Yalnızca Türkler değil,
tüm toplumlar yaşam biçimlerinden ve tarihlerinden gelen, kendilerine ait
özelliklere sahiptir. Ayrılıkları, benzerlikleri ya da gelişme düzeyleri ne
olursa olsun her toplum, hem kendine özgüdür hem de dünya kültürünün bir
parçasıdır; hem yerel hem evrenseldir. Ulusları ve halkları yerme ya da hor
görmeye dayanan üstünlük duygusu, yani ırkçılık ne denli kabul edilemezse,
evrensellik adına kimliksizleşme davranışları da o denli kabul edilemez. Halkın
gelenek ve göreneklerine sahip çıkıp geliştirmek, yalnızca hak değil aynı
zamanda bir görevdir. Halkların yaşamında var olan demokratik gelenek, bu iki
olguyu birlikte ele almayı gerektirir.
Toplumun Verdiği
Bir toplum ya da topluluğu
oluşturan insanların tümünü kapsayan ve topluluk içindeki her bireyi aynı
biçimde ifade eden, tek bir tanımın yapılamayacağı açıktır. Bireyler arasında
düşünce ve davranış ayrımlılıkları, karşıtlıklar, başkalıklar kuşkusuz
olacaktır. Sınıfsal ayrımlar bir yana, aynı soy ve aile içinde bile birbiriyle
uyumlu olmayan davranışlar vardır. Katılımcılıkla baskıcılık, barışçılıkla
savaşkanlık, paylaşımcılıkla bireysellik, yardımseverlikle bencillik gibi
sayısız karşıtlık ya da birliktelik, toplumun bireylere verdiği özelliklerdir.
Kişiler ya da kümeler arasında
düşünce ayrımının olması, toplumun genel yapısını temsil eden ortak bir tinsel
(ruhsal) biçimlenişin ve toplumu tanımlayan ortak bir özyapının (karakterin)
olmayacağı anlamına, gelmez. Ailede, bireyler arasındaki ayrımlılıklara karşın
nasıl ortak bir davranış birliği varsa ve bu birlik onların ortak özelliğini
gösteriyorsa, aynı birlik daha kapsamlı olarak toplumlarda da vardır. Bireyin
sahip olduğu düşünce ve davranışlar, aileden başlayarak toplumun tümü
tarafından belirlenir. Toplum aileyi, aile bireyi etkiler. Aynı etki, ters
yönlü olarak da işler. Bütünlüğü olan karşılıklı etkileşim, sonuçta, toplumun
kendine özgü niteliğini yani onu başka toplumlardan ayıran özyapıyı ortaya
çıkarır.
Özyapı Oluşumu
Özyapı oluşumu, binlerce yıllık
geçmişe dayanan ve sürekli değişimle yenilenen, sonsuz bir süreçtir. Bu süreç
içinde, toplum bireyleri, bireyler de toplumu geliştirir ve ortaya toplumun
tümünü temsil eden bir ortak duygu, bir tinsel birliktelik çıkar. Hangi dönemde
ve hangi koşullar altında olursa olsun, toplumu yönetenler ya da yönetime aday
olanlar (günümüzde partiler), başarılı olabilmek için, bu birliğin niteliğini,
kapsamını ve dayandığı temeli (yani tarihi) bilmek ve ona göre davranmak
zorundadırlar. Bu nedenle, Türklerin nasıl insanlar olduğunu bilip
öğrenmek, toplumbiliminin alanına giren ve yalnızca kendimizi öğrenmek için
yapılması gereken bir çaba değildir. Bu çabanın aynı zamanda, günümüz politik
savaşımına yön vermede, yararlanılması gereken tarihi ve siyasi bir araştırmadır.
Türkler
Nasıl İnsanlardır
Ünlü
Türk bilgini Kâşgarlı Mahmut Divan-ı Lûgat-it Türk adlı
yapıtında Türkleri, “böbürlenme ve övünme huyları olmayan, büyük
kahramanlıklar ve fedakârlıklar yaptığı zaman bile, bir olağanüstülük
yaptığından habersiz görünen” insanlar olarak tanımlar.1 August
Comte, Pierre Laffitte, Mismer ya da Ferrari gibi Avrupalı
düşünürlerin Türkler hakkındaki görüşü, çoğu kez “hayranlık” düzeyine
varan saptamalar içerir. Bu düşünürler Türkler’in, “içten, alçakgönüllü,
ahlaklı, dindar ama bağnaz olmayan” insanlar olduğunu söyler ve Türkler’in “azla
yetinmeye, sürekli iyimserliğe, ülkücülüğe dayanan toplumsal özelliklerinin ve
yoksul da olsa mutluluğu yitirmeyen yaşam biçimlerinin hayranlık verici”2 olduğunu belirtirler.
Rus
tarihçi K.E.Bosfort, Türkler’in “vahşi asaletlerini” her zaman koruduklarını ve onların “güçlü,
disiplinli, dayanıklı, yalan dolan bilmeyen, entrikacılığı sevmeyen, gereksiz
övgüden hoşlanmayan, yağmadan ve ırza tecavüzden uzak duran” insanlar
olduğunu söyler. Bosfort’a göre; “Araplar ve sunnî Acemler”
Türkleri; “kendi soylarından olan Deylemî ve İsmailîler’e karşı belirgin bir
biçimde tercih ederler”; Türkler’i “arslan gibi gururlu, doğal
kusurlardan arınmış, ev işlerini sevmeyen”,
buna karşın “savaşlarda yüksek yeteneğe sahip” kişiler olarak değerlendirir.3
M.S.981-984
yılları arasında Turfan ve Beş Balığ’ı gezen Çin Elçisi Vang
Yen-Tö, Türklerin “kentlerinde çok sayıda evler, kuleler, bahçeler
bulunan; zeki, dürüst, kişilik sahibi ve ahlaklı insanlar” olduğunu söyler.4
Bir başka Çinli, tarihçi Sih-Ma Ch’ien ise, Türklerden saygıyla söz
ederek, onların “sağlam gelenekleri ve kültürleri” bulunduğunu, “aydın
kesime sahip bir toplum” olduğunu söylemiş ve Türkler’i “Çin soyundan
gelen ve bağımsızlıklarına düşkün Siyenpiler’den” daha üstün tutmuştur.5
Ön Moğol tarihinde, Cengiz Han’ın içinden çıktığı kabul edilen Borcigin
boyunun atası Bodoncar, Türkleri eşitçi yaşamlarını öne çıkararak; “büyüğü
küçüğü yok, iyisi kötüsü de yok. Baş olan da, ayak olan da yok, hepsi eşit”
biçiminde tanımlamıştır.6
1568-1574 yılları arasında 6
yıl İstanbul’da kalan Venedik Elçisi Marcantonio Barbara, Türkler’in “savaşçılıklarını”
ve “yiğitliklerini” yalnızca savaş dönemlerinde gösterdiklerini, olağan
dönemlerde “kavgadan uzak duran”, son derece “barışçı” insanlar
olduğunu söyler ve anılarında şu görüşleri dile getirir: “Türklerin yiğitlik
anlayışı bizimki gibi değildir. Avrupa’da yiğitlik, her an kavga etmeye hazır
olmak, karşısındakinin gözüne dik dik bakmak, yüzüne gergin ve havalı bir ifade
vermek, öfkeli görünerek durmadan yemin etmek demektir. Türkler ise,
yiğitliklerini, silahlarını savaş zamanında düşmana gösterirken; barış
zamanında son derece alçak gönüllüdürler, kavga etmezler ve evlerinde huzur
içinde yaşarlar”.7
Yirminci Yüzyıl Söylemleri
Birinci
Dünya Savaşı’nda Irak’ta esir edilen İngiliz askerlerine Türklerin uyguladığı “insanca
davranış” Avam Kamarası’nda görüşme konusu olmuş ve “İngiltere’nin de
Türk esirlere iyi davranacağı”nın İstanbul’a bildirilmesi gündeme
getirilmişti.8 Aynı dönemde, kimi İngiliz dergilerinde “Anadolu
Türkü, doğanın bir centilmeni; basit, dürüst ve hayran olunacak bir kişidir” biçiminde saptamalar
yapılıyor, bu saptamalar için Hogarth, Mark Sykes gibi Türkler
konusunda ‘uzman’ yetkililerin
tanıklığına başvuruluyordu.9
1958-1966 yılları arasında
Türkiye’de görev yapan İngiliz gazeteci Davit Hotham, gazeteciliğin yanı
sıra, Türkçe öğrenip Türkleri araştırmış ve saptamalarını Türkler
adını verdiği bir yapıtta toplamıştır. Batı merkezci bakışla yazılmasına ve birçok
yanlış görüş içermesine karşın, yapıtta Türklerin toplumsal özellikleriyle
ilgili olarak şu görüşlere yer verilmiştir: “Türkler; nezaket,
yardımseverlik ve içtenlik bakımından dünyada eşi olmayan bir ulustur.
Yabancılara karşı aşırı bir konukseverlik biçiminde ortaya çıkan derin bir
insan sevgisine sahiptirler. Öyle sanıyorum ki, Türkiye’ye ilk kez gelenler,
önce bunlar karşısında çarpılırlar... Başka hiçbir ulusta rastlanmayacak
biçimde devlet otoritesine karşı saygı beslerler; buna karşın, bireysel özgürlüğe
aşırı düşkünlükleri vardır. Kendilerini yönetecek bir diktatörün peşinden
koşarlar, ama ille de demokrasi diye diretirler...”10
Güney Kore’nin Ankara
Büyükelçiliği Müsteşarı Hee-Chul Lee, 2002’de Türkiye ve Türklerle
ilgili bir kitap yazdı. Kore’de en çok satanlar listesine giren bu kitapta,
Türklerin özyapısı konusunda şunlar söyleniyordu: “Türkler Batı giysileri
içinde Doğulu yürekleri olan insanlardır. Sempatik ve duyguludurlar. Birbirlerine
‘canım, şekerim, balım’ gibi, Korece’de karşılığı olmayan ve bizim alışkın
olmadığımız sevgi sözcükleri ile seslenirler. Yardımseverdirler. Yolda bir kaza
olsa, herkes yardıma koşar. Dünyada hiç kimse Türkler kadar konuksever olamaz.
Eve gelen konuğu Tanrı’nın gönderdiğine inanırlar”.11
İki Tür Değerlendirme
Değişik
ülke insanlarının, değişik zamanlarda yaptıkları bu tür tanımları uzatmak
olasıdır. Türkler hakkında yargıda bulunanlar, hayranlık ya da karalama
üzerinde yoğunlaşan iki ana küme oluşturmuştur. Başka ülke insanlarına yönelik
yargılarda pek görülmeyen bu ilginç durum, kuşkusuz nedensiz değildir.
Tarihin
hemen her döneminde, hiçbir kavmin yapamadığı denli başka toplumlarla ilişki
kurmuş olan Türkler, kaçınılmaz olarak, kendilerinden olumlu ya da olumsuz söz
ettirmişlerdir. Yaşam biçimleri düşünce ve davranışları son derece özgündür ve
bu özgünlüğü başka milletlerde görülmeyen bir yoğunlukla dünyanın hemen her
yerine taşımışlardır. Başkalarına benzemezler, benzemek de istemezler. Türklerin
bu özelliğini Atatürk, şu sözlerle özlü bir biçimde dile getirmiştir: “Biz,
benzememekle ve benzetmemekle iftihar ederiz. Çünkü biz, bize benzeriz”.12
Tarihi boyunca özgün varlığını korumayı başaran, her dönem ve aşamada
tarihçilerin karşısına çıkan ve hemen her önemli olayda yer alan Türkler,
gerçekten nasıl insanlardır? Nasıl yaşamışlar, ne tür ilişkiler geliştirmişler
ve nelere önem vermişlerdir? Yaşam biçimleri, gelenekleri, duygu ve
düşünceleri, hangi özellikleri içermektedir? Bu özelliklerin, tarihe yaptığı
etki ne olmuştur? Bu özelliklerin günümüz ya da gelecek için bir değeri var
mıdır, varsa nedir?
Günümüzdeki Geçerlilik
Bu
sorulara verilecek yanıtlar; eğer tarihe ve bugüne ait gerçeklere uyuyorsa,
nesnelse ve bilimsel verilere dayanıyorsa, günümüz sorunlarını anlama ve halka
dayalı çözüm üretme bakımından önem taşıyor demektir. Üstelik bu önem, yalnızca
Türklerin kendileri için değil, benzer uluslar ve değişik anlamda da olsa,
karşısında olan küresel güçler için de geçerli olacaktır.
Ünlü Amerikalı ekonomist Davit
C.Korten’in şu sözleri, bu önemi açıkça ortaya koymaktadır: “(Küresel
yıkımdan kurtulmak için y.n.) küresel ekonomiden soyutlanmış, insanı esas
alan toplumları yeniden kurmak gerekir... Ne mutlu ki bunun bir yolu vardır. Bu
yol, Türkiye’nin başkenti Ankara’nın fakir gecekondu mahallelerinde görülen
sosyal birlikteliğin gücünde mevcuttur. Bu insanlar, fakir ve olanaksızlıklar
içinde olmalarına rağmen kuvvetli kültürel kimliklerini, değerlerini ve
toplumsal bağlarını sürdürmektedirler. Bireylere karşı işlenen suçlar ve
alkolizm çok azdır. Gecekonduların içi tertemiz olup, çocukları okula
gitmektedir”.13
Halkların
Kardeşliği
Her
halk, insanlığın tümünün kabul edeceği ortak erdemlere ve barışçı duygulara
sahiptir. Önemli olan, halklar arasında her zaman var olan barışçı ve
özgürlükçü eğilimlerin öne çıkarılmasını sağlamak ve biçimsel ayrımların siyasi
amaçla kullanılan bir gerilim kaynağı durumuna getirilmesini önlemektir.
Oysa bugün belki de en çok
yapılan budur. Dünyaya çıkarlarına uygun bir biçim vermek isteyen küresel
güçler, halklar arasında düşmanlık ve çatışma çıkarmaktadır. Birbiriyle hiçbir
sorunu olmayan halklar arasında yapay çelişkiler yaratılmakta, barış ve
dostlukla yoğrulmuş ulusal kültürler, düşmanlık aracı olarak kullanılabilmektedir.
Bu amaçla, ulusların belleği olan tarih üzerinde oynanmakta ve çarpıtılmaya
çalışılmaktadır.
Tarih ve Kimlik Sorunu
Tarih
ve kimlik sorunu, ezilen halklarla emperyalizm arasındaki gizli bir savaştır.
Bu nedenle ulusların geçmişlerine, toplumsal geleneklerine ve kültürlerine
sahip çıkmaları, bir demokrasi girişimidir. Bu konudaki başarısızlık, doğrudan
ulus varlığına yönelen bir tehlikeye dönüşecektir. Tarihlerini yitiren
kitleler, belleksiz ve kimliksiz kalabalıklar haline gelecek, bu
ise onları ulus olarak yok oluşa sürükleyecektir.
Türk tarihi ve yarattığı
toplumsal değerlerin, geçmişte olduğu gibi bugün de, sömürü ve baskıya dayalı
politikalarla bütünleşmesi olanaksız nitelikleri vardır. Sömürgecilik ve
emperyalizm, Türklerin gelenekleri, bağlı olarak yönetim anlayışlarıyla hiçbir
biçimde uyuşmayan olgulardır. Bu uyumsuzluk, dünyadan kopma ya da içine kapanma
davranışı değil, tam tersi, evrensel boyutu olan sömürgecilik ve emperyalizm
karşıtı bir gelenektir. Eğer dünyadan kopma ya da içine kapanma davranışına
örnek aranacaksa, Türkler bu arayışın herhalde en sonunda yer alacaktır. Tarih
boyunca, Türkler kadar içine kapanmayan, dünyaya yayılan ve “küresel” olan bir başka ulus görülmemiştir.
“Küreselleşmeci” Gelenek
Türkler,
dünyaya yayılıp tarih boyunca “küresel” davranmışlar, baskı ve sömürüye
dayanan günümüzdeki kapitalist küreselleşmeye ve onun tarihsel kökleri olan köleci
ve feodal despotluğa her zaman karşı durmuşlardır. Türk varlığına ve onu
ayakta tutan kültüre, geçmişten bugüne sürdürülen saldırının nedeni, sözkonusu
karşı duruşun güçlü olmasıdır. Bugün yaygınlaştırılarak sürdürülen ulus karşıtı
yaymacadan (propagandadan), yeni tanımıyla “paramiliter milliyetçilik”
suçlamalarından etkilenilmemelidir. Küreselcilik adıyla milliyetçilik yapanlara,
yani emperyalist merkezlere karşı, azgelişmiş ülkelerin yürütebileceği tek
savaşım biçimi olan ulusçuluk, içine her türlü siyasi eğilimi alan bir
demokrasi savaşımıdır. Türk Devrimi ve Atatürkçülük, bu savaşımın en üst
örneğidir.
Unutulmamalıdır ki, emperyalistlerin
ve işbirlikçilerinin ulusçuluğu, dünyayı daha çok sömürme amacına yönelikken,
azgelişmiş ülkelerin ulusçuluğu, sömürü ve baskıya karşı durmaya ve kendini
korumaya yöneliktir. Demokratik ve barışçı olmasının nedeni budur.
DİPNOTLAR
1 “Türkçülüğün Esasları” Ziya
Gökalp, Kum Saati Yay., İst. 2001, sf.43
2 a.g.e.
sf.45
3 “Hazar Çevresinde Bin Yıl”, Lev
Nikolayeviç Gumilev, Selenge Yay., İst., 2002, sf.296
4 “Türk Kültürünün Gelişme
Çağları” Prof.Dr.Bahaddin Ögel Türk Dünyası Araştırma Yay.,
1988, İst., sf.202
5 “Hazar Çevresinde Bin Yıl”, Lev
Nikolayeviç Gumilev, Selenge Yay., İst. ,2002, sf.110
6 “Moğolların İçtimai Teşkilatı”
B.Y.Viladimirtsov, sf.103-104; ak. Doğan Avcıoğlu “Türklerin Tarihi”
Tekin Yay., 1.Cilt, 1995 İst., sf.248
7 “Les
Observations de Plusieurs Sinqularitez et Choses Mémorables Trouéesen Gréce”
Pierre Belon, Paris 1583; ak. Stéphane Yerasimos, “Türkler”,
Doruk Yay. 2002, sf.28
8 “Bedevi Lawrens, Arap, Türk”
Doğan Koloğlu, Arba Yay., İst.-1993, sf.163
9 a.g.e.
sf.163
10 “Türkler”, Davit Hotham,
2.Cilt, Cumhuriyet Yay. 2000, sf.38
11 “Türkiye’yi Yazdı Best Seller
Oldu”, Zeynep Tuğrul, Milliyet 16.09.2002
12 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, Remzi
Kit., 3.Cilt, 8.Baskı-1983, sf.456
13 “When Corporations Rule The Word”
David C.Korten, Kumarion Press, Inc, Berret-Koehler Publishers, Inc.
ISBN 1-887208-01-1, sf.257
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder