Köy Enstitüleri, 17 Nisan 1940’ta
kuruldu. Değişik ülkelerin eğitim sistemleri içinde, Köy Enstitüleri kadar
üzerinde çalışma ve tartışma yapılan bir başka eğitim kurumu çok azdır. Bu
okullar, ulusal ya da uluslararası araştırmalara konu oldular; dünya eğitbilim
ansiklopedilerine girdiler, dünyanın birçok ülkesinde örnek alındılar.
Kapatılmalarının üzerinden 64 yıl geçti ama Köy Enstitüleri hâlâ tartışılıyor.
Acı ve hüzün veren bir özlem, direnme yaratan bir umutla anılıyor. Bunun nedeni
nedir? Nasıl ve ne amaçla kuruldular? Neden kapatıldılar? Günümüz eğitiminde
yerleri olabilir mi?
Aydın Sorumluluğu
Türkiye, eğitimsizliğin ya da yoz
bir eğitim düzeninin yarattığı sorunlar nedeniyle bir uçuruma doğru hızla
sürüklenmektedir. Eğitim bozulup ülke karanlığa doğru gittikçe, Köy Enstitüleri’nin
değeri daha çok anlaşılıyor, aydın çevrelerde ona duyulan özlem giderek
artıyor.
Köy Enstitüleri haklarında pek çok
kitap, yazı, makale yazıldı. Açıkoturumlar, paneller yapıldı, belgeseller
hazırlandı. Bu okullarda yetişen ya da görev yapan pek çok insan anılarını
yayınladı, uzun ve yapıcı söyleşiler düzenledi. Gerçekleştirilen bunca
etkinliğe karşın, Köy Enstitüsü olgusunun Türkiye’de yeterince, tartışılıp,
yararlanılabilir sonuçlar çıkarıldığı söylenemez. Köy Enstitüleri bugün her
zamankinden daha çok tartışılmalıdır. Bu, Türkiye için bir gereksinimdir. Bunları
inceleyip tartışmak bizlere, eğitim konusunda içine düştüğümüz açmazdan
kurtulmanın yollarını gösterecektir. Köy Enstitüleri uygulaması, Türkiye’nin
gerçek zenginliğidir; bu zenginlikten yararlanmak zorundayız.
Köy Enstitüleri, Osmanlı’nın son döneminden
başlayarak; Kurtuluş Savaşı’nı, Türk Devrimi’ni ve Anadolu aydınlanmasını içine
alan bir çerçeve içinde ele alınmalıdır. Türkiye’nin o dönemdeki toplumsal
yapısı ve bu yapının yön verdiği politik çelişkiler; dünyadaki gelişmelerle
ilişkilendirerek incelenmelidir. Enstitüler, kapsamı oldukça genişleyen bu
çalışma sonunda daha anlamlı bir biçim alacak ve gerçek değeri etkileyici bir
biçimde ortaya çıkacaktır.
Halk Destanı
Köy Enstitülerinin destansı bir
öyküsü vardır. Burada yetişen öğretmenler, edindikleri bilgi ve bilinçle,
sınırsız yurt sevgisi ve yüksek bir inanç sağlamlığına ulaşmışlardı. Bu
duygusal bağ gözardı edilirse Köy Enstitüleri kavranamaz. Köy Enstitü
hareketinde yer alan herkes; Anadolu insanına özgü paylaşımcılığa, güçlü
dayanışma duygusuna ve zorluklara karşı direnme gücüne sahipti. Bu özellik;
müdüründen aşçısına, öğrencisinden genel müdürüne dek görev alanların tümü için
geçerlidir. Türklere has bu özellikler, Anadolu’da yoğrulan uygarlık
birikimiyle birleşince; yeniliğe, öğrenmeye ve gelişmeye olağanüstü istekli bir
halk kitlesi oluşturmuştu. Köy Enstitülüler bu halkın çocuklarıydı.
Cumhuriyetin son yetmiş yılında, eğitimin
milliliği ortadan kalktı ve çok başlı öğretim eğitimimize egemen oldu. Bu
olumsuzluk, Köy Enstitüleri deneyiminden günümüz eğitimi için ders çıkarmamızı
zorunlu kılıyor. Bu deneyimden nasıl yararlanabileceğimize ve ne tür öneriler geliştireceğimize
karar vermeliyiz.
Sel gitmiş kum kalmıştır ama Köy Enstitüleri,
yaşanmış bir gerçek. Türkiye’ye ve dünyaya kendini göstermiş bir gerçek. Milli
Eğitimimize damgasını vurdu ve kendinden sonra gelen iki yurtsever bir kuşak
yetiştirdi. Bıraktığı kumun içinde, günümüzde yararlanılacak çok değerli altın
ilkeler var.
Köy Devrimi
Enstitülerle, Atatürk Devrimi yani
aydınlanma köylere kadar gidiyordu. Enstitüler kadar hiçbir kurum; bu kadar
ulusal, bu kadar yerli, bu kadar devrimci olamazdı. Mustafa Kemal Atatürk’ün
devrim düşünceleri, ilk kez burada bu kadar geniş ve bu kadar anlamlı biçimde
yeşerdi. Devrim kendi okullarını, kendi kurumlarını bulmuştu. Devrim’in halka
ulaşmasına kıl payı kalmıştı.
İlk bakışta bir eğitim eylemi gibi
görülen Köy Enstitüleri; gerçekte, köylünün bilinçlendirilerek devlet
yönetimine sesini duyurmasını ve ekonomik olarak güçlenmesini amaçlayan bir
eylemdi. Köy Enstitüleri’nin tek amacı, bildiğimiz anlamda öğretim değildi.
Asıl amaç köylüyü bilinçlendirerek feodal yapıyı tümüyle tarihe gömmek,
ekonomik kalkınma için gerekli eğitimi vermek ve toprak reformuna geçişi
sağlamaktı.
Köy Enstitüleri bir başka başkaldırının
habercisiydi. Ortaçağ karanlığının, gericiliğin, çıkarcılığın, kişiye
bağımlılığın batağında boğulan; ezilen, horlanan ve sömürülen köylümüzün ilk
kez ileriye doğru attığı bir adımdı. Anadolu halkı, üreterek özgürleşmenin
şafağını yakalıyor, aydınlığın yollarını açıyordu. Köylerin yakınında ‘karargâh’
kuran eğitim, Türkiye’nin cahilliğe, geriliğe karşı başlattığı bir kurtuluş
mücadelesi veriyordu. Kendi gücünü, olanaklarını, kendi insan kaynağını
kullanarak, verimsiz topraklarını bayındırlaştırıyor, oraya uygarlığın
bayrağını dikiyordu. Kuva-yi Milliye, Enstitülerde yeniden canlanmış, kazmadan
küreğe, motora, makineye, kitaba, kaleme sarılarak, Anadolu toprağının
bereketini emen cehalet adlı düşmana, dört bir yandan saldırıyordu.
Büyük Hedef
Köy Enstitülerinin amacı,
okuryazarlığı yaygınlaştırmak, tüm köyleri okula kavuşturmak, yeni tip öğretmen
yetiştirmek gibi kısıtlı ereklerle açıklanamaz. Enstitülerin amaçları
kimilerinin sandığı gibi kapalı köy ekonomisini sürdürmek hiç değildi. Geçmişten
gelen kültürel birikimden yararlanarak, yeni öğrenim yöntemleri geliştirilecek
ve Köy’e bilim götürülecekti. Eğitim yaygınlaştırılacak, üretici çiftçi
bilinçlendirilecekti. Sömürü düzenine son verilerek, geleceğe dönük bir
özgürleşme devinimi yaratılacaktı.
“İnsan olmak, millet olmak davası”nı çözmek isteyen Cumhuriyet’le, 20. Yüzyıl’ın en büyük eğitim uygulayıcısı
kabul edilen İ.Hakkı Tonguç’un yaratıcılığının buluşması; Türk
köylüsünün yazgısında önemli bir düğüm noktası olmuştur. 1935’te, ülke
nüfusunun % 80’ini oluşturan Türk köylüsünü, ortaçağ karanlığından çıkaracak ve
Türk Devrimi’ni Anadolu’nun en uzak köşesine dek götürecek olan aydınlanma ve
özgürlük kurumlarıydı Köy Enstitüleri.
21 Köy Enstitüsü kırk bin köyün çekirdeğiydi.
Elektriksiz köy, susuz kır, işlenmemiş kafa kalmayacak ve Atatürk’ün
özlemi olan çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmış olacaktık. Marşlarında “Biz
ulusal varlığın temeliyiz köküyüz/ Biz yurdun öz sahibi efendisi köylüyüz” diye
haykıran bu Anadolu çocuklarına; kendilerini bu yurdun öz sahibi sanan
egemenlerin diş bilemesini doğaldı ve elbette affedilemezdi.
Uygarlık Kalıtı
Köy Enstitüleri neden önemli? Yıllar
sonra niçin yazılarla, konuşmalarla, toplantılarla anılıyor, anlatılıyor.
Değişen dünyada, modern dünyanın koşullarında; Köy Enstitüleri gibi bir atılımı
anmak neden? Bu sorunun yanıtını en özlü biçimde Uğur Mumcu vermiştir: “Kuva-yi Milliye ile birlikte iki büyük halk
hareketinden biri haline gelen Köy Enstitüleri’ni savunmak, özgür ve demokrat
bir yaşam arayışında olanların namus borcudur...”
Köy Enstitüleri’nde, yalnızca öğretmen değil, köye
yararlı her tür meslekten eleman yetiştirilmesi planlanmıştı. Köy Enstitüleri,
öğrencilerini okul yönetimine katarak, insan gelişimine özgürlük tanıyarak,
tartışma ve eleştirme geleneği kurarak, tabana dayalı bir demokrasinin gerçek
örneklerini vermişlerdir. Köy Enstitüleri, ulusal bağımsızlık ilkesinin
ayrılmaz bir parçası olan eğitimde ve kültürde, bağımsızlığın gerçek örnekleri
oldular ve bir yıldız gibi parladılar. Yerleri doldurulamadı ve Türkiye bu
günlere geldi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder