Endonezya’yı bağımsızlığına kavuşturan Sukarno’nun ulusçu uygulamalarına
karşı, 1965 yılında CIA’ye bağlı generallerce sağ bir askeri darbe yapılacağı
söylentileri yayılmıştı. Muhafız alayı komutanı Albay Untung bu darbeyi önlemek amacıyla 30 Eylül 1965 günü eyleme geçti.
Ancak girişimi 5 Ekim’de bastırıldı. General Suharto, askerlerden sonra Müslümanların ve öğrencilerin de
desteğini alarak, 30 Eylül darbesinden sorumlu tuttuğu komünistlere karşı büyük bir insan avı başlattı. Kitle kırımında
yoğun olarak şeriatçı Müslümanlar kullanıldı. Ülkedeki ulema sınıfı,
komünistlerin kafir-i nabir (savaş hainleri) sayılması gerektiğini
ve bunların katl-i vacip olduğuna
dair fetvalar yayınladı.
Sömürgeciler
Endonezya
halkı, Avrupalılar gelmeden önce kendi aralarında ve Çin, Hint ya da Arap
tüccarlarıyla ticaret yaparak başka Güney Doğu Asya ülkelerinden çok ileri ya
da çok geri olmayan, sakin bir yaşam sürüyordu.
İlk
kez, 1511 yılında Portekizliler geldi. Portekizlilerin yerini 17.yüzyıl başında
Hollandalılar aldı. 1602’de kurulan Hollanda
Doğu Hindistan Şirketi 1605’den sonra Endonezya adalarının büyük bölümünü
egemenliği altına aldı. 19.Yüzyıl’ın ilk yarısında kimi adaların yönetimini
İngiltere’ye kaptırmış olsa da, Hollanda Endonezya’daki etkinliğini sürdürdü.
Hollanda’nın sömürgecilik yöntemleri,
Portekiz yöntemlerinden ayrımlı değildi. Örneğin, Genel Vali Von den Bosh; 1830-1870 arasında
uyguladığı tarım düzeni ile Hollanda’ya ölçüsüz servet kazandırdı ancak o güne
dek açlık nedir bilmeyen bu bereketli ülkede, yaygın ve sürekli bir kıtlık
sorununun ortaya çıkmasına neden oldu. Daha sonra kendi adıyla anılan bu
düzende, üretici köylüler ürünlerini sömürge yönetiminin belirlediği fiyatla
Hollandalı ‘tüccarlara’ satacak ve
yılın 65 günü herhangi bir ücret almadan, yönetimin belirleyeceği tarım
alanlarında çalışacaktı. Von der Bosh’un
uygulamalarıyla köylüler öylesine yoksul düştü ki, kitleler halinde ölmeye
başladı.
Yerel Tepki ve Ulusçuluk
Yabancılara
karşı yerel tepki, başka sömürgelerde olduğu gibi Endonezya’da da hep var oldu.
Toplumsal yaşamına, gelir kaynaklarına ve özgürlüklerine yapılan baskıdan
bunalan kitleler zaman zaman, bilinçsiz tepkilerini eyleme dökerek, işgalcilere
karşı ayaklandı. 19.Yüzyıl sonlarında Sumatra’da başgösteren Atjek Ayaklanması, Endonezya’daki bu tür
çatışmaların en kanlı olanıdır.
Hollandalılar
1904 yılında Atjekler’i vahşice ezdi ancak yerlilerin
bu yenilgisi Endonezya ulusçuluğunun da başlangıcı oldu. Ulusçuluğun ilk
önderleri, orta sınıfı oluşturan eğitim görmüş Indo-Avrupalılar, varlıklı
Javalılar ve yerlilere yakınlık duyan Hollanda kökenli Endonezyalılardı.
Aydın kesimde gelişen Endonezya ulusçuluğu
başlangıçta bütünüyle ithal malıydı. 20-30 yıl önce kendileri gibi olan
Japonya’nın Uzakdoğu’da elde ettiği başarılar, 1917 Rus ve 1923 Türk
devrimleri, ulusçuluğun gelişmesine yol açtı. 1920 yılında Endonezya Komünist Partisi, 1927’de de Dr.Sukarno’nun sol
eğilimli Endonezya Ulusal Partisi
kuruldu. Bu partilerin 1927’de Batı Java’da başlattıkları zamansız ayaklanma
kanlı bir biçimde bastırıldı.
Japon İşgali
1941
yılının ortalarında Endonezya’nın başta kauçuk, teneke, petrol ve hurda çelik
olmak üzere hammaddeleri Japonya’ya gidiyordu. Bu akıştan rahatsız olan ABD,
Japonya’ya karşı engelleyim (ambargo) koydu ve Japonya’nın ABD’deki tüm gelir
kaynakları donduruldu. Bu katı ambargonun doğal sonucu, Japonya’nın 7 Aralık
1941’de ABD donanmasına saldırması ve askeri çatışmaya gönüllü bu iki ülkenin
ikinci dünya savaşına katılmaları oldu.
Endonezya ulusçularındaki bilinç
eksikliğinden kaynaklanan boyuneğmeci (teslimiyetçi) yan, Japon işgalinde de
kendisini gösterdi. Birçok parti yöneticisi, Japonya’nın Endonezya’yı Hollanda
boyunduruğundan kurtaracağını ve böylece daha özgür bir ortamın oluşacağını
söylüyor, Japon işgalini memnunlukla karşılıyordu. Ancak, bu düş çok çabuk
bitti. Japonya, gideni aratan baskı yöntemleriyle Endonezya adaları üzerinde
kesin bir egemenlik kurdu.
Cumhuriyet ve Sukarno
İkinci
Dünya Savaşı’nın bitmesiyle günün özel koşullarından yararlanılarak, 17 Ağustos
1945’de Endonezya Cumhuriyeti ilan edildi ve Sukarno Cumhurbaşkanı oldu. Ancak, Hollanda’nın Endonezya’yı
bırakmaya niyeti yoktu. Endonezya Cumhuriyeti’nin Java ile sınırlı tutulmasını
ve Lahey’den yönetilen bir federasyon içinde kalmasını istiyordu.
1945 sonlarında Hollanda ve İngiltere adalara
asker çıkarmaya başladı. Endonezyalı ulusçular, bağımsızlık için ilk kez kendi
başlarına eyleme geçerek bu işgallere karşı silahlı savaşıma başladı. Başarılı
bir gerilla savaşından ve çeşitli çatışmalardan sonra Hollanda egemenlik
haklarını 27 Aralık 1949’da, 16 konfedere devletten oluşan, Birleşik Endonezya Devleti’ne bıraktı.
Politik Karmaşa
Ulusçu
öncü kadroların politik öngörüsüzlüğünden yararlanan Hollandalıların birtakım
uygulamaları, emperyalist böl-yönet politikalarına gösterilecek çok ilginç
örnekler durumundadır. Cumhuriyetin ilan edildiği 17 Ağustos 1945’den sonra,
adalara asker çıkaran ve silahlı direnişle karşılaşan Hollandalılar, yeni
kurulmuş olan Cumhuriyet yönetimini sıkıştırmak ve toplumsal ayrılıkları
arttırmak istiyordu. Bunun için hükümeti güç durumda bırakmak ve ülkede ulusçu
devinimi bölmek için, Komünist Partisi’ne destek verdi.
Komünist lider Musso ve genç yardımcısı D.N.Aidit,
ülkeyi dolaşarak yandaş toplamaya ve Cumhuriyetin yönetimini Endonezya Ulusal Partisi’nin elinden almak için bir
hükümet darbesi yapmaya ve sosyalist
devrimi gerçekleştirmeye kalkıştı. Başarıya ulaşmayan ancak yoğun iç
karışıklıklara yol açan bu girişim 1965 yılındaki tarihin gördüğü en büyük
insan kırımından biri olan vahşetin belki de başlangıcıydı.
CIA Darbesi ve Kanlı Kırım
Endonezya’yı bağımsızlığına
kavuşturan Sukarno’nun ulusçu uygulamalarına karşı, 1965
yılında CIA’ye bağlı generallerce sağ bir askeri darbe yapılacağı söylentileri
yayılmıştı. Muhafız alayı komutanı Albay Untung bu darbeyi önlemek
amacıyla 30 Eylül 1965 günü eyleme geçti. Ancak girişimi 5 Ekim’de bastırıldı.
General Suharto, askerlerden sonra
Müslümanların ve öğrencilerin de desteğini alarak, 30 Eylül darbesinden sorumlu
tuttuğu komünistlere karşı büyük bir insan avı başlattı. Kitle
kırımında yoğun olarak şeriatçı Müslümanlar kullanıldı. Ülkedeki ulema sınıfı,
komünistlerin kafir-i nabir (savaş hainleri) sayılması gerektiğini
ve bunların katl-i vacip olduğuna
dair fetvalar yayınladı.
Yarasa denen özel cinayet birlikleri durmadan insan
öldürdü ve bu cinayetlere Stormking
uygulamaları (lamba ışığı
cinayetleri) denildi. Bu adı almalarının nedeni, cinayetlerine gece lamba
ile çıkmalarıydı. Beş ay içinde bir milyon Komünist Parti üyesi ya da
sempatizanı öldürüldü. (3 milyon üyesi, 15 milyon sempatizanıyla Endonezya
Komünist Partisi dünyanın 3.büyük Komünist Partisiydi.) Tutuklananların sayısı
resmi belgelere göre 250 bin kişiydi. Bunların önemli bir bölümü, hiç
yargılanmadan 15 yıl son derece ilkel cezaevlerinde tutuldu. Aidit
yakalandı ve yargılanmadan öldürüldü.
Acılı Örnek
Endonezya
katliamı, yönetim yetersizliği içindeki politik devinimlerin uluslara ne denli
acılar yaşattığını gösteren ürkütücü bir örnektir. Günümüz dünyasında bir ülke
iyi yönetilmiyorsa, jeopolitik konumu önemliyse ve petrol başta olmak üzere
doğal zenginliklere sahipse, dış kaynaklı sorunlar ve sıkıntılardan kurtulamadığı
bilinen bir gerçekliktir. Endonezya bunların tümüne sahipti.
Stratejik konumu, Güney Asya, Çin, Japonya ve
Avustralya’nın deniz ulaşım yollarının tam kesişme noktasında olması nedeniyle
önemliydi. Hemen her adası yüzmeyen bir uçak gemisiydi. ABD 1965 yılında
Vietnam’a eylemsel olarak karışmış ve buraya yoğun biçimde asker çıkarmıştı. En
büyük korkusu Kuzey’inde Çin’in yer aldığı Vietnam’da çarpışırken, Güney’de 3
milyon üyeli Komünist Partisi’nin yapabileceği eylemlerdi. Ayrıca, Güney
Doğu Asya’nın kesin olarak kendi etki alanına girmesini istiyordu. Yalnızca bu
bölgede değil, dünyanın her yerinde, ulusal bağımsızlık devinimlerine karşıtlık
ABD’nin temel politikasıydı. Üçüncü dünya bloğunda yer alan Endonezya, kendisi
için bir çıbanbaşı ülke durumundaydı.
Bilinçsizlik ve Öngörüsüzlük
Endonezya
bağımsızlık devinimiyle Türk Devrimi
karşılaştırıldığında, Kemalist önderliğin niteliği daha iyi anlaşılacaktır.
Halkını tanıma ve ona güvenme, dünya siyasetini ve bölgesel sorunları kavrama,
erişilen tarih bilinci, anti-emperyalist tavır, özgüven ve tam bağımsızlıkta
kararlılık ile askeri ve siyasi örgütlenme yeteneği... 20.Yüzyıl’da ortaya
çıkan hiçbir ulusal bağımsızlık deviniminde, bu niteliklerin tümünü birden
bünyesinde toplamayı başaran başka bir devinim görülmüyor.
Endonezya’da bağımsızlık savaşımına öncülük
eden önderler, benzer konumdaki başka ülkelerde olduğu gibi, Kemalizmin
ideolojik, örgütsel ve askeri alanlarda ulaştığı düzeyi yakalayamadı. Ancak,
Türk Devrimi’nden ve doğurduğu sonuçlardan etkilendiler. Bu etkilenme
Endonezya’da bağımsızlık savaşıyla sınırlı kalmadı ve toplumsal kalkınma
dönemini de kapsadı. Sukarno,
Müslüman reformcu Natsir ile 1940
yılında giriştiği tartışmada, devletin alması gereken biçim konusunda;
Türkiye’deki laik devlet biçimini savunuyor ve Mustafa Kemal’in din ve devlet işlerini ayırarak, hem devleti hem
de dini güçlendirdiğini söylüyordu.1
DİPNOTLAR
1 “Kemalizm
ve İslam Dünyası (1919-1938): Bazı İşaret Taşları” François Georgeon, Arba Yay. sf. 41
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder