12 ülkenin katıldığı Lozan
Konferansında, “esas görüşme ve tartışma İngiltere’yle Türkiye arasında
oldu”. Lord Curzon, Ankara’dan gelenleri, eski Osmanlı Türkü
sanıyordu. Ancak, yanıldığını çabuk anladı. “İlkelerini her şeyin üstünde tutan
vatansever bir tutum” ve “şaşırtıcı bir irade sağlamlığıyla” karşılaştı?
“Doğulularda böyle şey olmaz”, “Türkler nasıl bu hale geldi?”
diyerek şaşkınlığını dile getiriyor, “nedenini bir türlü anlayamadığı”
değişimi, çözmeye çalışıyordu. Lozan’da ortaya çıkan “yeni Türk tipi”,
ulusal hakların savunulmasında yüksek nitelikli bilinç ve direnç gösteriyor;
oraya neden geldiğini, neyi nasıl elde edeceğini biliyordu. Batı gazetelerinde şaşkınlık
ifade eden yorumlar yapılıyor, The Times, “Acaba Türkiye, bir mucize
ile uygar bir devlet mi oldu?” diyordu.
İngiliz Delegeler Kurulu’ndan William Tyrrell, Lozan’da karşılaştığı “yeni Türkler” için şöyle söylüyordu: “İki çeşit Türk biliyorduk; biri eski Türk,
ki öldü. Biri de Jön Türk, ki artık o da yok oldu. Şimdi onlardan çok başka bir
Türk tipi görüyoruz. Lozan, Tarihçi Nobert
Von Bischoff’un tanımıyla;“Türklerin
silahla kazandığı zaferi, uluslararası hukukun kütüğüne geçirmesi”ydi.(×)
Yalnız Türkiye
Vahdettin’in
ülkeden kaçışından 3 gün sonra, 20 Kasım 1922’de, Lozan’da barış görüşmeleri başladı.
Bir yanda, katılımcı olarak İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Japonya,
Romanya ve gözlemci olarak, ABD, Sırbistan; Sovyetler Birliği, Bulgaristan,
Belçika, Portekiz; diğer yanda yalnızca Türkiye vardı.1 Birinci
Dünya Savaşı’nı kazanan devletler, hazırladıkları Sevr Anlaşması’nı
Ankara hükümetine kabul ettirememişler; Anadolu’ya çıkartılan Yunanlıları yenen
Türkler, Lozan’a, yenilgiyi kabul eden Almanya ve Avusturya’dan ayrımlı olarak,
yengi kazanmanın özgüveniyle gelmişti.
İngiltere ve bağlaşıkları
(müttefikleri) Konferans’a, Türkiye’yi hala, “Dünya Savaşı’nın yenik ülkesi”
görerek ya da öyle görünerek gelmişti. Almanya ve Avusturya’ya Versailles’da
yapılanın benzeri, Lozan’da Türkiye’ye yapılacak ve Küçük Asya’daki
Batı çıkarları, korunacaktı. Ortadoğu’ya verilecek yeni biçim, uluslararası bir
anlaşmayla meşrulaştırılacak, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ayrıcalık
(imtiyaz) haklarının korunması koşuluyla, Yeni Türkiye’nin sınırları
belirlenecekti.
Batı’nın
Umduğu
Türkiye’yi
Osmanlı İmparatorluğu’nun küçülmüş süreği (devamı), Ankara yöneticilerini de
Babıâli bürokratları sanıyorlardı. Konferansa katılanlar üzerindeki etkisi açıkça
görülen Lord Curzon, İsmet Paşa’yı, “Hindistan’daki uyruklarından
biri”2 gibi görüyor, Fransız temsilcisi Bompard ona “eski
bir Osmanlı sadrazamıymış gibi tepeden bakıyordu”.3
Sınırlar, askeri eyleme bağlı
olarak büyük oranda belirginleştiği için fazla zaman almayacak, “ekonomik
bilinçten yoksun Türklere”, geçmişten gelen tecimsel (ticari) ve tüzel (hukuki)
ayrıcalıklar (kapitülasyonlar) yenileriyle birlikte kolayca kabul
ettirilecekti. Eski düzen yeni koşullarla sürdürülecek, önemli bir dirençle karşılaşılmayacak,
Konferans uzun sürmeyecekti.
Temel Amaç; Ulusal Egemenlik
Mustafa
Kemal, ulusal egemenlik haklarını Avrupalılara kabul
ettirmek için büyük bir savaşıma girişecekti. Kapitülasyonlar tümüyle
kaldırılacak, Türkiye artık kendi kararını kendi veren, her yönüyle bağımsız ve
özgür bir ülke olacaktı. Bunlar, büyük devletlerin azgelişmiş ülke yöneticilerinde
kesinlikle görmek istemedikleri nitelikler, sözünü bile duymak istemedikleri
amaçlardı.
Amaca
ulaşmak için, dayanılacak ana güç, Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi,
ulusal birliği sağlamak ve bağımsızlığı seçeneği olmayan toplumsal amaç haline
getirmekti. Dışa karşı güçlü olmayla, içerde birliği sağlama arasındaki dolaysız
ilişki; gerçekleştirilmesi güç ama başarılması zorunlu bir görev ortaya çıkarıyordu.
Ulusal birliğe zarar veren karşıtlıklar giderilmeli, toplumun her kesimi aynı
amaç çerçevesinde birleştirilmeliydi.
Yoğun
bir çalışma ve her zaman olduğu gibi, ölçülü ama atak bir eylemlilik içine
girdi. İçerdeki düzeysiz karşıtlıkla uğraşıp yeni devletin temelini atarken, 8
ay süren Lozan görüşmelerinin her aşmasıyla yakından ilgilendi, yurt içi
çalışmalarını Lozan’daki gelişmelere göre düzenledi.
Lozan’da;
onaylanacak, geri çevrilecek, değiştirilecek ya da yapılacak önerilere karar
veriyor, görüşme taktikleri belirliyor ve Türk Kuruluna güç veren destek
iletileri gönderiyordu.
Türkiye’ye
Bakış
Müttefikler’in
gözünde Türkiye, “Genel Savaş’ta yenilmiş ancak daha sonra Anadolu’ya çıkan
Yunanlılar’ı yenmiş bir ülkeydi”.4 Kendilerini, destekleyip kışkırttıkları
Yunanlılardan ayrı tutmaya çalışıyorlardı. Her ne pahasına olursa olsun
geleneksel istekleri olan kapitülasyon haklarını korumak, hatta geliştirmek
istiyorlardı. Onlar için önemli olan adil bir barış değil, çıkarlarını
koruyan bir barıştı.
Türkler, “atalarından gelen
savaşçılıklarıyla”, Yunanlıları yenmeyi başarmışlardı ama ekonomiyle
bütünleşen bir ulusal irade onlardan beklenemezdi. “Sanayiden yoksun, parasız
ve yoksul” bir ülke, “diplomasinin kaygan alanında”5 bu
bilinci gösteremez, gösterse de uzun süre direnemezdi. Bağlaşıkların Türkiye’ye
ve onu temsil eden Delegeler Kurulu’na bakışı buydu.
İsmet
Paşa’nın Diplomatlığı
İsmet
Paşa, kendisini, Konferans’a hemen ağırlığını koyan Lord Curzon’la eşit görüyor ve
Türkiye’nin, “savaş galibi” İngiltere’yle eşdeğerde olduğunu gösteren
davranışlarda bulunuyordu. “Biz buraya Mondros’tan değil, Mudanya’dan
geliyoruz” diyordu.6
Kendine
özgü bir savaşım yöntemi vardı. “Ne denli önemsiz olursa olsun her noktayı
tartışıyor”, çoğu kez, savaşlardaki top atışları nedeniyle, “kulaklarının
iyi işitmediğini” söyleyerek kimi sözleri “duymuyordu!” “Önceden
hazırladığı uzun konuşmalar yapıyor” durmadan “arkadaşlarına danışıyordu”.
Sürekli olarak, Ankara’yı aramak için zaman istiyor, yanıtlarını hep “ilerdeki
toplantılara” bırakıyordu.7
Ankara’ya
gerçekten çok sık danışıyordu. Önceden saptadıkları hemen tüm önemli konuları, Mustafa
Kemal’e soruyor, onun bildirimleri yönünde davranıyordu. Lozan’daki “Yeni Türk tipini” yaratan,
Kurulda görev alanlar değil, Türkiye’nin Ankara’daki yeni önderiydi.
Lord
Curzon ve bağlaşıkları için rahatsız edici ana sorun, sömürge
ve yarı sömürgelere yayılma olasılığı yüksek bir anti-emperyalist dirençle karşılaşmış
olmalarıydı. Bu direncin arkasındaki güç, Mustafa Kemal’di. Fransız
tarihçi Benoit Méchin, onun için, “tarihte çok az insan Mustafa Kemal
gibi emperyalizme karşı durabilir” diyecektir.8
Mustafa
Kemal, Lozan’da
gerçekleştireceği işin; uluslararası boyutunu, ezilen ülkelerde ortaya çıkaracağı
direnci, bu direncin büyük devletler için ne anlama geldiğini biliyordu. Bu güç
işi başarmak için, sonuna dek gidecekti. Ezilen uluslara çağrılar yapıyor ve “Türkler
artık kendilerini ezdirmeyecektir. Türklerin yapacaklarını örnek alın. Dünya, o
zaman daha iyi olacaktır” diyordu.9
İngiltere
Güç Durumda
Lord
Curzon için, sömürge ve yarı sömürgelere yaygın bir bağımsızlık
dönemi başlatacak Türk istemlerini kabul etmek çok güç ve İngiltere için
tehlikeli bir işti. Barış yapılmalı ama koşulları Türklerin istediği gibi
olmamalıydı.
Ancak,
Ankara dayatıyor, geri adım atmıyordu. Ayrıca, Lozan’da sonuç alınamazsa,
anlaşma dışı bırakılacak bir Türkiye, Sovyetler Birliği’ne daha çok yakınlaşabilir,
bu da başka tür sakıncalı sonuçların ortaya çıkmasına neden olabilirdi.
Türkiye’den,
yeni bir savaşı göze alan açıklamalar geliyordu; oysa Avrupa’nın savaşacak gücü
kalmamıştı. Karşılaşılan siyasi açmaz, dünya siyasetine yön vermeye alışkın
büyük devlet yöneticilerini, şimdiye dek hiç yaşamadıkları bir çaresizlik içine
sokmuştu. Çaresizlik, blöf politikasıyla aşılmaya çalışıldı. Ancak,
Ankara korkutmaya dayalı gerçek dışı girişimleri kavrayacak ve önlem geliştirecek
bilinçli bir tutum sergiliyordu. Blöfü gerçekle bastıracak yeteneğe
sahipti.
İsmet
Paşa’nın, “on yıl birden yaşlandım” dediği sekiz aylık
Lozan süreci, “sinir sağlamlığı gerektiren” böyle bir ortamda yaşandı.
Tüzel ve tecimsel ayrıcalıklar, Konferans’ın ana gündemini oluşturdu.
Avrupalılar ayrıcalıkların sürmesinde, Türkiye ise kaldırılmasında son
derece kararlıydı ve bu iki yaklaşımın uzlaşma olasılığı yok gibi görünüyordu.
Lord Curzon,
çaresizliğini o denli açık ediyordu ki, “üzerinde güneş batmayan Büyük
Britanya İmparatorluğu”’nun
diplomatlığıyla ünlü bu Dışişleri Bakanı, “Türkiye için rahatsız edici
oluyorsa, kapitülasyon yerine başka bir sözcük kullanabiliriz”10
gibi gülünç önerilerde bulunabiliyordu.
Curzon’un
Çaresizliği
Türk
isteklerine karşı başlangıçtaki alaycı yaklaşım, giderek saldırgan bir karşıtlığa
dönüştü... Ulusal egemenlik ve bağımsızlık konularında gösterilen
kararlılık, alaycılığın yerini kaygı ve korkunun almasına yol açmıştı. Öyle
görülüyordu ki, Türkler ekonomik bağımsızlık konusunda, söylediklerinin
bilincindeydiler ve bunları elde etmeden, herhangi bir belgeye imza
atmayacaklardı.
Curzon,
dizginleyemediği bir öfke ve çoğu kez “diplomatik nezakete uymayan” bir
saldırganlık içine girmişti. ABD Delegasyonu’nda yer alan ve daha sonra
Türkiye’de Büyükelçilik yapan Charles H.Sherrill’in anılarında aktardıkları,
Curzon’un Lozan’daki
ruh halini ortaya koymaktadır: “Curzon’un odasına gitmiştik. Bir anda Curzon
göründü. Kızgın bir boğa gibi odaya girdi. Bizlere baktı ve parmağını havada dolandırarak
aşağı yukarı yürümeye başladı. Durmadan ter döküyor ve içerdekilerin yüzlerine
bakıyordu. Birden bağırdı: ‘Dört korkunç saatten beri oturumdayız. İsmet her
sözümüze şu bayat ve adi sözcükle yanıt verdi’; ‘bağımsızlık ve ulusal
egemenlik!’. Curzon’a, İsmet Paşa’nın hangi sorunda anlaşmazlık
çıkardığını sordum. ‘Ekonomik ve hukuksal sorunda’ yanıtını verdi... Herşey
bitmişti. Curzon ızdırap ve korku içindeydi”.11
Görüşmeler Kesiliyor
Görüşmeler, 4 Şubat 1923'te kesildi. ABD delegasyonu, Konferans'ın kesilmesinin ana nedenini, Washington'a, "Türklerin, özel yargı hakları ve ekonomik imtiyazlara ait hükümlerde, her türlü uzlaşmayı reddetmeleridir" diye bildirmişti.12
Bağlaşıklar, İsmet Paşa’nın, hiçbir biçimde ödün vermediği, “bağımsızlık” ve “ulusal egemenlik” direncinin arkasındaki ana gücün Mustafa Kemal olduğunu biliyor, ona büyük bir öfke ve düşmanlık duyuyorlardı. Amerikalı Senatör Upshow'un 1927 yılında Temsilciler Meclisi'nde yaptığı konuşma, günümüze dek gelen Mustafa Kemal karşıtlığının ortak anlatımı gibiydi: "Lozan Antlaşması, Timurlenk kadar hunhar, müthiş İvan kadar sefil ve kafatasları piramidi üzerine oturan Cengiz Han kadar kepaze bir diktatörün, zekice yürüttüğü politikasının bir toplamıdır. Bu canavar, savaştan bıkmış bir dünyaya, bütün uygar uluslara onursuzluk getiren bir diplomatik anlaşmayı kabul ettirmiştir. Buna her yerde Türk zaferi dediler".13
Uyarıcı
Açıklamalar
Türkiye’nin
kararlılığını göstermek için, Lozan’daki
karar vericilere gönderme yapan uyarı niteliğinde ve bir birini tamamlayan bir
dizi açıklama yaptı. Açık ve net konuşuyor, “egemenlik hiçbir anlamda,
hiçbir biçimde, hiçbir renk ve belirtide ortaklık kabul etmez”14
diyor, eski alışkanlıkları sürdürmek isteyen anlayışlarla sonuna dek mücadele
edileceğini söylüyordu.
Söylediklerini
yapma ya da yapmayacağını söylememe alışkanlığı bilindiği için,
hem uyarı hem de meydan okuma niteliğindeki sözleri, etkili oluyordu. Batı’nın
karar vericileri, ya Türkiye’nin isteklerini kabul edecekler ya da onunla çatışacaklardı.
Gönderilen iletilerin özü buydu.
22
Aralık 1922’de, İngiliz Morning Post gazetesi muhabiri Grace
M.Ellison’la görüştü. Lozan'da, bağımsızlığa ve ulusal egemenliğe zarar veren tüm önerilerin reddedileceğini ve bu tür istemlere şiddetle
karşı koyulacağını söyledi. Sözleri kararlılığının düzeyini gösteriyordu: “Bizim
elde etmeğe kararlı olduğumuz tam bağımsızlık ülküsüne, meydan okuyacak
herhangi bir kişi varsa; o kişi, bu ülkümüzden ilham almış bütün Türkleri
ortadan kaldırma imkanlarını arayıp bulmalıdır” diyordu.15
Üç gün sonra, 25 Aralık 1922'de Fransız Le Journal muhabiri Paul Erio'yla görüştü. Konferansın ilerlemediğini, "beş hafta içinde önerilen sorunlardan hiçbirini" çözmediğini ve Türkiye'nin ileri sürdüğü isteklerin, "ülkenin yaşaması ve bağımsızlığını sağlaması için gereken şartların en azı”16 olduğunu söyledi.
Kapitülasyonlar konusunun, tartışılmasını bile ulusal onura yönelmiş bir hakaret sayıyor ve Avrupalıları şu sözlerle uyarıyordu: "Kapitülasyonların, Konferans'ta birçok toplantıda konu edilmesini bir türlü anlayamıyoruz. Bu sorunun, söz konusu edilip görüşme konusu yapılması bile ulusal onurumuza yöneltilmiş bir hakarettir. Kapitülasyonların Türk milleti için, ne derece nefret edilen bir şey olduğunu size anlatmam güçtür. Bunları, yeni biçim ve adlar altında gizleyerek, bize kabul ettirmeyi başaracaklarını sananlar, bu konuda çok yanılıyorlar. Türkler, kapitülasyonların sürmesinin, kendilerini kısa süre içinde ölüme götüreceğini çok iyi anlamışlardır. Türkiye tutsak olarak mahvolmaktansa, son nefesine kadar mücadele etmeye kesin karar vermiştir".17
25 Ocak 1923’te Alaşehir’e
geldi ve halka yaptığı konuşmada, Lozan’da büyük devletlerin kabullenmek
istemediği ekonomik bağımsızlık ve ulusal egemenlik konusunu işledi. "Bundan sonra kazanacağımız zaferler", "ekonomi, bilim ve eğitim zaferleri olacaktır" dedi.18
Lozan’da tartışma
konusu yapılmak istenen, ulusal egemenlik konusundaki bir başka açıklamayı,
Alaşehir’den iki gün sonra, 27 Ocak 1923’te İzmir’de yaptı. Annesinin mezarı başında,
duygulu bir ortamda yaptığı açıklamada, ulusal egemenliği koruma
yönündeki kişisel kararlılığını şu sözlerle dile getirdi: “Validemin ruhuna
ve bütün ecdat ruhuna ahdettiğim vicdan yeminimi tekrar edeyim. Validemin kabri
önünde ve Allah’ın huzurunda yemin ediyorum. Bu kadar kan dökerek milletin elde
ettiği ve güçlendirdiği egemenliği, koruma ve savunmak için, gerekirse
validemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Ulusal egemenlik uğruna
canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun”.19
Lozan’a
yönelik açıklamalarını, Konferans’ın bitimine dek sürdürdü. 15 Ocak’ta Eskişehir,
16 Ocak’ta İzmit, 22 Ocak’ta Bursa, 2 Şubat’ta İzmir, 5 Şubat’ta Akhisar, 7 Şubat’ta
Balıkesir, 17 Şubat’ta İzmir İktisat Kongresi ve 20 Mart’ta Konya’da konuştu.
“Uluslararası
Hukuk Kütüğüne Çakılan Zafer”
Tarihçi
Nobert Von Bischoff’un, “Türk silahlarının, kazandığı zaferi,
uluslararası hukukun kütüğüne geçirmesidir”20 diye tanımladığı Lozan
Antlaşması, 24 Temmuz 1923’te Lozan Üniversitesi tören salonunda imzalandı.
ABD’nin
imzalamadığı Antlaşma’yı, TBMM 23 Ağustos’ta onayladı ve işgal güçleri,
silahlarıyla birlikte Türkiye’den ayrılmaya başladılar. “Generalleri ve
askerleriyle” son birlikler, 2 Ekim 1923 Salı günü, Dolmabahçe önünde, “Türk
bayrağını ve Türk askerlerini selamlayarak” denize açıldı. 13 Kasım 1918’de
Boğaz’da söylediği sonucu elde etmiş, “yüzyıllarca beslenmiş kötü amaçlarla”21
Türkiye’ye gelenler, “geldikleri gibi gitmişlerdi”.22
Ankara,
görüş ve isteklerini büyük oranda Batıya kabul ettirmiş, ulusal egemenlik
haklarına yönelik ana amacı etkilemeyen ve çoğu geçici kimi uzlaşmalarla barış
sağlanmıştı. Son iki yüz yılda, Türklerin Avrupa’ya karşı kazandığı tek siyasi
başarı olan bu antlaşma, gerçek bir “diplomatik zaferdi”.
“Türkiye,
Batı’nın büyük devletleri ve Yunanistan’la arasındaki savaş durumuna son vermiş”23 Misak-ı
Milli sınırlarını ve tam bağımsızlığını kabul ettirmiş, ezilen uluslara
emperyalizmin yenilebileceğini göstermişti. Fransız Robert Lambel’in
söylemiyle, “Türkiye artık Osmanlı İmparatorluğu değildi” ve yeni Türk Devleti
elde ettiği başarıyı, “Mustafa Kemal’in dinamizmiyle başından beri coşturduğu
Ankara’daki ulusçuların başa çıkılmaz iradesine borçluydu”.24
Kurtuluş Savaşı ve
onun politik sonucu Lozan Antlaşması, hem Batı’nın gelişmiş ülkeleri,
hem de Doğu’nun ezilen ulusları üzerinde, 20.yüzyıla yön veren büyük bir etki
yaptı. Kısa süre içinde Türkiye’nin sorunu olmaktan çıkarak evrensel boyutlu
bir bağımsızlık simgesi haline geldi. Askeri ve hemen ardından gelen siyasi başarı,
emperyalist tutsaklıktan kurtulmak isteyen sömürge ve yarı-sömürgelerde büyük
bir uyanış sağladı, onlara örnek oldu.
DİPNOTLAR
(×) “Türkiye’deki
Yeni Oluşan Bir İzahı” Norbert Von Bischoff, Ank.-1936, sf.149-150;
ak. “70.Yılında Lozan” Kültür Bak.
Yay., sf.94
1 Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, 12.Cilt, sf.7560
2 “Atatürk” Lord Kinrose, Altın
Kitaplar Yay., 12.Basım, İst.-1994, sf.417
3 a.g.e. sf.417
4 “Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi” Afet
İnan, TTK, Ankara-1977, sf.101
5 “Mustafa Kemal” Benoit Mechin, Bilgi
Yay., Ank.-1997, sf.243
6 “Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi” Afet
İnan, TTK, 1977, sf.101
7 ”Atatürk” Lord Kinross, Altın
Kitaplar Yay., 12.Baskı, İst.-1994, sf.417
8 “Mustafa Kemal” Benoit Mechin, Bilgi
Yay., Ank.-1997, sf.242
9 a.g.e. sf.242
10 “Atatürk’te Konular Ansiklopedisi” S.Turan,
Y.K.Y., 2.Bas., 1995, sf.345
11 “İlk ABD Büyükelçisinin Türkiye Hatıraları”
John Grew, 2.Cilt, Cumhuriyet Kitap, sf.50-51
12 “Amerikan Belgelerinde Lozan Konferansı ve
Amerika” Fahir Armaoğlu, Belleten C.LV.Ağustos 1991, S.213,
sf.500; ak. “70.Yıldönümünde Lozan” T.C.Kültür Bakanlığı, sf.34
13 “Amerika, NATO ve Türkiye”
Prof.Dr.Türkkaya Ataöv, sf.172; ak., Emin Değer, “Oltadaki Balık”,
Çınar Araş., 5.Baskı, sf.182
14 “Nutuk” M.K.Atatürk,
II.Cilt, TTK, 4.Baskı, Ank.-1999, sf.933
15 “Bir İngiliz Kadın Gözüyle Kuvayı Milliye
Ankarası” Grace M.Ellison, 1973; ak. U.Kocatürk, “Kaynakçalı
Atatürk Günlüğü” İş.Ban.Yay., sf.220-221
16 “Atatürk’ün Bütün Eserleri”
14.Cilt, Kaynak Yay., İst.-2004, sf.197
17 a.g.e. 14.Cilt, sf.198
18 a.g.e. 14.Cilt, sf.389
19 a.g.e. 14.Cilt, sf.394, “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü”
Prof.Dr. U.Kocatürk, İş.Ban.Yay., sf.233
20 “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri-IV” Kaynak
Yay., 3.Bas. 2001, sf.142
21 “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü”
Prof.Dr.U.Kocatürk, İş Bank.Yay., sf.74
22 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir,
3.Cilt, Remzi Kit., 8.Baskı, İst.-1983, sf.128
23 Y’Illustration (Paris), 28.07.1923; Bilal Şimşir, “Dış
Basında Laik Cumhuriyetin Doğuşu” Bilgi Yay., Ank.-1999, sf.188
Elinize ve emeğinize sağlık. Harika bir aktarım.
YanıtlaSilMustafa Kemali Unutamayız onun bu ülkeye katkısı emeğı coktur Allah muhafaza ya ondan sonra gelen iktidarlar onun döneminde basta olsaydı napardık yok olurduk
YanıtlaSilharikaydı
YanıtlaSilYüreğim kabardı.
YanıtlaSilCoşkuyla okuduğum, bittiğinde torunu olmaktan gurur duyduğum ecdadımızı saygıyla anmamızı sağlayan çok güzel bir yazı..
YanıtlaSilAktarımınız için çok teşekkür ederim.
Coşkuyla okuduğum, bittiğinde torunu olmaktan gurur duyduğum ecdadımızı saygıyla anmamızı sağlayan çok güzel bir yazı..
YanıtlaSilAktarımınız için çok teşekkür ederim.