1
Eylül 1939’da Almanya Polonya’ya saldırdı, 2 gün sonra 3 Eylül’de İngiltere’yle
Fransa Almanya’ya savaş ilan etti ve İkinci Dünya Savaşı başladı. Büyük şirket
yöneticileri, hükümet yetkilileri ve bunların hizmetindeki politikacılar
dışında; çok az insan savaş istiyordu. İlk savaşın bitiminden henüz 21 yıl
geçmiş, bu savaşta çarpışan insanların çoğu, henüz emekli bile olmamıştı. ‘Noel’de
biter’ denilen birinci savaş tam dört yıl sürmüş ve 30 milyon insanın
ölümüne yol aşmıştı. Avrupa nüfusunun yüzde 70’i savaşın acılarını yaşamıştı.
İngiltere ve Fransa, Almanya’ya savaş ilan ettiğinde, bir öncekinde olduğu
gibi, Londra sokaklarında, utku umutlarını taşıyan törenler yoktu. Bu kez
Paris’in bulvar kahvelerinde çıt çıkmıyordu.
Savaş Başlıyor
1 Eylül 1939 günü Almanya, Polonya’yı işgal etmeye
başladı. Bu işgal, koşulları önceden oluşan yeni bir dünya savaşının, çıkış
gerekçesi oldu. Saldırgan konumda olan Almanya’ydı. Ancak, Dünya Savaşı’nı
resmen başlatanlar İngiltere ve Fransa oldu.
Birinci Dünya
Savaşı’nın; ‘bitmeyen bir savaş’ olduğu, çıkışına neden olan koşulların
ağırlaşarak sürdüğü, bu nedenle küresel ölçekli yeni bir askeri çatışmanın
kaçınılmaz olduğu, bugün daha açık görülüyor. Ancak, bu sonucu o günlerde de
görenler ve buna göre hazırlananlar vardı kuşkusuz. 1924 yılında Winston
Churchil, 1.Dünya Savaşı’nın bitmemiş olduğunu, yeni savaşın eskisinin
bitimiyle birlikte başladığını söylüyordu: “1919’da başlatılan savaş hiçbir
zaman yapılamadı; ama düşünceleri hala yaşıyor”.1
Savaşı İsteyenler
Büyük şirket yöneticileri, hükümet yetkilileri ve
bunların hizmetindeki politikacılar dışında; çok az insan savaşı istedi. İlk
savaşın bitiminden henüz 21 yıl geçmişti ve bu savaşta çarpışan insanların
çoğu, henüz emekli bile olmamıştı. ‘Noel’de biter’ denilen birinci savaş
tam dört yıl sürmüş ve 30 milyon insanın ölümüne yol aşmıştı. Avrupa nüfusunun
yüzde 70’i savaşın acılarını yaşamıştı.
3 Eylül 1939 akşamı,
İngiltere ve Fransa, Almanya’ya savaş ilan ettiğinde, bir öncekinde olduğu
gibi, Londra sokaklarında, utku umutlarını taşıyan törenler yoktu. Bu kez
Paris’in bulvar kahvelerinde çıt çıkmıyordu.
Halk Savaş İstemiyor
Halk savaş
istemiyordu ancak mal ve hizmet üreten büyük tekeller, ekonomik yaşamı
belirleyen mali sermaye kümeleri ve varlığını bunların çıkarlarına
bağlamış emperyalist devletler için savaş, istem değil, varlıklarıyla
ilgili bir gereksinimdi. Ya üretim ve sermaye güçlerine uygun dış pazarlar
bulunacak ya da yok olunacaktı. Onlar için savaşın gerçek anlamı buydu.
Pazar Paylaşımı
2.Dünya Savaşı’na Almanya’nın neden olduğunu bugün
herkes biliyor. Almanya, sanayi gücünü arttırmış ve gözünü yalnızca Versailles’la
elinden alınmış eski sömürgelerine değil, birçok yeni pazara dikmişti. Hitler
çok açık konuşuyordu: “Çok dar bir alanda sıkışmış durumdayız. Öteki
devletler gibi biz de sömürge istiyoruz. Almanya güneşteki yerini almalıdır.
Alman bayrağını okyanuslarda dalgalandıracağız”.2
Ancak, bu söylendiği kadar kolay bir iş değildi,
dünyada bayrak dalgalandırılmayan okyanus artık kalmamıştı. ‘Güneşte yer
almak’ için güç ve güce dayalı şiddete gereksinim vardı, dünyanın yeniden
paylaşılması gerekiyordu.
İngiltere ve Fransa, Almanya’nın derdini anlasa da,
doğal olarak iyesi (sahibi) olduğu etki alanlarını korumak zorundaydı. Bir
yandan savaşa hazırlanırken, öbür yandan Almanya’yı ‘sakinleştireceğini’ sandıkları
ödünler verdiler.
Çekoslavakya, Avusturya, Moravia’nın
elegeçirilmesine, Litvanya’nın Klaipeda limanının alınmasına, Romanya
Ekonomik Anlaşması’na ses çıkarmadılar. İtalya’nın Arnavutluk’u
almasını yalnızca izlediler, İspanya İç Savaşı’nda Almanya’yı ‘kızdıracak’ bir davranışta
bulunmadılar. Orta ve Doğu Avrupa’da etkisini arttırmasına göz yumdular.
Bu ödünlerle,
Almanya’nın kendilerine yönelik saldırgan eğilimlerini yumuşatacaklarını
düşündüler. Ancak, düşüncelerinde yanıldılar. Herhangi bir yumuşama
sağlayamadıkları gibi, Almanya’nın güçlenmesine ve saldırganlık için özgüven
kazanmasına yol açtılar. Polonya saldırısı onlar için, Hitler’in ‘durmayacağını’
gösteren ve artık ödün sınırını aşan bir çıkıştı.
Sovyetler Birliği’nin
Tutumu
Hitler’e ödün verenler
yalnızca İngiltere ve Fransa değildi. Sovyetler Birliği, tüm dünyanın özellikle
de komünist ve sosyalistlerin şaşkın bakışları arasında Almanya ile 23 Ağustos
1939’da, Polonya’nın ortak işgalini kabul eden bir anlaşma imzaladı.
Sovyetler Birliği
ödün vermeyi o düzeye çıkardı ki; kendisine sığınmış olan bütün Alman sosyalist
ve komünistlerini, ‘diplomatik zorunluluklar’ ve ‘Rusya’nın
çıkarlarının gözetilmesi’ gibi gerekçeler ileri sürerek, Gestapo’ya
teslim etti.3
Hitler Korkusu
Hitler, Avrupa ülkelerini
öylesine korkutmuştu ki, gözükaralığını caydırıcı güç durumuna getirip dediğini
yaptıran kabadayılara dönmüştü. Buna da çok alışmıştı. Bu nedenle, Polonya’ya
girmesi üzerine, İngiltere ve Fransa’nın Almanya’ya savaş açmasına çok şaşırmıştı.
O, Polonya’yı işgal etmesine de ses çıkarılmayacağına inanıyordu.
2.Dünya Savaşı başlarken yanılan bir başka önder, Stalin’dir.
Stalin, imzaladığı anlaşmayla, Alman saldırısının Sovyetler Birliği’ne
yönelmesini önleyeceğine inanıyordu. İngiltere ve Fransa, Alman saldırının
Rusya’ya, Rusya ise Batı Avrupa’ya yönelmesinin hesabı içindeydi. Ancak, tümü,
hesaplarında yanıldı.
Almanya Batı Avrupa’ya saldırdığında, Stalin,
Rusya’yı savaştan uzak tuttuğuna ve uyguladığı politikanın doğruluğuna artık
kesin olarak inanıyordu. Bu inanca dayalı barış umutlarını somut gerçeklik gibi
gören Stalin, kendisine yapılan tüm uyarı ve önerileri bir yana itiyordu.
22 Haziran 1941 günü
sabaha karşı başlayan Alman saldırısına inanmamış, bu işin ‘disiplinsiz bazı
birliklerinin yanlışlığı’ olarak niteleyerek, Alman topçusunun ateşine bir
süre karşılık verdirmemişti. Saldırıdan bir gece önce, Alman ordusundaki bir komünist
er, sınırı geçmiş ve saldırının başlayacağı saatı bildirmişti. Ancak, Stalin
bir bozguncu ve kışkırtıcı ajan olarak tanımladığı işçi Korpik’i
kurşuna dizdirmişti.4
Öngörüsüzlük
2.Dünya savaşına gelinirken, savaşta taraf olacak
ülkelerin yöneticileri; siyasi ve askeri yetersizlikler, kararsız ve ürkek
davranışlar, gerçeklere uygun düşmeyen amaçlar peşindeydi. Savaşın gelmekte
olduğunu hemen hepsi görüyor ancak ‘devekuşu politikası’ uyguluyorlardı.
Savaşın çekincelerinden uzak durarak çıkarlarını koruyabilmenin bir yolunu
arıyorlardı.
1 Eylül’de çıkan
savaş kısa bir süre içinde yayıldı ve bu çatışmadan hiçbir çıkarı olmayan
birçok ülkeyi içine çekti. Bir yanda Almanya, Japonya ve İtalya, öbür yanda
İngiltere, Fransa ve Amerika olmak üzere altı emperyalist ülke, tam 61 ülkeden
110 milyon insanı silah altına alarak savaş alanlarına sürdü.5
Savaş Yayılıyor
Almanya savaşa fırtına hızıyla girdi. 30 Tümenlik
Polonya Ordusu 26 günde çökertildi. 1940’ta Danimarka ve Norveç’i işgal ederek,
Kuzey burnundan Hamburg’a dek Baltık’ın tüm Batı kıyılarını bir ay içinde ele
geçirdi. 10 Mayıs 1940’ta başlatılan Batı saldırılarıyla Hollanda bir hafta,
Belçika ise 3 hafta içinde geçildi. Fransa, 22 Haziran’da teslim oldu.
Polonya’nın elegeçirilmesine karşı çıkarak savaşa giren Fransa, Polonya gibi,
bir kaç haftada yenilmişti.
Mussolini, saldırganlıkta
ikinci planda kalmamak için; 1940’ta İngiliz egemenliğine karşı, Libya ve
Etyopya’dan başlayarak Mısır, Somali ve Sudan’a doğru askeri eylemceye
(harekata) girişti. 28 Ekim 1940’ta Yunanistan’a girdi. Ancak, İtalyanlar
askeri alanda Almanlar’ın gösterdiği başarıyı gösteremedi. Balkanları daha
sonra Almanya elegeçirdi.
Japonya, 7 Aralık
1941 günü Hawai’deki Pearl Harbor limanında Amerikan donanmasına
saldırdı ve savaş Pasifiğe taşındı. Baskından üç gün sonra Almanya ve İtalya
ABD’ne savaş ilan etti. Stratejik üstünlüğe sahip Japonya, Uzakdoğu’da büyük
başarılar elde etti. Birmanya’ya girdi, Çin’i tecrit etti, Filipinler, Malezya
ve Singapur’u ele geçirdi, Endonezya’yı denetimi altına aldı. Büyük Okyanus’ta
birçok adayı kendisine bağladı. Japon yayılması, Mayıs 1942 Mercan Denizi,
Ağustos 1942 Guadalcanal çarpışmalarıyla durduruldu.
Sovyetler’in
Belirleyiciliği
2.Dünya Savaşının sonucunu, Alman Ordusu’nu
durdurabilen Sovyetler Birliği belirledi. Dünyanın en büyük iki ordusu,
Rusya’nın geniş bozkırında amansız bir savaşa tutuştu. Asker-sivil yirmi milyon
insanını yitiren Sovyetler Birliği, en seçkin birliklerden oluşan Alman
ordusunu Stalingrad’ta yendi ve savaşın yazgısını tersine çevirdi.
6 Haziran 1944’te, ABD ve İngiltere orduları,
Normandiya’dan Fransa’ya çıktı. Doğu’da Rusya’nın yıpranması için bilinçli
olarak geciktirildiği söylenen bu çıkartmayla, Almanya Batı Avrupa’da yenildi.
Bağlaşık güçleri, Kızılordu’nun Batıya doğru yürüyüşünü Berlin’de
karşılayabilmek için, hızla Almanya’ya yöneldi.
Almanya’nın 2 Mayıs
1945’te kayıtsız koşulsuz teslim olmasıyla Avrupa’da savaş bitti. Amerikalılar
teslim olmamakta direnen Japonya’nın iki sivil yerleşim birimi üzerinde nükleer
silah kullandı. 6 Ağustos’ta Hiroşima’ya, 9 Ağustos’ta da Nagazaki’ye atılan atom
bombalarından sonra, 14 Ağustos’ta Japonya koşulsuz teslim oldu.
Büyük Yıkım
2.Dünya Savaşında
40-52 milyon arasında insan öldü. En büyük insan yitiği, 9 milyonu asker olmak
üzere 20 milyon kişiyle Sovyetler Birliği’ndedir. Bu yitik tüm Sovyet nüfusunun
yüzde 10’udur. İkinci Dünya Savaşı’nda ülkelerin insan yitiği şöyledir: Çin 8
milyon, Polonya 5 milyon, Almanya 4.5 milyon, Japonya 2 milyon, Yugoslavya 1.5
milyon, Fransa 535 bin, Yunanistan 500 bin, İtalya 450 bin, İngiltere 390 bin
ve ABD 300 bin.6
Yeni Dünya
11 Şubat 1945 Yalta ve 17 Temmuz Potsdam Konferanslarıyla,
dünya yeniden paylaşıldı. Ancak, bu paylaşım 1.Dünya Savaşı’nda olduğu gibi
yenenleri bile memnun etmedi. İngiltere ve Fransa, savaş öncesi gücünü yitirdi.
Savaş, dünyaya iki yeni süper güç armağan etti.
Büyük üretim ve sermaye gücüyle ABD, gelişen sanayi ve
ideolojik dayanaklarıyla SSCB, karşı kutuplar olarak dünya siyasetine yön veren
ülkeler oldu. Savaştan önce dünyanın tek ‘sosyalist’ ülkesi olan SSCB
yalnızlıktan kurtuldu. Tüm Doğu Avrupa ülkeleri ve Çin, aynı yolun yolcusu, ‘yoldaşlar’
olarak yazgılarını onunla birleştirdi.
Batılı ülkeler,
aralarındaki ekonomik yarışma çelişkisini ve silahlı çatışmayla uğradıkları
yitiklerin gerçek boyutunu, bu savaştan sonra derinden kavradı. Yeni bir
silahlı çatışmanın, ‘Batı uygarlığının’ sonu olacağını açık biçimde
gördüler. Bütün olanaklarını birleştirerek, en azından birbirleriyle askeri
çatışmaya girmeden, ekonomik ve toplumsal düzeni ayakta tutabilmenin yollarını
aramaya başladılar. Dünya pazarlarını tek tek paylaşmak yerine, tümünü
birlikte kullanmanın yolları bulunmalıydı. Dünyaya yeni bir düzen
gerekiyordu. Küreselleşme adı verilen yeni düzen, ABD öncülüğünde kuruldu.
Avrupa Birliği, NAFTA ve APEK gibi, birlikte kullanılan ortak pazarlar bu
düzenin temelini oluşturdu.
DİPNOTLAR
1 “Savaş:Görünüş
ve Gerçeklik” J.M. Roberts, “20.Yüzyıl Tarihi” Arkın Kit., 1970,
Sayı 35, sf.698
2 “Alman
İşgalinde Avrupa 1939-1945” M.R.D. Foot, 20.Yüzyıl Tarihi, sf.334
3 “2.Dünya
Savaşına Doğru” J.M.Roberts, “20 Yüzyıl Tarihi” Arkın Kit., 1970,
Sayı 35, sf.681
4 “2.Dünya
Savaşı Ansiklopedisi” Yener Yay., sf.694
5 a.g.e.
sf.3
6 “İkinci
Dünya Savaşı” Büyük Larausse, Gelişim Yay., sf.3456
Yine müthiş bir yazı. Bilmek başka şey, bilgilerden doğru fikri oluşturmak ta pek az kimsede olan bambaşka şey. 20.y.y. siyasi tarihi bu kadar kısa, net ve isabetli anlatılabilirdi. Tebrik ederim. Saygılarımla.
YanıtlaSil