"Sorun, Atatürk’ün bir
paşa fermanıyla yarattığı yapay ürün Türk Devleti ve Türk ulusudur. Sorun,
Kemalizm ve Kemalizmin ulusçuluk ve laiklik ilkeleridir. Sorun, uyduruk,
zorlama ve yapay Türk ulusudur. Böyle bir ulus yoktur. Olmadığını Türkiye’de
yaşayan Türk–Kürt, Müslüman–laik, Alevi–devlet çatışmalarında görmekteyiz. Bu
uyduruk ulusu Atatürk nasıl kurdu? Önce Ermenileri yok ettiler, sonra da
Rumları. Kürtleri bugüne dek neden yok etmediler bilinmez.”
Alman Doğu Enstitüsü’nün Müdürü
Udo Steinbach, 15 Eylül 1998
Amerika
Birleşik Devletleri
ABD Başkanı Thomas Woodrow Wilson’un (1856-1924)
isteği üzerine ve 1917’de yayınlanan Bağlaşık (Müttefik) bildirisinde, Türkler
için şunlar söylenmiştir: “Uygar dünya
bilmelidir ki bağlaşıkların temel amacı herşeyden önce, Türkler’in kanlı
despotluğuna düşmüş halkların kurtarılmasını ve Avrupa uygarlığına kesinlikle
yabancı olan Türklerin Avrupa dışına atılmasını içerir”.1
Amerikalı Senatör Upshow 1927 yılında Senato’da yaptığı konuşmada şunları söylüyordu:
“Lozan Antlaşması, Timurlenk kadar
hunhar, müthiş İvan kadar sefil ve kafatasları piramidi üzerine oturan Cengiz
Han kadar kepaze olan bir diktatör’ün zekice yürüttüğü politikasının bir
toplamıdır. Bu canavar, savaştan bıkmış bir dünyaya, bütün uygar uluslara
onursuzluk getiren bir diplomatik anlaşmayı kabul ettirmiştir. Buna her yerde
Türk zaferi dediler...”2
Bir başka Amerikalı, Senatör King, aynı yıl senatoda yaptığı
konuşmada, Türkiye’de kapitülasyonların kaldırılmış olmasının, uluslararası
anlaşmalara aykırı olduğunu söyleyerek; “Türkler
cahil, fanatik ve nefret dolu insanlardır” diyordu.3
Harvard Üniversitesi Siyasi Bilgiler Fakültesi Profesörlerinden Albert B.Hart, öğretim üyeleri arasında
topladığı 107 imzalı bir metni, senatörlere ve hükümet yetkililerine
göndermişti. Bu metinde şunlar yazılıdır: “Türklerin
Avrupa ve uygar uluslar çerçevesinde yeri yoktur. Kemalist rejim mutlaka
çökecek ve milliyetçi Türk Hükümeti’nin amaçları asla gerçekleşmeyecektir”.4
İngiltere
İngilizlerin çok saygı duydukları, yaşlı
Başbakanları Gladstone, 19.yüzyıl
sonlarında Türkler için şunları söylüyordu: “İnsanlığın
tek insanlık dışı tipi Türklerdir”.5 1919 yılında İngiltere
Başbakanı Lloyd George’un görüşleri
ise şöyleydi: “Türkler, ulus olmak bir
yana, bir sürüdür. Devlet kurmalarının ihtimali bile yoktur... Yağmacı bir
topluluk olan Türkler, bir insanlık kanseri, kötü yönettikleri toprakların
etine işlemiş bir yaradır”.6
Tarih, Avrupalıların “yok etme” örnekleriyle doludur. William Barry, “yok etmeyi”, Türklere uygulamak isteyen Batılılardan biridir.
1920’de yazdığı Constantinople adlı
kitabında açıkça dile getirdiği düşünceleri, yalnızca kişisel duygular değil,
Avrupa’da yaygın olan bir anlayış ve yerleşik bir politikadır.
Barry,
sözkonusu kitapta şunları yazar: “Türkleri
sistemimize katmak ve asimile etmek için yapılan girişimlerin tümü başarısız
olmuştur ve ilerde de başarısız olacaktır. Onlar Orta Asya platolarından yola
çıkmış ve Doğu Roma İmparatorluğu’nun sonunu hazırlamışlardır. Er ya da geç
geldikleri yere dönmelerini sağlamak, uygarlığın üzerimize yüklediği bir
zorunluluktur. Ben, Hıristiyan halklarının birgün birleşip Anadolu’yu bin yıl
öncesi gibi, süt ve bal taşan şehirlerle dolu hale getirmesini istiyorum”.7
Almanya
Konrad Adenauer Vakfı’nın Türkiye
Danışmanı, Alman Dışişleri Bakanlığı’nın finanse ettiği Alman Doğu
Enstitüsü’nün Müdürü Udo Steinbach,
15 Eylül 1998 günü Lingen Akademisi’nde verdiği konferansta şunları söyledi: “Sorun, Atatürk’ün bir paşa fermanıyla
yarattığı yapay ürün Türk Devleti ve Türk ulusudur. Sorun, Kemalizm ve
Kemalizmin ulusçuluk ve laiklik ilkeleridir. Sorun, uyduruk, zorlama ve yapay
Türk ulusudur. Böyle bir ulus yoktur. Olmadığını Türkiye’de yaşayan Türk–Kürt,
Müslüman–laik, Alevi–devlet çatışmalarında görmekteyiz. Bu uyduruk ulusu Atatürk nasıl kurdu? Önce Ermenileri yok
ettiler, sonra da Rumları. Kürtleri bugüne dek neden yok etmediler bilinmez”.8
Udo
Steinbach’ın, olaylara “insanları
yok etme” anlayışıyla bakması doğal olarak yetiştiği toplumun değer
yargılarıyla ilgili bir sorundur. Gelişkinlikle ilkelliği en uç noktalarda
birlikte yaşatmayı “başaran” Almanya,
dünya siyasetine Hitler’i, “toplama kamplarını” ve “gaz odalarını” armağan etmiş bir
ülkedir.
İnanılmaz gelebilir ama kimi Alman
kuruluşları, Hitler’in işlediği
suçların sorumluluğunu, Türklerin üzerine yıkmaya çalışıyor. Hitler'in, “insanları yok etmeyi” ve “gaz odalarını”, Türklerden öğrendiği
söyleniyor.
“Alman Parlamentosu Bilimsel
Çalışma Servisi” adlı örgütün, 3 Nisan 2000 tarihli raporunda şunlar
yazıyor: “1915 yılındaki soykırımda,
Alman Nasyonal Sosyalistlerinin 25 yıl sonra gerçekleştirdikleri toplu yok etme
metotları önceden uygulandı... Türkiye’de, çalıştırarak yok etme, kurbanların
hayvan vagonlarında taşınması ve insafsız tıbbi deneyler yapıldı. Ermeni
askerlere ve sivillere tifo virüsü aşılandı, Trabzon’da Ermeni çocuklar hamam
süsü verilmiş odalarda zehirli gaz ile öldürüldü. Görünen o ki, Adolf Hitler,
Türklerin soykırımı hakkında çok iyi bilgi sahibi olmakla kalmamış, bunu bir
örnek olarak da almış”.9
Fransa
1918’de, “Türkiye Hıristiyanlar’ın Soykırımı” adlı bir kitap yazan Fransız K.D’Any, kitabını “Türk barbarlığının kurbanı 2 milyon Ermeni’ye” adar ve önsözünde
şunları söyler: “Genel insan uygarlığı
açısından bakıldığında, Türkler’in Batı kültürüne korkunç bir darbe vurduğu
görülür. Yaptıkları soykırımlarla, soylu ve üstün bir ırkın, aşağılık ve soysuz
bir ırk tarafından yokedilmesine neden olmuşlardır. Bugün tanık olduğumuz,
soykırımların en yeni biçimidir”.10
19.Yüzyılda C.G.Bello, “Türkiye Üzerine Notlar ve Düşünceler” adlı kitabında Türkler
hakkında yazılmış olumsuz görüşleri biraraya getirir ve Avrupa’da yaygın olan
ne kadar sapkınlık varsa bunları Türkler’e yakıştırır: “Türkler, tüm varlıklarıyla kendilerini en aşağılık zevklere adamışlardır.
Fuhuş, oğlancılık, ahlaksızlık ve ensest ilişkiler batağında yuvarlanarak,
kendilerini sadist bozukluklara vermişlerdir”.11
C.G.Bello, savlarını bu görüşlerle sınırlı bırakmaz ve tam bir
ırkçı yaklaşımla Türk çocuklarını da içine alan akıl dışı savlar ileri sürer.
Türkler’in sahip olduğu ne kadar kişisel ya da toplumsal olumlu özellik varsa,
bunların tümünü karşıtına dönüştürerek Türkler’e yakıştırır.
Ona göre, “Türk
çocuğunun zeka yapısı ırksal özelliğinden dolayı geridir; Avrupalı çocuktaki
ilerleme ve uygarlık yaratma yetisi onda yoktur. Bu nedenle Türklerde,
başkasının hakkına saygı, kişisel sorumluluk duygusu, dostuna içini dökme, aile
yuvası sıcaklığı ve fedakârlık duygusu gibi kavramlar bulunmaz”.12
Yaptığıyla
Suçlama
C.G.Bello’nun bunları söylediği dönemlerde, Avrupa’da çocuklar tam
bir sahipsizlik içindedir. Ve çok sayıda çocuk ailelerince sokağa
bırakılmaktadır. 18.Yüzyıl Avrupası, tarih içinde çocuğun en sahipsiz olduğu ve
acı bir insanlık dramının yaşandığı bir dönemdir.
1772’de Paris’te, bir yıl
içinde doğan tüm çocukların yüzde 43’ü sokağa bırakılmıştı. D’Alembert adlı yazara göre bu
çocuklar, manastır yakınlarına ya da kilise avlularına bırakılıyordu. Çocuk
bırakmak, yalnızca Fransa’da değil, hiçbir Latin ülkesinde suç değildi.13
Avrupa’da bu denli çocuk
sokağa bırakılırken, Türkiye’de sokağa çocuk bırakmak bir yana, aile
bireylerinin tümünü yitiren çocuk bile sahipsiz kalmıyor, onun eğitim ve
gelişimi, akrabalık gelenekleri içinde sağlanıyordu.
Molte Brun, “Evrensel
Coğrafya” kitabında, Bello’nun
savlarını bir başka açıdan geliştirir ve Türkleri dünya olaylarına “ilgisiz”, “uyuşuk”, “bilgisiz”
insanlar olarak gösterir. Türkler, insancıl yaşam biçimlerine karşın aşağılanır
ve şunlar söylenir; “Vurdumduymaz Türk,
toplumların içinde bulunduğu çalkantıları bilmez. O rahat sedirindeki
yastıklarının üzerinde yatar. Suriye tütünü ve moka kahvesi içer, dans eden
köleleri izler. Birkaç afyon tohumu onu Cennet’e, ‘ölümsüz güzelliklerin olduğu
yere’ götürür”.14
V.Marac adlı Fransız yazar “Türk
Sorunu” adlı kitabında, İtalyan Bello’nun
ırkçı savlarını geliştirir ve son derece ilkel yeni görüşler ileri sürer. Ona
göre Türkler, “Anadolu’ya geldiklerinde
yanlarında hiç kadın yoktu. Anadolu’nun güzel kadınlarıyla evlendiler ve çirkin
ırklarını güzelleştirdiler”.15
Birçok insana inanılmaz gibi gelebilir ama Birinci Dünya
Savaşı’ndan sonra 27 Şubat 1919’da toplanan Paris Barış Konferansı’na sunulan
bir raporda, V.Marac’ın görüşlerinin
hemen aynısı yineleniyor ve şunlar söyleniyordu: “Türkler savaşlar ve katliamlarla sürekli kan döktüler. En güzel ve en
gürbüz kadınlarla evlendiler, Müslüman olmayan erkek çocukları askere aldılar;
bu nedenle Yunan nüfusu önemli ölçüde azaldı. Konstantinopolis’in (İstanbul
y.n.) alınmasıyla birlikte yavaş yavaş Yunan ırkıyla karıştılar. Türk ırkı
giderek ilkel Türk-Moğol tipinden kurtulup, Ari tipe yaklaştı”.16
İtalya
İtalyan yapıtlarında ileri
sürülen görüşler, Almanya’dakilerin hemen aynısıdır. “Müslüman Türk” imgesini tanımlayan İtalyan yaklaşımı şu savları
içerir; “Türkler; güdülmeye muhtaç,
yağmacı, küfürbaz, tembel, askerlik ve savaştan başka bir yeteneği olmayan,
saldırgan, haşhaş tüketicisi, kadın düşkünü, bıyıklı, suçluları kazığa oturtan,
gülünç bir dil konuşan, zevksiz, güzel sanatlardan anlamayan, cahil, kolay
kandırılabilen, kadın satan, okumaz-yazmaz, belgeye ve yasaya değer vermeyen,
yalnız kaba güçten anlayan, ezberci, değişmeye direnen, koca gövdeli ama küçük
beyinli, kızılderililer gibi insanlardır”.17
Türk düşmanlığının Batı’da hala sürdüğünü gösteren en açık belge,
Katolik Kilisesine bağlı İtalyan piskoposlarının yayın organı olan, L’Avvanire Gazetesi’nde yazılanlardır. Bu gazete, 3 Ocak 2000 tarihli
sayısında, Türkiye’nin AB’ne üyeliği konusunda görüşlerini açıklarken şunları
söylemektedir: “Müslüman Türkiye’nin
AB’ne girmesi kimliğimize gölge düşürür. Bu üyelik, yan yana büyüyen Hıristiyan
gelenekleri ile şekillenen Avrupa medeniyetlerinin temelindeki ittifakları
sarsar. Unutmamalı ki ‘Avrupalı Fikri’, başlı başına ‘Düşman Türklere’ ve
Türkiye’nin başını çektiği İslam dünyasına karşı gelişti. Ankara ile yakın ilişkiler geliştirmeye evet. Ama farklı tarihi ve kültürel gerçekler farklı kalmalıdır”.18
Yunanistan
Yunan yazarı Moskopulos, 1920’de yazdığı Tarihleri Tarafından Mahkûm Edilen Türkler adlı kitabında, Türkler’in
bulundukları yerlerde oturmaya haklarının olmadığını, geldikleri yere yani Orta
Asya’ya gitmeleri gerektiğini ileri sürer ve şunları söyler: “Tarih hükmünü vermiştir. Bu yağmacı ve
katiller milletinin Avrupa’da oturmaya hakları yoktur. Atalarının yaşadığı yere
gitmelidirler”.19
Moskopulos’un
sözlerini Türkiye’nin aynı 1920’deki gibi güçsüz düştüğü 20.yüzyıl sonunda
Yunanistan Dışişleri Bakanı Teodoros
Pangolos yinelemiştir. Moskopulos’tan
77 yıl sonra, 1997’de, üstelik bir devlet yetkilisi olarak Türkiye ve Türkler
için söylediği sözler şunlardı: “Türk
askeri ve diplomatik düzeninin bir bölümü, Ege’deki sınırlarımızın ve egemenlik
haklarımızın tartışmalı olduğunu söylüyor. Bizim bu konuda Türklerle görüşme
yapmamız mümkün değildir. Hırsızla, katille, ırza geçen tecavüzcüyle görüşmemiz
olanaksızdır”.20
Kanıtsız
Yargılar
Türklerin, “uygarlıktan uzak”, “yıkıcı” ve “talancı” barbarlar olduğu yönündeki
Batı görüşü, sanılandan ve bilinenden çok daha yaygın, dizgeli ve eskidir. Batı
tarihçilerinin çok azı dışında hemen tümünün ortak görüşü olan bu yaklaşım,
aynı zamanda devlet politikalarında yansımalarını bulan, resmi görüş
konumundadır.
Barbarlık ya da
talancılık türünden bilinen görüşler;
veriye dayanmadan, kanıt göstermeden sürekli yinelenerek kaba bir propaganda
durumuna getirilir ve bu konu, fazla bir incelemeye gerek duyulmayacak kadar
açık bir gerçek izlenimi yaratılarak ele alınır. İnceleme ve belge bulma değil,
kanıtsız yargı öne çıkar.
DİPNOTLAR
1 “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, İst. Mat.-1974, sf.34
2 “Amerika, NATO ve Türkiye” Prof.Dr.Türkaya
Ataöv sf. 172 ak. Emin Değer
“Oltadaki Balık” Çınar Araştırma 5. Bas., sf.182
3 “Amerika, NATO ve
Türkiye” Prof.Dr.Türkaya Ataöv sf. 172 ak. Emin
Değer “Oltadaki Balık” Çınar Araştırma 5. Bas., sf.182
4 a.g.e. sf.183
5 “Devrim Hareketleri
İçinde Atatürk ve Atatürkçülük” Tarık Zafer Tunaya Arba Yay., 3.Baskı,
sf.141
6 a.g.e. sf. 141 ve
“Çanakkale Olayı” David Walder, İst. 1971, sf. 287 ak. D.Avcıoğlu “Milli Kurtuluş Tarihi” İst. Mat. 1. Cilt sf.35
7 “Constantinople”, William Barry, Nimeteenth Century and After, Londra, 1920, sf. 728;
ak. Stephane Yerasimos, “Türkler”
Doruk Yay., 2002, sf.49
8 “Türkiye’de Alman
Vakıflarının Marifetleri” Tamer Bacıoğlu,
Cumhuriyet 06.07.1999
9 “Naziler Soykırımı Türklerden
Öğrendi” Aydınlık 11.02.2001
10 “L’Extermination des chretiens de Turquie. Ala memoire
victimes de la barbarie turque”, K.D’Any
Lausanne, Imprimerie La Concorde, 15 Juillet 1918, p.25; ak. httb: // www.tetedeturkck.com/prejuges
/ Prejuges. htm
11 “L’Angleterie, La France et le Probleme de Constantinople
Notes et Reflections surla Turquie” C.G. Bella, Paris Librairie des
Sciences et Sociales, 1920, P-15–17; ak. http: // www. tetedeturc .
com/prejuqes/prejuges.htm
12 L’Angleterre,
la France et le probleme de Constantinople. Notes et reflexions sur la
Turquire” C.G.Bello 1920, sf.35-37; ak. S.Yerasimos “Türkler” Doruk Yay., 2002, sf.42
13 “Cinsel
İlişkiler Tarihi” Andre Daninos Gelişim Yay., 1774, sf. 144; ak. Hüseyin Kılıç, “Batıda Kadın” Otopsi
Yay., 2002, sf.237
14 “Geographie
Universelle” Malte-Brun, 1860, Paris, Geme Edition; ak. httb: // www.
tetedeturc . com / prejuges.
15 “La
Question de Turquie”, V.Marc, La Liquidation de la dette Publique Ottomane,
Paris, L’Orient İllustre, 1919 sf.7-8; ak. a.g.e. sf.40
16 “Le
Role Economique des Grecs en Thrace” Alexandra Antoniades, 27 Şubat 1919’da
19191 Barış Konferansına Sunulan Rapor, Paris, 1919, sf. 5; ak. a.g.e. sf.41
17 “Türk
Kimliği” Prof.Bozkurt Güvenç,
Remzi Yay., 6.Bas.2000, sf.290
18 “Kilise, Türkiye’nin AB
Adaylığına Karşı” Nilgün Cerrahoğlu
Milliyet 10.01.2000
19 “Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük” Prof.T.Z.Tunaya,
ARBA Yay., 3.Basım-1994, sf.42
20 “Pangolos Türkiye’ye Hakaret Yağdırdı” Cumhuriyet, 25.09.1997
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder