Recep Tayyip Erdoğan, muhtarlarla yaptığı
toplantıda; bugünkü konumunu borçlu olduğu Lozan Antlaşması’nı, Sevr’le
ilişkilendirerek eleştirdi. Anlaşma maddelerinin, ortaya çıkış koşullarının ve
doğurduğu sonuçların bilinmediği anlaşılan konuşmasında; “1920’de Sevr’i
gösterdiler, 1923’te Lozan’a bizi razı ettiler. Birileri de bize Lozan’ı zafer
diye yutturmaya çalıştı. Her şey ortada. İşte şu anda Ege’yi görüyorsunuz,
değil mi? Şöyle bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan’da verdik. Zafer
bu mu?" dedi. Devlet başkanı konumundaki bir kişinin kendi devletinin dünyaca
tanınmasını sağlayan kuruluş belgesini reddetmesi, tarihte örneği olmayan bir
olaydır. Avusturyalı ünlü diplomat Nobert Von Bischoff’un, “Türk silahlarının,
kazandığı zaferi, uluslar arası hukukun kütüğüne geçirmesi” diye tanımladığı Lozan, yoksul bir ulusun emperyalizmi
dize getirmesinin tescili ve ezilen uluslara örnek olan evrensel boyutlu bir
başarıydı.
Yalnız Türkiye
Vahdettin’in ülkeden kaçışından 3 gün sonra, 20 Kasım 1922’de,
Lozan’da barış görüşmeleri başladı. Bir yanda, katılımcı olarak İngiltere,
Fransa, İtalya, Yunanistan, Japonya, Romanya ve tikel (kısmî)
katılımcı-gözlemci olarak, ABD, Sırbistan; Sovyetler Birliği, Bulgaristan, Belçika,
Portekiz; diğer yanda yalnızca Türkiye vardı.1 Birinci Dünya Savaşı’nı
kazanan devletler, hazırladıkları Sevr Anlaşması’nı Ankara hükümetine
kabul ettirememişler; Anadolu’ya çıkartılan Yunanlıları yenen Türkler, Lozan’a,
yenilgiyi kabul eden Almanya ve Avusturya’dan ayrımlı olarak, yengi kazanmanın
özgüveniyle gelmişti.
İngiltere
ve bağlaşıkları (müttefikleri) Konferans’a, Türkiye’yi hala, “Dünya
Savaşı’nın yenik ülkesi” görerek ya da öyle görünerek gelmişti. Almanya ve
Avusturya’ya Versailles’da yapılanın benzeri, Lozan’da Türkiye’ye
yapılacak ve Küçük Asya’daki Batı çıkarları, korunacaktı. Ortadoğu’ya
verilecek yeni biçim, uluslararası bir anlaşmayla meşrulaştırılacak, Osmanlı
İmparatorluğu’ndaki ayrıcalık (imtiyaz) haklarının korunması koşuluyla, Yeni
Türkiye’nin sınırları belirlenecekti.
Batının Umduğu
Türkiye’yi Osmanlı
İmparatorluğu’nun küçülmüş süreği (devamı), Ankara yöneticilerini de Babıâli
bürokratları sanıyorlardı. Bağlaşıklardan oluşan kurullar üzerindeki etkisi
açıkça görülen Lord Curzon, İsmet Paşa’yı, “Hindistan’daki
uyruklarından biri”2 gibi görüyor, Fransız temsilcisi Bompard
ona “eski bir Osmanlı sadrazamıymış gibi tepeden bakıyordu”.3
Sınırlar,
askeri eyleme bağlı olarak büyük oranda belirginleştiği için fazla zaman
almayacak, “ekonomik bilinçten yoksun Türklere”, geçmişten gelentecimsel
(ticari) ve tüzel (hukuki) ayrıcalıklar (kapitülasyonlar) yenileriyle birlikte
kolayca kabul ettirilecekti. Eski düzen yeni koşullarla sürdürülecek, önemli
bir dirençle karşılaşılmayacak, Konferans uzun sürmeyecekti. Bağlaşıklar,
İsviçre’nin Leman Gölü kıyısındaki gezimsel (turistik) kent Lozan’a bu düşüncelerle gelmişti.
Türkiye’yi,
İsmet (İnönü) Paşa, Dr.Rıza Nur ve Hasan (Saka) Bey’den
oluşan kurul temsil edecekti.4 Kurul Başkanı İsmet Paşa, bu
görevi, taşıdığı ağır sorumluluk nedeniyle istemeyerek kabul etmişti. Deneyimli
bir asker olarak nasıl savaşılacağını iyi biliyor, ancak “Avrupa diplomasisi
ve onun kurnaz şeflerinin sinsi silahlarıyla”5 başedecek
diplomatik çatışmayı yeterince bilmiyordu.
Sağlık
sorunları nedeniyle, “Almanya ve Avusturya’da geçirdiği birkaç hafta
dışında”6 Avrupa’ya hiç gelmemişti. Komutanı Mustafa Kemal,
görüşmelerin her aşamasıyla ve hemen her maddeyle bizzat ilgilenmekle birlikte,
onu yabancısı olduğu bir alanda görevlendirmiş ve ülke geleceğini belirleme
gibi ağır bir sorumlulukla Lozan’a
göndermişti.
Temel Amaç; Ulusal Egemenlik
Mustafa Kemal, Vahdettin’in kaçtığı ve Lozan Konferansı’nın başladığı 1922 Kasım sonundan,
Cumhuriyet’in ilan edildiği 1923 Ekim sonuna dek geçen 11 ay içinde, çekinceli
(tehlikeli) belirsizlikler, siyasi savaşımlar ve çatışmalarla dolu gerilimli
bir dönem geçirdi. İçerde, düzeysiz bir karşıtçılıkla (muhalefet) uğraşırken,
dışarda silahla kazanılan zafer’in
kalıcılaştırılması için çalıştı.
Ulusal
egemenlik haklarını Avrupalılara
kabul ettirmek için büyük bir savaşıma girmişti. Kapitülasyonlar tümüyle
kaldırılacak, Türkiye artık kendi kararını kendi veren, her yönüyle bağımsız ve
özgür bir ülke olacaktı.
Bunlar,
büyük devletlerin azgelişmiş ülke yöneticilerinde kesinlikle görmek
istemedikleri nitelikler, sözünü bile duymak istemedikleri amaçlardı. Mustafa
Kemal, büyük bir dirençle karşılaşılacağını biliyordu ancak dirence
dirençle karşılık vermeye kararlı ve hazırdı.
Amaca
ulaşmak için, dayanılacak ana güç, Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi, ulusal birliği sağlamak ve bağımsızlığı seçeneği
olmayan toplumsal amaç haline getirmekti. Dışa karşı güçlü olmayla içerde
birliği sağlama arasındaki dolaysız ilişki, gerçekleştirilmesi güç ama
başarılması zorunlu bir görev ortaya çıkarıyordu. Ulusal birliğe zarar veren
karşıtlıklar giderilmeli, toplumun her kesimi aynı amaç çerçevesinde
birleştirilmeliydi.
Yoğun bir
çalışma ve her zaman olduğu gibi, ölçülü ama atak bir eylemlilik içine girdi.
İçerdeki düzeysiz karşıtlıkla uğraşıp yeni devletin temelini atarken, 8 ay
süren Lozan görüşmelerinin her aşamasıyla yakından ilgilendi, yurt içi
çalışmalarını Lozan’daki
gelişmelere göre düzenledi.
Lozan’da; onaylanacak, geri çevrilecek, değiştirilecek ya da
yapılacak önerilere karar veriyor, görüşme taktikleri belirliyor ve Türk
Kuruluna güç veren destek iletileri gönderiyordu.
Türkiye’ye
Bakış
Müttefikler’in gözünde
Türkiye, “Genel Savaş’ta yenilmiş ancak daha sonra Anadolu’ya çıkan
Yunanlılar’ı yenmiş bir ülkeydi”.7 Kendilerini, destekleyip
kışkırttıkları Yunanlılardan ayrı tutmaya çalışıyorlardı. Her ne pahasına
olursa olsun geleneksel istekleri olan kapitülasyon haklarını korumak, hatta geliştirmek
istiyorlardı. Onlar için önemli olan adil bir barış değil, çıkarlarını
koruyan bir barıştı.
Türkler, “atalarından
gelen savaşçılıklarıyla”, Yunanlıları yenmeyi başarmışlardı ama ekonomiyle
bütünleşen bir ulusal istenç (irade) onlardan beklenemezdi. “Sanayiden
yoksun, parasız ve yoksul” bir ülke, “diplomasinin kaygan alanında”8
bu bilinci gösteremez, gösterse de uzun süre direnemezdi. Bağlaşıkların
Türkiye’ye ve onu temsil eden Delegeler Kurulu’na bakışı buydu.
“Yeni
Türk Tipi”
Lozan Konferans’ına 12
ülke katıldı, ama “esas görüşme ve tartışmalar İngiltere’yle Türkiye
arasında oldu.”9 İsmet Paşa’yı “en yüksek fiyatı
koparmak için pazarlık yapan, sonunda verilen fiyata razı olan halı satıcısı”10
gibi gören Lord Curzon, karşısındakini eski Osmanlı Türkü sanıyordu.
Ancak, yanıldığını çabuk anladı. “İlkelerini her şeyin üstünde tutan
vatansever bir tutumla”11 karşılaştı. “Doğulularda böyle şey
olmaz”, “Türkler nasıl bu hale geldi?” diyerek şaşkınlığını dile
getiriyor, “nedenini bir türlü anlayamadığı”12 değişimi,
çözmeye çalışıyordu.
Lozan’da ortaya çıkan “yeni Türk tipi”13,
ulusal hakların savunulmasında yüksek nitelikli bilinç ve direnç gösteriyor,
oraya neden geldiğini, neyi nasıl elde edeceğini biliyordu. Batı gazetelerinde
şaşkınlık ifade eden yorumlar yapılıyor, The Times, “Acaba Türkiye,
bir mucize ile uygar bir devlet mi oldu?” diye soruyordu.14
İngiliz Delegeler
Kurulu’ndan William Tyrrell,
Lozan’da karşılaştığı “yeni
Türkler” için şöyle söylüyordu: “İki çeşit Türk biliyorduk; biri eski
Türk, ki öldü. Biri de Jön Türk, ki artık o da yok oldu. Şimdi onlardan çok
başka bir tip görüyoruz. İsmet Paşa. O bizim için artık üçüncü Türk’ü
canlandırıyor... Barışı bu Türkle imzalayacağız”.15
İsmet
Paşanın Diplomatlığı
İsmet Paşa, kendisini, Konferans’a hemen ağırlığını koyan
Lord Curzon’la eşit görüyor ve Türkiye’nin, “savaş galibi”
İngiltere’yle eşdeğerde olduğunu gösteren davranışlarda bulunuyordu. “Biz
buraya Mondros’tan değil, Mudanya’dan geliyoruz” diyordu.16
Kendine
özgü bir savaşım yöntemi vardı. “Ne denli önemsiz olursa olsun her noktayı
tartışıyor”, çoğu kez, savaşlardaki top atışları nedeniyle, “kulaklarının
iyi işitmediğini” söyleyerek kimi sözleri “duymuyordu!”“Önceden
hazırladığı uzun konuşmalar yapıyor” durmadan “arkadaşlarına
danışıyordu”. Sürekli olarak, Ankara’yı aramak için zaman istiyor,
yanıtlarını hep “ilerdeki toplantılara” bırakıyordu.17
Ankara’ya
gerçekten çok sık danışıyordu. Önceden saptadıkları hemen tüm önemli konuları, Mustafa
Kemal’e soruyor, onun bildirimleri yönünde davranıyordu. Lozan’daki “Yeni Türk tipini” yaratan,
Kurulda görev alanlar değil, Türkiye’nin Ankara’daki yeni önderiydi.
Barış için
önceden saptadığı, “değiştirilemez koşulları”, Lozan’a İsmet Paşa aracılığıyla o
iletiyordu. Kendilerini, dünyanın egemenleri gören büyük devlet yetkilileri, o
güne dek görmedikleri, “alttan almayan”, “kafa tutan” özgüvenli
davranışlarla karşılaşıyordu. Lord Curzon ve bağlaşıkları için rahatsız
edici ana sorun, sömürge ve yarı sömürgelere yayılma olasılığı yüksek bir
anti-emperyalist istençle karşılaşmış olmalarıydı. Bu istencin arkasındaki güç,
Mustafa Kemal’di. Fransız tarihçi Benoit Méchin, onun için, “tarihte
çok az insan Mustafa Kemal gibi emperyalizme karşı durabilir” diyecektir.18
Mustafa Kemal’in
isteği, çok basit ve anlaşılır bir şeydi: “Kan bedeli ödenerek”
kurtarılan Türk topraklarında; kimseye karışmadan, kimseyi karıştırmadan, kendi
geleceğine kendisi karar vererek barış ve bağımsızlık içinde yaşamak… Geçmişin
yanlışlarına yeniden düşmek istemiyordu. “Fetih düşüncesi ona cihat
düşüncesi kadar yabancıydı”.19
Ulusun
gücünü aşan her türlü girişime, sonucu olmayan serüvenlere karşıydı. “Amaca
ulaşmak için izleyeceğimiz yolu, duygularımızla değil aklımızla çizmeliyiz”
diyordu.20 Türkiye’yi, geçmişte yaşadığı olumsuzluklardan ders
alarak, “sağlam sınırlarla çevrili, uygar, merkezi ve bağımsız bir ulus”
yapacaktı.21 Lozan, onun için, bu girişimi dünyaya kabul
ettirecek, önemli bir ilk adımdı.
Lozan’da gerçekleştireceği işin; uluslararası boyutunu, ezilen
ülkelerde ortaya çıkaracağı direnci, bu direncin büyük devletler için ne anlama
geldiğini biliyordu. Bu güç işi başarmak için, sonuna dek gidecekti. Ezilen
uluslara çağrılar yapıyor ve “Türkler artık kendilerini ezdirmeyecektir.
Türklerin yapacaklarını örnek alın. Dünya, o zaman daha iyi olacaktır”
diyordu.22
İngiltere
Güç Durumda
Lord Curzon ve bağlaşıklarının, sömürge ve yarı sömürgelere örnek
olacak yaygın bir bağımsızlık dönemi başlatacak Türk istemlerini kabul etmesi
çok güç ve İngiltere için çekinceli bir işti. Barış yapılmalı ama koşulları
Türklerin istediği gibi olmamalıydı.
Ancak,
Ankara dayatıyor, geri adım atmıyordu. Ayrıca, Lozan’da sonuç alınamazsa, anlaşma dışı bırakılacak bir Türkiye,
Sovyetler Birliği’ne daha çok yakınlaşabilir, bu da başka tür sakıncalı
sonuçların ortaya çıkmasına neden olabilirdi.
Türkiye’den,
yeni bir savaşı göze alan açıklamalar geliyordu; oysa Avrupa’nın savaşacak gücü
kalmamıştı. Karşılaşılan siyasi açmaz, dünya siyasetine yön vermeye alışkın
büyük devlet yöneticilerini, şimdiye dek hiç yaşamadıkları bir çaresizlik içine
sokmuştu. Çaresizlik, blöf politikasıyla aşılmaya çalışıldı. Ancak
Ankara korkutmaya dayalı gerçek dışı girişimleri kavrayacak ve önlem
geliştirecek bilinçli bir tutum sergiliyordu, blöfü gerçekle bastıracak
yeteneğe sahipti.
İsmet
Paşa’nın, “on yıl birden
yaşlandım” dediği sekiz aylık Lozan süreci, “sinir sağlamlığı
gerektiren” böyle bir ortamda yaşandı. Tüzel ve tecimsel ayrıcalıklar,
Konferans’ın ana gündemi
gibiydi. Avrupalılar ayrıcalıkların sürmesinde, Türkiye ise
kaldırılmasında son derece kararlıydı ve bu iki yaklaşımın uzlaşma olasılığı
yok gibi görünüyordu.
Lord
Curzon, çaresizliğini o denli açık
ediyordu ki, “üzerinde güneş batmayan Büyük Britanya İmparatorluğu”’nun
diplomatlığıyla ünlü bu Dışişleri Bakanı, “Türkiye için rahatsız edici
oluyorsa, kapitülasyon yerine başka bir sözcük kullanabiliriz”23
gibi gülünç önerilerde bulunabiliyordu.
Curzon’un
Çaresizliği
Türk isteklerine karşı
başlangıçtaki alaycı yaklaşım, giderek saldırgan bir karşıtlığa dönüştü... Ulusal
egemenlik ve bağımsızlık konularında gösterilen kararlılık,
alaycılığın yerini kaygı ve korkunun almasına yol açmıştı. Öyle görülüyordu ki,
Türkler ekonomik bağımsızlık konusunda, söylediklerinin bilincindeydiler ve
bunları elde etmeden, herhangi bir belgeye imza atmayacaklardı.
Curzon, dizginleyemediği bir öfke ve çoğu kez “diplomatik
nezakete uymayan” bir saldırganlık içine girmişti. ABD Delegasyonu’nda yer
alan ve daha sonra Türkiye’de Büyükelçilik yapan Charles H.Sherrill’in
anılarında aktardıkları, Curzon’un Lozan’daki ruh halini ortaya koymaktadır: “Curzon’un odasına
gitmiştik. Bir anda Curzon göründü. Kızgın bir boğa gibi odaya girdi. Bizlere
baktı ve parmağını havada dolandırarak aşağı yukarı yürümeye başladı. Durmadan
ter döküyor ve içerdekilerin yüzlerine bakıyordu. Birden bağırdı: ‘Dört
korkunç saatten beri oturumdayız. İsmet her sözümüze şu bayat ve adi sözcükle
yanıt verdi’; ‘bağımsızlık ve ulusal egemenlik!’. Curzon’a, İsmet
Paşa’nın hangi sorunda anlaşmazlık çıkardığını sordum. ‘Ekonomik ve
hukuksal sorunda’ yanıtını verdi... Herşey bitmişti. Curzon ızdırap
ve korku içindeydi. İsmet Paşa’yla görüşmemizin yararlı olup
olmayacağını sorduk; yeniden harekete geçmek istediğimizi söyledik. İsmet
Paşa’yla bir saat kadar konuştuk. Korkunç derecede yorgun olduğu
görünüyordu. Kendilerine önerilen ekonomik maddelerin, Türkiye’yi malî ve sınaî
tutsaklığa sürükleyeceğini söylüyordu... Türkçe birkaç sözcük söyleyerek ayağa
kalktı. Sonradan, aramızda bulunan ve Türkçe bilen Gillespie’den,‘kalbim
tıkanıyor’ dediğini öğrendik”.24
Görüşmeler
Kesiliyor
Görüşmeler, 4
Şubat 1923’te kesildi. ABD delagasyonu, Konferans’ın kesilmesinin ana nedenini,
Washington’a, “Türklerin, özel yargı hakları ve ekonomik imtiyazlara ait
hükümlerde, her türlü uzlaşmayı reddetmeleridir” diye bildirmişti.25 Bağlaşıklar,
İsmet Paşa’nın, hiçbir biçimde ödün vermediği, “bağımsızlık” ve “ulusal
egemenlik” direncinin arkasındaki ana gücün Mustafa Kemal olduğunu
biliyor, ona büyük bir öfke ve düşmanlık duyuyorlardı. Amerikalı Senatör Upshow’un
1927 yılında Temsilciler Meclisi’nde yaptığı konuşma, günümüze dek gelen Mustafa
Kemal karşıtlığının ortak anlatımı gibiydi: “Lozan Antlaşması, Timurlenk
kadar hunhar, müthiş İvan kadar sefil ve kafatasları piramidi üzerine oturan
Cengiz Han kadar kepaze bir diktatörün, zekice yürüttüğü politikasının bir
toplamıdır. Bu canavar, savaştan bıkmış bir dünyaya, bütün uygar uluslara
onursuzluk getiren bir diplomatik anlaşmayı kabul ettirmiştir. Buna her yerde
Türk zaferi dediler”.26
Görüşmelerin kesilmesi,
ülke içinde, sesini yükseltmeye hazır karşıtçıları harekete geçirdi. “Barış
fırsatı kaçırıldı” diyorlar, saldırılarını, İsmet Paşa’dan çok Mustafa
Kemal’e yöneltiyorlardı. Yabancılar gibi, Lozan’a yön verenin, o olduğunu biliyorlardı. Türk toplumunun geleceğini
belirleyecek ulusal bir sorunu, siyasi çıkarları için kullanmaktan
çekinmediler. Ülkenin içten ve dıştan sıkıştırıldığı bir dönemde, onunla ve
kurmaya çalıştığı yönetimle uğraştılar.
Dışarda, başarılması
gereken bir antlaşma sorunu, içerde altından kalkılması gereken büyük boyutlu
sorumluluklar varken; zamanının önemli bir bölümünü, karşıtçılığı izlemeye ve
Meclis kararlarına bağlı kalarak denetim altında tutmaya çalıştı. Ülke önemli
bir dönemden geçerken, çözüm bekleyen yaşamsal sorunlar ortada dururken, iç
siyasi çekişmelerle uğraşmak zorunda kalmasına son derece üzülüyordu.
Türkiye’deki gelişmelerden ve ordudan haber soran İsmet Paşa’ya, 22
Aralık 1922’de yazdığı mektupta; “Meclis’te bazı görüşlere karşı, daima
uyanık ve izleyici olma zorunluluğu beni üzüyor. Bir tarafa ayrılamıyorum.
Halife’ye saltanat hukuku vermek hevesinde bulunan gericilerin (mürtecilerin) gizli
girişimleri, beni çok sinirlendiriyor. Fevzi Paşa İzmir’dedir. Yakup
Şevki Paşa, gözündeki hastalığından Avrupa’ya gitti, Kolorduları Batı
Cephesi Karargahı’na bağlandı. Ordu iyidir; hazırdır” diyordu.27
Uyarıcı
Açıklamalar
Türkiye’nin kararlılığını
göstermek için, Lozan’daki
karar vericilere gönderme yapan uyarı niteliğinde ve bir birini tamamlayan bir
dizi açıklama yaptı. Açık ve net konuşuyor, “egemenlik hiçbir anlamda,
hiçbir biçimde, hiçbir renk ve belirtide ortaklık kabul etmez”28
diyor, eski alışkanlıkları sürdürmek isteyen anlayışlarla sonuna dek mücadele
edileceğini söylüyordu.
Söylediklerini
yapma ya da yapmayacağını söylememe
alışkanlığı bilindiği için, hem uyarı hem de meydan okuma niteliğindeki
sözleri, etkili oluyordu. Batı’nın karar vericileri, ya Türkiye’nin isteklerini
kabul edecekler ya da onunla çatışacaklardı. Gönderilen iletilerin özü buydu.
22 Aralık
1922’de, İngiliz Morning Post gazetesi muhabiri Grace M.Ellison’la
görüştü. Lozan’da, bağımsızlığa ve ulusal egemenliğe zarar
veren tüm önerilerin reddedileceğini ve bu tür istemlere şiddetle karşı
koyulacağını söyledi. Sözleri kararlılığının düzeyini gösteriyordu: “Bizim
elde etmeğe kararlı olduğumuz tam bağımsızlık ülküsüne, meydan okuyacak
herhangi bir kişi varsa; o kişi, bu ülkümüzden ilham almış bütün Türkleri
ortadan kaldırma imkanlarını arayıp bulmalıdır” diyordu.29
Üç
gün sonra, 25 Aralık 1922’de Fransız Le Journal muhabiri Paul Erio’yla
görüştü. Konferansın ilerlemediğini, “beş hafta içinde önerilen sorunlardan
hiçbirini” çözmediğini ve Türkiye’nin ileri sürdüğü isteklerin, “ülkenin
yaşaması ve bağımsızlığını sağlaması için gereken şartların en azı”30
olduğunu söyledi.
Kapitülasyon konusunun, “tartışılmasını
bile ulusal onura yönelmiş bir hakaret” sayıyor ve Avrupalıları şu sözlerle
uyarıyordu: “İngilizlerin gerçeği görmedeki duraksamasına hayret ediyorum.
Duraksama sözcüğünü kullanırken, düşüncemi eksik bir biçimde açıklamış
oluyorum, Fransa ve İtalya’nın izlediği fazla tarafsız tutum, hayretimi
uyandırmaktan geri durmuyor. Lozan bize, hayret ve şaşkınlık veren başka
manzaralar da göstermekten geri durmadı. Kapitülasyonların, Konferans’ta
birçok toplantıda konu edilmesini bir türlü anlayamıyoruz. Bu sorunun, söz
konusu edilip görüşme konusu yapılması bile ulusal onurumuza yöneltilmiş bir
harekettir. Kapitülasyonların Türk milleti için, ne derece nefret edilen bir
şey olduğunu size anlatmam güçtür. Bunları, yeni biçim ve adlar altında
gizleyerek, bize kabul ettirmeyi başaracaklarını sananlar, bu konuda çok
yanılıyorlar. Türkler, kapitülasyonların sürmesinin, kendilerini kısa süre
içinde ölüme götüreceğini çok iyi anlamışlardır. Türkiye tutsak olarak
mahvolmaktansa, son nefesine kadar mücadele etmeye kesin karar vermiştir”.31
25 Ocak 1923’te Alaşehir’e geldi ve halka yaptığı konuşmada, Lozan’da büyük devletlerin kabullenmek
istemediği ulusal egemenlik konusunu işledi. Beş ay önce Alaşehir’i “ateşler
içinde bırakan” Yunanlıları “buralara getiren” gücün, büyük
devletler olduğunu belirtti ve Türk ulusunun egemenliğini kayıtsız şartsız ele
alıp bu güce karşı direnmeseydi, “bütün milletin şimdi yabancıların kölesi”
olacağını söyledi. “Bundan sonra kazanacağımız zaferler”, “ekonomi,
bilim ve eğitim zaferleri olacaktır” dedi ve ulusal egemenliği tanımak
istemeyenleri şu sözlerle uyardı: “Artık eski felaketli günler geri
gelmeyecektir. Bütün düşmanlarımız, bütün dünya anlamıştır ki, egemenliğini çok
kıskanç bir biçimde savunan ve koruyacak olan milletimiz, ülkeye ayak basacak
düşmanları kovacak ve mahvedecektir.”32
Lozan’da tartışma
konusu yapılmak istenen, ulusal egemenlik konusundaki bir başka
açıklamayı, Alaşehir’den iki gün sonra, 27 Ocak 1923’te İzmir’de yaptı.
Annesinin mezarı başında, duygulu bir ortamda yaptığı açıklamada, ulusal
egemenliği koruma yönündeki kişisel kararlılığını şu sözlerle dile getirdi:
“Validemin ruhuna ve bütün ecdat ruhuna ahdettiğim vicdan yeminimi tekrar
edeyim. Validemin kabri önünde ve Allah’ın huzurunda yemin ediyorum. Bu kadar
kan dökerek milletin elde ettiği ve güçlendirdiği egemenliği, koruma ve
savunmak için, gerekirse validemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim.
Ulusal egemenlik uğruna canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun”.33
Lozan’a yönelik açıklamalarını, Konferans’ın bitimine dek
sürdürdü. 15 Ocak’ta Eskişehir, 16 Ocak’ta İzmit, 22 Ocak’ta Bursa, 2 Şubat’ta
İzmir, 5 Şubat’ta Akhisar, 7 Şubat’ta Balıkesir, 17 Şubat’ta İzmir İktisat
Kongresi ve 20 Mart’ta Konya’da konuştu.
Batılı
gazetecilere ve Türk halkına yaptığı açıklamalardan sonra, konuyla ilgili
kararlılığını gösteren, belki de en dikkat çekici açıklamayı, Türk Ordusu’na
bir çağrıyla yaptı. 16 Nisan 1923’te, Lozan görüşmelerinin kesildiği
dönemde yapılan çağrıda şunları söylüyordu: “Meşru hukukumuzu sağlamak için,
devletçe yapılmakta olan barış girişiminin sonucunu, sakince ve güven içinde
bekliyoruz. Sonuç, bizim yeniden harekete geçmemizi gerektirecek biçimde
belirirse; savaşma ve yiğitlik yolunda, aynı vatansever coşkuyla yürüyeceğimiz
doğaldır”.34
“Uluslararası
Hukuk Kütüğüne Çakılan Zafer”
Tarihçi Nobert Von
Bischoff’un, “Türk silahlarının, kazandığı zaferi, uluslararası hukukun
kütüğüne geçirmesidir”35 diye tanımladığı Lozan Antlaşması,
24 Temmuz 1923’te Lozan Üniversitesi tören salonunda imzalandı.
ABD’nin
imzalamadığı Antlaşma’yı, TBMM 23 Ağustos’ta onayladı ve işgal güçleri,
silahlarıyla birlikte Türkiye’den ayrılmaya başladılar. “Generalleri ve
askerleriyle” son birlikler, 2 Ekim 1923 Salı günü, Dolmabahçe önünde, “Türk
bayrağını ve Türk askerlerini selamlayarak” denize açıldı. 13 Kasım 1918’de
Boğaz’da söylediği sonucu elde etmiş, “yüzyıllarca beslenmiş kötü amaçlarla”36
Türkiye’ye gelenler, “geldikleri gibi gitmişlerdi”.37
Ankara,
görüş ve isteklerini büyük oranda Batı’ya kabul ettirmiş, ulusal egemenlik
haklarına yönelik ana amacı etkilemeyen ve çoğu geçici kimi uzlaşmalarla barış
sağlanmıştı. Son iki yüz yılda, Türklerin Avrupa’ya karşı kazandığı tek siyasi
başarı olan bu antlaşma, gerçek bir “diplomatik zaferdi”.
“Türkiye,
Batı devletleri ve Yunanistan’la arasındaki savaş durumuna son vermiş”38 Misak-ı
Milli sınırlarını ve tam
bağımsızlığını kabul ettirmiş, ezilen uluslara emperyalizmin yenilebileceğini
göstermişti. Fransız Robert Lambel’in söylemiyle, “Türkiye artık
Osmanlı İmparatorluğu değildi” ve yeni Türk Devleti elde ettiği başarıyı, “Mustafa
Kemal’in dinamizmiyle başından beri coşturduğu Ankara’daki milliyetçilerin başa
çıkılmaz iradesine borçluydu”.39
Kurtuluş
Savaşı ve onun politik sonucu Lozan
Antlaşması, hem Batı’nın gelişmiş ülkeleri, hem de Doğu’nun ezilen ulusları
üzerinde, 20.yüzyıla yön veren büyük bir etki yaptı. Kısa süre içinde
Türkiye’nin sorunu olmaktan çıkarak evrensel boyutlu bir bağımsızlık simgesi
haline geldi. Askeri ve hemen ardından gelen siyasi başarı, emperyalist
tutsaklıktan kurtulmak isteyen sömürge ve yarı-sömürgelerde büyük bir uyanış
sağladı, onlara örnek oldu.
DİPNOTLAR
1 Büyük Larousse, Gelişim
Yayınları, 12.Cilt, sf.7560
2 “Atatürk” Lord Kinrose, Altın Kitaplar Yay.,
12.Basım, İst.-1994, sf.417
3 a.g.e. sf.417
4 Büyük Larousse, Gelişim
Yayınları, 12.Cilt, sf.7560
5 “Atatürk” Lord Kinrose, Altın Kitaplar Yay.,
12.Basım, İst.-1994, sf.416
6 a.g.e. sf.416
7 “Türkiye Cumhuriyeti ve Türk
Devrimi”Afet İnan, TTK, Ankara-1977, sf.101
8 “Mustafa Kemal” Benoit
Mechin, Bilgi
Yay., Ank.-1997, sf.243
9 Büyük Larousse, Gelişim Yay.,
12.Cilt, sf.7560
10 ”Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar Yay.,
12.Baskı, İst.-1994, sf.421
11 a.g.e. sf.422
12 a.g.e. sf.422
13 a.g.e. sf.417
14 a.g.e. sf.435
15 a.g.e. sf.417
16 “Türkiye Cumhuriyeti ve Türk
Devrimi”Afet İnan, TTK, 1977, sf.101
17 ”Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar Yay.,
12.Baskı, İst.-1994, sf.417
18 “Mustafa Kemal” Benoit Mechin, Bilgi Yay., Ank.-1997,
sf.242
19 a.g.e. sf.242
20 “Mustafa Kemal
Eskişehir-İzmit Konuşmaları” Kaynak Y., 1993, sf.77
21 “Mustafa Kemal” Benoit Mechin, Bilgi Yay., Ank.-1997,
sf.242
22 a.g.e. sf.242
23 “Atatürk’te Konular
Ansiklopedisi” S.Turan, Y.K.Y., 2.Bas., 1995, sf.345
24 “İlk ABD Büyükelçisinin
Türkiye Hatıraları”John Grew, 2.Cilt, Cumhuriyet Kitap, sf.50-51
25 “Amerikan Belgelerinde Lozan
Konferansı ve Amerika” Fahir Armaoğlu, Belleten C.LV.Ağustos 1991, S.213, sf.500; ak. “70.Yıldönümünde
Lozan” T.C.Kültür Bakanlığı, sf.34
26 “Amerika, NATO ve Türkiye” Prof.Dr.Türkkaya Ataöv,
sf.172; ak., Emin Değer, “Oltadaki Balık”, Çınar Araş., 5.Baskı, sf.182
27 “70.Yıldönümünde Lozan” T.C.Kültür Bakanlığı, sf.33
28 “Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, TTK, 4.Baskı,
Ank.-1999, sf.933
29 “Bir İngiliz Kadın Gözüyle
Kuvayı Milliye Ankarası” Grace M.Ellison, 1973; ak. U.Kocatürk, “Kaynakçalı Atatürk
Günlüğü” İş.B.Y., sf.220-221
30 “Atatürk’ün Bütün Eserleri” 14.Cilt, Kaynak Yay.,
İst.-2004, sf.197
31 a.g.e. 14.Cilt, sf.198
32 a.g.e. 14.Cilt, sf.389
33 a.g.e. 14.Cilt, sf.394
34 “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” Prof.Dr. U.Kocatürk,
İş.B.Y., sf.233
35 “Türkiye’deki Yeni Oluşan Bir
İzahı” Norbert Von Bischoff, Ank.-1936, sf.149-150; ak. “70.Yılında Lozan” Kültür Bak.
Yay., sf.94
36 “Kemalist Eğitimin Tarih
Dersleri-IV”
Kaynak Y., 3.Bas. 2001, sf.142
37 “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” Prof.Dr.U.Kocatürk,
İş Bank.Yay., sf.74
38 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi Kit., 8.Baskı,
İst.-1983, sf.128
39 L’İllustration (Paris),
28.07.1923; Bilal Şimşir, “Dış Basında Laik Cumhuriyetin Doğuşu” Bilgi
Yay., Ank.-1999, sf.188
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder