İstanbul Hükümeti’nin
geri dön çağrıları aralıksız sürüyordu. Resmi unvanını daha fazla taşımaması
gerektiğine karar verdi. 8 Temmuz 1919’da hem görevinden hem de askerlik
mesleğinden istifa etti. İstifasını bildiren telgrafı, 9 Temmuz’da, Kolordu
Komutanlıklarına ve Genelkurmay’a gönderdi. Bu telgrafta şunları söylüyordu; “Mübarek vatan ve milleti parçalanma
tehlikesinden kurtararak, Yunan ve Ermeni emellerine kurban etmemek için açılan
milli mücadelede, milletle beraber serbestçe çalışmaya, resmi ve askeri sıfatım
artık engel olmaya başladı. Bu kutsal amaç için, milletle beraber sonuna kadar
çalışmaya, kutsal saydığım inançlarım adına söz vermiş olduğum için, büyük bir
tutkuyla bağlı olduğum yüce askerlik mesleğine bugün veda ve istifa ediyorum.
Bundan sonra, kutsal milli amacımız için her türlü fedakarlıkla çalışmak üzere,
millet içinde mücadele eden bir fert olacağımı saygıyla açıklar ve duyururum”.(×)
Havza
Çalışmaları
Havza’ya geldiğinde (25 Mayıs 1919) Rum teröründen yılmış, çaresiz
insanlarla karşılaşmıştı. Bir yandan kaplıcalarda böbrek sancılarını dindirmeye
çalıştı1, diğer yandan halkla toplantılar yaptı. Çanakkale
kahramanı Kemal Paşa’nın, Havza’ya geldiğini duyan civar köylüleri
ilçeye akın ediyordu. Eşrafı ve köy temsilcilerini karargahına topladı. “Düşmanın
hedefi bizi öldürmek değil, bizi diri diri mezara gömmektir. Şimdi çukurun tam
kenarında bulunuyoruz. Ancak son bir gayretle toparlanırsak, kendimizi
kurtarmamız mümkündür”2 diyerek onları birlik olmaya çağırdı.
İlçe halkı, iki ayrı toplantı sonunda direniş konusunda görüş birliğine
vardı ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Havza Şubesi kuruldu. Havza Camisinde, “İzmir
şehitlerinin ruhuna” mevlüt okundu. Çevre köylerden gelenlerle birlikte
büyük bir kalabalığın katıldığı mevlüt, bölgede dayanışma duygularını yükselten
kitlesel bir eyleme dönüştü; ulusal direniş için hareket ettirici manevi bir
güç yarattı...
İlçe meydanında yapılan mitinge kendisi katılmadı, karargah olarak
kullandığı evin penceresinden izledi. Konuşmacılar, yurdun tehlikede olduğunu, “düşman
çizmesi altında çiğnenmek istenmiyorsa”, bütün Müslümanların silaha
sarılması gerektiğini söylüyordu. Topluca mücadele yemini edildi. Önderini
bulduğuna inanan Havza halkı, anlamlı bir eylem içine girmiş, ilerki aylarda
ülkenin değişik yerlerinde kurulacak direniş örgütlerine öncülük etmişti; kendi
yöresine olduğu kadar, kurtuluş önderlerine de güç ve güven vermişti.
Havza Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti, ilk eylemini kuruluşundan birkaç gün sonra gerçekleştirdi. Doğu’daki
Türk birliklerinden alınan silahları, hayvan sırtında Samsun’a götüren bir
İngiliz konvoyuna saldırıldı. On bin tüfek mekanizması ve çok sayıda hayvan ele
geçirildi. “İngilizleri gülünç duruma düşüren” Havza çevresi “gerilla
gurubu”, silahları ustalıkla gizlenmiş yerlerde saklarken, el koyduğu
hayvanları “direniş hareketine para sağlamak için” sattı.3
Amasya
Havza’da 18 gün kaldıktan sonra, 12 Haziran 1919’da Amasya’ya geldi. Havza’daki
söz ve davranışları, duyulmuş ve milli mücadeleye yönelen bir hareketlilik
başlamıştı. Kimi gönüllü kişiler, “bir papazın emrinde Müslüman köylere
saldıran Rum çetecilere karşı”4 savaşmak için, saygın bir din
adamı olan Abdurrahman Kamil Efendi’nin çevresinde birleşmeye
başlamışlardı.
Onun gelişi nedeniyle Sultan Beyazıt Camisi önünde büyük bir kitle
toplandı. Önce Kamil Efendi konuştu ve “Milletin istiklali
tehlikededir. Bu felaketten kurtulmak için vatanın son ferdine kadar ölmeyi
göze almak gerekir. Padişahın bir hikmeti kalmamıştır. Tek kurtuluş çaresi
halkın hakimiyetini doğrudan doğruya ele almasıdır” dedi.5
Ardından, o söz aldı. İstanbul’dan ayrıldıktan sonra ilk kez bu denli
büyük bir kalabalık önünde konuştu. Direniş konusundaki düşüncelerini en açık
biçimde açıkladı ve halkı açıktan silahlanmaya çağırdı. Söylediği sözler,
padişahın “düzeni sağlamak için gönderdiği” bir generalin değil, ulusal
bağımsızlık ve özgürlük için her şeyi göze almış devrimci bir halk önderinin
sözleriydi. İşgal güçlerine, işbirlikçilere ve Türkiye’yi paylaşmaya çalışan herkese
meydan okuyor, halkı ayaklanmaya çağırıyordu.
Milli direniş hareketinin üç ayrı cephede; Batı’da Yunanlılara, Güney’de
Fransızlar’a, Doğu’da Ermeniler’e karşı başlamış olduğunu bildirdi ve Amasya
halkına şunları söyledi: “Amasyalılar. Daha ne bekliyorsunuz? Düşman’ın
Samsun’dan yapacağı herhangi bir çıkartma hareketine karşı, ayaklarımıza
çarıklarımızı giyecek, dağlara çekileceğiz; vatanımızı en son taşına kadar
müdafaa edeceğiz. Eğer Tanrının iradesi bizim yenilmemizi uygun görmüşse,
yapacağımız şey evimizi, barkımızı ateşe vererek yurdu harabeye çevirerek ıssız
bir çöle çekilmektir. Bunu yapmaya hepimiz yemin etmeliyiz”.6
Amasya’dan 25/26 Haziran gecesi, “sabah karanlığında ve kimseye haber
vermeden”7 Sivas’a hareket etti. 26 Haziran’da Tokat’a uğradı.
Her yerde olduğu gibi önce telgrafhaneye el koydu ve diğer bölgelerle hiç ara
vermediği telgraf iletişimini sürdürdü. Konya’da 2.Ordu Müfettişliğine, Erzurum
15.Kolordu Komutanlığı’na, vilayetlere ve mutasarrıflıklara yazılar gönderdi.
Erzurum Valiliğine gönderdiği
telgrafla, “bölgedeki Hıristiyan unsurların Müslümanlara karşı siyaseten
uyguladıkları her türlü zulüm ve yolsuzluğa ait olayların açık olarak
bildirilmesini” istedi.8 Bir gün kaldığı Tokat’ta, akşam kentin
ileri gelenleriyle toplantı düzenledi. Toplantıda görüşlerini ve edindiği son
bilgileri aktaran bir konuşma yaptı. Tokatlıları milli mücadeleye çağırarak; “Savaşmak
için topumuz, tüfeğimiz olmayabilir. Bu durumda dişimiz ve tırnağımızla
dövüşeceğiz” dedi.9
Amasya
Genelgesi
Samsun’dan Amasya’ya dek geçen bir ay içindeki çalışmalarıyla, giriştiği
eylemin amaç ve niteliğini ortaya koymuştu. Ancak, eylemin, “kişisellikten
çıkarılarak bütün ulusun birlik ve dayanışmasını sağlayacak ve temsil
edecek bir kurul adına yapılması”10 gerekiyordu. Dile getirdiği
görüşlerini; öz olarak koruyup bir genelge haline getirdi ve yanındaki
komutanlara da imzalatarak ülkenin her yanına, asker ve sivil yöneticilere
gönderdi. “Türkiye’nin Bağımsızlık Bildirisi”11, ünlü Amasya
Genelgesi böyle ortaya çıktı. “Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ilanı”12
anlamına gelen bu genelge, aynı zamanda “Kemalist Devrimin doğuş
bildirisiydi”.13
Amasya Genelgesi için Nutuk’ta; “18 Haziran 1919 günü Trakya’ya
verdiğim direktifte işaret ettiğim bir noktanın uygulama zamanı gelmiş bulunuyordu.
Hatırınızdadır ki bu nokta, Anadolu ve Rumeli ulusal örgütlerini birleştirmek,
bunları bir merkezden yönetmek ve adlarına iş görmek üzere, Sivas’ta genel bir
ulusal kongre toplamaktı. Bu amaçla emir subayım Cevat Abbas Bey’e 21/22
Haziran 1919 gecesi Amasya’da söyleyip yazdırdığım genelgenin başlıca noktaları
şunlardı” der ve genelgeyi Nutuk’un 26 sıra numaralı belgesi olarak
açıklar.14
Nutuk’ta, sekiz madde haline
getirilerek özetlenen Amasya Genelgesi; ülkenin ve ulus varlığının tehlikede
olduğunu, buna karşın İstanbul Hükümeti’nin üzerine düşeni yapmadığını belirtir
ve “milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır”
diyerek, ulusu örgütlenmeye çağırır. Erzurum ve Sivas’ta yapılacak kongrelere
delegeler seçilmesini ve gönderilmesini ister. Amasya Genelgesi’nde şunlar
söylenir: “Vatanın bütünlüğü ve milletin istiklali tehlikededir. İstanbul
Hükümeti, üzerindeki sorumluluğun gereklerini yerine getirmemektedir. Bu durum,
milletimizin adı var kendi yok gibi görünmesine yol açmaktadır. Milletin
istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır... Milletin içinde
bulunduğu durumu gözönüne alıp haklarını dünyaya duyurmak için, her türlü etki
ve denetimden uzak bir milli kurulun yaratılması gerekmektedir... Anadolu’nun
her yönden en güvenli yeri olan Sivas’ta, milli bir kongrenin süratle
toplanması kararlaştırılmıştır... Bunun için bütün illerin her sancağından,
halkın güvenini kazanmış üç delegenin, olabildiğince çabuk yetişmek üzere,
hemen yola çıkarılması gerekmektedir. Her olasılığa karşı, bu iş ‘milli bir
sır’ gibi tutulmalı ve delegeler, gereken yere kimliklerini gizleyerek
gelmelidirler... Doğu illeri adına 23 Temmuz’da, Erzurum’da bir kongre toplanacaktır.
O güne kadar öteki il delegeleri de Sivas’a ulaşabilirlerse, Erzurum
kongresinin üyeleri de Sivas’ta yapılacak genel toplantıya katılmak üzere yola
çıkacaklardır”.15
İstanbul’un
Telaşı
İstanbul Hükümeti, 8 Haziran’da başlattığı geri dön buyruklarını, Amasya
Genelgesi’nden sonra sıklaştırarak yineledi. Dahiliye Vekili Ali Kemal,
Bakanlar Kurulundan, Mustafa Kemal’i görevden uzaklaştırma yetkisini
almış ve 24 Haziran’da, yani onun Amasya’dan ayrılmasından iki gün önce, tüm
illere bir yönerge göndermişti. Yönergede, “iyi bir asker olmasına karşın”
Mustafa Kemal’in, “zamanın siyasetini bilmediği için yeni görevinde
başarılı olamadığı, İngiltere’nin ısrarıyla görevinden alındığı ve
yaptığı yanlışların açık olarak ortaya çıktığı” ileri sürülüyor ve şöyle
söyleniyordu: “İpsiz-sapsız ve zaten kanunen takip edilen bazı heyetler için
(Müdafaa-i Hukuk ve Kuvayı Milliye örgütleri kastediliyor y.n.) sağa-sola
telgraflar çekti. Artık, o zatın görevinden alınmış bir kişi olduğunu biliniz.
Hiçbir isteğini yapmayınız. Hükümet işlerine karıştırmayınız. Kendisini
yakalamaya ve tutuklamaya muktedirseniz, derhal tutuklayıp gönderiniz”.16
Gücünü ve varlık nedenini yitirmiş bir hükümetin İstanbul’dan gönderdiği
buyruklar, doğal olarak, kağıt üzerinde kaldı. Haklı olmanın ve ulusa
dayanmanın verdiği güç, halkın desteğiyle birleşince, onu geri dönüşe zorlamak
ya da tutuklamak, olanaksız duruma gelmişti.
Ayrıca, askeri güç olanaklarının yetersizliğine karşın, önlem almada,
karşı önlem geliştirmede çok ustadır. Tokat’tan Erzurum’a gitmek için Sivas’a
uğradığında (27 Haziran 1919) Ali Kemal’in yönergesinden henüz haberi
yoktu. Ancak, önlemini almış ve geleceğini bildiren telgrafını, yola çıktıktan
6 saat sonra çektirmişti. Sivas Valisi Reşit Paşa telgrafı aldığında; O,
Sivas’ın birkaç kilometre yakınındaki Nümune Çiftliği’ne gelmiş bulunuyordu.
Padişah’ın Mustafa Kemal’i tutuklamak için özel yetkilerle Elazığ
Valisi yaptığı Ali Galip Sivas’tadır ve valinin yanında alınması gereken
“tutuklama önlemlerini” konuşmaktadır. Reşit Paşa, telgrafı
gösterir ve “işte geliyor, buyur tevkif et” der. Ali Galip “sapsarı
kesilir” ve ne diyeceğini şaşırır. En doğru sözü gene Sivas Valisi söyler
ve “madem ki tevkif edemiyoruz, öyleyse buyrun karşılamaya çıkalım” der.17
Nümune Çiftliği’nde Valiyi beklerken yanında karargah subaylarından
başka, herhangi bir askeri güç yoktur. Ancak, geleceğini henüz duymuş olan
Sivas halkı; çocuk, öğrenci, esnaf ve memuruyla geçeceği yolu doldurmuş, ülkeyi
kurtarmak için direnişe geçen “Çanakkale Kahramanını” karşılamaya
çıkmıştır.
Karşılayanlar içinde, Arıburnu
ya da Anafartalar’da onun komutası altında çarpışmış erler,
onbaşılar, çavuşlar, yedek ya da muvazzaf subaylar ve aileleri vardır. Mustafa
Kemal’i karşılarında görünce coşkulu bir heyecana kapılarak gözyaşlarını
tutamamışlar, bütün Sivaslıları da duygulandırmışlardır. Şevket Süreyya
Aydemir, o günü, Tek Adam adlı yapıtında şöyle anlatır: “Mustafa
Kemal’i karşılarında gördüklerinde Sivaslılar; özgürlüğüne
kavuşmuş tutsaklar, gençliğini duyumsayan tükenmişler ya da aniden iyileşen
hastalar gibiydi. O gün, Sivas’ın havasını birden; ümit, şenlik ve halkın
kendine gelişinin rüzgarı sardı. Halk sanki o gün orada, egemenliğine yeniden
kavuştu. İstanbul, ilk kez o gün Sivas’ta yenildi. İstanbul Hükümetinin Nazır emri,
ilk kez o gün orada yırtıldı”.18
Erzurum
3 Temmuz’da Erzurum’a
geldi. Kentin İstanbul kapısında; askeri birlikler, öğrenciler ve halk
tarafından, Sivas’takine benzer bir coşkuyla karşılandı. Erzurum, Doğunun çok
acılar çekmiş, köklü bir Türk kentiydi. Kentte yaşayan hemen her Müslüman aile,
bir buçuk yıl önceki Ermeni katliamına en az bir şehit vermiş, yalnızca kent
merkezinde on bin Türk öldürülmüştü.19 Mondros’tan sonra, Kars ve
Ardahan Sancakları, galipler tarafından Ermeniler’e verilmişti. Kurulması
düşünülen Pontus Rum Krallığı’nın “Güney
sınırı” Erzurum il sınırına dek geliyordu. Erzurum’a geldiğinde halk, hem
yurt hem de can kaygısı içindeydi.
Samsun’dan beri halktan gördüğü sevgi ve desteğin, umduğu gibi, hatta
daha yoğun biçimde sürmesi, kendisiyle birlikte tüm arkadaşlarına güç verdi.
Hemen çalışmaya başladı. İstanbul Hükümeti’nin geri dön çağrıları aralıksız
sürüyordu. Resmi unvanını daha fazla taşımaması gerektiğine karar verdi. 8
Temmuz 1919’da hem görevinden hem de askerlik mesleğinden istifa etti.
DİPNOTLAR
(×) “Atatürk’ün Bütün Eserleri” 3.Cilt,
Kaynak Yay., 2000, sf.161
1 “Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet’in
Doğuşu” Dietrich Gronon, Altın Kit.Yay., 2.Bas., İst.-1994,
sf.150
2 “Atatürk” L. Kinross, Altın
Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.206
3 “Atatürk” L. Kinross, Altın
Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.207
4 a.g.e. sf.209
5 “Tek Adam” Ş. S. Aydemir,
II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.38
6 a.g.e. sf. 37 ve “Atatürk” L.Kinross, Altın K.
Yay., 12.B., İst-1994, sf.209
7 “Nutuk”, M. K. Atatürk,
I.Cilt, T. Tar. Kur. Bas., 4.Bas., Ank.-1989, sf.55
8 “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” U.Kocatürk, T İş
Ban.Yay., Ank., sf.92
9 “Atatürk” L. Kinross, Altın
Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.211
10 “Nutuk”, M. K. Atatürk,
I.Cilt, T. T. K. Bas., 4.Bas., Ank.-1989, sf.41
11 “Atatürk” L. Kinross, Altın
Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.210
12 Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, I.Cilt, sf.487
13 “Atatürk” L.Kinross, Altın
Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.210
14 “Nutuk”, M. K. Atatürk,
I.Cilt, T. T K. Bas., 4.Bas., Ank.-1989, sf.43
15 a.g.e. sf.43
16 “Tek Adam” Ş. S. Aydemir,
II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.44
17 a.g.e. sf.47
18 a.g.e. sf.49-50
19 “Tek
Adam” Ş. S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.90
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder