Emperyalizme karşı bağımsızlık
mücadeleleriyle dolu 20. Yüzyıl’da, savaşım sürecini
başlatan Türk Devrimi’nin önemi, 21. Yüzyıl’a girerken daha çok öne
çıkıyor. Bu önem, azgelişmiş ülkelerin; emperyalist sömürü ağına takılmadan,
ulusal haklarından ödün vermeden, nasıl ve ne biçimde kalkınacağını göstermede
yoğunlaşıyor. Türk Devrimi’yle başlayan Çin Devrimi’yle süren
bağımsız kalkınma uygulamaları, çözülme noktasına gelmiş olmasına karşın güçlü
görünen birkaç büyük devletin, yıkıcı etkisinden kurtulmanın tek yoludur. Emperyalizm
var olduğu sürece etkisini sürdürecek olan Kemalizm
güncelliğini koruyacak ve 21. Yüzyıl’da dünya siyasetindeki etkisini
arttıracaktır. 21. Yüzyıla bir dünya devi olarak giren Çin, elde ettiği
başarıyla, ‘Kemalist kalkınma Yöntemi’nin azgelişmiş ülkeler için taşıdığı önemini gösteren bir
örnektir.
Politika Değişimi
Mao, 1976’da öldü ve Çin yönetimine Teng Hsiao Ping önderliğindeki
yenilikçiler geldi. Önce siyasi alanda bir dizi iyileştirme yapıldı. Parlamentoda
işçi-köylü-asker milletvekili oranı düşürüldü. Toplumsal ve kültürel alanda
kişi hakları genişletildi. Geçmiş dönem uygulamaları, Mao’nun kişiliği dahil tartışmaya açıldı.
1978’de anayasada değişiklikler yapıldı. Köylünün
topraktaki mülkiyet hakkını genişleten, sanayi ve ticarette özel girişimciliğe yer
veren yasalar çıkarıldı. 1979’da gelişmiş ülkelerle ulusal bağımsızlığa zarar
vermeyen bilimsel ve teknik anlaşmalar yapıldı. Yatırım biçimi, kazanç aktarımı
(kâr transferi), işçi ve mühendis çalıştırma, devir süreleri gibi konularda;
koşulları Çin’in belirleyeceği biçimde, kapılar yabancı sermayeye açıldı.
Bilim, teknik, savunma, tarım ve sanayi alanlarında
çağdaş atılımlar gerçekleştirildi. Uygulamaya koyulan 1976-1986 on yıllık
planda, yıllık ortalama büyüme hızının yüzde 10 olması öngörüldü. Çelik,
petrol, ulaşım ve enerji başta olmak on iki büyük atılım projesi hazırlandı.
Çin yalnızca bu projeler için dış kredi aldı. Dış kredi koşullarının siyasi ve
ekonomik bağımlılık doğurmasına izin verilmedi.
Bugün, kamu mülkiyetinin
Çin ekonomisindeki oranı yüzde 50’ye düşmüştür. Mülkiyetin yüzde 20’si
kamu-özel ortak girişimi, yüzde 30’u ise özel sektöre aittir.1
Ekonomide kamunun belirleyiciliğini sürdürmekte ancak özel girişimciler
kendilerine ayrılan alanlarda yatırım yapmakta, bu yatırımlarından kazanç elde
etmektedir. Petrol, demir-çelik, enerji, iletişim, ulaşım gibi stratejik
sektörler, büyük oranda kamu mülkiyeti ve denetimi altındadır.
Üretime Yatırım
Ulusal ya da yabancı sermaye yatırımları, Çin’in
planlı kalkınma ekonomisine katkı koyacak biçimde üretime yönlendirildi.
Yatırım koşulları üstelik sıkı biçimde Çin hükümetince belirlenmesine karşın,
yoğun bir yabancı sermaye girişi oldu. Dünyanın bütün azgelişmiş ülkelerinde
hiçbir kısıtlamayı kabul etmeyen uluslararası şirketler, Çin’de hükümet
kararlarına uygun davrandı ve birbirleriyle yarışırcasına yatırım yaptı.
İlk on yıl içinde, 395 milyar Dolarlık yabancı
sermaye girişi oldu.2 Bu miktar, 2000 yılında 1 trilyon Dolara;
2009’da ise 1,63 trilyon Dolara çıktı. Dünyanın en büyük 500 uluslararası
şirketinden (Global Top 500) 480’i Çin’e yatırım yaptı.3
The Economist
Dergisi, Çin mucizesiyle ilgili kapsamlı araştırmalar sonucunda şu yorumu
yapıyor: “1978 yılında 270 milyon
Çinli’nin ‘mutlak yoksulluk’ içinde yaşamakta olduğu düşünülüyordu. Tarımla
ilgili reformların büyük oranda başarıya ulaştığı 1985 yılında ise bu sayı 100
milyona düşmüştü. 1991 yılında ise Çin’de, bir Japonya, iki İngiltere ya da
yarım Amerika edecek kadar insan yoksulluktan kurtarılmıştı...”4
Öngörüler
Economist dergisinin Dünya Bankası verilerine dayanarak 1994
yılında yaptığı bir araştırmada, 2020 yılında mutlak üretim değeri olarak en
çok mal ve hizmet üretecek 15 ülke sıralanmaktadır. Bu çalışmaya göre, ABD’nin
toplam üretimi 100 olarak alındığında 2020 yılındaki Japon üretimi 45, Alman
üretimi 30, Çin üretimi ise 140 olacaktır.5
Dünya Bankasının verilerine göre; Çin, 1997 yılında
bile, 4 trilyon 383 milyar Dolarlık satın alma gücü paritesi ve gayri safi
milli hasılasıyla, ABD’den sonra ikinci büyük ekonomik güç durumuna gelmişti.6
Dünya Bankası 1999
yılında; Çin’in 2025 yılında dünyanın en büyük ekonomik gücü olacağını
öngörmüştü.7
Öngörüler Gerçek Oluyor
Çin, Dünya Bankası’nın öngörüsünden 11 yıl önce 2014’te,
dünyanın en büyük ekonomik gücü durumuna geldi. Uluslararası Para Fonu’nun
(IMF) verilerini değerlendiren Euronews, Çin’in satın alma gücü paritesinin
2014’de 17,6 Trilyon Dolar’a ulaşarak, 1872’den beri 146 yıldır dünyanın en
büyük ekonomik gücü olan ABD’nin önüne geçtiğini açıkladı.8
Çin bugünkü durumuna başarıyla uyguladığı planlı
kalkınma programlarıyla geldi. 2000 yılında İtalya’yı geçerek altıncı, 2005’de
Fransa’yı geçerek beşinci, 2006’da İngiltere’yi geçerek dördüncü, 2007’de Almanya’yı
geçerek üçüncü, 2010’da ise Japonya’yı geçerek ikinci büyük ekonomik güç
olmuştu.9 2014 yılında ABD’yi geçerek birinci oldu.
Çin, dış ticaret
büyüklüğü olarak, 1978’de dünya 32.’si iken; 1989’da 15., 1997’de 10., 2001’de
6., 2003’de ise 1978’e göre yirmi beş kat artarak 4.’sü olmuştu.10
Bugün (2012) Çin’in dış ticaret hacmi 3,86 trilyon Dolardır. 2.05 trilyon Dolar
dışsatım yaparken, 1,82 trilyon Dolar dışalım yapmaktadır. Dış ticaret fazlası
yıllık 231 milyar Dolardır. Dışsatımda dünya 1.’si, dışalımda dünya ikincisidir.
Çin bugün 124 ülkenin en büyük ticaret ortağı durumundadır.11
Yabancıdan Yararlanma Kendi Gücüne Dayanma
Çin bugün büyük
bir dış yatırımcıdır. ABD, Japonya, Almanya dahil dünyanın her yerinde
yatırımları vardır. Afrika ve Güney Amerika’nın gelişmesinde itici güç durumuna
gelmiştir. Yurt dışındaki yatırımlarını çoğunlukla birleşme ve satın alma
yoluyla yapmaktadır. Dışarıya yatırım yapan Çin’li işletme sayısı 20 bine
ulaşmıştır. 13 ülkede toplam 16 ekonomik ve ticari iş birliği bölgesi kurmuş,
bu alandaki yatırımları 4 trilyon Doları aşmıştır.12
Devletçiliğin Başarısı
Gerçekleştirilen
hızlı ekonomik gelişmenin dayandığı temel güç, izin verilen yabancı sermaye
yatırımları değildir. Bu yatırımlar, ulusal ekonominin gelişmesinde zaman ve
sermaye öncelikleri olmayan ikincil yatırım alanlarına kaydırılmıştır. Ekonomik
gelişmenin gerçek motoru, temel sanayi dallarındaki devlet tekeli konumundaki
KİT’lerin başarısıdır. Çin 1980’den sonra devletin belirleyiciliği altında karma ekonomiyi ustalıkla uygulamış ve sosyal devleti her boyutuyla yaşama
geçirmeyi başarmıştı.
Çin’in Kalkınma Yöntemi Daha Önce Uygulandı mı
1949 yılında ulusal devrimiyle dünyayı şaşırtan
Çin, aynı şaşkınlığı bu kez, ekonomik büyümedeki başarılarıyla yapıyor. Teng Hsiao Ping’in 20 yıllık ekonomik
devriminin, Mao’nun sosyal
devriminden daha köklü olduğuna inananlar az değildir.
“Çin’in kaderini doğmalar değil ekonomi-politik
belirlesin”13 diye vasiyet bırakan Teng’in ekonomik kalkınma politikası yeni bir buluş ve yöneliş
değildir. Bu yöntem, 57 yıl önce 1923 de, “ekonomi
herşey demektir... Ulusal bağımsızlığın korunması ancak ekonomik başarıyla
mümkündür... Biz gücümüzü doğmalardan değil gerçek yaşamdan alıyoruz...”
diyen Mustafa Kemal tarafından
Türkiye’de 1923-1938 arasında uygulanmıştır. Çin’de 1980’den sonra uygulanan
ekonomik kalkınma politikası, aynı konudaki Türk
Devrim uygulamalarının yinelenmesi gibidir. Buna, o zaman ‘Türk Tipi Kalkınma’ denmişti.
“Türk Tipi Kalkınma”
Türk Devrimi’nde bağımsızlıktan
sonra uygulanan ve altı ilkeyle anlatılan kalkınma yönteminde, devletçilik
belirgin bir biçimde temel alınmıştır. Ancak, devletçiliğe verilen önem, özel
girişimciliğin yadsınmasına ve yabancı sermayenin reddedilmesine yol
açmamıştır.
Ulusal bağımsızlığı
zedelemeyen, tekelleşme eğilimi göstermeyen her tür ekonomik etkinlikten
yararlanılmış, 15 yıl gibi kısa bir sürede büyük gelişme sağlanmıştır.
Sömürgeci bağlardan kurtulan azgelişmiş bir ülkenin, tekelci bir dünyada, doğal
ömrünü tamamlamış liberalizme takılmadan nasıl kalkınabileceği gösterilmiştir.
Kemalist kalkınma yöntemi 23 yıl sonra 1945’de bırakılmış ve Türk Devrimi,
karşı devrimcilerin yönetimde etkin hale gelmeleriyle sona ermiştir.
Çin, 1949’dan sonra
katı bir devletçi politika uyguladı. Toplumsal yapıya uygun olmayan ideolojik
yaklaşımlar kalkınmayı sağlamadığı gibi, Çin halkını açlıkla karşı karşıya
getirdi. Ekonomik kalkınmada Sovyet yardımına bel bağlandı.
Sovyetler Birliği,
1961 yılında, Çin’de yürüttüğü bütün yatırımları yarım bırakarak, yatırım
planlarını bile yanlarında götürerek geri çekildi. Siyasi nedenlere dayalı bu
davranış, Çin’i, önemli miktarda sermaye yatırılan, bitirilmesi olanaksız,
harabeye dönmüş onlarca yatırımla başbaşa bıraktı.
Ekonomik başarısızlık siyasi söylemlerle aşılmaya
çalışıldı. 1965’de başlatılan Büyük Proleterya Kültür Devrimi Çin için
gerçek bir yıkım oldu. Çin, düzen sorunuyla karşı karşıya gelmek üzereyken Teng
Hsiao Ping’in öncülük ettiği çağdaşlaşma uygulamalarına girişildi.
1978;
Yönetim Değişikliği
Çin’de uygulanan ekonomik politika, Atatürk’ün
Türkiye’de uyguladığı kalkınma yöntemiyle büyük bir örtüşme içindedir. Türkiye’de
1930’dan, Çin’de 1978’den sonra uygulanan ve büyük başarı elde edilen kalkınma
yöntemi, Türk buluşudur ve özgündür. Kalkınma atılımına doğru yöntemle
başlayan Türk Devrimi, sonunu getiremedi. Yanlış başlayan Çin ise bu
yöntemi eksiksiz uyguladı ve başarılı oldu.
Kemalist
Kalkınma Yönteminin Önemi
21.Yüzyıla bir dünya
ekonomik devi olarak giren Çin, elde ettiği başarıyla, ‘Kemalist kalkınma Yöntemi’nin azgelişmiş ülkeler için değerini
gösteren bir örnektir. Yeni Dünya Düzeni’nin görünen tüm güçlerine ve
karşı çıkışlarına karşın bu gerçek değiştirilememektedir. Emperyalist yıkımın,
her geçen gün daha açık olarak ortaya çıkan sonuçları, azgelişmiş ülkeleri bu
yola girmeğe zorlamaktadır.
Mali sermaye egemenliğinin,
metropollerde ve denizaşırı pazarlardaki baskısı, 1910 ile 2018 yılları
arasında, niteliksel bir ayrım göstermiyor. Emperyalist işleyiş değişmedi,
sömüren ve sömürülen ülkeler birkaç değişiklik dışında aynı ülkeler.
Türkiye’de
Başlayan Çin’de Süren Kalkınma Biçimi
Emperyalizme karşı
savaşımlarla dolu 20. Yüzyıl’da, savaşım sürecini başlatan Türk Devrimi’nin
önemi, 21. Yüzyıl’a girerken daha çok öne çıkıyor. Bu önem, azgelişmiş
ülkelerin; emperyalist sömürü ağına takılmadan, ulusal haklarından ödün
vermeden, nasıl ve ne biçimde kalkınacağını göstermede yoğunlaşıyor.
Türk Devrimi’yle başlayan Çin Devrimi’yle süren bağımsız
kalkınma uygulamaları, çözülme noktasına gelmiş olmasına karşın güçlü görünen
birkaç büyük devletin, yıkıcı etkisinden kurtulmanın tek yoludur. 20.Yüzyıl’ın
sonlarında daha iyi anlaşılmaya başlanan Kemalizm, 21. Yüzyıl’da dünya
siyasetindeki etkisini arttıracaktır. Emperyalizm var olduğu sürece, Kemalizm güncelliğini koruyacaktır.
DİPNOTLAR
1 “Amerika Kendisi
Dünyanın Jandarması Olarak Görüyor” Wu Keming, Aydınlık, 23 Mart 1996, Sayı
457, sf.8
2 a.g.e. sf.8
3 TC Pekin Büyükelçiliği Ticaret Müşavirliği; “Çin Halk Cumhuriyetinde Doğrudan Yabancı
Sermaye Uygulamaları ve Sağlanan Teşvikler”
4 “Economist”
01.10.1994 ak. Gencay Şaylan, “Değişim,
Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi” İmge Kitapevi, 1994, sf.183
5 a.g.e. sf.183
6 “Cumhuriyet”
20.11.1998
7 “Dünya Ekonomisinden”
Cumhuriyet 16.02.1999
8 “IMF: Dünyanın En Büyük
Ekonomik Gücü Çin” Aydınlık 11.12.2014
9 CIA WoldFact Book; Fortune “Çhina is richer, but most Chinese are stillpoor”Feb.17, 2001
10 www.ekodiyalog.com/konular/cin_ekonomisi_sektor.html
11 CIA WoldFact Book; Fortune “Çhina
is richer, but most Chinese are stillpoor”Feb.17, 2001
12 http://tr.euronews.com/2013/09/09/cin_den_dis_yatirim_rekoru
13 “Global Paradoks” John
Naisbitt, Sabah Yay., sf.151
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder