Mimar AYŞE AYDOĞAN
“Acıları paylaşmak insana özgü bir davranıştır; herkese
yaraşır, özellikle de başkalarının desteğine gereksinme duymuş ve bu desteği
görmüş olanlara.” Decameron
Giovanni Boccacio
Karantina
Karantina sözcüğü Latince kökenli “quarantine” yani kırk sayısından geliyor. Salgınları önlemek için,
ülke dışından gelenler, o zamanın uluslararası kabulü gereği 40 gün boyunca
şehir merkezinden yalıtılmış bir yere kapatılıyorlardı. Özellikle 19. Yüzyılda
buharlı taşımanın gelişimi ve kıtalar arası seyahatlerin kısalmasıyla
salgınların dünya çapında yayılması yıkıcı bir şekilde artınca, Avrupa’nın
kapısı olan Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde çeşitli karantina bölgeleri
kurulmuştu. Kıtalar arası eşzamanlı dünya pandemileri dönemi yeni başlamıştı.
Karantina
bölgesinden biri, Masmavi Ege Denizi ve yemyeşil çamlar içindeki Urla karantina
adasıydı. Buraya, 2017 bahar döneminde İzmir Ekonomi Üniversitesi 4. Sınıf
mimarlık öğrencileri ile birlikte mimari tasarım atölyesi çalışması için
gelmiştik. Yalnızlığı, demir dökümden sterilize makinaları, yüzyıl öncesinin
hijyenik karoları ve duş bataryalarıyla; zamanın durduğu karantina binasının
tüylerimizi ürperten bir güzelliği vardı. Tabi o güzel bahar günü hiçbirimiz
bundan tam 3 yıl sonra dünya nüfusunun yarısı olan 3,5 milyar insanın eşzamanlı
karantinada olabileceğini ne öngörmüş ne de böyle bir olasılığı aklımıza
getirmiştik.
Salgınlar
Decameron Giovanni
Boccacio, 14. Yüzyıldan bize şöyle sesleniyor: “1348 yılında, İtalya’nın en
güzel şehirlerinden birisi olan Floransa’da, veba salgını hüküm sürüyordu. Bu
akibet, yaptığımız kötülükler yüzünden semavi kuvvetlerin veya haklı İlahi
öfkenin bizi ıslah etmek için getirdiği bir afetti. İnsan zekâsı ve basireti ve
bu afete bir çare bulabilen şahısların himmeti ile hastalığın şehre girmesi
önlenmişti. Sağlığı korumak için birçok tedbirler alınmış, ayrıca Allah’ın
lütfunu dilemek için tövbe ve dua günleri tertiplenmişti. Buna rağmen veba o
yılın ilk baharında baş göstermiş ve feci tesirlerini yapmaya başlamıştı.
Şehrimizin bu elemli durumunda İlahi ve beşerî kanunların rolleri hemen tamamen
ortadan kalkmıştı. Memurlar da papazlar da hastalığa tutuluyor ve ölüyorlardı.
Kimse kimseye yardım edecek halde değildi, herkes kendi başının çaresini
arıyordu. Hiçbir komşu ve akraba ötekine el uzatamıyor. Birbirlerinin yanına
yaklaşamıyorlardı. Kardeş kardeşi, karı, kocayı bırakmıştı, hatta ana baba,
ziyaret ve bakım vazifelerini unutarak çocuklarından kaçıyorlardı.”
14. Yüzyılda
1347-1351 yılları arasında Avrupa’yı saran, nüfusunun üçte birini oluşturan 200
milyon insanın ölümüne yol açan veba salgını üzerine Giovanni Boccacio 100 öyküden oluşan eserinde yozlaşmış aşktan,
İtalyan burjuvazisinden, ceplerini doldurmaktan başka bir şey düşünmeyen
ikiyüzlü din adamlarından, işbirlikçi yargıçlardan, bakanlardan ve krallardan
oluşan bir toplum manzarası seçkisi yazarak Ortaçağ feodal düzenin çöküşünün
haberciliğini yapar.
Avrupa toplumunda
vebanın sonuçları derin olmuştur. Birçok çileden çıkmış Avrupalı Hıristiyan,
hastalıktan dolayı Yahudileri ve Müslümanları suçladı. ‘Kara Ölümü’ takip
eden katliamlar, tarihteki en kötü anti-Semitik saldırılar arasında yerini
aldı. Çoğu Avrupalı aynı zamanda Katolik Kilisesinin öğretilerini ve mevcut
siyasi düzeni sorgulamaya başladı. Tanrı böylesine zalim bir hastalığa nasıl
izin verebilmişti? Hayal kırıklığına uğramış bazı Avrupalılar, kendilerini
kırbaçlayarak ibadet eden ‘kırbaççılar’
gibi radikal tarikatlara yöneldiler. Bunun bir sonucu olarak kiliseye duyulan
saygı azaldı. Çoğu tarihçiye göre, veba Ortaçağ’ın feodal düzenini yıktı ve
Rönesans’a giden yolu açtı.
21. Yüzyıl
Salgını: Korona
Şu anda, dünya çapında 1,35 milyon insanın hastalandığı
ve 75 bin insanın öldüğü Covid-19 böyle bir sonuç doğurur mu bilinmez ancak
salgının başladığı tarihten itibaren hükümetleri, yöneticileri tarafından hayal
kırıklığına uğratılmış milyonlarca insanın akıllarına, vicdanlarına, hatta
dünya görüşlerine birtakım sorgulamaları getirdiği ve getireceği açıktır.
31 Aralık 2019 günü Çin’in Dünya Sağlık Örgütü’ne
bilinmeyen nedenle gelişen şiddetli bir zatürrenin çıkışını duyurduğu gün ile
şimdiye kadarki olaylar dizisine bakıldığında felaketin bağıra bağıra geldiği
görülüyor: 31 Aralık 2019: Çin Hükümeti Dünya Sağlık Örgütü’nü bilinmeyen bir
nedenle gelişen zatürre ile ilgili bilgilendiriyor. 7 Ocak 2020: Coronovirüs
laboratuvar tarafından test ediliyor ve 8 Ocak’ta Çin’in Wuhan kentinde bulunan
bir hayvan pazarı ile ilişkili olan bir kişi hayatını kaybediyor. 20 Ocak:
Virüsün insandan insana bulaştığı bildiriliyor. Ancak virüsün tespiti ile
insandan insana bulaşılıcığının ilanı arasındaki 3 haftalık kritik zaman diliminde
Çin Yerel Hükümet’inin üstünü örtmeye çalıştığı Pandora’nın kutusu, en çok
üstünü örtmek isteyenlere zarar vererek açılıyor.
Çalışma arkadaşlarına SARS’a benzer bulaşıcı bir virüs
olduğu ve koruma tedbirlerinin alınması gerektiğini söyleyen Doktor Li Wenliang ve Ai Fei gibi sağlık çalışanları, yalan haber yaydıkları gerekçesiyle
baskı altına alınıyorlar. Doktor Li
Wenliang ve Ai Fei sonrasında
Hükümet tarafından aklansalar da bulaşıcı salgına karşı korunamadıkları için
örtbasın ve bilgi saklamanın hatasını Doktor Li Wenliang hayatıyla ödüyor.
23 Ocak günü 10
milyonluk Wuhan şehri, şehirlerarası tren, havayolu ulaşımına kapatılarak Dünya’da
daha önce örneği görülmemiş kapsamlı bir karantinaya alınıyor. Şehir içi ulaşım
sistemi iptal edilerek herkesin evinde kalması, zorunlu meslekler dışında
kimsenin sokağa çıkmaması sağlanıyor. 30 Ocak’ta sona ermesi gereken Çin yeni
yılı tatili 10 gün uzatılarak 2 Şubat tarihine alınıyor. Wuhan’da 10 gün
içerisinde 1500 yataklı acil sahra hastanesi inşa ediliyor. Wuhan şehrini
kapsayan önlemler tüm Hubei eyaletine yayılarak 60 milyonu etkileyen bir duruma
geliyor.
Çin’deki Önlemler
Karantina önlemleri ülkenin tümüne yayılıyor; kısmı
karantina önlemleri alınıyor. Okullar süresiz tatil ediliyor. Müzeler,
sinemalar, toplanma yerleri, restaurantlar, eğlence yerleri kapatılıyor.
Telefon üzerinden tek tek insanlar izlenerek, virüs ile ilişkisi olan herkes
teker teker izole ediliyor. Wuhan Merkez Hastanesinde günde 1500 hasta tedavi
ediliyor. İnsanların maskesiz dışarı çıkması yasaklanıyor. Ülke çapında her
mahalleye hükümet tarafından atanmış gözlemciler yerleştiriliyor. Kurallara
uymayanlara yaptırımlar getiriliyor. Neredeyse tek tek apartman bazında
herkesin giriş çıkışları kontrol ediliyor. Dışarıdan misafir gelmesi
yasaklanıyor. Çalışanlarına günde iki adet maske ve hijyen ofis kuralları
sağlayamayan işyerlerinin işe başlamasına izin verilmiyor. Wechat ya da Alipay
gibi telefon uygulamaları üzerinden indirilen günlük sağlık kodları
taratılarak, bilim kurgu filmlerine taş çıkartacak kapsamlı bir izleme ve takip
mekanizması uygulanıyor.
Çin Hükümeti’nin
aldığı önlemler katı ve kişi özgürlüklerini kısıtlayıcı olarak eleştirilse de
kamu sağlığını koruma açısından sonradan diğer dünya ülkelerinin örnek alacağı
bir sistem haline geliyor. Çin Kültür’ünü “yarasa
çorbası”na indirgeyenlerin böyle bir önlem beceresini anlamaları olanaksız.
Çinliler kendi ülkelerine “Zhongguo”
yani “Orta Ülke” derler. Ancak Çin,
coğrafi konumu dolayısıyla Dünya’nın geri kalanından yalıtılmış “uçtaki ülke” sıfatını daha çok hak eder
kanımca. Batısı ve Kuzeyi çöller, bozkırlar ile Dünya’nın çatısı olarak
adlandırılan Himalaya dağları, Doğusu ise Dünya’nın en büyük okyanus
engelleriyle Çin adeta yalıtılmış bir çember içine alınmıştır. Çin binlerce
yılda inşa ettiği Çin Seddi ile kendi içine dönüp kapanabilme, kendi öz
kaynaklarına dönerek “Tek Başına bir
Dünya” gibi bağımsız hareket etme becerisine ve pratiğine sahiptir.
Virüs Dünyaya
Yayılıyor
30 Ocak Dünya Sağlık Örgütü acil durum ilan ediyor.2
Şubat Çin dışında Filipinler’de ilk ölüm görülüyor. 10-15 Şubat arası
uluslararası vakaların çıkışı gözlemleniyor. Başta komşu Asya ülkeleri olmak
üzere virüse karşı önlemler alınıyor. 15 Şubat günü Fransa’da ilk ölüm
gerçekleşiyor. 19 Şubat: Güney Kore’de sonradan tüm dünyanın tanıdığı 31 nolu
hastaya kadar virüs vaka artışları normal seyrederken hastanın kaçması ve Daegu
kentinde bir ayine katılmasıyla virüs birkaç gün içerisinde yüzlerce kere
katlanarak kontrolden çıkmaya başlıyor. Ancak SARS ve MERS salgınlarından
derslerini çıkarmış Güney Kore 17 gün içinde virüs tespit kiti geliştirip ülke
çapında laboratuvar ağı kurarak günde 20 bin üzerinde test uyguluyor, enfekte
vakaları teker teker gözlem altında tutarak virüs artış eğrisini tüm dünyaya
örnek olacak şekilde aşağıya doğru kırmayı ve ölüm oranını binde 8’lerde
tutmayı başarıyor. Azami test, hızlı izolasyon ve sıkı takip yöntemi tüm
ülkenin karantinaya alınmasına gerek duyulmadan hayata geçirilerek salgın ile
savaşta dünyaya Çin’in takip katılığından daha esnek, örnek bir mücadele
yöntemi gösteriyor.
19 Şubat ve 21
Şubat günleri sırasıyla İran ve İtalya’da virüse bağlı ilk ölümler
gerçekleşiyor. Ancak 24 Şubat İran için tarihi bir gün olacaktı. Kutsal Qum
şehrini dini ziyaretlere kapamayan, bir yandan Çin’e bir milyon maske
gönderirken, diğer yandan ülke içinde yeterli önlem almayan İranlı
politikacılar, Sağlık Bakan yardımcısının virüse yakalandığı haberi ile tüm
parlamento üyeleri test edilecek ve 20’ye yakın vekilin test sonucu pozitif
çıkacak, Sağlık Bakanı Haririri’nin terleyen alnını mendiliyle sildiği basın
toplantısı belleklere kazınacaktı. Sağlık önlemlerinin dinin ve politikanın
boyunduruğundan çıkaramayan ülkede, virüs çok kısa bir sürede katlanarak artıyor.
İran, virüsle savaşta kötü örnek dünya kamuoyunda yerini alıyor.. Tüm dünya
bilim adamlarınca virüsün doğal evrimle geliştiği, laboratuvar virüsü olmadığı
kanıtlansa da 23 Mart günü İran Dini Lider’i Ayetullah Hamenei virüsün biyolojik bir silah olduğu ve İran’ın
düşmanı Amerika tarafından yaratıldığını söyleyecek, öte yandan Trump Hükümeti
İran’a insani yardım kapsamında olsa dahi firmalara yaptığı ambargo baskısını
geri çekmeyecekti. İki tarafta, Dünya çapında bir sağlık kıyameti koparken,
kamu sağlığını politikaya kurban edeceklerdi.
İtalya
29 Şubat günü İran’da vaka sayısı 593, ölüm 43; İtalya’da
vaka sayısı 1128, ölüm 29; Güney Kore vaka sayısı 3150, 17 ölüm; Çin’de ise
vaka sayısı 80 bine yakınken ölüm 2835 olarak kaydedilecekti. 7-8 mart gecesi
İtalya, kuzey bölgeleri Lombardiya başta olmak üzere 14 bölgeyi 16 milyonluk
nüfusunu ile birlikte katı bir karantinaya alacaktı. Tüm ülke çapında okullar,
sinemalar, müzeler, spor salonları kapatılarak, çalışanların evden çalışması
kararı alınacaktı. Ancak Geç gelen önlemler yüzünden çığ gibi büyüyen
hastaların tedavisi yapılayamayacak hatta cenazeleri kaldırılamayacaktı.
19 mart günü en
ağır kayıpları veren Bergamo kentine asker sokularak, ölülerin cesetleri yedi
farklı şehirdeki krematoryumlara taşınacaktı. Aynı gün Bergamo Belediye Başkanı
Giorgio Gori şehrin ölüm kayıtlarını
tutmakta zorlanıldığını, asıl rakamın açıklandığından daha da yüksek
olabileceğini söyleyecekti. 21 Mart’ta lack-down “karantina” tüm ülkeyi kapsar duruma getirilecekti. Açık spor
alanları, bahçeler, parklar gibi her türlü toplanma alanları kapatılacak,
karantina kurallarına uymayanlar cezalandırılacaktı. İtalya’nın kaderini iki
hafta geriden gelerek sırasıyla İspanya, Fransa, İngiltere ve Amerika
izleyecekti. Almanya düşük ölüm istatistiği nedeniyle bu kaderi biraz da olsa
değiştirmesini bilecekti. Alınan geç önlemler, artan ölümler, uzayan
karantinanın yol açtığı ekonomik krizler olarak halka geri dönecekti. İlk
ölümün vakasının 15 Şubat’ta kaydedildiği Fransa’da, 7 hafta sonra bugün hala
koruyucu maske gibi tıbbı korunma malzemeleri sıkıntısı yaşanıyor. Sağlık
çalışanlarına bir hafta için sadece 16 adet maske dağıtılabiliyor. Günlük test
sayıları Güney Kore’nin yanına yaklaşamadı, askerin sahaya sokulması dahil
alınan katı önlemler İtalya’da Çin disiplini ve kitleleri kontrol etme becerisinden
kat ve kat zayıf kaldı. Çünkü, tüm ülkeyi karantinaya almak çok katmanlı ve
karmaşık bir süreç ve Avrupa Ülkeleri’nin bu krizde üzülerek sınıfta
kaldıklarını gördük. Dünyanın dört bir yanında milyarlarca insan yönetildiğimiz
şu çarpık düzenden çok daha fazlasını hakkediyor.
Avantajını
Kullanamayan Türkiye
Türkiye virüs salgınına geç yakalanma avantajını
kullanamayarak virüsün en hızlı yayıldığı birinci ülke durumuna düştü. Savaş,
doğal afet, salgın gibi olağanüstü durumlarda ülkenin ekonomik yıkımını önüne
geçmek için her ülkenin ‘Yedek Akçe’si
vardır. Başka bir kullanıma devredilemeyen Merkez Bankasında Türk Lirası olarak
tutulan Yedek Akçe, 2019 yılında Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın hazırladığı bir
kanunla bütçeye aktarıldı. Bankanın yıllık safi karının yüzde 20’sini Yedek
Akçe’ye ayrıldığını belirten madde kaldırıldı. Bıçak sırtı giden ekonomik
koşullarda, günlük geçimini zor sağlayan halk, yardım edilmeyi beklerken,
kendisinden para istenilen İBAN numarası ile karşılaştı.
Decameron Giovanni Boccaio, burada da
karşımıza çıkıyor ve bize 672 yıl önceden sesleniyor: “Din adamlarının
yerlere sürünen bol cüppelerine, yüzlerinin yalancı solgunluğuna bakın. Bir şey
istediklerinde alçalıp yumuşayan, kendilerinin de işledikleri kusurları
işleyenleri azarladıklarında yükselip kükreyen seslerini dinleyin. Kendilerinin
de, bizlerin de ruhlarımızın kurtuluşu için, onlara bağışta bulunmamız
gerektiğini söylerler bize. Üstelik, cennet zaten onların malıdır, biz
ölümlüler yaşarken yaptığımız bağışlarla orantılı olarak, cennette bir yer
edinebiliriz kendimize. Elimdeki kanıtları açıklayacak olsam, bol cüppelerinin
altında neler gizledikleri ortaya dökülecek.”
Bu deneyim bize çok şey gösterdi, öğretti ve öğretmeye de
devam ediyor. Öncelikle, vatandaşlarının vergi birikimlerini, kendi yarattığı
sonrasında da korumaya yemin ettiği nükleer, biyolojik, asimetrik bilumum
savaşa ve teröre yatıran hükümetlerin, bu virüs savaşında vatandaşlarını
korumakta ne kadar aciz olduğunu öğrendik. Kıyamet sonrası bilimkurgu
senaryoların (Apokaliptik), komple teorilerinin, dini hurafelerin, İsa’nın geri
dönüşü hikayelerinin, toplumların korkularıyla mücadelede hala ne kadar etkin olduğunu
gördük. Buna bağlı olarak insanoğlu olarak bilincimizin 2020’de hala ne denli
ilkel kaldığını anladık. Yaşam alışkanlıklarımızı değiştirmede nasıl
zorlandığımızı, bazı şeylerin öneminin farkına varmada ne kadar
gecikebileceğimizi öğrendik.Bunun faturasının ağırlığıyla karşılaştık.
Dünya üzerinde her insan, yaşamını sürdürmek için
çalışır. Tüm eksiklere, kötü politikalara, uyarılarının dikkate alınmamasına
rağmen, ağırbaşlı bir sessizlik içinde görevini yapan sağlık çalışanlarıyla
tanıştık. Onların işinin, her iş gibi olmadığını öğrendik. Medya, para ve
sömürü sarmalında pompalanan, sözümona mesleklerin yarattığı sahte ünlülerin
anlamsızlığını anladık. Dışarıda kıyamet koparken, ekmeğimizi, suyumuzu, temel
gıdalarımızı üreten, marketlere taşıyan, reyonlara yükleyen ‘görünmez’ insanların toplumun yaşamında
ne kadar temel bir görevi yerine getirdiklerini kavradık. Çin’de, İran’da,
Türkiye’de, İtalya’da, Newyork’ta; işlerine giden sağlık çalışanlarını
evlerinin balkonlarından minnetle alkışlayan insanların varlığı bize umut
verdi. Toplumsal dayanışmanın toplumun belkemiği olduğunu bir kez daha görerek,
sevgimizi ve umudumuzu geleceğe taşıdık. Ve tabi bu fiziksel mesafenin her
birimizi eve hapsettiği dönemde birlikteliğin, el ele yürümenin,
sevdiklerimizle olabilmenin, yakınlığın değerini ve yoksunluğunun acısını da öğrendik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder