Vahdettin, Kurtuluş Savaşı’nı bastırmak
için; hükümet olanaklarını, fetvaları
ve işgalci devletlerin desteğini kullandı. Manevi dayanağı Halifelik ve buyruğu
altındaki fetva makamı Şeyhülislam, siyasi dayanağı ise İngiltere’ydi. Ağır
suçlamalar içeren çok sayıda fetvada;
Yunanlılara karşı savaşan millicilerin kafir,
milli güçlere karşı savaşanların
ise gazi ve şehit olacağı söyleniyordu. “Halifeliğe karşı gelenlerin dinden
çıktıkları” bunların şâki sayıldığı, “Kuran hükümlerine göre
öldürülmelerinin vacip olduğu” bildiriliyordu. Fetvalar; İngiliz ve Yunan uçakları, müttefik
torpidoları, konsolosluklar, Rum ve Ermeni örgütleri, Fener Patrikhanesi’nin
papazları tarafından ülkenin her yerine dağıtılıyordu. Teali İslam adlı bir hocalar
örgütü, yayınladığı bildiride, Yunan
ordusunun hilafet ordusu sayılması gerektiğini söylüyordu.
“İç Ayaklanmalara Önem Vermeliyiz”
İngiltere’nin İstanbul Büyükelçiliği’nde görevli, Baştercüman
Ryan Londra’ya 23 Eylül 1920’de gönderdiği raporda; “Yunanlılar ölçüsüz
ödünler istiyor, millicileri ezmek için bu ödünleri vermek yerine, iç
ayaklanmalara daha çok önem vermeyiz” diyor ve önerisine gerekçe oluşturmak
üzere şu düşünceleri ileri sürüyordu: “Milliyetçi liderlerle mücadele için
üç yol vardır: Müttefiklerin doğrudan harekete geçmesi, Yunanlılar’ın daha çok
kullanılması ya da Sevr’i olduğu gibi kabulden yana Türklerin kullanılması.
Müttefiklerin doğrudan askeri harekata girişmesi söz konusu olamaz... Anadolu
içlerindeki bir macera için para ve asker harcamaya hükümetler niyetli
değildir. Yunanlılar’ın daha çok kullanılması da mümkün görünmemektedir. Bu
durum karşısında Sevr Anlaşması’nın olduğu gibi kalmasını istiyorsak, bunun
için tek yol, gönüllü Türk unsurlarını kullanmaktır. Aslında İstanbul Hükümeti
de bizden bunu istemektedir”.1
“Kediyle
Dövüşmek İçin Bir Kedi Bul”
Baştercüman, görüşlerinde kendi açısından
haklıydı. Büyük Savaştan yeni çıkan Anlaşma Devletleri, savaşacak durumda
değildi. Yunanlıların Batı Anadolu’dan başka, İstanbul’dan Pontus’a dek uzanan istekleri bitmek
bilmiyordu. İşbirlikçileri harekete geçirerek Türkler’i birbirine kırdırmak ’ucuz
ve zahmetsiz’ bir yoldu. Sömürgeciliğin ilk dönemlerinden beri kullanılan
ve “bir kediyle dövüşmek için, bir kedi bul!”2 diye
tanımlanan yöntem, yüzyıllardır denenmiş en
sağlam ve güvenilir yoldu.
Türkiye’de, para ve silahla desteklenen bir çatışma
ortamı yaratılmalı, iç savaşa dönüştürülecek bu çatışmayla, ulusçu önderlerin önü kesilmeliydi.
Bu iş için, Padişah büyük bir olanaktı. Çünkü, İstanbul’da; “umutlarımı,
Allah’tan sonra İngiltere’ye bağladım” diyen bir padişah vardı.3
İç
Savaş
Öneri kabul
gördü ve Anadolu’yu kan gölüne çeviren acımasız bir ayaklanma başladı. “Kurnaz
ve korkak, ama aptal olmayan”4 Vahdettin; millicilerle
uzlaşıyor görünerek İstanbul’da meclis toplama girişiminde olduğu gibi, adını
ve makamını doğrudan ortaya koymadan, halifelikle somutlaşan manevi gücünü
kullanarak iç savaşı başlattı.
Ulusçuları,
kendisinin siyasi rakipleri gibi değil; “devlete ve Allah’a düşman inançtan
yoksun başkaldıranlar” olarak gördü. Onları halka böyle tanıttı ve halktan,
“öbür dünyadaki yaşamlarını sonsuza dek kurtarabilmeleri
için”,“başkaldıranlarla”
savaşmalarını istedi.5
Şeyhülislam Dürrüzade Abdullah, fetvasında: “Suçlu
Mustafa Kemal’dir. Sevgili Padişahı ile sadakatli milletin arasına giren odur.
O olmasa galip devletler de, devlet ve milletimizden merhamet ve lütuflarını
esirgemeyeceklerdir. Mustafa Kemal’i yok edin, Kuvayı Milliyecileri katledin.
Bu bir cihattır. Din ve Padişah yolunda ölenler şehit, kalanlar gazidir...”
diyerek halkı ayaklanmaya çağırıyordu.6
Bilgisizlik
ve Bağnazlık
Olaylar,
başlangıçta İngilizler’in ve Padişah’ın umduğu gibi gelişti. Ulusal direniş,
ülkenin tümünde kabul görüp güçlenirken, Türkiye birdenbire denetimsiz bir şiddetin
içine girdi. Bilgisizlik ve bağnazlığa dayanarak din adına yapıldığı söylenen
öldürme eylemleri, işgalcilere yarar, ülke savunucularına büyük zarar verdi.
Gazi olduğunda para alan, şehit olursa cennete gideceğine inanan toplumun en geri unsurları, kendilerini güçlü gördükleri her
yerde; vurdular, kırdılar, öldürdüler ve işkence ettiler. Güçten düşmüş askeri
birlikleri tutsak ediyor, genç subayları taşlayarak
öldürüyor ya da linç
ediyorlardı.7
Aynı işi yapan Yunan Ordusu ilerlerken, Fransızlar Güney’i
kan gölüne çevirirken, yerli
Rumlar Batı’da, Ermeniler Doğu’da yakıp yıkarken, İngilizler kimi Kürt
aşiretlerini kışkırtırken; kendisine Hilafet
Ordusu diyen gericiler, ölçüsüz bir saldırganlıkla, soydaşlarını ve
dindaşlarını, gözünü kırpmadan
öldürüyor, ulusal direnişi bitirmeye çalışıyordu.8
Öldürmeler
Atatürk’ün Nutuk’ta, vicdani görev olduğunu söyleyerek
bilgi verdiği, İzmit’in ünlü direnişçisi Yahya Kaptan, 10 Ocak 1920’de,
(sarıldığı köyün yakılma tehdidi üzerine) teslim olmasına karşın, Padişahçı
birlikler tarafından öldürüldü.9
Bu cinayet, Kuvayı Milliye’ye karşı başlatılacak
genel saldırının ilk işaretiydi.10 İki ay sonra, 13 Mart 1920’de, Mustafa
Kemal’in Nutuk’ta “yiğit bir arkadaşımız” diye tanımladığı11
ve Akbaş cephaneliğini basarak büyük miktarda silahı Anadolu’ya gönderen
Edremit Kaymakamı Köprülü Hamdi Bey, Biga’da işkence edilerek öldürüldü.
Aynı gün, 21 Kuvayı Milliyeci
şehit edildi.12
İngiliz-Padişah
yönlendirmesinde Hilafet adına
ayaklananlar, bilinçli bir biçimde, Kuvayı
Milliye’yi örgütleyerek ulusal direnişe yön veren öncü subayları hedef
almıştı.
TBMM’nin
açılmasından bir gün önce 22 Nisan’da 24.Tümen Komutanı Albay Mahmut Bey13,
Kurmay Subay Yakup Sami, Levazım Başkanı Rıfkı Bey, Hendek’te
Abaza çeteleri tarafından şehit edildiler.14 Düzce’de; Teğmen Ruhsar,
Binbaşı İhsan, Yarbay Rahmi ve Yarbay Arif Beyler, aynı
biçimde yaşamlarını yitirdiler.15
Bolu’da
hastanede yatan yaralı subaylar yataklarından sürüklenip sokakta “başları
taşla ezilerek” öldürüldü.16 Ankara’nın dibine, Ayaş Beli’ne dek gelen ayaklanmacılar,
halkla görüşmeler yapmak için
gönderilen iki subayı taşladılar, yarı
ölü vaziyette hapishaneye sürüklediler daha sonra idam edilmek üzere İstanbul’a
gönderdiler.17
Konya’da Delibaş Mehmet’in adamları, Mustafa
Kemal’in yolladığı bir subayın önce tırnaklarını
söktüler, sonra kol ve
bacaklarını kestiler.18 İzmit-Bandırma bölgesinde etkili olan
ve kendilerine Muhammet’in Ordusu
(Kuvayı Muhammediye) adını veren Ahmet Anzavur güçleri,
yakaladıkları Kuvayı Milliyecilerin tümünü öldürüyordu. Çerkez asıllı, okuma
yazma bilmeyen Anzavur koyu bir Müslüman olduğunu ileri sürüyor, koynundan Kuran’ı eksik etmemek ve din düşmanlarını diri diri incir ağaçlarına
astırmakla övünüyordu.19
Ayaklanma
Yayılıyor
1919’un son
aylarından 1921 kışına dek geçen yaklaşık bir yıl içinde ve 34 bölgede20,
ulusal direnişi hedef alan 60 ayaklanma ortaya çıktı.21 Bu
ayaklanmalardan Marmara’nın Güneyinde; Bandırma,
Gönen, Susurluk, Kirmasti (Mustafa Kemal Paşa), Karacabey ve Biga: Doğu
Marmara’da; İzmit, Adapazarı, Düzce, Hendek, Bolu ve Gerede: Ankara’nın hemen Batısında Nallıhan ve Beypazarı:
Ankara’nın Güneyinde; Konya, Ilgın, Kadınhan, Karaman,
Seydişehir ve Koçhisar: Ankara’nın Kuzeyinde; Ümraniye, Refahiye, Zara, Hafik ve Çorum: Ankara’nın Doğusunda; Yozgat, Yenihan,
Boğazlıyan, Zile ve Erbaa en önemli ve tehlikeli olanlarıydı.
Atatürk, gerici ayaklanmalar için Nutuk’ta şöyle söyler: “Kargaşa
ateşleri bütün ülkeyi yakıyor; hıyanet, cehalet, kin ve taassup dumanları bütün
vatan semalarını koyu karanlıklar içinde bırakıyordu. Ayaklanma dalgaları,
Ankara’da karargahımızın duvarlarına kadar çarptı. Karargahımızla şehir
arasındaki telefon ve telgraf tellerini kesmeye kadar varan, kudurgan bir
saldırış karşısında kaldık”.22
İdam
Cezaları
Ülkelerini
kurtarmak için öne atılan bir avuç
yurtsever, kudurgan bir saldırı karşısında
kalmıştı. Karargah olarak kullanılan Ankara dışındaki Ziraat Mektebi’ni koruyacak bir askeri güç yoktu.
Millici önderlerin hemen tümü, İstanbul 1. Sıkıyönetim Mahkemesi’nce idama
mahkum edilmişti.
Önce, 11 Mayıs 1920’de Mustafa Kemal ve sonraki 15
gün içinde; Fevzi (Çakmak), Ali Fuat (Cebesoy), İsmet
(İnönü), Ahmet Rüstem, Bekir Sami, Celalettin Arif, Kara
Vasıf, Yusuf Kemal, Ankara Müftüsü Rıfat (Börekçi), Fahrettin
(Altay), Adnan (Adıvar) ve (Türk tarihinde ilk kez bir kadın) Halide
Edip (Adıvar) idam cezasına çarptırıldılar.23
Sarılmışlık
Ayaklanmalar Ankara’ya yaklaşmış, silah sesleri Mustafa Kemal’in kararagahı Ziraat
Mektebi’nden duyuluyordu. Ülkenin her yerinden gelen haberlerin tümü, çok kötüydü.
Yunanlılar geçtikleri yerleri yakarak,
insanları katlederek24 ilerliyordu. Fransızlar Ermenilerle
birlikte Güney’i kan gölüne çevirmişti. İngiliz ajanlar Padişah’ın adamlarıyla
birlikte Kürtleri ayaklandırmaya
çalışıyordu. İç savaş, her yanı sarmış,
onları yutmak üzereydi”.25 Telgraf ve telefon hatları
kesilmişti. Sivas’a gidilmesi düşünülüyordu.26
“En
Sıkıntılı Günler”
Mustafa Kemal, hayatının en sıkıntılı
günlerini27
yaşamaktadır. Ayaklanmalarla çevrili Ankara’ya sıkışmıştır; elinde ciddi bir
güç yoktur. Karşı çıktığı emperyalist ittifak, onu ve yaratmak istediği ulusal
hareketi ezmeye kararlıdır. Saray başta olmak üzere tüm işbirlikçiler,
ayrılıkçı azınlıklar ve Batı’nın parası harekete geçirilmiş, Ankara hedefe
konmuştur. Anzavurlar, Gavur İmamlar,
Saray’a cariye satan Gürcü, Abaza, Çerkez beyleri ayaklanmışlardır.
Yerli-yabancı casuslar ortalıkta kol gezmekte, her taşın altında bir yılan
kaynamaktadır. 1909’da ‘mektepli keseceğiz’ diyen 31 Mart kaçkını Kör İmam,
‘millici keseceğiz’ diyerek yine sahnededir. Ankara Ziraat Mektebi’ne dört
yandan, azgın bir kin ve düşmanlık dalgası gelmektedir.28
Yalnız
ve Kararlı
Umutsuz gibi
görünen koşullara karşın, belirlediği yolda yürüdü. Komutası ve ordusu olmayan
bir paşa, parası ve gücü olmayan bir örgüt önderiydi. Ülkeyi, yabancıların boyunduruğundan kurtarmak ve
bağımsızlığını kazandırmak için29 büyük bir işe girişmişti; ancak,
şu anda sarılmış durumdaydı. İnanç ve kararlılığından başka bir şeyi yoktu.
En güç koşulda
bile, ertesi gün zafere ulaşacakmış gibi çalıştı. Ziraat Mektebi’nin koridorlarında her zaman hareket, odalarında
sabaha dek ışık vardı. Zamanının çoğunu telgraf odasında geçiriyordu.
Yüksek bir irade gücüne sahipti; her zaman canlı ve
çalışkandı. Ondaki canlılık, sanki görünmez aktarımlarla, ülkenin her yanında
direnen millicilere yayılıyor, onlara güç ve kararlılık veriyordu.
“Soylu
Kurt”
Armstrong’un söylemiyle, ‘köşeye
sıkışmış soylu bir kurt gibi’30 dövüşüyordu. Yapılan hiçbir
ihaneti unutmuyor, zamanı geldiğinde hesabı sorulmak üzere bir kenara yazıyordu. Türk tarihinden
gelen devlet geleneklerine bağlı kalarak, vatana ihaneti asla affetmiyor, ulus
düşmanlarına acımanın ‘insanlık değil, insanlık değerlerini yitirmek’31
anlamına geldiğini söylüyordu.
Düşünce ve eyleminde başarısızlığa hiç yer yoktu.
Başarısız olursa ne yapacağını soran yabancılara, başarısızlık gibi bir sonucun
söz konusu olamayacağını söylüyor; “Yaşamı ve bağımsızlığı için kendini
adamayı göze alan bir ulus yenilemez” diyordu.32
Direnç
Önce, Ankara’yı çevresindeki asi kıskacından kurtardı. Çerkez Ethem'in hızlı davranan, vurucu gücü yüksek milis güçlerine ve elde kalan askeri
birliklere dayanarak bunu başardı. Başarıyla birlikte, paraya ve yabancı
desteğe dayanan Halife Ordusu,
özellikle Sevr’in imzalanmasından sonra kendiliğinden dağılmaya başladı.
Padişahın isteğiyle millicilere karşı çıkmak için biraraya gelen eşraf, gerçek durumu gördü ve
ayaklanmacılarla ilişkisini kesti. Hilafet
Ordusu’ndaki birçok birlik savaşmayı reddetti; kimi yerlerde ‘gerçekleri kendilerinden gizledikleri için’
üstlerini öldürdüler.43 Padişah’ın derleme ordusu kısa bir
süre içinde yok olup gitti.
“Gizemli
Bir Destan Kahramanı”
Mustafa Kemal adı, subayların gözünde, saygı ve sevgi duyulan bir komutandan çok öte,
sanki Türk ulusunu kurtarmak için yaratılmış gizemli bir destan kahramanı,
boyun eğdirilmesi olanaksız bir irade gücüydü. Savaşı mükemmel yönetiyor, aynı
zamanda bizzat kendisi büyük bir dirençle savaşıyordu.
Sözkonusu savaş
olduğunda, ‘bütün şansların hepsi’ ondan yana oluyor, korku nedir
bilmeyen bilinçli ataklığıyla girdiği her savaşı kazanıyordu. Bu özelliğini,
yalnızca kendi subayları değil, düşman subayları da biliyordu.
Kurtuluş Savaşı yıllarında İngiliz Ordusu’nda istihbarat subaylığı yapan ve doğal
olarak ulusal savaşıma karşı olan H.C.Armstrong,
anılarında, Ankara’nın ayaklanmalarla sarıldığı günleri anlatırken, onun
savaşçılığını da ele alır ve şunları söyler: “Mustafa Kemal sırtını duvara
vererek dövüştü. Sık sık hasta oluyordu. Böbreklerindeki sorun zaman zaman
büyük acılar çekmesine, sık sık ateşlenmesine yol açıyordu. Yaşamı sürekli
tehlike altındaydı. Ankara çevresindeki köyler birer birer Hilafet Ordusu’na
katılmaya başlamıştı. Ziraat Mektebi’nin her an basılma olasılığı vardı. Bu
durumda kuşkusuz linç edilerek öldürülecekti. Nöbetçiler geceleri çevrede
kuşkulu kişiler görüyordu. Bekçi köpeği Karabaş zehirlenmişti. Mustafa Kemal ve
Albay Arif giysilerini çıkarmadan uyuyordu. Arif akşamları uyuyor, daha sonra
Mustafa Kemal’in uyuduğu sabah saatlerine kadar nöbet bekliyordu. Avluda,
dizginleri hazır, eyerlenmiş ve yalnızca kolonlarının sıkıştırılmasını bekleyen
atları, bir mahmuz darbesiyle Sivas’a doğru yola koyulmak üzere hazır
bekliyordu. Halide Edip, silah kullanmayı öğrenmişti; Adnan, yanında zehir
bulunduruyordu. Padişahın adamlarının, yakaladıkları millicilerin tümüne
yaptığı işkenceyle karşılaşmaktansa, zehiri kullanmayı yeğleyeceklerdi...
Mustafa Kemal köşeye sıkışan soylu bir kurt gibi dövüştü. Ne sordu, ne merhamet
gösterdi...”44
DİPNOTLAR
1
“Milli Kurtuluş
Tarihi” D.Avcıoğlu, I.Cilt, İst.
Mat.,-1974, sf.151-152
2
“Amerikan Gizli
Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Yılları” Orhan Duru, İş Bankası Kültür Yay., İstanbul-2001, sf.34
3 “Milli Kurtuluş Tarihi”
D.Avcıoğlu, I.Cilt, İst. Mat.,
İst.-1974, sf.100
4
“Mustafa Kemal”
B.Méchin, Bilgi Kit.,
Ank.-1997, sf.189
5
a.g.e. sf.189
6
“Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.234
7
“Mustafa Kemal”
B.Méchin, Bilgi Kit.,
Ankara-1997, sf.190
8
“Bozkurt” H.C.
Armstrong, Arba Yay.,
İstanbul-1996, sf.100
9
“Nutuk”
M.K.Atatürk, II.Cilt, T. T. K.
Yay., 3.Bas., 1989, sf.595
10
a.g.e sf.437
11
a.g.e. sf.525
12
“Tek Adam”
Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit.,
8.Bas.,1981, sf.301
13
“Türkün Ateşle
İmtihanı” H.E.Adıvar, Atlas Kit.,
II.Bas.,1994, sf.122
14
“Milli Mücadele
Anıları” A.F.Cebesoy, Temel Yay.,
İst.-2000, sf.401
15
“Milli
Mücadelede Ayaklanmalar” General
Kenan Esengin, Kamer Yay., 3.Bas., İstanbul-1981, sf.231
16
“Tek Adam”
Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit.,
8.Bas., 1981, sf.231
17
“Bozkurt” H.C.
Armstrong, Arba Yay.,
İstanbul-1996, sf.102
18
“Mustafa Kemal”
Benoit Mechin, Bilgi Kit.,
Ankara-1997, sf.190
19
“Atatürk”
L.Kinross, Altın Kitaplar Yay.,
12. Bas., İst.-1994, sf.271
20
a.g.e. sf.271
21
“Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.293
22
“Nutuk”
M.K.Atatürk, II.Cilt, T. T. K.
Yay., 3.Bas., 1989, sf.595
23
Türkün Ateşle
İmtihanı” H.E.Adıvar, Atlas Kit.,
II.Bas., İst-1994, sf.114; “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit.,
8.Bas.,1981, sf.289-290 ve “Atatürk” L. Kinross, Altın Kit.Yay.,
12.Bas., İst.-1994, sf.267
24
“Bozkurt” H.C.
Armstrong, Arba Yay.,
İstanbul-1996, sf.101
25
a.g.e. sf.101
26
“Türkün Ateşle
İmtihanı” H.E.Adıvar, Atlas Kit.,
II.Bas., 1994, sf.125
27
“Tek Adam”
Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit.,
8.Bas., 1981, sf.219
28
a.g.e.
sf.219-220
29
“Mustafa Kemal”
Benoit Méchin, Bilgi Kit.,
Ankara-1997, sf.194
30
“Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996, sf.101
31
“Milli Kurtuluş
Tarihi” D.A., I.Cilt, İst. Mat.,
İst.-1974, sf.1732
32
“Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12. Bas., İst.-1994, sf.230
33
“Mustafa Kemal”
B. Mechin, Bilgi Kit.,
Ankara-1997, sf.196
34
a.g.e. sf.104
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder