19.Yüzyılda
hemen her iş kolunda ortaya çıkmaya başlayan tekelleşme eğilimi,
rekabetin yarattığı serbestlik ortamını ve bu ortamın getirdiği
politik kurumları ortadan kaldırmaya ya da yozlaştırmaya başladı.
Toplumsal yaşamın biçimlenmesi tekel gereksinimlerine, bilimsel
gelişme tekel kazancına bağımlı duruma geldi. Fiyatları artık,
serbest piyasa koşullarında oluşan gerçek değerler değil,
yüksek kazanç içeren tekel kararları belirliyordu. Üretimin
doğal gelişimine uygun düşmeyen tekel kârı artık, ekonomik ve
politik alanda her türlü geriliğin kaynağı olmuştu. Serbest
piyasada rekabetin yerini “güce
dayalı ilişkiler”
almış; aracılık,
tanıtımcılık,
lobicilik
ve siyasi
nüfuzun
geçerli olduğu piyasada mali sermaye (finans kapital) başlı
başına büyük bir güç olmuştu.
Kapitalist
Emperyalizm
California
Üniversitesi tarih prefösörü Geoffrey
Barraclough,
emperyalizmi 1970 yılında şöyle tarif ediyor: “Yeni
Emperyalizm, 19.yüzyılın son yirmi yılına hırslı, yabani ve
saldırgan damgasını vuruyor; dünya yeni bir tarihsel aşamanın
eşiğine adımını atıyordu. Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın
gelişmemiş ulusları, -ya da henüz uluslaşmamış halk
toplulukları- korkunç ya da güleryüzlü sert ya da yumuşak ama
her zaman saldırgan ve çıkarcı ‘Yeni Emperyalizmin’ ağındaydı
artık. Ne var ki bu yeni aşama karşıtını da birlikte
getirmişti. Dünya yüzünde emperyalizme karşı yapılmış ve
yapılacak en güçlü silah, ulusçuluk 20.yüzyıla biçim vermeye
başlamıştı.”1
İngiliz
iktisatçısı J.A.Hobson’ın
1902 yılında yazdığı Emperyalizm
adlı kitabında yaptığı tanım: “Emperyalizm,
sermaye yatırımları için kâr kapılarını arama savaşıdır”
biçimindedir.2
Amerikalı
ekonomist Harry
Mogdoff
ise emperyalizmi: “Birçok
firmanın birbirleriyle rekabet ettiği ekonomik yapının yerini,
her endüstri dalında bir avuç dev tekelin birbirleriyle rekabet
ettiği bir ekonomik yapı”3
olarak tanımlamıştır.
Konuyla
ilgili en özlü araştırma ve açıklamayı, 1916 yılında yazdığı
Emperyalizm
adlı kitabıyla Lenin
yapmıştır. O’na göre: “Emperyalizm,
tekellerin ve mali sermaye egemenliğinin kurulduğu, sermaye dış
satımının birinci planda önem kazandığı; dünyanın
uluslararası tekeller arasında paylaşımının başlamış olduğu
ve dünyadaki bütün toprakların en büyük kapitalist ülkeler
arasında bölüşümünün tamamlanmış bulunduğu bir gelişme
evresine ulaşmış kapitalizmdir.”4
Kapitalizm
Öncesi Emperyalizm
Emperyalizm
yalnızca 20.yüzyılda ortaya çıkmadı. “Sömürge
politikası da, emperyalizm de, kapitalizmin çağdaş döneminden,
hatta kapitalizmden önce vardı. Kölelik üstüne kurulu bulunan
Roma, bir sömürge politikası izliyor ve emperyalizmi
uyguluyordu.”5
Tarihsel
anlamıyla emperyalizm, bir devletin başka bir devlet ya da
devletler topluluğu üzerinde siyasi, ekonomik, askeri, mali ve
kültürel egemenlik kurmasıdır. 20. yüzyıl emperyalizmi ise, var
olan üretim biçimi üzerinde yükselen ve yoğunlaşarak süren
Kapitalist Emperyalizmdir.
Liberalizmin
Sonu
Tanımların
tümüne katılmak olanaklı. Tanımların dışında dikkat edilmesi
gereken temel özellik, kapitalizmin liberal döneminin 19.yüzyıl
sonunda kapanarak, tekelci yeni bir dönemin başlamasıdır.
Tarih
sahnesine devrimci bir sınıf olarak çıkan kentsoyluluk
(burjuvazi) yaklaşık 500 yıllık bir süreçten geçerek,
manüfaktür
üretiminden
büyük
sanayi üretimine
ulaşmış ve bu süreç insanlık tarihinde önemli gelişmelerin
gerçekleştiği bir dönem olmuştur. Serbest rekabetin itici gücü
ve üretimin devrimci niteliği bu dönemde; yeni buluşların,
bilimsel ilerlemenin olağanüstü boyutta artmasını sağlamıştır.
19.Yüzyılda
hemen her iş kolunda ortaya çıkmaya başlayan tekelleşme eğilimi,
rekabetin yarattığı serbestlik ortamını ve bu ortamın getirdiği
politik kurumları ortadan kaldırmaya ya da yozlaştırmaya başladı.
Toplumsal yaşamın biçimlenmesi tekel gereksinimlerine, bilimsel
gelişme tekel kazancına bağımlı duruma geldi. Fiyatları artık,
serbest piyasa koşullarında oluşan gerçek değerler değil,
yüksek kazanç içeren tekel kararları belirliyordu. Üretimin
doğal gelişimine uygun düşmeyen tekel kârı artık, ekonomik ve
politik alanda her türlü geriliğin kaynağı olmuştu. Serbest
piyasada rekabetin yerini “güce
dayalı ilişkiler”
almış; aracılık,
tanıtımcılık,
lobicilik
ve siyasi
nüfuzun
geçerli olduğu piyasada mali sermaye (finans kapital) başlı
başına büyük bir güç olmuştu.
20.Yüzyıla
Girerken
Sanayileşmiş
ülkeler 20.yüzyıla, iç pazarları doyuma ulaşmış olarak
girdiler. Durmadan artmak zorunda olan üretim yeni pazarları,
biriken sermaye de yeni yatırım alanlarını gerekli kılıyordu.
Uluslararası gerilimlerin kaynağını bu gereklilik oluşturdu.
Askeri çatışmaya varan bir dizi uzlaşmaz çelişki ortaya çıktı.
Pazar gereksinimi büyük devletler için varlık koşulu haline
geldi.
Kaçınılmaz
Sonuç: Çatışma
Almanya’nın
1850-1913 arasında sağladığı gelişme olağanüstüydü. Hem
tarım ve hem de sanayide güçlü bir korumacı ticaret politikası
benimseyen Almanya’da, bu dönemde iç üretim yüzde 500, adam
başına üretim yüzde 250 artmış; 1871 ile 1913 arasında kömür
üretimi 29,4 milyon tondan 191,5 milyon tona çıkmıştı. 1910 da
Almanya demir ve çelik üretiminde İngiltere’yi geride
bırakmıştı. Kimya, elektrik ve optik aletler alanında Alman
firmaları, İngiliz, Fransız ve ABD firmalarına dünya çapında
meydan okuyordu.6
Benzer
gelişmeler ABD ve Japonya’da da yaşandı. ABD, 19.yüzyıl
ortalarından sonraki atılımlarıyla büyük bir sanayi ve mali
güce ulaşmıştı. Bu güce yeterli gelecek pazar genişliği ancak
20. yüzyılın ortasındaki 2.Dünya savaşından sonra
sağlanacaktır.
ABD
Başkanı Eisenhower
20 Ocak 1953 günü başkanlığının ilk konuşmasında; “...
Hür dünya halklarına yalnızca soylu bir düşünce ile değil,
fakat bir zorunluluk gereği bağımlı olduğumuzu biliyoruz. Hiçbir
hür halk, kendisini ekonomik olarak tecrit ederek sahip olduğu
herhangi bir avantajını uzun süre devam ettiremez ya da güvenlik
içinde olamaz. Bütün üstünlüğümüze rağmen, çiftliklerimizin
ve fabrikalarımızın artı üretimleri için dünya pazarlarına
ihtiyaç duymaktayız; ve bu çiftlikler, fabrikalar için uzak
ülkelerden hayati maddeler, ürünler getirtmek zorundayız.”
diyordu.7
Gelişmiş
ülkelerde artan sermaye birikimi, yaratılmış ulusal varsıllık
olarak, ülke insanlarının yaşam düzeylerinin arttırılması
için kullanılmadı. Böyle bir uygulama sermaye sahiplerinin
kazançlarını düşürmüş olacaktı. Bu nedenle biriken sermaye,
yatırım olarak kâr oranlarının yüksek, ücretlerin düşük
olduğu, alt yapıya sahip azgelişmiş ülkelere gitti.
Mali
Sermayenin Artan Gücü
Mali
sermaye, (finans kapital)
ekonomik ve uluslararası ilişkilerde son derece etkili bir güçtür.
Politik anlamda bağımsızlığa sahip devletlere bile boyun
eğdirilebilir. Ekonomik alanda başlayan ilişkiler hızla siyasi
düzeye çıkar ve bağımsız ülkeler yarı-bağımlı ya da
yarı-sömürge ülke durumuna gelir. Dünyanın paylaşılmış
olduğu bir çağda özellikle mali sermaye çağında, yarı-bağımlı
ülkeleri ele geçirmek için yapılan savaşım sertleşir ve askeri
boyut kazanır.
Mali
sermaye
işlemleri, toplam sermaye dışsatımında giderek daha çok paya
sahip oldu. Devletler ve kurumlar arası borçlanma, banka kredileri,
borsa ve kıymetli kağıt işlemleri, büyük artış gösterdi.
Üretim dışı bu tür gelir kaynakları, ilerlemedeki itici öğeleri
yok etti ve geçmişin liberal demokratları, tekelci oligarklar
haline geldi.
Lenin,
bu olguyu şöyle dile getirecektir: “‘Kestikleri
kuponlarla’ yaşıyan herhangi bir girişimin çalışmasına
katılmayan, meslekleri işsizlik olan adamlar tabakasının, başka
bir deyişle rantiye sınıfının olaganüstü bir biçimde büyümesi
bundandır. Emperyalizmin en esaslı temellerinden biri olan sermaye
ihracı, rantiye tabakasının üretimden kopuşunu daha da arttırır
ve hepsine birden deniz aşırı ülkelerle sömürgelerin emeğini
sömürerek yaşıyan asalak damgasını vurur.”8
Para
Satma
Mali
sermayenin
tatlı kârı rantiye sınıfını, üretimin “sıkıcı”
sorunlarından kurtararak kolay para kazanmanın yoluna sokar. Borç
verme ya da para satma, borç verilen ülkede o ülkenin alım gücünü
geçici de olsa yükselttiği için sermaye dışsatımı mal
talebini arttırır. Bu nedenle, rantiyeciler mal dışsatımına da
karışır kendilerinin vazgeçilmez olduğuna inanır. Sahip olduğu
büyük para kaynağını gerek kendi ülkesinde gerekse dış
ülkelerde etkili olma aracı olarak kullanır. Bankalar, yatırım
yapanlara sermaye sağlayan basit aracılar olmaktan çıkarak,
toplumun her alanında söz sahibi büyük güçler haline gelir.
Mali
sermaye
etkinliği 20.yüzyılın başlarında oluşmaya başlamıştı. Bu
etkinlik, varlığını egemenliğe dönüştürerek bugün de
sürmektedir. Bilgisayarlar ve görkemli iletişim ağıyla
sürdürülen günümüz mali
sermaye
işleyişinin, 1915’deki işleyişten küresel yoğunluk dışında
bir ayrımı yoktur. 1915 yılında “rantiyelerin
elde ettiği gelir, o günlerin en büyük ticaret ülkesi olan
İngiltere’nin tüm dış ticaret gelirlerinden beş kat daha
çoktu. ‘Rantiye devlet’ ya da ‘tefeci devlet’ kavramı
emperyalizmi işleyen ekonomi literatüründe sık sık kullanılan
bir deyim olmuştur. Dünya bir avuç tefeci devlete ve bir borçlu
devletler çoğunluğuna bölünmüş bulunmaktadır.”9
Emperyalizmin
Dünü Bugünü
Devletler
arasındaki ilişki 20.yüzyıl başındaki biçimiyle sürmektedir.
Ayrıca, mali
sermaye
etkinliklerindeki artış, üretime ayrılan sermaye paylarının
azalmasına ve büyük boyutlu akçalı kaynağın banka ve borsa
kasalarına akmasına yol açmaktadır. Rantiye devlet, bugün artık
herhalde daha iyi anlaşılır bir tanım haline gelmiştir.
Yabancı
ülkelere yatırılan sermaye tutarı 1872-1914 arasında hızlı bir
artış gösterdi. İngiltere’nin 1872 de sermaye ihracı 15 milyar
frank iken 1914 yılında 100 milyar franka çıktı. Aynı artış,
Fransa için 10 milyar franktan 60 milyar franka, Almanya için
sıfırdan, 44 milyar franka ulaşmıştı.10
Sermaye
dışsatımının bugünkü boyutu ise bunların çok üzerindedir.
1980’lerde belli başlı borsaların işlem hacmi her yıl yüzde
300 arttı. Hisse senedi piyasalarının GSMH’ya oranı 1980’lerde
ABD de yüzde 9’dan yüzde 93’e, Japonya’da ise yüzde 7’den
yüzde 119’a yükseldi. Spekülatif para piyasasının global hacmi
1992 de 4 trilyon dolardan, 1994 de 20 trilyon dolara çıktı.11
Küreselleşme
Yeni mi
Uluslararası
sermaye dolaşımına ve bu dolaşımın sonuçlarına küreselleşme
adı yeni takıldı. Oysa küreselleşmenin yüzyıllık bir geçmişi
var. Bu olayın gerçek boyutu, nedenleri ve doğuracağı sonuçlar
20.yüzyıl başından beri yoğun olarak tartışılıyor. Yüzyıl
öncesindeki saptamalarla günümüzdekiler arasında büyük
benzerlikler var. Mali-sermayenin
küresel dolaşımını gerekli kılan nedenler hala sürüyor. 1899
ile 1999 arasında niceliksel büyümeden başka niteliksel bir ayrım
yok.
1916
yılında Lenin,
sermaye dışsatımı konusunda şunları yazıyordu: “Geri
kalmış ülkelerde kâr her zaman yüksektir; çünkü buralarda
sermaye kıt, toprak fiyatları düşük, ücretler az, hammadde
ucuzdur. Sermaye ihracı imkanı bir kısım geri kalmış ülkenin
öteden beri dünya kapitalist çarkına kapılmış olmasından
ileri gelmektedir; bu ülkelerde büyük demir yolları yapılmış
ya da yapılmak üzeredir, sınayi gelişmenin gerektirdiği ilk
şartlar yaratılmış bulunmaktadır.”12
Nitelik
Değişmiyor
Dünün
demiryolu ve telgraf yatırımlarına yönelik koşullu devlet
kredilerinin yerini, bu gün Dünya Bankası kredileri aldı.
Hammaddeye
yakın olmak,
taşıma
giderlerinden kurtulmak,
ucuz
iş gücünden yararlanmak
sermaye göçünün hala değişmeyen gerekçeleridir. Çevre
kirliliğinden kurtulmak tek yeni yaklaşım.
Azgelişmiş
ülkelerde kazanç oranı bugün de yüksek. Sermayenin dünya
dolaşımında dünden bugüne niteliksel bir değişiklik yok.
Değişim, yalnızca yeni araç ve yoğunluk artışlarında. 1902
yılında yabancı ülkelere gönderilen sermayenin tümü (akçalı
yatırımlar dahil) tüm dünyada 106,5 milyar frank (5.41 milyar
dolar)13
iken, 1950 yılında yalnızca üretim alanlarında 3.831 milyar
dolar, 1966 yılında ise 22.050 milyar dolar oldu.14
1990’ların başında ise, sermaye piyasalarındaki para miktarı
yıllık 338 milyar dolara, dünya ticaretindeki tutar ise 3 trilyon
dolara çıkmıştı.15
Askeri
Güce Duyulan Gereksinim
Uzak
ülkelere yatırılan sermayenin korunması sorunu, gelişmiş ülke
devletlerinin ana görevi durumundadır. Hükümet yetkilileri,
sosyal güvenlik fonlarından cesur kısıntılar yapar ancak dev
boyutlu askeri giderlere dokunmaz.
Askeri
güce ve bu gücün uluslararası devinim yeteneğine duyulan
gereksinim, yeni ekonomik ve siyasi egemenlik alanları elde etmekle
sınırlı değildir. Ele geçirilen alanlarla bu alanlara yatırılan
sermayenin korunması ve “düzenin
sağlanması”
için de askeri güç gereklidir. Uluslararası düzeyde yerleşik
güç durumuna gelen askeri örgütlenme, dünyayı sürekli bir
biçimde gerilim içinde tutar. Yarı-sömürge ülkelere karşı
uygulanan baskı ve denetim, yatırılan sermaye oranında artar. ABD
1899’da İspanya’yı yenip Hawai, Filipinler ve Guam’ı,
bölgede pasifik bir güç oluşturacak biçimde elegeçirdi ve hemen
yeni ‘mülklerini’
korumak amacıyla deniz kuvvetlerini geliştirecek bir izlence
yürürlüğe koydu. ABD deniz kuvvetleri 1901 yılında dünyanın
en büyük beşinci donanmasına sahipken, 1909 da İngiltere’nin
ardından en büyük ikinci donanmaya sahip oldu.16
Ülkeler
ve bölgeler için sıkça yinelenen ‘istikrar’
istekleri gerçekte, yatırımların ve elde edilen yüksek kazancın
‘istikrarlı’
biçimde sürmesini sağlanmasıdır. Bu eğilime uyum göstermeyen
bağımsızlığına duyarlı ülkeler, ‘istikrarlı’
ülke sayılmaz ve buralarda, ‘istikrarın’
sağlanması için “istikrarsızlaştırma”
eylemlerine girişilir. Politik
etkinlik,
borçlandırma,
iç
çatışmalar
ve ekonomik
denetim,
bu işin en etkili yöntemleridir.
DİPNOTLAR
1 “Emperyalizme
Tepki-Milliyetçilik” G.Barraclough,
20.yy.Tarihi, Sayı 13, sf.242
2 a.g.e.
sf.243
3 “Emperyalizm
Çağı” Harry Magdoff,
Odak Yay., sf.18
4 “Emperyalizm”
V.J. Lenin,
Sol Yay., sf.111
5 a.g.e.
sf.102
6 “Callco”,
sf.62, “Society
and Democracy in Germany”
New York: Norton, 1967, sf.36, ak.J.Garten
“Soğuk Barış”
Sarmal Yay., 1994, sf.105
7 “Emperyalizm
Çağı” Harry Mogdoff,
Odak Yay., sf.253
8 “Emperyalizm”
V.J.Lenin,
Sol Yay., 1.Baskı, 1969, sf.124
9 a.g.e.
sf.125
10 a.g.e.
sf.79./
11 “Globalleşme
ve Kriz” Ergin Yıldızoğlu,
Alan Yay., 1996, sf.79
12 “Emperyalizm”
V.J.Lenin,
Sol Yay., sf.78
13 a.g.e.
sf.79
14 “United
States Business Investment in Foreing Countries”,
Washington D.C.1960, ak. H.Magdoff
“Emperyalizm Çağı”
Odak Yay., sf.79
15 “Kapitalizmin
Geleceği” Lester C.Thurow,
Sabah Yay., sf.187
16 “Soğuk
Barış” Jeffry Garten,
Sarmal Yay., sf.79
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder