1 Kasım 1928'de
kabul edilen yasayla, Arap harflerine dayanan Osmanlı alfabesine son verildi ve Türkçe'ye uyumlu latin
harflerine geçildi. Ulusal kültürün, bağlı olarak uluslaşmanın güçlenip
yerleşmesi için, bireylerin kolayca anlayıp yazabileceği bir yazı olmalıydı.
Arap harfleriyle okuyup yazmak, Türk insanı için aşılması güç bir engel
durumundaydı. Karmaşık bir yapıya sahip Arapçada, harfler sözcüklerin başına,
ortasına ya da sonuna geldiğinde ayrı seslerle okunuyordu. Bu durum, okuma
yazma yaşına gelmiş Türk çocukları için büyük sıkıntı kaynağıydı. Arapçanın
gerekli kıldığı ses eşitliğini sağlamak için getirilen; nokta, çizgi ve
işaretler, aynı harften farklı ses elde etmede kullanılıyordu. Türkçeye uymayan
ve Türkler için gerçek bir dil karmaşası yaratan bu durum, okuma ve yazmayı
öğrenme önünde ciddi bir engeldi. Çocuklar, daha önce herhangi bir sözcüğü
öğrenmemiş ya da ezberlememişse, o sözcüğü yazamazdı. Bu da, okuma yazmada
ezberciliği gerekli kılıyordu.
Yeni Atılım
Atatürk,
5 Haziran 1928’de, yeni ve köklü bir
devrimci atılımı başlatmak için İstanbul'a geldi. Tutuculuğun simgesi durumuna
gelen ve Türkçeye uyumsuz Arapça harf kullanımına son verecek, yeni Türk
alfabesini açıklayacaktı. Hazırlıklarını yapmıştı, uygulamaya geçmek üzere geliyordu.
İlerlemenin Öncüsü
Genç ve Kararlı Devlet Başkanı, “kendisini ölüm yatağına dek, gece gündüz
meşgul edecek” girişimini, “işbirlikçiliğin merkezi” İstanbul’da
açıklayacak; “Türk alfabesi ve Türk dili hareketini” başlatacaktı.1
Çalışma
Yöntemi
Her
büyük atılımda kullandığı çalışma yöntemini, yazı değişimine de uyguladı.
Bilime dayalı dikkatli çalışmalar, geniş bir araştırma, toplumu hazırlayıp
uygun ortam oluşturma ve Türk halkı üzerindeki kişisel saygınlığına dayanarak
harekete geçme... Devrimci dönüşümlerin tümünde sınadığı bu etkili yöntemi,
yazı değişiminde de ustalıkla uyguladı ve sıradışı bir başarı daha elde etti.
Yazı
değişimi konusunda yoğun bir çalışma içine girmişti. “Büyük bir titizlikle”,
değişik dillerin abecelerini (alfabelerini) ve Latin harflerini inceledi; yerli
yabancı dil uzmanlarıyla tartıştı. Harflerin kullanışı, verdiği sesler, bu
seslerin Türkçeye uygunluğu üzerinde uzmanlaşıncaya dek “her gün saatlerce
çalıştı.” 2 Yeni bir abece oluşturmak üzere bir “Alfabe
Komisyonu” kurdu; bu komisyonun
toplantılarına katıldı. 3
Dolmabahçe Sarayı, “yapılışından
beri hiç görmediği” bir devrimi yaşıyordu. Burası, bir Osmanlı Sarayı
olmaktan çıkmış, “içinde gece gündüz coşkuyla çalışılan”; açık
oturumlar, paneller, konferanslar düzenlenen bir kültür merkezi ya da bir “bilim
akademisi” durumuna gelmişti. Saray salonlarını artık, cariyeler, lalalar
ya da hizmetçiler değil; dilciler, tarihçiler, şair ve yazarlar, devlet
görevlileri, bilim adamları, milletvekilleri dolduruyordu, bu insanlar, onun
başkanlığı ve yönlendirmesi altında toplanıyor, tartışıp kararlar alıyor, kimi
zaman da “sınavdan geçiyorlardı”. 4
Yoğun
Uğraş
Asya’daki
Türk devletleri, 1926’da Latin harflerini kabul etmişti. Bu gelişmeye büyük
önem verdi ve uygulamayı ayrıntılarıyla inceledi. Orta Asya Türklerinin Latin
harflerine geçmesinin, Arap harflerini kullanan Türkiye’yle ilişkisini
güçleştireceğini ve Türk dünyasını “birbirinin dilini okumayacak duruma
getireceğini”; bu durumun “yazı değişimini daha da zorunlu kıldığını”
gördü 5 ve bu yöndeki çalışmalarını yoğunlaştırdı. (Türkiye, 1929’da
Latin harflerini kullanmaya geçince Sovyetler Birliği Orta Asya’daki değişimi
durdurdu ve bölgesel Kiril alfabesine geri döndü) 6
Altı aylık yoğun
çalışmadan sonra, altı haftada yeni abeceyi hazırlattı. 7 Dil
biliminin temel kurallarını kavramış; Türkçe’de Latin harflerini kullanma
biçimi, Arapça-Osmanlıca-Türkçe ilişkileri ve yeni harflerle Türkçenin ses
uyumu konusunda, neredeyse en yetkin uzman olmuştu. Çalışmaları ilerledikçe,
çözülmesi gereken sorunların büyüklüğünü görüyor, çok güç bir işe giriştiğini
anlıyordu. Güçlüklerin üzerine gitmekten çekinmeyen yapısı nedeniyle yılmıyor,
güçlükleri aşmak için daha çok zaman ayırıp, daha yoğun çalışıyordu.
Eyleme
Geçiliyor
1928
başında, “artık eyleme geçilmesinin zamanının geldiğine” karar
verdiğinde, uygulamaya dönük ilk girişimler ortaya çıkmaya başlamıştı. Adalet
Bakanı Mahmut Esat (Bozkurt), 8 Ocak’ta Ankara Türk Ocağı’nda, Türk
harfleri üzerine bir konferans verdi. Aynı günlerde, “harf hareketiyle dilin
özleştirilmesi” konusu ele alınıp
incelendi.
8
Şubat’ta İstanbul’da “ilk Türkçe hutbe” okundu. 24 Mayıs’ta, Latin
rakamları kabul edildi. 27 Haziran’da, Dil Encümeni kuruldu. 28
Haziran’da, halkın okuma yazma öğreneceği Millet Mektepleri’nin açılması kararlaştırıldı. Aynı gün,
Halk Dersaneleri ve Konferansları Yönetmeliği yayımlandı. 8
Uzun ve yoğun bir
çalışma döneminden sonra, hazırlıklarını tamamladı ve konuyu artık halka
duyurmaya karar verdi. Bunu, İstanbul’da yapacaktı. 9 Ağustos 1928 akşamı, Cumhuriyet
Halk Fırkası’nın Sarayburnu Halk Gazinosu’nda düzenlediği
geceye katıldı. Burada yaptığı ünlü konuşmasıyla, yazı yenileşmesini halka
duyurdu.
Önceki
Çalışmalar
Harf
değişimi ve yazının kolaylaştırılması için ilk yenilik önerisi 19.yüzyıl
ortalarında Münif Paşa’dan gelmişti. Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’de
(Osmanlı Bilim Derneği) verdiği bir konferansta konuyu dile getirmişti.
Yine o dönemde, Ali Suavi ve Namık Kemal dil sorununu
tartıştılar. Şinasi ve Emüzziye Tevfik bir takım düzeltme
girişiminde bulundu. Şemsettin Sami ve Yenişehirli Avni, değişik
yenileşme görüşleri ileri sürdüler. Azeri yazar ve düşünür Fethalı Ahundzade,
1863’de İstanbul’a gelerek, yeni bir abece önerisinde bulundu. 9
1908’deki
2.Meşrutiyet’ten sonra abece ve yazı sorunları yeniden tartışıldı. Enver
Paşa, “yalnızca orduda kullanılmak üzere” Arap harflerini “birbirinden
ayırarak yazan” bir abeceyi uygulamaya soktu. Buna, o dönemde “Enver
Paşa Yasası” denilmişti. Milaslı Dr.İsmail Hakkı, İsmail Hakkı (Baltacıoğlu),
Ispartalı Hakkı gibi yazar ve eğitimciler, yazı yenileşmesi konusunda
çalışma yaptılar; komisyonlar dernekler kurdular, Dr.Abdullah Cevdet, Kılıçzade
Hakkı (Kılıçoğlu), Hüseyin Cahit (Yalçın), Celal Nuri (İleri),
Hafız Ali Efendi, Latin harflerine geçilmesi için yazılar yazdılar. 10
Gordion
Düğümü
1850’lerden
beri sözü edilen, ancak somut bir sonuca ulaştırılamayan yazı sorunu, 1928’de, “Gardion
düğümünü kesen bir kesinlikle” ve “Latin
harflerine dayanan Yeni Türk Abecesi kabul edilerek” onun tarafından
çözüldü. 11
Gerçekleştirilmesi
güç bu işi, Türk abecesine geri dönme olarak görüyordu. Harf
yenileşmesini, Türkçeye zarar vermeyen; tersine, ona uygun biçimsel değişim
olarak görüyor, yeni harfleri, “Latin harfleri diye anılmakta olan şekiller” diye tanımlıyordu. 12
Önemli olan, biçim
değil, kullanım kuralları ve Türkçeyi geliştirecek yöntemlerdi. Latin
harflerini Türkçeye o denli uyumlu kılmıştı ki, bu harfleri, “Yeni Türk
harfleri” olarak tanımladı.13
Sorunlar
Yazı yenileşmesinin başarılıp topluma yerleştirilmesi
için, dil bilgisi kurallarıyla ilgisi olmayan ve çözülmesi gereken birçok sorun
vardı. Tüm resmi evrak, basımevi harfleri, telgraf işaretleri, daktilolar,
zaman cetvelleri, okul araç gereçleri, sözlükler, kitaplar, damgalar, her
türden tabela, ilanlar, tren ve tramvay tarifeleri, durak ve istasyon adları,
biletler... değiştirilecekti.
Bu yalnızca yoğun bir çaba değil, onunla birlikte para ve örgütlenmeyle
ilgili bir sorundu. Üstelik, bu işler kısa bir zaman içinde başarılmalı, bunun
için de toplumun her kesiminin onay ve desteği alınmalıydı.
Arap
Alfabesi ve Türkçe
Arap
alfabesi, yapısı gereği Türk yazım kurallarını kendi ses yapısına uydurmaya
çalışan, bu yönde zorlayan bir özelliğe sahipti. Bu durum, sözcük yazımında
sorun yaratıyor, öğrenme güçlüğüne neden oluyordu. Türk ve Arap abeceleri
arasında, “kaynağını dillerin toplumsal ayrılığından alan çelişkiler” ve
“ses boşlukları” vardı.14
Osmanlı
Türkleri, eğitim görmüş de olsa, çok kere yazım (imla) yanlışı yapmaktan
kurtulamazdı. Toplumda, iki tür dil oluşmuştu. Bir yanda, “enderun
devşirmelerinin kullandığı, yazılan ancak konuşulmayan saray dili” öbür yanda “kitlelerin kullandığı,
konuşulan ancak yazılamayan halk dili”. 15
Halkı
yazılı edebiyata uzak kılan bu durum, halkla aydınları da birbirinden
uzaklaştırmış, Türkiye, aydını olmayan bir halktan ya da halksız aydınlardan
oluşan, düşünsel çoraklık içinde bir ülke durumuna gelmişti.
Arap
harflerinin kullanımı, Türkler için olduğu kadar, ülkedeki azınlık uyruklar
için de sorun yaratmış, Osmanlı İmparatorluğu’nda Türkçenin yaygınlaşmasını
engellemişti. 19.yüzyıl sonlarında nüfusun önemli bir bölümünü oluşturan Rum,
Ermeni, Yahudi gibi Müslüman olmayan uyruklar, Türkçe konuşulabiliyor, ancak
Arap harflerini bilmedikleri için, Türkçeyi okuyup yazamıyordu.
Bu durum kaçınılmaz
olarak, uluslaşmanın temel koşullarından biri olan dil birliğinin
gerçekleştirilememesine yol açıyor, azınlıklar kendi içlerinde uluslaşırken, Osmanlı
İmparatorluğu ümmet toplumu olarak kalıyordu.
Yazı
Değil Din Sorunu
Arap
alfabesinin aynı zamanda Kuran dili olması nedeniyle, Arapça dinsel bir
dokunulmazlık kazanmıştı ve yazı sorunu, din sorunu olarak ele
alınıyordu. Bu durum, ulusal dil ve kültürün gelişimini engelliyor, Türk
ulusçuluğu düşüncesinin gelişmesine uygun bir ortam oluşmuyordu.
Yeni yazı, yarattığı
değişimle, uluslaşmanın koşulu olan kültür birliğinin temelini oluşturdu; dil
ve tarih çalışmalarıyla birlikte, ulusal kimliğe biçim verdi. 16
Arapça’nın, dinsel bir anlam verilerek kutsanması, dilbilimiyle olduğu kadar
dinle de ilgisi olmayan bir bilgisizlik sorunuydu. Oysa, Prof.Cahit Tanyol’un söylediği
gibi, “bütün abeceler gibi Arap abecesi de dinden bağımsızdı; harflerde
kutsallık aramanın bir anlamı yoktu”. 17
“Cumhuriyet’in
Başöğretmeni”
Sarayburnu Konuşması’ ndan
sonra, kurslar, seminerler, tartışmalı toplantılar düzenledi. “Ülkeyi bir
baştan bir başa gezerek” her gün, uzun saatler boyunca ve “şaşırtıcı bir
enerjiyle” halkına abece öğretti. Sıradan insanları yıpratacak bu yoğun
çaba, “onu ne yoruyor, ne gevşetiyordu”. 18 ”Karatahta
genç Türk Cumhuriyetinin simgesi olmuştu”. 19
Köy
ya da kentlerde halkın arasına giriyor, gündüz ya da gece her sınıf ve
meslekten insanı çevresine topluyor, kimi zaman “bir köy okulunda ve isli
bir lambanın solgun ışığında” 20, kimi zaman açık havada, ya da
köy kahvelerinde herkese yeni yazıyı öğretiyordu. H.C.Armstrong’un
deyişiyle, “doğuştan pedagog (eğitbilimci); açık, kesin, inandırıcı,
üstünlüğünün ayırdında, harika bir öğretmendi”. 21 Önce halk,
daha sonra Meclis, ona çok sevdiği yeni bir san olan “Cumhuriyetin
Başöğretmeni” adını vermişti. 22
Ona
göre, yazıyla başlayan değişim, bilimsel felsefeyi, düşünce yöntemlerini ve
yaşam biçimini değiştirecek, toplumun yazgısına yeni bir yön verecekti. Georges
Duhamel’in söylemiyle “geçmişteki hiçbir devrimci, Cromwell, Robespierre
ya da Lenin, bu kadar uzağa gitmeye cesaret edememişti”. 34
9 Ağustos 1928 Sarayburnu
Konuşması ’ndan, 1 Kasım’a dek geçen üç aylık süre içinde, yeni harflerle
ilgili herhangi bir yasa çıkarılmamış, herhangi bir yaptırım getirilmemişti.
Girişilen tüm işler, 9 Ağustos akşamı yaptığı çağrı üzerine başlamış, Türk
halkı, saygı duyduğu önderlerinin isteğine, baş giysisi çağrısında
olduğu gibi, büyük bir istekle katılmıştı.
Yasa
Çıkıyor
Harf
yenileşmesinde, önceki devrim atılımlarında yaşanan türden karşıtlıklar pek
görülmedi. Halkın yoğun ilgi ve desteği, yasal süreci hızlandırdı ve Meclis 1
Kasım 1928’de, 3153 sayılı “Yeni Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında
Kanun” la, harf değişimini zorunlu duruma getirdi.
On bir başlamdan
(maddeden) oluşan yasaya göre, devlet kuruluşları, 1 Ocak 1929’da yeni
uygulamaya geçecek; ancak, basılı kağıt ve yazılı donanımların değiştirilmesi
için, 1929 Haziran’ına dek altı aylık ek süre verilecekti. Bu süre sonunda,
yeni yazıya geçiş tümüyle bitirilecekti.
Eleştiriler
Değişik
gerekçeler ileri sürerek, yazı değişimine karşı çıkanlar, en çok zaman konusunu
işlediler. “Kesinlikle olmaz” diyenler küçük bir azınlıktı. Bunların
dışında kalan bir küme eleştirici; değişimin, “20 ya da 30 yılda adım adım
uygulanması” gerektiğini ileri sürüyor, hızlı değişimin “zaten yüzde
10’un altında olan okur yazarları, okumaz yazmaz duruma getireceğini” ya da
“öğretmenleri iş yapamaz duruma sokacağını” söylüyordu.23 Bir
başka eleştirici küme, “tümüyle Arap harfleriyle basılan gazeteler, okur
yitirecek”; gazeteler belki de, “böyle bir keşmekeş ve masrafa
dayanamayacağı için” batacak diyordu. 24
O ise böyle
düşünmüyor, uzun bir geçiş döneminin, “bu işin başarılmasını önleyeceğini”
söylüyordu. Kimileri 10-15 yıla inmişti. En kısa öneri ise beş yıldı.
Uygulayıcı konumdaki Başbakan İnönü, “en az yedi yıl gerekli”
diyordu.25
Gazetelerin hiç
olmazsa bir süre, iki tür yazıyla çıkması önerisini hemen reddetti. “Herkes
alıştığı Arapça yazıyı okur, yeni yazı öğrenilmez” demiş ve “bu iş, ya
üç ayda olur ya da olmaz” diye eklemişti. 26 Somut ve şaşırtıcı
bir gerçektir ki, Türkiye’deki “harf devrimi” “üç ay içinde amacına ulaşmış”
27, değişim bu kısa süre içinde tümüyle gerçekleştirilmişti.
Millet
Mektepleri
23
Aralık 1928’de, Millet Mektepleri’ne
kayıtlar başladı. Kurslara, 16-45 yaş arasındaki kadın ve erkeklerden, yalnızca
yeni yazıyı öğrenecek okur yazarlar değil, okuma yazma bilmeyenler de
katılacaktı. Kurslar okuma yazma bilmeyenler için dört, diğerleri için iki ay
sürecek; kadınlar haftada iki, erkekler dört gün ders alacaktı.
Millet Mektepleri’nden, 1936’ya değin, 2 546 051 kişi
diploma aldı. 1929’daki dersane sayısı 20 489’du. 28 İlk bir yıl
içinde diploma alanların sayısı, 1 milyondu. İlginçtir ki, yeni yazıyla okuma
yazmayı en kolay öğrenenler, eski yazıyla okur yazarlar değil, okuma yazmayı
hiç bilmeyenler ve çocuklardı. Bunlar yeni yazıyla okuma yazmayı kısa süre
içinde öğreniyor ve kursa gidemeyen “ana babalarıyla aile büyüklerine”
öğretmenlik yapmaya başlıyordu.29
Meclis
Konuşması
Yeni abeceyi kabul eden yasanın görüşüldüğü gün (1 Kasım
1928), Meclis’te yaptığı konuşma, yazı yenileşmesine verdiği önemi ve bu
konudaki coşkusunu yansıtan tümcelerle doluydu. Şöyle söylüyordu: “Efendiler!
Bu milletin yüzyıllardan beri çözümlenmemiş olan ihtiyacını, birkaç yıl içinde
tümüyle sağlamak, gözlerimizi kamaştıran bir başarı güneşidir. Kazanılan hiçbir
zaferle kıyaslanamayacak bu başarının, heyecanı içindeyiz. Yurttaşlarımızı
cehaletten kurtaracak, sade bir öğretmenliğin vicdani kıvancı, ruh varlığımızı
doyurmuştur. Aziz arkadaşlarım; yüksek ve sonsuz armağanınızla, Büyük Türk
Milleti, yeni bir aydınlık dünyaya girecektir”. 30
DİPNOTLAR
1
“Tek Adam” Ş.S.Aydemir,
III.C., Remzi Kit. 8.Bas. İst.-1983, sf.313
2
“Atatürk” Lord Kinros,
Altın Kitaplar Yay., 12.Bas. İst.-1994, sf.511
3
“Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri”
Kaynak Y., 3.Baskı, İst.-2001, sf.255
4
“Bozkurt” H.C.Armstrong,
Arba Yay., İst.-1996, sf.220
5
“Atatürk” Lord Kinros,
Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.511
6
“Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu”
P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.Bas., sf.153
7
“Atatürk” Lord Kinros,
Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.511
8
“Tek Adam” Ş.S.Aydemir,
III.Cilt, Remzi Kit., 8.Baskı, İst.-1983, sf.
9
“Yazı Devriminin Öyküsü”
S.N.Özerdem, Cumhuriyet Kit., 1998, sf.9
10
a.g.e. sf.10-11
11
a.g.e. sf.11
12
“Kemalist Eğitimin Tarih
Dersleri-IV” Kaynak Y., 3.Bas., 2001, sf.254
13
a.g.e. sf.255
14
“Atatürk ve Halkçılık”
Prof.Cahit Tanyol, İs.B.Y., tarihsiz, sf.117-118
15
“Atatürk” Lord Kinross,
Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.510
16
“Atatürkçü Düşüncede Ulusal
Eğitim” Dr.Şerafettin Yamaner, Top. Dön.Yay., İst.-1999,
sf.103
17
“Atatürk ve Halkçılık”
Prof.Cahit Tanyol, İs Bank Yay., tarihsiz, sf.124
18
“Bozkurt” H.C.Armstrong,
Arba Yay., İst.-1996, sf.222
19
“Atatürk” Lord Kinross,
Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.513
20
“Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu”
P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.Bas., sf.153
21
“Mustafa Kemal” Benoit Méchin,
Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.300
22
a.g.e. sf.301
23
“Ömer Sami Coşar’ın Derlemeleri”
1928; ak. a.g.e. sf.91
24
a.g.e. sf.92
25
“Tek Adam” Ş.S.Aydemir,
III.Cilt, Remzi Kit., 8.Baskı, İst.-1983, sf.
26
“Çankaya” Falih Rıfkı Atay,
Bateş A.Ş. İst.-1980, sf.440
27
“Yazı Devriminin Öyküsü”
S.N.Özerdem, Cumhuriyet Kitap, 1998, sf.96
28
a.g.e. sf.45
29
“Atatürk” Lord Kinross,
Altın Kitap.Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.514
30
“Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri” Atatürk Araştırma
Merkezi, I.Cilt, 5.Baskı, Ankara-1997, sf.377-378
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder