Ünlü İngiliz tarihçi Arnold Toynbee, Türk Devrimi ve Atatürk
için; “Öyle bir dönem düşünün ki, Batı dünyamızdaki Rönesans, Reform ve
sanayi devriminin tümü bir insanın yaşamına sığmış olsun” diyor. Bu
yorumun değerini anlamak için Rönesans, Reform ve Sanayi Devrimi’nin
tarihsel boyutunu bilmek gerekir. Bu üç gelişme, Batı’yı Batı yapan
çatışmalarla dolu beşyüz yıllık çok uzun bir süreçtir. Bu süreç; feodalizmin
ortadan kaldırılmasını, kapitalizmin gelişimini ve liberalizmden emperyalizme
geçişi içeren büyük bir gelişmeyi ifade eder.
Türk
Devrimi
Türk toplumu, 1923-1938 arasındaki 15 yılda, tarihinin hiçbir döneminde görmediği
devrimci bir dönem yaşadı. Bu dönemde, değişim ve dönüşüm o denli hızlı ve köklüydü
ki, böyle bir alt üst oluş dünya tarihinde de görülmemişti.
Kurtuluş
Savaşı’ndan hemen sonra girişilen ve Mustafa Kemal’in, ‘Milli
Mücadele’nin ikinci aşamasına geçiyoruz, bu yeni bir savaştır’ dediği toplumsal
yenileşme, benzeri olmayan büyük bir devrimdi. Türk toplumu, onun söylemiyle çok
kısa bir süre içinde, ‘bir çağdan yeni bir çağa’ taşınmış, ‘Türk ulusunu
geri bırakmış tüm kurumlar zorla yıkılarak, yerine milletin uygarlığa doğru
ilerlemesini sağlayacak yeni kurumlar’ kurulmuştu.1
Atılgan Ruh
Türk Devrimi’nde halka ve gerçeğe dayanan
olağanüstü bir devrimci ruh, sıradışı bir atılganlık egemendir. Hiçbir girişim
tek başına ele alınmamış, birbiriyle bağlantılı toplumsal dönüşümler kesintisiz
devrimci bir süreç olarak geliştirilmiştir. Mustafa Kemal, süreklilik üzerine
oturttuğu devrim anlayışını için; ‘devrimler yalnızca başlar, bitişi diye
bir şey yoktur’ demiştir.2
Devrimci tutumda
gevşeme
ya da düzeni durağanlaştırma eğilimi, Kemalist Devrim’de görülmez. Koşulları oluşan hiçbir
atılım, hiçbir nedenle ertelenmez, kesintiye uğratılmaz. Hiçbir güçlük;
bağımsızlığı örselemeye, tutuculukla uzlaşmaya, bilimi savsaklamaya ya da
devrimden ödün vermeye gerekçe yapılmaz.
Mustafa Kemal, ‘Türk Devrimi’ için, “uçurumun kenarında yıkık bir ülke, türlü
düşmanlarla kanlı boğuşmalar, yıllarca süren savaş... Bunlardan sonra içerde ve
dışarda saygı duyulan yeni bir vatan, yeni bir toplum, yeni devlet ve bunları
başarmak için sürekli devrimler... İşte Türk Devrimi’nin kısa ifadesi” der.3
Batı’dan Üç Değerlendirme
Türk Devrimi,
Türkiye’de gerçek niteliği ve tarihsel boyutuyla yeterince incelenmemiş, tam
tersi Atatürk’ten sonra karalama ve karşı çıkışlarla birlikte bilinçli
bir unutkanlığa bırakılmıştır. Türkiye’de bu yapılırken, Batı’da kimi
araştırmacı, Türk Devrimi’ni nesnel ve bilimsel bir tutumla incelemiş,
gerçeği ortaya koymaya çalışmıştır.
Fransız araştırmacı
Paul Gentizon, Türk Devrimi’ni, Fransız ve Rus Devrimlerinden daha ileri
bulur ve şu değerlendirmeyi yapar: “Sürekli devrim sözü, gerçekte
Türkiye’den başka hiçbir ülkede yer tutmamıştır. Fransız Devrimi siyasi
kurumlar alanıyla sınırlı kalmıştır. Rus devrimi, sosyal alanları sarsmıştır.
Yalnızca ve yalnızca Türk Devrimi’dir ki; siyasi kurumları, sosyal ilişkileri,
din kurallarını, aile ilişkilerini, ekonomik yaşam geleneklerini, hatta
toplumun içgücünün (moral) temellerini değiştirmiştir. Her değişim yeni bir
değişimin nedeni olmuş, her yenilik bir başka yeniliğin koşulunu oluşturmuştur.
Değişimin tümü, halkın yaşamında yer tutmuştur”.4
Yapıtlarında, toplumların
gelişim ve değişim kurallarını inceleyen ünlü İngiliz tarihçi Arnold Toynbee’nin,
Atatürk ve Türk Devrimi konusundaki değerlendirmesi, kısadır ancak
devrimin derinliğini yansıtan mükemmel bir yorumdur. Gerçeği yansıtan böyle bir
değerlendirme Türkiye’de yapılamadığı gibi, bu yorumun anlamını ve boyutunu kavrayan
da çok azdır. Toynbee’nin değerlendirmesi şöyledir; “Öyle bir
dönem düşünün ki, Batı dünyamızdaki Rönesans, Reform ve sanayi devriminin tümü
bir insanın yaşamına sığmış olsun”.5
Bu yorumun değerini anlamak
için Rönesans, Reform ve Sanayi Devrimi’nin tarihsel boyutunu bilmek
gerekir. Bu üç gelişme, Batı’yı Batı yapan çatışmalarla dolu beşyüz yıllık uzun
bir süreçtir. Feodalizmin ortadan kaldırılması, kapitalizmin gelişimi ve liberalizmden
emperyalizme geçişi içeren büyük bir gelişmeyi ifade eder. Toynbee, 5
asırlık bu gelişmenin, Atatürk’ün yaşamına yani 15 yıllık Türk
Devrimi’ne sığdırıldığını söylüyor.
Yapıtları onlarca dile çevrilen ve
alanında otorite kabul edilen Fransız Toplumbilimci Maurice Duverger, ‘Le
Kemalizm’ adlı yapıtında (1963) şu değerlendirmeyi yapmıştır; “Kemalizm,
Moskova ve Pekin’in etkisinde kalmamış azgelişmiş ülkelerde, doğrudan ya da dolaylı
çok yönlü sonuçlar uyandırmıştır. Kemalizm, Kuzey Amerika (ABD) ve Batı
Avrupa rejimlerinde bulunmayan nitelikleriyle, Marksizmin gerçekten
alternatifidir. Marksizm uygulamasına girmek istemeyen ülkeler, Batı
demokrasisi karşısında
saptadıkları yetersizliklere çözüm getiren Kemalist modeli tercih edebilirler”.6
Bu üç değerlendirme, Kemalizmin niteliğini
ortaya koymaktadır. Açıklamaları yapanlar, alanlarında ün yapmış dünyaca
tanınan bilim adamlarıdır. Nesneldirler ve abartma yapmazlar. Türk dostu falan
da değildirler.
Geri Dönüş
Türk Devrimi bu denli büyükse, neden korunamamış
ve bu denli kolay etkisizleştirilmiştir? Devrim, önderini yitirir yitirmez
neden geri dönüş sürecine girmiştir?
Bir devrim ne denli büyük ve köklü ise, korunmasına
özellikle yerleşme döneminde o denli özen gösterilmesi gerekir. Bu özen, devrimin
varlık koşuludur. Atatürk, devrimin önderi olarak onu geliştirip
korumayı başarmıştır. Ancak, bu dönem çok kısa, yalnızca 15 yıl sürmüştür. Ardından
gelen, devrimin boyutunu kavramamış bilinçsiz yöneticiler, korumak bir yana karşıt
uygulamalar yapmıştır. Gereken dikkat ve özen göstermemiş, karşı devrime gidecek
geri dönüşü başlatmıştır.
Türk Devrimi, 80 yıldır karşı devrim süreci
yaşıyor. Bu yıkıcı süreç, devrimin uzun erimli hedeflerine ulaşmasını önledi
ancak topluma yaptığı etkiyi ortadan kaldıramadı. Son dönemdeki anti-Kemalist
yönetim 17 yıldır devlet gücünü yoğun olarak kullanmasına karşın, devrimin izlerini
toplum yaşamından silemiyor. Çok istemesine karşın şer-i bir düzen kuramıyor.
Kemalist Devrim, kesintiye uğramasa Türkiye
kuşkusuz bugün bir başka yerde olurdu. Bu doğrudur ancak, her devrimin gelgitler
yaşadığı da bir tarih gerçeğidir. Fransız Devrimi, 5 ayrı Cumhuriyet dönemi
yaşayarak 220 yılda bugüne geldi.
Türk Devrimi’nde geri dönüş çok çabuk başladı
ve kendi gelgitini yaşıyor. Gelecekte başlangıç hedeflerine dönecek ve Türkiye’yi
öngördüğü düzeye ulaştıracaktır. Yaşamın nesnelliğine dayanan ilkeleri ve sürekli
devrime dayandırılan değişim gücü bunu zorunlu kılıyor. Türkiye, ya Kemalizme
dönecek ya da ulus devlet varlığını yitirecektir.
Kemalizm Emperyalizm İlişkisi
Devrimin temelini oluşturan ilkeler,
geçerliliğini korumaktadır. Aradan 80 yıl geçmiş çok şey değişmiştir ancak ülkeler
arasındaki siyasi ve ekonomik işleyiş değişmemiştir. Emperyalizm egemen dünya
düzeni olarak varlığını sürdürmektedir. Mal ve sermaye ihracı yoğunlaşmış,
pazar çatışması şiddetlenmiştir. Bu nedenlerle, emperyalizm güncel oldukça ona
ilk darbeyi vuran Kemalizm de güncel olacaktır.
Kemalist ilkelere dönüp devrimi canlandırmak için
önce geri dönüş sürecinin incelenmesi ve yapılan yanlışlıkların ortaya koyulması
gerekiyor. Bu yöndeki çabaların, geçmişi suçlamak ya da kişi karalamak değil, yaşanmış
gerçeklerden gelecek için sonuç çıkarmak olduğu bilinmelidir.
Geri Dönüşün Sorumluları
Kemalist Devrim’den geri dönüş söz konusu
olduğunda, karşımıza önce İsmet İnönü ve onun uygulamaları çıkıyor. 11
Kasım 1938 devrimden dönüşün başlangıç tarihidir saptaması, yanlış bir saptama değildir.
Atatürk’ün sağlığında pusuya yatmış karşıtçılığın her türü, çıkarcılar
ve sinmiş gericiler gün yüzüne çıktı. Yeterli bilgi ve bilinçten yoksun İnönü,
bu olumsuz gelişmenin başlatıcısı oldu.
1938’den 2019’a dek, Türkiye’yi yönetmiş politikacıların
tümü, geri dönüşten yani karşı devrimden sorumludur. Uygulamaları yapanlar ve
Türkiye’yi bugüne getirenler onlardır. Onların sorumluluğu, tarihsel olarak
ülkeye karşı işlenmiş suç durumundadır.
Atatürk’ten sonraki ‘yöneticilerin’
yaptıkları tarihte kayıtlıdır. Ülkenin bu günkü duruma gelmesinde değişik
oranlarda payı olan bu insanların yaptığı açıklamalar, niteliklerini ortaya
koyarken, sorumluluklarının da düzeyini göstermektedir. Devrime karşı işlenen ‘suçun’, itirafları ve kanıtları
durumundadır. Devrimin kimlerin eline düştüğünü gösterir. Açıklamalar, bilinçsiz
insanların devlet yönetimine geldiğinde nelere yol açacağını gösteren öğretici
örneklerdir.
İsmet İnönü
İsmet
İnönü, 1960’larda, Abdi İpekçi ile yaptığı bir söyleşide
şöyle söylüyordu; “Demokratik rejime karar verdiğimiz zaman, büyük otorite
ile büyük reformların hemen yapılabileceği dönemin değiştiğini, değişmesi
gerektiğini kabul etmiş oluyorduk”.7
İki satırlık bu tümce
gerçekte çok şey anlatıyor. ‘Demokratik rejime karar verdiğimiz zaman’ diyerek,
Kemalist dönemin demokratik olmadığı söylenmiş oluyor. Demokrasi, çok particiliğe
indirgeniyor ve konuyla ilgili bilgi yetersizliği ortaya çıkıyor.
Değerlendirmedeki devrimi
ilgilendiren bir başka yan, ‘büyük otorite ile büyük reformların yapılması
dönemi değişti’ dinilerek devrimin bittiğinin söylenmesidir. ‘Sürekli
devrim’ yadsınıyor ve bu anlayışın ‘değişmesi gerektiği’ söyleniyor.
Oysa, Atatürk, ‘Devrimler yalnızca başlar, bitişi diye bir şey yoktur’
diyordu.8
İnönü’nün bir başka
açıklaması şöyledir: “Benim için en büyük tehlike, onun (Atatürk’ün) gölgesi
altında erimek ve ezilmekti. Devlet icraatının bütün sorumluluğu bana ait
olmalıydı. Bunun için de, kudretim neyse benim damgamı taşıyacak bir dönemin
başladığının belli olması gerekiyordu”.9
Kemalist Devrim,
burada daha açık biçimde yadsınıyor. Atatürk’e
ve devrime bağlılığı ‘ezilmek ve erimek’ olarak görüyor ve bunu ‘en
büyük tehlike’ sayıyor. ‘Benim dönemim onun dönemi’ biçimindeki ayrımla
kendini devrimden ayırıyor.
Üçüncü açıklama, Sovyetler
Birliği ve Batı ilişkileriyle ilgilidir. Boğazlar, Kars ve Ardahan’a yönelik çarpıtılmış
bilgiler, Türkiye’deki Batı yanlılarının yoğun olarak kullandığı bir konudur. Oysa,
Batı’ya bağlanma İnönü için bilinçli
bir seçimdi. Bu gerçek, daha sonraki uygulama ve açıklamalarla açık olarak
ortaya çıkmıştır.
İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra, Türk-Sovyet ve Türkiye-Batı ilişkileri ile ilgili olarak şunları
söylemişti: “Eğer Rusya gelip de aradaki
anlaşmazlıklara olumlu biçimde çözme teklifinde bulunsa bile ben Türk
siyasetinin Amerikan siyasetiyle el ele gitmesi taraftarıydım”.10
Menderes’ten Demirel
ve Ecevit’e
İnönü’den sonraki ‘yöneticilerin’ açıklamaları anlayış
olarak farklı değildir. Söylem biçimleri farklıdır ama tümü, değişik oranlarda devrime
ve devrimi oluşturan ilkelere karşıtlığı içerir. Karşıtlık, genellikle Atatürk
‘övülerek’ yapılır. Bilgi ve
bilinçten yoksun açıklamalar, son derece düzeysizdir.
Adnan Menderes “Kurtuluş Savaşı diyorsunuz. Bu
savaş pekâlâ üç ayda bitebilirdi. Bunun yıllarca uzatılmasına Mustafa Kemal’in
yerleşme ihtirasları neden olmuştur”.11
Süleyman
Demirel; Her geçen gün yeni
boyutlar kazanan dinamik bir olgu olan küreselleşme, hayatın her alanını dönüştürecek,
ekonomik manada sınırlar haritada bir çizgiden başka bir anlam taşımayacaktır.
Ulus-devlete bakış değişecek, egemenlik kavramı yeni anlamlar kazanacaktır”.12
“Türkiye’nin önündeki en önemli sorun
ekonomik rejim ile demokratik rejim arasındaki uyumsuzluktur. Türkiye, hızlı
bir biçimde karma ekonomiden, serbest piyasa ekonomisine geçmelidir. Türkiye’de
zihniyetler artık değişmelidir”.13
Bizim
korkumuz, biz üniter bir devletiz, acaba üniter devlete zarar gelir mi diye biz
eyalet sistemini düşünemiyoruz. Eyalet sistemini düşünemediğimiz için de
merkeziyetçiliğe saplanmışız”.14
Bülent
Ecevit; “Tek parti
devrinde Altı Ok halkın dışında halka yönelmişti. Çok parti devrinde ise, Altı
Ok’un çıkış noktası halk olmalıdır”.15
“Laiklikle ters düşmemeye özen
göstermişti, çağdışı bir akım temsil etmiş olabileceği izlenimi vermemişti...”16
“Fetullah Gülen
okullarında, laiklik karşıtı, Türkiye’deki rejim karşıtı, Atatürk karşıtı
bir eğitim verilmiyor. Dünyanın dört yanına Türk dili ve Türk kültürünü
tanıtıyor. Fetullah Gülen’in kuşku uyandırıcı tavırlarına tanık olmadım”.17
“Turgut Özal döneminde, ekonomide
atılan adımlar muhteşemdi… Türkiye yabancı
yatırımcılar için bulunmaz bir fırsattır. Biz, dünyadaki yatırımcıları yalnızca
Türkiye için değil, tüm bölgenin kalkınması için katkıda bulunmaya çağırıyoruz”.18
Turgut Özal ve Sonrakiler
Turgut Özal, 1988 yılında verdiği AB başvuru dilekçesine eklediği
kitapçıkta şu anlama gelen yorumlar yaptı: “Bizi Türk sanarak dışlıyorsanız,
bilin ki Türk denecek bir yanımız yoktur. Uygarlık adına neyimiz varsa hepsini
Yunanlılardan aldık. Bizim kültürümüz Yunan kültürüdür... Ben Türk değil Kürt
kökenliyim”.19
Kenan Evren, “imam-hatip okullarında iyi eğitim veriliyor. O çocuklardan zarar
gelmez. Türkiye laikliği dinsizlik olarak anlamış, yanlış tatbikatlar
yapmıştır. 1930’lardaki laiklik anlayışını yanlış olarak görüyorum”.20
Tansu
Çiller, “Türkiye’de herşey devletin egemenliği altında. Kendi
bölgesinde son sosyalist devleti yıkacağız. Çocuklarınıza, biz onu yıktık
diyeceksiniz”.21
Necmettin Erbakan; “Önemli
nokta, Refah Partisi iktidara gelecek, adil düzen kurulacak. Sorun ne? Geçiş
dönemi sert mi olacak, yumuşak mı olacak, kanlı mı olacak, kansız mı olacak”.22
Mesut Yılmaz; “Bugünkü
aşırı merkeziyetçi devlet yapısıyla yolumuza devam edemeyiz. Türkiye’yi
Ankara’dan idare edemeyiz. Bu elbise dikiş tutmaz”.23
Deniz Baykal; “Türkiye’nin işçisi, çiftçisi,
esnafı, sanatkârı ve sanayicisi bundan böyle yalnızca 60 milyonluk Türkiye için
değil, 400 milyonluk Avrupa için üretim yapacaktır. GB’nin siyasal istismar
konusu yapılmasına üzülerek şahit oluyorum. Bu zafer şu ya da bu partinin değil
milletin zaferidir. Bu zaferin sahipleri önce Gazi Mustafa Kemal Atatürk, İsmet
İnönü, Adnan Menderes ve Turgut Özal’dır”.24
Kemal Kılıçtaroğlu;
“CHP iktidarında yerel yönetim özerklik şartını mutlaka getireceğiz.. Yerel
yönetim özerklik şartı olsa bunlar olmayacaktı. Yerel yönetici yani belediye
başkanı Maliye Bakanı’nın kapısında saatlerce beklememelidir”.25
Recep Tayyip Erdoğan, “ben
ülkemi adeta pazarlamakla mükellefim”.26
“Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa
Türkiye de öyle yönetilmelidir”.27
“Ankara, bugüne kadar olduğu
gibi Türkiye'nin artık düğümlendiği yer olmayacak. Sorunları, yerinden
yönetimle, tüm illerde çözme kararlılığındayız”.28
DİPNOTLAR
1 “Atatürk’ten Yazdıklarım” Prof.A.Afet
İnan, Kül.B.Y., Ank.-1981,sf.119
2 “Atatürk İlkeleri ve Türk Devrimi” Hacı Angı, Angı
Yay., 1983, sf.93
3 “Atatürk’ün
Söylev ve Demeçleri”, I.C, 1945, Türk.İnk.Tar.Ens.Yay., sf.365
4 “Mustafa
Kemal ve Uyanan Doğu” Paul Gentizon, Bilgi Yay., 2.Basım, Ank.-1994, sf.164
5 Prof Dr. Süleyman Bozdemir, “Atatürk
Döneminde Eğitimdeki Gelişmeler”, Türkoloji.cu.edu.tr
6 “Atatürk’ün
Ekonomi Politikası” Prof.Dr.Mustafa Aysan, af. 42-43, Toplumsal Dönüşüm Yay., 6.Baskı, İstanbul-2000
7 “Milli
Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 3.Cil sf.696
8 “Atatürk
İlkeleri ve Türk Devrimi” Hacı Angı, Angı Yay., sf.93
9 “Milli
Şefin Paradoks Gerçeği” httb:blog.milliyet,com.tr
10 “Politikada
45 Yıl” Y.Kadri Karaosmanoğlu, İletişim Yay.,
sf.192-195
11 “Menderes’in
Dramı?” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit. İst. 1969,
sf. 219
12 “Demirel’den İkinci Cumhuriyet Çağrısı” Aydınlık 10.10.1999 Sayı 638
13 “Mevzuat Gözden Geçirilmeli” Türkiye 12.10.1999 ve “Baba’dan
Hedef; Fabrika İhraç Edin” Star 12.10.1999
14 Cumhuriyet, 11 Ocak 1999
15 “Ecevit Olayı 1” K.Sağlamer, ak. E.Bilbilik Aydınlık
16.01.2000, Sayı 652
17 https://www.google.com/url?sa=t&source=web&cd=11&ved=2ahUKEwico5OxDiAhUuyaYKHRW6DCk4ChC3AjAAegQ IBRAB&url=https%3A%2F%2Fwww.youtube.com%2Fwatch%3Fv%3DeGKWL4jTYuU&usg=AOvVaw2GGwUJ3ixuntgebwtov-aL
18 “Ecevit 53
Projeyle Gitti” Cumhuriyet
28.01.2000
19 a.g.d. 1 Mart, 2007 ve
https://m.takvim.com.tr/yazarlar/cetingulec/2010/04/17/ozaldan_tartisma_yaratacak_ sozler
20 “Haftaya Bakış” Ahmet Taner Kışlalı,
Cumhuriyet 03.03.1986
21 “KİT Sistemlerinin İktisadi Değerlendirilmesi, Nicel
İrdeleme, Özelleştirme Sorunları ve Politika Seçenekleri Özet Rapor” KİGEM Yay. 1997, sf.30
23 “Yılmaz: Elbise Dikiş Tutmaz”
Cumhuriyet 13.10.1999
24 Sabah 14.12.1995
26 “Ülkemi
Pazarlamakla Mükellefim” Cumhuriyet, 16.10.2005
28 https://www.yenisafak.com/gundem/ankarayi-dugum-olmaktan-cikaracagiz-2714844
Muhteşem bir irdeleme ve değerlendirme. Adetâ benim düşüncelerim billurlaştırılmış! 😊💖
YanıtlaSilMerhum Metin AYDOĞAN'ın tespitleri her zamanki gibi yerinde, ruhu şad olsun.
YanıtlaSilBu yazıyı okuyunca Atatürk'ün şu sözü aklıma geldi:"Yaradılışımda
ki tek fevkaladelik Türk olarak dünyaya gelmemdir" Bu sözle ulus bilincine vurgu yapıp Türklüğü övünülesi bir mefhum olarak göstermeye çalışmış ,ancak bana göre yaradılışındaki tek şanssızlık bu, zira biz hariç hangi toplumun önüne düşse, 97 yılda süper devlet olurlardı.
Metin Aydoğan’ın tarihsel saptamalarında ve yorumlarda Atatürk devrimleri (Türk Devrimi) çok yerde Marksist anlayıştaki devrim anlayışının karşıtı veya seçeneği olarak görülmektedir. Asıl yanılgı bu saptamadadır. Türk devrimi, Rahmetli Metin Aydoğan’ın değerli saptamalarına göre anlaşılan İnönü tarafından durdurulmuş ve karşı devrime dönüştürülmüştür.
YanıtlaSilBir devrimin niteliğini belirleyen üç temel unsur vardır. Hedefi, dayandığı toplumsal güç ve zamanlamasıdır. Türk devriminin hedefi, Batının eriştiği uygarlığa ulaşmaktır. Zamanlama açısından Türk devrimi, İngiliz tarihçi Arnold Toynbee’nin dediği gibi, Sovyet devrimi ve Avrupa’da işçi ve demokrasi hareketlerinin yükseldiği bir dönemde gerçekten de Atatürk’ü öncülüğünde, Batı Avrupa’nın 5 asırda gerçekleştirdikleri 15 yıla sığdırılmıştır. Türk devriminin taşıyıcısı; köylü, işçi ve esnafın, yani halkın desteğini arkasına alan Türk burjuvazisidir.
Türk devriminin ana sorunu, her ne kadar karşı devrim sürecini başlatan somut olarak İnönü’nün devrimin sürekliliğindeki yetersizliği ve Atatürk’ü kıskanması gibi tarih sahnesine çıksa da devrimin taşıyıcısı toplumsal güçlerin (özellikle burjuvazinin) zamanla çıkar ve yapısal konumlarının değişmesi yatmaktadır. Türk burjuvazisi devrimle madden ve manen güçlenmiş; artık uluslararası arenada da söz sahibi olmak istemektedir. Öte yandan Türk devriminde eksik kalan bir yön vardır; o da Toprak reformudur. Toprak reformu yapılmadığından feodalizm tam tasfiye edilememiştir. Artık iyice palazlanan ve kendine öz güveni artan Türk burjuvazisi, feodalizmle(Toprak ağaları, tarikat ve cemaatler vs.) işbirliği yaparak ülkenin toplumsal ve siyasi ortamında karşı devrim sürecine uygun hale getirmişlerdir. Burjuvazi ile feodal güçlerin işbirliği karşı devrime ilk adımlarını emperyalizmle işbirliği yaparak ve “Çok Partili” yönetim biçimine geçerek yapmışlardır.
Türk devriminin hedefi aynı kalsa bile taşıyıcı ve öncü toplumsal gücü olan Türk burjuvazisi artık o eski Türk burjuvazisi değildir. Türkiye’de “Milliyetçilik” nesnel olarak Kuvayı Milliye ruhunu yitirmiştir; çünkü Türk ulusu sınıfsal, siyasi, ideolojik, etnik köken, mezhepsel vs. gibi değişik açılardan parçalanmış; çıkar ve konumu farklılaşmıştır.
Öte yandan Neo liberal ekonomi politikalarla küreselleşen dünyamızda küreselleşmeye egemen olan uluslar üstü dev tekelci şirketlerin ve onların emperyalist devletlerinin ulus devletlere olan baskıları olağanüstü artmıştır. Bu baskıya hiçbir emperyalizme BAĞIMLI ülkede burjuvazi direnememektedir. Dolayısı ile Türk devriminin karşı devrimden kurtulup yeniden eski dinamiğine kavuşması ancak, Marksizm temelinde ve sosyalizm hedefinde işçi sınıfının sınıfsal bilinçle öz güven ve toplumsal güç kazanması, siyasette söz sahibi olması, Türk ulusunun birlik ve beraberliğini sağlayabilmesiyle yeniden olanaklıdır.