf: İşsizler”
Cumhuriyet 21.01.1998 ve 17.10.1997
6 a.g.g.
Cumhuriyet, 21.01.1998
7 “Sefiller AB Sahnesinde”
Cumhuriyet, 17.10.1999
8 a.g.g.
17.10.1999
9 “AB’nde Yeni Sınıf, İşsizler”
Cumhuriyet 21.01.1998
10 “Küreselleşmenin İflası” Cumhuriyet 28.09.1998
11 “Küreselleşme Avrupa’daki İşçiyi de Ezdi”
Cumhuriyet 27.12.1997
12 The
Observer 16.11.1997 ak. Cumhuriyet 24.11.1997
Metin Bey,
YanıtlaSilTespitleriniz gercekten mukemmel.
Peki çözüm nedir?
Ülkelerin bu sorunu aşmak için uyguladığı ilkel yöntemlerden bahsetmişsiniz 3. Dünya ülkerine yaptıklarından bahsederek. Sizce asırlardır yapılan savaşla gelen ganimet işi bu seferde tutacak mı yoksa kapitalizm çöküp marks'in yuzyil once onerileri hayata gecirilerek bir cozum aranır mı?