Massachusetts’ın
ilk valisi John
Winthrop,
yeni dünyanın insanlık için eşsiz bir örnek, “bir
tepenin üzerindeki kent”
olduğunu söylüyordu. Thomas
Paine
için Amerika “insanlığın
sığınağı”ydı.
18.yüzyıl ortalarında Horace
Greeley,
“Batıya
git genç adam ve ülkenle birlikte büyü”
diyordu. Tarihçi James
Oliver
ise şunları söylüyordu: “Tanrı’nın
eli onları Batıya sürdü ve onlar beraberlerinde en iyi şeyleri;
uygarlığı, eğitimi, refahı, cumhuriyetçi hükümeti ve
demokrasi ideallerini getirdiler. İşsiz ve boş bir kıtayı,
yeryüzündeki en özgür bir halkın erdemi ve kurumlarıyla
doldurdular. Efsane ve rüya, işte buydu.“
Söylenenler
ne kadar doğrudur? Amerika gerçekten “insanlığın
sığınağı”
mıdır? Aşağıdaki yazıyı, Amerikalıların bağımsızlık
bayramı olan 4 Temmuz nedeniyle yayınlıyoruz.
Yönetim
Anlayışı
Amerikan
siyasi düzeni, günlük dilde sürekli kullanılan ancak
kullanıldığı oranda ondan uzak durulan, “demokratik”
bir anlayış üzerine kuruludur. Önseçimler,
gösterişli seçim
kampanyaları,
partiler
arası politik çekişme,
Amerikan demokrasisinin yüksek değerleri ve kıran
kırana
süren siyasi bir yarışın göstergeleri olarak sunulur.
Oysa
gerçek, Amerika’da bu sunumla çelişen ve herhalde demokrasiden
en son söz edilebilecek bir düzenin yaşanmakta olduğudur.
Milletvekili ve senatörler, seçim büroları, partiler ya da
görkemli
salonlarıyla
meclisler, birçok kişiye katılımcılığın göstergeleri ve
demokrasinin göz
alıcı
kurumları gibi gelebilir. Ancak, bu kurumların oluşturduğu siyasi
işleyişin içine girildiğinde, bambaşka bir dünyayla
karşılaşılacaktır.
Sistemin
Kökeni
Amerika
Birleşik
Devletleri
18.yüzyıl sonlarında kurulduğunda, siyasi düzenini Batı
Avrupa’dan, özellikle de İngiltere’den almıştı. Amerikan
parti düzeni, İngiltere’de kurulmuş olan iki
partili
sistemden ayrımlı değildi. Amerikan partilerinin örgütsel
yapısı, iç işleyişi ve savaşım biçimi kendine özgü
özellikler içeriyor ancak yönetim gücünü ele geçirme, onu
koruma ve sınıfsal çıkarlar için kullanmada, İngiltere’deki
partilerde geçerli olan anlayış hemen aynısıyla korunuyordu.
Amerikan
demokrasisinin
temeli
sayılan Virginia
İnsan Hakları Bildirisi
(1776), yüzyıl önce İngiltere’de yayınlanan Haklar
Bildirisi’nin
(Bill of Rights-1689) adeta yinelenmesi gibidir.
Virginia Bildirisi’nin
6, 9 ve 13.Maddeleri, Haklar
Bildirisi’nin
4, 6 ve 11.maddelerinin aynısıydı ve bu maddelerde şunlar
söyleniyordu: “Kamu
yararı için, kendisinin ya da seçtiği temsilcilerin onayı
olmadan, kimse ne vergi ödemeye zorlanabilir ne de mülkü elinden
alınabilir... Hiç kimseden aşırı kefalet akçesi istenemez, hiç
kimseye zulüm sayılabilecek para cezası verilemez... Barış
zamanında sürekli ordular bulundurmak, ülkenin iç özgürlüğü
için tehlikeli sayılmalı ve bundan kaçınılmalıdır... Herkes,
dinin gereklerini yerine getirme hakkına sahiptir; birbirlerine
karşı Hıristiyan sabrını, sevgisini ve merhametini göstermek
herkesin görevidir.”1
Siyasi
yapılanma konusunda İngiltere ve ABD arasındaki benzerlik,
kapitalist üretim ilişkilerinin her iki ülkede benzer düzeyde
gelişmiş olmasına bağlıdır. 17.yüzyılda Amerika’ya gelmeye
başlayan Avrupalılar arasında, İngilizler
çoğunluktaydı ve burada kurulan toplumsal düzene onlar biçim
verdiler. İngilizler, ülkelerindeki kapitalist gelişimin
sonuçlarını Amerika’ya taşıdılar, burada bilgi ve görgülerine
uygun bir düzen kurdular.
