Avrupa’da iki bin yıl içinde,
mezhep ve tarikatlarıyla üç tür Hıristiyanlık ortaya çıktı. Köleci dönemde “barışçılığa ve eşitliğe”, feodal
dönemde “kilise despotizmine”,
kapitalist aşamada ise “sermaye ve
ticaretin kutsallığına” dönüşen bir Hıristiyanlık yaşandı. Birbirinden çok
ayrımlı ekonomik ilişkileri olan bu dönemleri, Hıristiyan inancı belirlemedi,
tersine Hıristiyanlığı bu dönemler belirledi, ona yeni anlamlar yükledi. Rönesans ve reform, bu dönemler içinde
kapitalist üretim ilişkilerine denk gelen uygulamalardı.
Hıristiyanlığın
Evrimi
İkibin yıllık Hıristiyanlık
tarihinde Batı’da; köleci, feodal ve kapitalist üretim biçimlerini kapsayan üç
tür toplumsal düzen yaşandı. Bu uzun süre içinde Batı toplumlarına yön veren
belirleyici unsur, din ya da ona bağlı inanç dizgeleri değil, ekonomik
ilişkilerin biçim verdiği toplumsal gerekliliklerdir. Her yerde olduğu gibi
Batı’da da, inanç dizgeleri toplumsal düzeni değil, toplumsal düzen inanç
dizgelerini belirledi.
Avrupa’da iki bin yıl içinde, mezhep ve
tarikatlarıyla üç tür Hıristiyanlık ortaya çıktı. Köleci dönemde “barışçılığa
ve eşitliğe”, feodal dönemde “kilise despotizmine”, kapitalist
aşamada ise “sermaye ve ticaretin kutsallığına” dönüşen bir Hıristiyanlık
yaşandı. Birbirinden çok ayrımlı ekonomik ilişkileri olan bu dönemleri,
Hıristiyan inancı belirlemedi, tersine Hıristiyanlığı bu dönemler belirledi,
ona yeni anlamlar yükledi. Rönesans ve reform, bu dönemler içinde
kapitalist üretim ilişkilerine denk gelen uygulamalardı.
Batının
Başarısı
Batı Avrupa kapitalizmi, Doğu’dan
aldığı bilimi, ekonomik-toplumsal gelişime yön veren somut uygulamalara
dönüştürdü ve bu tutumu siyasi sisteme yön veren politikanın temeline
yerleştirdi. Bilim ve teknoloji; sınai ve ticari gelişime, bağlı olarak
toplumsal ilerlemeye yön veren ana unsur oldu. Yaratılan bilimsel ve düşünsel
varsıllık; bir yandan üretim eyleminde kullanılan teknikleri geliştirirken bir
başka yandan bu eylemin yarattığı hukuksal düzene biçim verdi, siyasi
ilişkileri geliştirdi.
Batı, bu yolla, bilimi günlük yaşama
sokmayı ve bu gelişime uyum gösteren düşünceleri engellerden kurtarmayı
başardı. Tutucu geleneklere dayanan, dirençli bir karşı koyuşla elbette
karşılaştı, ancak ağır bir bedel ödese de, karşı koyuşu etkisizleştirdi;
kapitalizmin gelişimine uyum gösteren yenilikler gerçekleştirdi, bunu başardığı
oranda gelişti.
Gelişirken
Geliştirmemek
Üretimden pazar gereksinimine,
denizaşırı ticaretten sanayileşmeye, sömürgecilikten emperyalizme dek nesnel
koşula bağlı gelişmeler süreci; rönesans ve reformun sağladığı düşünsel
uyanışla bütünleşerek Batı kalkınmasına yön ve biçim verdi.
Sanayileşmeyi ortaya çıkaran
koşullar, önce Avrupa’da oluştu ve Avrupalılar tarihsel olarak kendilerine
üstünlük sağlayan bir dönem elde etti. Elde ettiği güçle, başka ülkeler
üzerinde gelişimi engelleyen bir baskı kurdu. “Gelişirken geliştirtmeyen”
politikayı, çoğu kez askeri güç kullanarak uluslararası ilişkilere egemen
kılmayı başardı.
Amerikalı düşünür M.Fox bu
politikayı; “herhangi bir bölgenin kendi kendine yeterli olabilmesini
önlemek için, her türlü yeni oluşumu engellemek” olarak tanımlamıştır.1
“Reform”
Tarihçiler, “değiştirmeye
yönelmeksizin düzeltme, onarma ve iyileştirme” anlamına gelen Reform sözcüğünü,
16.yüzyıl Avrupası’nda ortaya çıkan “dinde yenilenme” hareketini
tanımlamak için kullanır. Tanımın tarihsel anlamı, gelişen kentsoylu sınıfının,
feodal beysoyluluğa dinsel alanda başkaldırması; toplumsal anlamı ise, dinin
toplum üzerindeki etkisinin, başka biçim ve yaklaşımlarla sürdürülmesi. Reform
girişimi gerçekte, bir inanç sorunu değil, inanç üzerinden yürütülen bir
sınıf savaşımıdır.
Giderek güçlenen kentsoylu
sınıfının istekleriyle Katolik Kilisesi’nin çıkarları arasındaki çelişki,
kapitalizm geliştikçe şiddetleniyor ve kentsoyluluk bu gelişime direnen
kiliseyle çatışıyordu. Katolik Kilisesi’nin hem simgesel hem de eylemsel gücüne
dayanan rahipler saltanatı, yeni üretim ilişkilerinin gelişmesine engel olmaya
çalışıyor, ideolojik temelini oluşturduğu feodal düzenin sürdürülmesini
istiyordu.
Kentsoyluların feodalizmi temsil eden
Katolik düşüncesine karşı, kendi çıkarlarını temsil eden yeni bir Hıristiyan “inancına”
gereksinimi vardı. Protestanlık (Almanya), Calvinizm (Fransa) ve Anglikanizm
(İngiltere) bu gereksinimi karşılamak için ortaya çıktı. Bu sürece, “dinde
yenilenme-Reform” adı verildi. “Kilise var olmalı, ancak kentsoyluluğun
sınıfsal çıkarlarına uygun davranmalıydı”2, Reform
deviniminin özü buydu.
Reformun Öncüleri
Reform’un
anavatanı Almanya’dır ve Alman papazı Martin Luther’in (1483-1546)
Wittenberg Kilisesi’nin kapısına 1517 yılında astığı bildiri (protesto) ile
başlamıştır. Luther bu “protesto”yla, gelişen yeni toplumsal
ilişkilere ve oluşmakta olan yaşam biçimine ayak uyduramayacak denli“donmuş”,
“bozulmuş” ve “köhnemiş” Katolik Kilisesine karşı “savaş”
açıyor, dini söylemler kullanarak yeni bir düzenin kurulması gerektiğini ileri
sürüyordu.
Luther’in
Almanya’da yaptıklarının benzerini İsviçre’de Jean Calvin (1509-1564), İngiltere’de
Kral VIII.Henry (1491-1547) yapıyor, onlar da içinde bulundukları
toplumun yeni koşullarına uygun düşen görüşler ileri sürerek dinde reform
hareketine girişiyorlardı.
Söylenenler
Erfurt Üniversitesi’ni
bitirerek din-bilim ve felsefe öğretmenliği yapmış olan Luther’e göre; “Sosyal
eşitsizlik bir tanrı düzenidir ve olduğu gibi korunarak toplumsal düzenin
temelini oluşturmalıdır. İnsanlar arasında eşitlik istemek, tanrısal düzene
karşı çıkmaktır ve doğru değildir. Kilise, tanrı ile kul arasına girmemelidir;
insanın kurtuluşu törensel ayinlerle değil, inancın dünyevi işler için
kullanılmasıyla sağlanır”dı.3
Fransız ilahiyatçısı Calvin’e
göre ise; “Üretim için faiz almak gereklidir ve bu din yasalarına aykırı
değildir; birey ve bireyin ekonomik çıkarları, tanrısal düşünce içinde bile
önde gelir; insan emeğinin ekonomik bir değeri vardır ve bu değerin
kullanılması tanrısal bir buyruktur; uluslararası ticaret yararlıdır, genel
yoksulluğu azaltır; Tanrı, kendisini tüccar ve iş adamlarının egemenliğini sağlamak
üzere görevlendirmiş ve yetkilerini ona devretmiştir”.4
Katolikliği İngiltere’de yasaklayan VIII.Henry,
kurduğu “bağımsız” ve “ulusal” Anglikan Kilisesi aracılığıyla
benzer görüşler ileri sürdü ve bu görüşleri devlet politikası yaptı. Anglikanizm
yalnız İngiltere’de değil, gezginler, sömürge tüccarları ve kolonilere yerleşen
göçmenler tarafından, İmparatorluğun egemen olduğu hemen her yere yayılmaya
çalışıldı. Katolik Kilisesi “köle emeği sömürüsünü”, Protestanlık ve
Calvinizm “üretimde el emeği kullanımını” nasıl Tanrı’ya “onaylatmışsa”,
Anglikan Kilisesi de “sömürge ticaretini” öyle Tanrı’ya “onaylatıyor”
ve dini, İngiliz İmparatorluğu’nun çıkarlarını savunan bir öğreti (doktrin)
durumuna getiriyordu.
İnanç Terörü
Luther, Calvin ya da
VIII.Henry’nin görüşlerini kabullenip yaşatacak sınıf hazırdır. Önce
ticaret, daha sonra sanayi burjuvazisi, ileri sürülen görüşleri kabul etmekle
kalmadı toplumun her kesimine yayıp kurumsallaştırdı ve bu “yeni” görüşler
hızla yayıldı.
Ancak, bu yayılma, toplumun başka
kesimlerinde inançtan çok, güç kullanarak yürütüldü. “Yeni” görüşleri,
sınıfsal çıkarlarına ve inanç geleneklerine uygun bulmayan halk kitleleri
üzerinde şiddet uygulandı; Avrupa’nın her yerinde ayaklanmalar ve uzun süren
acımasız “din” çatışmaları ortaya çıktı.
Örneğin, Luther’in
çağdaşı olan, ancak Reform’un güç sahiplerinin değil, halkın çıkarı
yönünde yapılmasını isteyerek “sınıfsız” ve “devletsiz” bir
toplum düşleyen Alman Thomas Münzer (1440-1525), önderlik ettiği 130 bin
köylüyle birlikte Frankenhausen’de öldürüldü.5
Aragonlu Michel Servetus
adındaki ilahiyatçı bir hekim, Calvin’in emriyle hafif ateşte yavaş
yavaş pişirilerek öldürüldü. Akciğerdeki kan dolaşımının özelliğini bulan bu
hekimin tek suçu, Hıristiyanlık inançlarında Calvin gibi düşünmüyor
olmasıydı. Cenevre Calvinistleri bu “günahın affı” için 1903 yılında
Cenevre’de bir Servetus Anıtı diktiler.6
“Dinde reform”,
insanların düşünceleri ve günlük yaşamları üzerine kurulmuş olan dinsel
baskının yerine, günün koşullarına uygun bir başka dinsel baskı düzeni getirdi.
Katolik kilisesinin otoritesi, yerini Protestan kuralcılığına bıraktı. Reformun
getirdiği, “özgür düşünce” ya da “inançsal hoşgörü” değil;
sınıfsal çıkarlara dayanan bir Hıristiyanlığın, önce güç kullanılarak daha
sonra hukuksal düzenlemelerle topluma kabul ettirilmesiydi.
DİPNOTLAR
1
“Emperyalizm Kilidi” Prof. Türkkaya Atatöv, Cumhuriyet 12.08.2003
2
“Rönesans ve Felsefesi”
Yalçın Kaya, Tiglat Mat. A.Ş. 1999, sf.41
3
A.g.e., sf.41
4
“Düşünce Tarihi”
O.Hançerlioğlu, Remzi Kit., 5.Bas. 1993,
sf.198
5
“Düşünce Tarihi”
O.Hançerlioğlu, Remzi Kit., 5.Bas. 1993,
sf.198-359 ve “Rönesans ve Felsefesi” Yalçın Kaya, Tiglat Mat. A.Ş.
1999, sf.43
6
“Rönesans ve Felsefesi”
Yalçın Kaya, Tiglat Mat. A.Ş. 1999, sf.46
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder