Yoğun ve özenli bir hazırlık döneminden
sonra, 1932 yılında Dil Devrimi’ni başlattı ve 12 Temmuz 1932’de, program ve
tüzüğünü kendisinin yazdığı, Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ni kurdu.
Dilbilimci olmamasına karşın, 1928 yılındaki harf değişimi çalışmalarında
Türkçe’nin gücünü ve kök sağlamlığını anlamıştı. Devrim atılımlarını
tamamladıktan sonra dil ve tarih araştırmalarına yöneldi. Yönelişine, kişisel
araştırmalarla başlayıp bilimsel ve toplumsal bir devrim niteliği kazandırdı.
Yerli ve yabancı bilim adamlarının ilgisini bu konuya çekmek için, bilimsel
etkinlikler düzenledi; araştırmalarına uluslararası boyut kazandırdı. G. L.
Lewis, Türkiye’deki dil çalışmaları için; “devrimler içinde, Türklük
bilincini geliştirmeye, belki de en çok yarayan, Dil Devrimi olmuştur” dedi.(x)
Atatürk
ve Dil
Dil Devrimi’ni
gerçekleştirirken, kendisinden önceki birikimden yararlandı. Ulaştığı başarı,
yüksek düzeyli ve köklüydü. Yüzyıllık uğraşa karşın gerçekleştirilemeyen dilde
özleşmeyi, birkaç yıl içinde başardı ve Türkçeyi bin yıllık tutsaklıktan
kurtardı.
Dil Devrimi, o denli etkili
oldu ki, yenileşmeye başlangıçta, üstelik şiddetle karşı çıkan tutucular bile,
kısa bir süre içinde özleşen Türkçeyi kullanmaya başladılar. Kimsenin
aklına, Türkçede karşılığı olmayan bir kavramın, Arapçadan uydurularak bulunması
gelmedi, böyle bir işe kalkışılmadı.
Türkçenin
Düzeyi
Yazı
yenileşmesiyle ilgili çalışmalar, Türkçe’nin Türkiye’de hiç kimsenin
düşünmediği kadar; varsıl, güçlü ve etkili bir dil olduğunu gösteriyordu.
Bu gerçeğin, uluslaşma devriminin önderi olarak onu coşkuya sürüklememesi
olanaksızdı.
Onun için, dil,
ulusun temeli; tarih ise bu temeli oluşturan uzun geçmişti. Dilin incelenmesi,
kaçınılmaz olarak tarihin de incelenmesini gerekli kılıyordu. Yakın çevresine, “dil
bir çıkmaza saplanmış, çıkmazda bırakmaya çalışıyorlar. Ben bu işi başkasına
bırakamam. Dili çıkmazdan biz çıkaracağız” diyordu.1
Harf değişimi, 1
Kasım 1928’de yasalaştıktan sonra, Alfabe Komisyonu’nu dağıtmadı Abece
(alfabe) konusunda olduğu kadar, dil konusunda da yetkinleşen bu kuruluşu, Dil
Komisyonu’na dönüştürdü. Komisyon kurulduktan sonra; Celâl Sahir, Ahmet
Rasim ve İbrahim Necmi, bir yazım sözlüğü (imla lûgatı)
hazırladı. Hemen ardından, Larousse sözlüğünün sözcüklerini, Türkçeyle
karşılayan çeviri çalışması başlattı.
Bu çalışma, ‘varsıl
sanılan Osmanlıcanın gerçekte ne denli yoksul olduğunu’2 ortaya
çıkardı. Türkiye Büyük Millet Meclisi Milli Eğitim Komisyonu, ‘çıkarılan ya
da değiştirilen tüm yasaların, elverdiği oranda Osmanlıca değil, halkın
anlayacağı’3 bir Türkçeyle hazırlanması yönünde bir karar aldı.
Kararında
çok haklıydı. Halk, Osmanlıcadan bir şey anlamıyordu. 1908 yılında liselerde
okutulan bir kitapta kullanılan dil şöyleydi: “Ol Şeb-i hayır-ki bir sabah-ı
felâhın miftah-ı zafer-küşası idi. Şehriyar-ı Gazi Hazretleri cebîn-i taarru-u
iftikarı zemin-i teşeffu-u istinsarda kaldırmayıp...”4
Yoğun
Çalışma
Türkçeleşme
yönelişi yankı buldu. Öğretmenler, hekimler, matematikçiler ve özellikle
yazıncılar (edebiyatçılar); yazın dilinin konuşma dili gibi halkın ruh yapısını
yansıtan, ulusal bilince uygun bir dil olmasını isteyen açıklamalar yaptılar.
Bu yönde çalışacaklarını belirttiler.
Tarih
öğrenildikçe, Türkçenin önemi daha çok öne çıktı ve kaynağı Orta Asya olan
Öztürkçeye ilgi ve yöneliş arttı. Eski Türk dilinin söz dizimine (sentaks)
dönmek için, Türkçe kök sözcükler arayan gezginci derleme ekipleri oluşturuldu;
bu amaçla köylere, kasabalara gidildi. Ağızlar (şiveler), deyimler, atasözleri
ve söylenceler (efsaneler) derlendi; eski koşuklar toplandı.
Çalışmalar
ilerledikçe, çok parlak sonuçlara ulaşıldı. Türk halkı, dilini Orta Asya’dan
getirdiği biçimiyle korumuş, zenginleştirerek geliştirmişti. Batılı bilim
adamlarının, 19. yüzyıl’da Türk dili ve tarihi konusunda yaptığı araştırmalar
da aynı sonucu veriyor, konuyla ilgilenen bilim adamları, Türkçeye karşı,
tutkulu bir hayranlık içine giriyordu.
Yabancıların
Değerlendirmeleri
Yabancı
araştırmacıların Türk diliyle ilgili çalışmaları bulunup, çevrimleri yapıldı.
Bu yapıtlar, Türkçeye yapılan övgülerle doluydu. Alman Doğubilimcisi ve Dil
Bilgini Friedrich Max Müller (1823-1900), 1854 yılında yayımlandığı
kitabında, “Türkçenin güzelliği ve bilimselliğini” vurgularken, “bu
dili yaratan insan zekasına sonsuz hayranlık duyduğunu” belirtmiş ve şu
değerlendirmeyi yapmıştı: “Yabancı unsurlardan arındığında Türkçe kadar
kolay, rahat anlaşılan ve diyebilirim ki, zevk verici pek az dil vardır.
Dilbilgisi kurallarına uygun (gramatikal), sınırsız denebilecek sayıda
biçimlerin (formların), üstün bir ustalıkla belirlenmesi, fiil çekimleri ve
birleşim düzenini belirleyen düzenlilik ve kıyas yeteneği; tümce yapılarındaki
berraklık ve anlaşılırlık sıradışıdır. Bu dilin yaradılışında rol oynayan insan
zekasının olağanüstü üstün gücü, onu sezebilecek olanları, kesinlikle hayranlığa
sürükler”.5
Türkçe
dilbilgisi konusundaki çalışmalarıyla tanınan Fransız Türkbilimci (Türkolog) Jean
Deny (1879-1963), Türkçenin gelişkinliği konusunda değerlendirmeler
yaparken, bu düzeyde gelişkin bir dil, “Orta Asya’nın doğal ortamından nasıl
çıkabilir” diyerek şaşkınlığını dile getiriyordu. Şöyle diyordu: “Türk
dilini, biz ünlü bilginlerden oluşmuş bir kurulun, ortak çalışmasının ürünü
gibi düşünmek gerekir. Ancak, böyle bir kurul bile, Tatar bozkırlarında kendi
başına kalan ve kendi içgüdüleriyle bu dili yaratan insan aklının yerini
alamaz. Türkçenin en hünerli yönü fiilleridir. Çok çeşitli ‘zaman’ ve
‘eğilimleri’ olan Türkçede, kuşku ve sanlar, umutlar ya da öngörüler, en zarif
ayırtılarla (nüans) ifade edilir. Kök hiç bozulmadan kalır ve kişilerle
birimlerin ruh halini, sanki temel bir notaymış gibi seslendirir. Türkçe
fiillerde, kendine özgü öyle bir özellik vardır ki, bunun bir benzerine, Arian
dillerinden hiçbirinde rastlanmaz. Bu özellik, belli bazı harflerin
eklenmesiyle yeni kök sözcükler oluşturma gücüdür. Bu güç, her fiile; olumsuz,
bilimsel, yansıtıcı ya da yanıt verici bir anlam getirir”.6
Çalışma
Gücü Başarma İstenci
Dil Komisyonu’nun yeterince
üretken çalışmadığını düşünerek, dil ve tarih araştırmalarını doğrudan ele
almaya karar verdi. Zamanının önemli bölümünü bu işe ayırdı. Sürekli okuyor,
araştırıyor, çevresine topladığı yerli yabancı bilim adamları ve uzmanlarla
tartışıyordu. Çankaya bir “uygulama okuluna”7, sofra ise “bir
seminer masasına”8 dönüşmüştü.
Dil devrimine giriştiğinde, 47
yaşında bir emekli general ve Cumhurbaşkanıydı. Dil ve tarih gibi
uzmanlık isteyen bir konuda, büyük dönüşümler gerçekleştirecek atılımlara öncülük
edemeyeceği söyleniyordu.
Ancak o, kendine
özgü direnç ve çalışma gücüyle, “sanki Misak-ı Milli sınırlarını savunur,
sanki ülkeyi kapitülasyonlardan arındırır gibi”9 dil
özleşmesiyle uğraşıyor; dil ve tarih konusunda, bin yıllık
savsaklamalardan, boş inançlardan ülkeyi kurtarmaya çalışıyordu.
‘Savaşlarla geçen, bir gün dinlenme
görmemiş yaşamının, o yorgun döneminde’10, Radlov’un
dört ciltlik Türk Lehçeleri Sözlüğü’nü, Pekarsky’nın yine dört
ciltlik Yakut Sözlüğü’nü ve H.G.Wells’in Dünya Tarihinin Ana
Hatları’nı elinden düşürmüyordu. Bir keresinde, iki gece üst üste yatağa
girmemiş ve ‘yalnız kahve içerek ve arada bir ılık banyo yapıp, göz
kapaklarını ıslak bir tülbentle silerek’ kırk saat durmadan Wells’i
okumuştu.11
Dile
Verdiği Önem
Dil Devrimi, onun tam
bağımsızlık anlayışının bir parçası, devrimin vazgeçilmez gereğiydi. Dil konusunda
sahip olduğu kesin yargı, “kendi dili ile düşünmeyen, okuyup öğrenmeyen,
kendi dilinde eğitim almayan bir ulus, bağımsız olamaz; hiçbir ulus, dilindeki
yabancı kültürlerin etkisini önlemeden kendini bulamaz; dilde ödün verenler,
ulusal savunma silahlarından birini elinden bırakmış, güçsüz düşmüş, birliğini
yitirmiş demektir” biçimindeydi.12
Türkçeye
hak ettiği yüksek değeri verecek, ‘soylu benliğine kavuşturacak’ ve ‘kendi
benliği içinde daha da varsıllaştırarak’ onu, ‘büyük bir kültür dili
durumuna’ getirecekti.13
Atılım
Başlıyor
Yoğun ve özenli
bir hazırlık döneminden sonra 1932’de, Dil Devrimi savaşımını başlattı.
12 Temmuz 1932’de, program ve tüzüğünü kendisinin yazdığı, Türk Dili Tetkik
Cemiyeti’ni kurdu. Hemen ardından kendi deyimiyle, “bütün milleti dil
çalışmalarına katma amacıyla”, Birinci Büyük Dil Kurultayı’nı
topladı.14
26 Eylül - 5
Ekim 1932 arasında Dolmabahçe Sarayı’nın büyük salonunda yapılan Kurultay’a;
dil uzmanları, bilim adamları, yazar ve ozanlar, öğretmenler ve halk temsilcileri
katıldı. Binden çok delege içinde, ülkenin değişik yerlerinden gelen “kadın-erkek
köylüler ve yörükler de vardı”.15
Öğretmenler,
gazeteciler ve yazarlar başta olmak üzere tüm aydınları dil yenileşmesine
katılmaya ve Türkçe kullanımına özen göstermeye çağırdı. Gittiği her yerde,
konuştuğu herkese bunu söylüyordu. Çağrısını, ölene dek sürdürdü. 1938’de,
hastalığının ileri döneminde bile; “Türk dilinin sadeleştirilmesi,
zenginleştirilmesi ve kamuoyuna benimsetilmesi için, her yayın aracından yararlanmalıyız.
Her aydın, hangi konuda olursa olsun buna dikkat etmeli, konuşma dilimizi
ahenkli, güzel bir duruma getirmeliyiz” diyordu.16
Kurultay
Kararları
Önemli kararlar
alan Dil Kurultayı, iki yıl sonra toplanmak üzere dağıldı. “Türkçenin,
Hint-Avrupa dilleriyle kıyaslanması, Türkçenin tarihsel gelişiminin
araştırılması, tarihsel dilbilgisinin yazılması, Batı ve Doğu toplumlarında
Türk dili üzerine yazılmış kitapların toplanıp çevrilmesi” kararlaştırıldı.
Ayrıca; “Türk
lehçelerindeki sözcükler derlenecek, lehçeler ve terimler sözlüğü hazırlanacak,
Türkçe biçimbilgisi (dilbilgisinin sözcüklerin yapısını inceleyen bölümü) ve
söz dizini (sentaks) yazılacak, ekler araştırılacak, ek ve ilgeçlerin (edat)
işlenmesine” önem verilecek ve dil konusunda bir dergi çıkarılacak,
gazetelerde dil çalışmalarına özel önem ve yer verilecekti.17
En uzak köy ve
mezralara dek gidildi. Kamu örgütleri, okullar ve Halkevleri birer derleme
merkezi gibi çalıştılar. Derlemeler, “önce ilçeye, orada elenerek ile ilde
elenerek Ankara’ya” gönderildi.
Sekiz ay içinde,
halk ağzından 125 988 Türkçe sözcük derlendi. Bir yıl sonra bu sayı 129 792’ye
çıktı.18
Anadolu
Türkçesine dayanan bu derlemeden ayrı olarak, Türk lehçelerinin tümüne ait
sözcüklerden, tarih kitaplarından ve yüzlerce eski yazma metinlerden, çok
sayıda Türkçe sözcük tarandı. Taramalar, “Türk dilinin zenginliğini ve
derinliğini, yadsınamaz bir açıklıkla kanıtladı”.19
DİPNOTLAR
(x) Atatürk” Lord Kinross,
Altın Kitap.Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.538
1 “Çankaya” Falih Rıfkı Atay,
Bateş A.Ş. İst.-1980, sf.477
2 a.g.e. sf.468
3 “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu”
P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.Bas., sf.70
4 “Çankaya” Falih Rıfkı Atay,
Bateş A.Ş. İst.-1980, sf.469
5 “Suggestions for the Asistance in
Learning the Languages of the Seat of War in the East; With Survey of the Three
Famillies of Language Semitic Arian and Turanian”; Friedrich MaxMüller,
Longman-Longmans, London, 1854; ak.Prof.İlhan Arsel, “Arap Milliyetçiliği ve
Türkler” Kaynak Yay., 6.Basım, İst.-1998, sf.384
6 a.g.e. sf.385, 386
7 “Kemalizm” Tekin Alp,
Top.Dön.Yay., İst.-1998, sf.144
8 “Atatürk” Lord Kinross, Altın
Kitap.Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.540
9 “Ulus Olmak” Necati Cumalı,
Çağdaş Yay., İst.-1995, sf.91
10 a.g.e. sf.91
11 “Atatürk” Lord Kinross, Altın
Kitap.Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.538
12 “Ulus Olmak” Necati Cumalı,
Çağdaş Yay., İst.-1995, sf.90
13 “Kemalist Eğitimin Tarih
Dersleri-IV” Kaynak Yay., 3.Bas., 2001, sf.263
14 a.g.e. sf.263
15 a.g.e. sf.264
16 “Atatürk ve Dil Bayramı-Atatürk’e
Saygı”A.A.İnan, TDK Yay., sf.112
17 “İletişim ve Dil Devrimi” Prof.Ö.Demircan,
Kendi Yay., İst.-2000, sf.116
18 “İletişim ve Dil Devrimi” Prof.Ö.Demircan,
Kendi Yay., İst.-2000, sf.116
19 “Kemalist Eğitimin Tarih
Dersleri-IV” Kaynak Yay., 3.Bas.,
2001, sf.264
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilhttps://forumturks.com/
YanıtlaSilÖlüm döşeğinde bile, 'aman dil' demiş, hekimler diline bir şey oldu sanmışlardır. Kastı Türk Dili GÜNEŞ DİLİYDİ YÜCE BİLGE GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ün.
YanıtlaSil