Bu düzen doğal olarak, İngiltere’deki düzenin küçük ölçekli
bir benzeriydi.
Batmış
zanaatçılar, tüccarlar, küçük mülk sahipleri, Anglikan
Kilisesinin göçe zorladığı değişik inançtan kişiler,
III.William’ın
sınırdışı ettiği meşrutiyetçiler
(jacobiteler),
parlamento yanlılarınca (Round head) kovulan
askerler,
II.Charles’ın
ülke dışına çıkardığı tarikatçılar
(Priyenler),
Amerika’da oluşturdukları kolonilerle, İngiltere’nin bir
benzerini kurdular.
Kölecilik
İngiltere’de
bol olan, işçileşen ve işçileşmeyi bekleyen yoksul köylüler
Amerika’da yoktu. Amerika’nın, özgürlüğe tutkun yerli halkı
kızılderililer, köle ya da ücretli işçi durumuna
getirilemiyordu. Emeğinden yararlanılacak insan gereksinimi;
Avrupa’dan gelen/getirilen yoksul köylüler, kanun kaçakları,
mahkûmlar, özellikle de Afrika ve Batı Hint adalarından getirilen
zenci kölelerle karşılanmaya çalışıldı.
1619-1760
arasında, Amerika’ya tam 400 bin köle getirildi.2
Bunlar,
İngiltere’de toprağından koparılan “serflerin”
yaptığı işin benzerini, ayrımlı biçimde Amerika’da yaptılar.
Tarım, ticaret ve sanayinin gelişiminde köle emeği yoğun biçimde
kullanıldı ve bu kullanım, Antik
Çağ
köleciliğinden başka, yapay ve belki de daha acımasız bir insan
ticaretiydi.
Amerika’da
Antik
Çağ
köleciliği yaşanmadığı için, doğal olarak onun sonucu olan
feodalizm de yaşanmadı. Batı Avrupa’da binlerce yılda oluşan
toplumsal birikim, ayakta kalan ve kullanılabilen sonuçlar olarak
Amerika’ya taşındı. Ekonomik ve sosyal alanda olduğu gibi
siyasal alanda da, aynı sınıfsal egemenliğe dayalı toplumsal bir
düzen ortaya çıktı.
Birleşik
Devletleri Kuranlar
Amerika’da
kurulan düzen, İngiltere’deki gibi, büyük toprak sahipleri,
ticaret ve daha sonra sanayi kentsoyluluğu ve mali-sermaye gücünün
egemenliğine dayanıyordu. ABD’yi bir anlamda bunlar kurmuşlardı.
Birleşik Devletler anayasasını hazırlayanlar; köle
çalıştıran büyük toprak sahipleri, zengin tüccarlar ve
bankerlerdi.
Anayasa’da,
demokrasiden, eşitlikten, kardeşlikten bolca söz ediliyor ancak
bağımsızlık savaşına katılan halk kesimlerinin, küçük
çiftçilerin ve sanayi merkezlerindeki işçilerin, ekonomik ve
siyasal çıkarlarını gözeten somut bir yaklaşım yer almıyordu.
Onlar ustalıklı yöntemlerle yönetim yapılarından uzak
tutuluyordu. Köleci mülk
sahipleri ile ticaret ve sanayi zenginleri, kurulmakta olan yeni
devleti, daha “işin
başında”
ele geçirmiş ve toplum üzerinde kuracakları egemenliği güvenlik
altına almayı başarmıştı. Birleşik
Devletler Bağımsızlık Bildirisi
şu sözlerle bitiyordu: “Bu
bildirinin korunması için, Tanrı’nın inayetine tam bir güvenle;
yaşamlarımız, servetlerimiz
ve en kutsal varlığımız olan onurumuz üzerine and içeriz.”3
Anayasayı
hazırlayan Alexander
Hamilton
(1755-1804), ABD’nin bankacılık düzenini ve akçalı
örgütlenmesini kuran kişiydi. İlk Başkan George
Washington
(1732-1799), çok geniş topraklara sahipti ve ABD’nin “en
zengin”
insanıydı.4
Öldüğünde 314 kölesi vardı.5
Seçme
ve Seçilme Hakkı
Amerikan
Anayasası, seçme ve seçilme hakkını, İngiltere’de olduğu
gibi, mülk
sahibi
beyaz
erkeklere
tanıyordu; kadınlar,
mülksüz
beyaz
erkekler,
zenciler
ve köleler
oy veremiyor
ve aday olamıyorlardı (kadınlara oy hakkı 1919’da
tanınacaktır).6
Anayasanın
kendisi, halkın siyasi temsil hakkını engelleyen bir belge, kabul
edilmesi ise anti-demokratik bir darbe gibiydi.
George
Washington,
1796 yılında yaptığı veda konuşmasında, devletin ve anayasada
karşılığını bulan yönetim biçiminin kendileri açısından
taşıdığı önemi ve
nasıl korunması gerektiğini açık bir biçimde ortaya koyuyordu:
“Yarattığımız
yönetimin ayakta durabilmesi için onun üzerine titremeniz, bu
yönetimden en ufak bir kuşku belirtisi gösteren herşeye karşı
dikilmeniz, ülkemizin herhangi bir bölümünü diğerlerinden
ayırmak ya da tümünü bir arada tutan kutsal bağları
gevşetmek için yapılacak her girişimi daha
doğarken önlemeniz
son derece önemlidir…”
7
İki
Eğilim
Anayasanın
hazırlanması aşamasında, iki değişik yaklaşım ortaya
çıkmıştı. Amerika’nın bankacılık düzenini ve akçalı
örgütlenmesini kuran Alexander
Hamilton’nın
önderlik ettiği kümeye Federalistler,
Thomas
Jefferson’un
başında bulunduğu kümeye ise Anti-Federalistler
denildi. Bu iki oluşum, bugünkü Cumhuriyetçi ve Demokrat
Partilerin tarihsel kökleridir.
Anayasanın
onaylanıp yürürlüğe sokulması aşamasında
bu kez, yönetim biçimi
konusunda iki görüş ortaya çıkmıştı. Hazine Bakanı Alexander
Hamilton’un
başını çektiği Federalistler,
güçlü ve merkezi federal hükümet istiyor; Bağımsızlık
Bildirisi’yle
Virginia
Anayasasını yazan
Dışişleri Bakanı Thomas
Jefferson’un
(1743-1826) temsil
ettiği Cumhuriyetçiler
ise,
yetkileri sınırlı bir hükümet ve daha gevşek bir yönetim
yapılanması savunuyordu.
Oligarşik
İngiliz düzenini savunan Hamilton’u,
kuzeydoğulu armatörler, büyük tüccarlar ve işletme sahipleri;
tarımı öne çıkaran bir fizyokrat (ekonomik
düzeni insanların değil doğal yasaların belirlediğini ileri
süren görüş)
olan Jefferson’u
ise güneyli büyük toprak sahipleri ve çiftçiler destekliyordu.
Egemenler
arasındaki çıkar çekişmesine dayanan ve halkı içine almayan
her iki eğilim, siyasi düzenin sınıfsal niteliği konusunda
ayrımlı düşünmüyor ancak yönetimden daha çok pay alabilmek
için, halkı yanıltan yapay bir yarış içine giriyordu.
Federalistler,
yönetimde kaldıkları ilk dönemde, merkezi federal devlet yapısını
yerleştirip güçlendirmişlerdi. 1801 yılında yönetime gelen
cumhuriyetçiler,
daha önce çiftçilere verdikleri sözleri tutmayarak, onlar da
merkezi yapıyı güçlendirmeyi sürdürmüşlerdi.
Bağımsızlıktan
hemen sonra ortaya çıkan Federalist-Anti Federalist ayrışmasının,
Amerikan halkı için önemli bir anlamı yoktu. İçinde yer
almadığı, güçlüleri
temsil eden (ve günümüze dek süren), iki partili siyasi bir düzen
kuruluyor ve onun, düzende oy vermekten başka bir işlevi
olmuyordu. Halk, en başta siyaset dışında bırakılmıştı.
Halk
Siyaset Dışında
Halkın
daha işin başında siyaset dışında bırakılmasına karşın,
Amerika Birleşik Devletleri’nin iki yüz yıllık tarihi boyunca,
sürekli olarak halkçılıktan söz edilmiş ve Amerika’nın,
demokrasinin gerçek vatanı olduğu ileri sürülmüştür.
Massachusetts’ın
ilk valisi John
Winthrop,
yeni dünyanın insanlık için eşsiz bir örnek, “bir
tepenin üzerindeki kent”
olduğunu söylüyordu.8
Thomas
Paine
için Amerika “insanlığın
sığınağı”ydı.9
18.yüzyıl ortalarında Horace
Greeley,
“Batı’ya
git genç adam ve ülkenle birlikte büyü”
diyordu. Tarihçi James
Oliver
ise şunları söylüyordu: “Tanrı’nın
eli onları Batı’ya sürdü ve onlar beraberlerinde en iyi
şeyleri; uygarlığı, eğitimi, refahı, cumhuriyetçi hükümeti
ve demokrasi ideallerini getirdiler. İşsiz ve boş bir kıtayı,
yeryüzündeki en özgür bir halkın fazileti ve kurumlarıyla
doldurdular. Efsane ve rüya, işte buydu.“ 10
Siyasi
Süreç
Amerikalı
Profesör Merriam
Charles
ve Prof.Harold
F.Cosnel,
iki partiye dayanan Amerikan siyasi düzenini, beş ayrı devreye
ayırır. Federal anayasanın kabul edildiği ve politik gücü
temsil eden Federalist-Anti
Federalist
ayrımının ortaya çıktığı süreç birinci dönemdir.
Anayasanın kabul edilmesinden sonra 1850’lere dek süren ve
Federalistlerin Whig,
Anti-Federalistlerin Demokrat
adını aldığı dönem ikinci, Whig’lerin
Cumhuriyetçi
Parti
adını aldığı (1854) iç savaş öncesi dönem üçüncü, iç
savaş bitimiyle 1929 ekonomik bunalımı arası dördüncü, sonrası
ise beşinci dönemdir.11
Birinci
dönemdeki oligarşik yapılanmaya tepki olarak, ikinci dönemde
demokratik istem ve açılımlar ortaya çıktı. Demokratların,
ulusal
kahraman
durumuna gelen lideri Andrew
Jackson,
1828 yılında başkan oldu ve büyük sermaye egemenliğini
sınırlayarak halkın siyasete katılmasına olanak sağlayacak bir
takım yasalar çıkardı.
Jackson
yasaları,
düzenin belirlediği sınırları kuşkusuz aşamadı ancak o dönem
Amerikan toplumunda demokratik bir canlanma yarattı. Bu dönem,
Amerikan tarihinde halkın siyasete en çok katıldığı, bu nedenle
politik olarak en bilinçli olduğu dönemdir. O günlerde iki parti
dışında yeni partiler kuruluyor, gazeteler çıkarılıyor ve
seçime katılım oranları sürekli yükseliyordu.
Demokratik
canlanma dönemi uzun sürmedi. Anayasada karşılığını bulan ve
devlet gücünün temsil ettiği baskıcı anlayış, tekelleşme
eğilimini başından beri içinde barındıran Amerikan
kapitalizminin ve onu temsil eden büyük sermayenin korunup
kollanması üzerine kuruluydu. Amerikan siyasetine egemen olan
anlayışta, halkı da içine alan demokratik bir işleyişin yeri
yoktu. Bu nedenle, demokratik
açılım
çabası, demokrasiyi geliştirmek bir yana, egemen sınıflar
arasındaki çıkar çekişmesini yoğunlaşarak, ülkeyi hızla bir
iç çatışmaya sürüklüyordu.
Kuzey-Güney
Çelişkisi
İkinci
dönem sonunda, Kuzey’in gücünü giderek arttıran sanayi ve
banka sermayesi ile Güney’in köle çalıştıran büyük çiftlik
sahipleri arasındaki çıkar çekişmesi, geleneksel boyutunu aşarak
şiddetlendi. Sınai, mali ve siyasi gücünü giderek arttıran
Kuzey’in sanayicileri, işgücünden yararlanmak için köleciliğin
kaldırılmasını isterken; sanayileşmeye ayak uyduramayan Güneyli
büyük toprak sahipleri, köleciliğin ABD’ye yeni katılan tüm
eyaletlerde de kabul edilmesini istiyordu.
Sanayicilerin
desteğini alarak köleciliğin yasaklanmasını isteyen ve bu isteme
dayalı bir seçim kampanyası yürüten Abraham
Lincoln,
1860’da başkan seçildi. Bunun üzerine, Güney eyaletleri
bağımsızlıklarını ilan ettiler ve “Birlik”
ten ayrılarak Amerika
Konfedere Devletini
kurdular. 1861’de başlayıp dört yıl süren iç savaşa, dünya
tarihinde ilk kez 3 milyona yakın asker katıldı ve egemen sınıflar
arasındaki çıkar çekişmesine dayanan bu savaşta 617 bin
Amerikalı öldü.12
Savaşı
Kuzey kazandı ve köleciliğe yasal olarak son verdi ancak köleci
anlayış ırkçılığın değişik biçimleriyle varlığını
sürdürdü. Amerika’ya, Kuzey’in sanayi yapılanmasına uygun
düşen tekelci işleyiş egemen oldu; siyasal düzen, halkı tümüyle
siyaset dışına iterek, onu iki partiden birine oy vermekten başka
seçeneği olmayan, edilgen bir kalabalık
haline getirdi.
Halkın
Seçimlere Katılımı
Amerikan
halkı, Andrew
Jackson
dönemi dışında, seçimlere ilgi göstermemiştir. Halkın
seçimlere katılımı, günümüze dek süren bir gelenek gibi
sürekli yüzde 40-50 dolayında oldu. Bu oranın, kimi eyaletlerde
yüzde 10’lara düştüğü görüldü. Örneğin 1924
seçimlerinde, South
Caroline eyaletinde seçmenlerin ancak yüzde 6’sı oy kullanmıştı;
1940 seçimlerinde
Güney Caroline, Georgia, Alabama ve Arkansas
eyaletlerinde oy verme oranı yüzde 20’ler düzeyindeydi.13
George
W.Bush,
seçmenlerin yüzde 50’sinin oy verdiği bir seçimden sonra ve
verilen oyların yüzde 50’si ile yani Amerikan seçmenlerinin
yüzde 25’inin oyu ile başkan olmuştur.
19.yüzyıl
sonlarında,
iki parti dışında güçlenme eğilimi gösteren Popülist
Parti,
seçimler ve Amerikan demokrasisinin niteliği konusunda şu
saptamayı yapıyordu: “Ülkeye
Wall
Street sahip olmuştur. Amerikan yönetimi artık, halkın halk
tarafından, halk için yönetilmesi değil, halkın Wall Street
tarafından Wall Street için yönetilmesi durumuna gelmiştir.” 14
(Wall
Street: New York’ta içinde borsanın da bulunduğu finans merkezi
y.n.)
19.yüzyıl
ünlü Amerikan şairi Walt
Whitman
(1819-1892), yaşadığı dönemdeki ABD siyasi düzenini
eleştirirken 20.yüzyıl emperyalizmini o günden görüyor ve
şunları söylüyordu: “O
ulusal federal devlet ve yerel
düzeydeki yönetim; çürümüşlük, sahtecilik ve kötü yönetim
batağı içinde. Adalet Kurumları da bundan payını almış. Büyük
İskender’i de, Roma’yı da geride bırakacak, dev bir
İmparatorluğa doğru yol alıyoruz.”15
Siyasete
Yön Verenler
Karmaşık
hukuksal zorunluluklar, gizli/açık devlet denetimi, para ve rüşvet
ilişkileri, medya gücüyle geliştirilen yasadışı baskı
yöntemleri, Amerikan siyasetine yön veren temel unsurlardır.
Siyasi demokrasinin sınırları, iktidar gücünü elinde bulunduran
azınlık tarafından ve bu unsurlar kullanılarak o denli
daraltılmış, politik yaşam o denli denetim altına alınmıştır
ki; düzen karşıtı bir yana, iyileştirmeci bir partinin bile
kurulup yaşatılması olanaksız duruma gelmiştir. Bu nedenle,
yaşam koşullarından hoşnut olmayan ve politik tepki gösteremeyen
insanlar ya bireysel suçlara ya da politika dışı uğraş
alanlarına yönelmektedir. Amerika’daki seçime katılımın
sürekli olarak yüzde 50’yi geçmemesinin nedeni budur.
İnsanların
oy
verme özgürlüğünü
kullanarak sandığa
gitmesi,
demokrasi için bir ölçüttür. Bu ölçütle değerlendirildiğinde,
Amerikan ‘demokrasisinin’
oldukça geride kaldığı açıktır. İnsanların, oy vererek ülke
yönetimini belirleyebilme duygusunu yitirmesi,
demokratik toplumların siyasi çözülme ya da baskı altına
alınmasının en açık göstergesidir. Her dört yılda bir yapılan
ancak sonucu asla değişmeyen bir
düzenin, insanları politikadan uzaklaştırması ve bu
alanı toplumun azınlığını, üstelik küçük bir azınlığını
oluşturan egemenlere bırakması, doğal bir sonuçtur. Baskının
ve siyasi bozulmanın aracı durumuna getirilen iki partili siyasi
düzen, bu sonucun hem nedeni, hem de amacıdır.
DİPNOTLAR
- “Hürriyet Bildirgeleri” Belge Yay., İstanbul 1983, sf.76-77
- “Büyük Larousse” Gelişim Yay. 1.Cilt, sf.514
- “Hürriyet Bildirgeleri” Belge Yay., İstanbul 1983, sf.83
- “Siyasi Partiler” Niyazi Berkes, Yurt ve Dünya Yay., İst. 1946, sf.76
- “Hükmeden Erkek Boyun Eğen Kadın” Tim Marshall, Altın Kit., İst.-1997, sf.47
- “The American Party System” Charles Merriam ve Harold F.Cosnel ak. “Siyasi Partiler” N.Berkes, Yurt ve Dünya Yay., İst. 1946, sf.76-78
- “Hürriyet Bildirgeleri” Belge Yay., İstanbul 1983, sf.117
- “Soğuk Barış” Jeffry E.Garten, Sürmeli Yay. İst.-1994, sf.96
- a.g.e. sf.96
- “American Myth, American Reality”, James Oliver Robertson (New York: Hill & Wang, 1980, sf. 73; ak. J.EGarten, Sürmeli Y., İst.-1994, sf.96
- “Siyasi Partiler”, Prof. Niyazi Berkes, Yurt ve Dünya Y., İst.-1946, sf.76
- “Büyük Larousse” Gelişim Yay. 1.Cilt, sf.517
- “Siyasi Partiler” Niyazi Berkes, Yurt ve Dünya Yay., İst. 1946, sf.110
- a.g.e. sf.83
- “Kapitalizmin Geleceği” L.C.Thurow, Sabah Kit., İst.-1997, sf.210
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder