1960’lı
yıllarda Hindistan, Ürdün, Pakistan ve Bangladeş’ten
yüzbinlerce genç adam petrol kuyularında çalışmak ve yerleri
silip süpürmek, inşaatlarda çalışmak için az nüfuslu, petrol
zengini krallıklara aktı. Milyonlarca Türk; sokak süpürmek,
bulaşık yıkamak ve niteliksiz sanayi işlerinde çalışmak için
konuk
işçi
olarak Almanya’ya gitti. Cezayirliler büyük topluluklar halinde
Paris’e geldi. Afrika, Asya ve Güney Amerika sürekli biçimde göç
verdi. Küresel göç olanca hızıyla sürüyor. Ancak, bu kez
işçilerden çok sermaye göç ediyor. Ülkelerindeki yoksulluktan
kaçmak için gelişmiş ülkelere yasadışı giriş yapan işsizler
dışında, işçiler artık gelişmiş ülkelere giremiyor. Şimdi
geçerli uygulama, fabrikaların işçilerin olduğu yerlere
taşınması. Çünkü, yoksul ve örgütsüz işçiler buralarda bol
miktarda var. Az parayla çok iş yaptırmak ancak buralarda
olanaklı. ABD uluslararası şirketleri kendi ülkelerinde ödediği
işçi ücretlerine göre, Orta ve Güney Amerika’da yüzde 320,
Uzakdoğu Asya’da yüzde 800 daha az ücret ödüyor.
Kayıtdışıcılığın,
şirketlerin ekonomik etkinliği içinde her zaman önemli bir yeri
olmuştur. Tek yanlı işleyen çok yönlü uluslararası anlaşmalar,
borçlandırma politikaları ve etkisizleşen ulusal yasalar
uluslararası şirketlere, kayıtdışıcılık konusunda geniş
kapsamlı uygulamalar yapabileceği bir ortam hazırladı. Yurtdışına
açılma ile kayıtdışılığın artışı arasında dolaysız bir
bağ vardır.
Eskiden
fabrikalarında çalıştıracakları işçileri yurtdışından
getiren uluslararası şirketler, şimdi fabrikalarını
yurtdışındaki işçilere götürüyor. Kazanç oranlarını
yükselten bu yöntemle, yabancı işçileri kapsayan yasal
yükümlülüklerden kurtulunurken üretimden kaynaklanan toplumsal
ve çevresel sorunlar yurt dışına taşınmış oluyor.
Bu
girişim, çekinceleri ve dış kaynaklı yeni bürokratik sorunları
da beraberinde getiriyor. Sorunların aşılması için uluslararası
yasal düzenlemeler, küresel ölçüler kullanılarak
genişletiliyor. Bu tür düzenlemelerin yetersiz kalması durumunda,
yerine göre yasadışı etkinlikler arttırılıyor. Bunlar
yapılmadan uluslararası şirketlerin dış varlığını
sürdürebilmeleri olası değil. Amacına ulaşması için
kayıtdışılığa kesin olarak gereksinimi vardır. Bu nedenle,
Yeni
Dünya Düzeni’nin
temeli, yasallıkla desteklenen yasadışıcılığa dayanır. İş
ve işçi sorunlarının bunun dışında kalması kuşkusuz olanaklı
değildir.
Yeni
Tanımlar Eski Uygulamalar
Küresel
holdingler, eskide kalan ve işçiler açısından ağır çalışma
koşulları içeren uygulamaları, yeni tanımlarla iş yaşamına
sokmaktadır. Eskinin gündelikçi
işçilerine
şimdi, kontenjan
işçiler
deniliyor. Yoğun dönemlerde ücretsiz artık çalışma (fazla
mesai) yaptırma, işçilere konuları dışında her türlü angarya
iş yüklemenin adı şimdi, esnek
üretim sistemleri
oldu. Çalışma ve iş koşulları, bu tür yöntemlerle vahşi
kapitalizm döneme benzetiliyor.
El
işçiliğine dayalı ev
üretimi
ya da aile
üretimi
dünyanın her yerinde hızla yayılıyor. Gölge
Ekonomi
adı verilen bu tür üretim etkinliklerini inceleyen ekonomistler
ilginç bilgiler ve sayılar veriyor. Bunlardan biri olan Amerikalı
Ann
Misch’ın
saptamaları şöyle: “Yunanistan’ın
kuzeyinde evde oturan çocuklu kadınlar, çocuklara bakmanın ve ev
işi yapmanın yanı sıra, günde en az on iki saat dikiş dikerler.
Hollanda’da sütyenlere kopça takarlar. İtalya’da ayakkabı
dikerler. Meksika’da oyuncak ve kalem montajı yaparlar. ABD’nin
artık her büyük kentinde bu tür ‘üçüncü dünya’ bölgeleri
vardır.”1
Uluslararası
Kadın Hazır Giyim İşçileri Birliğinden Sunan
Cowell’in
söyledikleri durumu daha iyi açıklıyor: “Ev
işi, Amerikan hazır giyim sanayinin önemli bir bölümüdür.
Hareketli sezonlarda, paskalya ya da Noel’de mağazalara yeterli
mal yetiştirebilmek için, kadınlara evlerinde fason iş verilir.”2
Filipinlerin
Angona kentinde dikiş, teğel ya da bebek giysilerinin paketlenmesi
işlemlerinde 1447 çocuk çalıştırılmaktadır. Çalışma süresi
haftanın 7 günü sabahın yedisinden akşamın yedisine toplam 77
saattir. 4-6 yaş arası çocuklar günde 5 peso, 11 yaşındakiler
ise 10 peso almaktadır. Bölgede yasal enaz (asgari) ücret 69
pesodur.3
İşçi
Göçü
1960’lı
yıllarda Hindistan, Ürdün, Pakistan ve Bangladeş’ten
yüzbinlerce genç adam petrol kuyularında çalışmak ve yerleri
silip süpürmek, inşaatlarda çalışmak için az nüfuslu, petrol
zengini krallıklara aktı. Milyonlarca Türk; sokak süpürmek,
bulaşık yıkamak ve niteliksiz sanayi işlerinde çalışmak için
konuk
işçi
olarak Almanya’ya gitti. Cezayirliler büyük topluluklar halinde
Paris’e geldi.
Afrika,
Asya ve Güney Amerika sürekli biçimde göç verdi. 1970’lerin
sonunda İsviçre’nin iş gücünün yüzde 20’sinden çoğunu
yabancı işçilerden oluşuyordu. Japonya, Kore, Tayvan, Singapur
varsıllaşırken, Endonezya ve Filipinlerden mıknatıs gibi işçi
çekti. Kuveyt savaşından önce Kuveyt’te yaşayan 1,8 milyon
nüfusun bir milyondan çoğu yabancı işçiydi.
Fabrika
ve İşsiz Göçü
Küresel
göç olanca hızıyla sürüyor. Ancak, bu kez işçilerden çok
sermaye göç ediyor. Ülkelerindeki yoksulluktan kaçmak için
gelişmiş ülkelere yasadışı giriş yapan işsizler dışında,
işçiler artık gelişmiş ülkelere giremiyor. Şimdi geçerli
uygulama, fabrikaların işçilerin olduğu yerlere taşınması.
Çünkü, yoksul ve örgütsüz işçiler buralarda bol miktarda var.
Az parayla çok iş yaptırmak ancak buralarda olanaklı. ABD
uluslararası şirketleri kendi ülkelerinde ödediği işçi
ücretlerine göre, Orta ve Güney Amerika’da yüzde 320, Uzakdoğu
Asya’da yüzde 800 daha az ücret ödüyor.4
Uluslararası
şirket yöneticileri, fabrikaları dışarıya taşımakla
ülkelerine gelen ve toplumsal dengeyi bozan yabancı işçi
sorununun çözümüne katkı koyduklarını söyler. Oysa gerçek
durum böyle değildir. Yasal olarak işçi akını durmuştur ama
yasadışı insan göçü eskisinden daha büyük sayılara
ulaşmıştır. 1990’ların başında azgelişmiş ülkelerden her
yıl 75 milyon insan ülkesinden ayrılıyordu.5
İşin
ilginç yanı insan göçünün çoğunluğu, işsizliği önlemek
amacıyla yabancı sermaye yatırımı alan ülkelerden geliyordu.
Columbia Üniversitesi’nde kent planlama profesörü ve göç
eğilimleri konusunda çalışmalar yapan Soskai
Sassen
şöyle söylüyor: “Endüstrileşmekte
olan ve yüksek büyüme hızına sahip ülkelerin pek çoğu, aynı
zamanda ABD’ye en çok göçmen yollayan ülkelerdir.”6
Borçlanmaya
dayalı yabancı sermaye yatırımlarının, işsizlik sorununu
çözmediği tersine arttırdığı yaşanmakta olan somut bir
gerçekliktir. Oysa, ekonomik kalkınma ve gönenç için yabancı
sermaye yatırımlarının gerekli olduğunu savunanlar, bu
yatırımların; işsizliği azaltacağını, yaşam düzeyini
yükselteceğini ve kalkınmayı sağlayacağını söylüyordu.
Ücretler yükselecek, çalışma koşulları iyileşecek, böylece
işgücünün ülkede kalması sağlanarak göç önlenecekti. Ancak,
yaşanan gerçek söylenenlerin tam tersi. Yabancı sermaye alan
ülkelerde, işsizlik ve dışa göç artıyor. Bunu sayıların
dilinden iyi anlayanlar söylüyor.
Kadın
İşçiler
1970’lerin
sonlarında uluslararası şirketlere kadın işçi pazarlayan
Malezya’da, şu biçimde broşürler bastırılıp dağıtılmaktaydı:
“Elleri
küçüktür ve son derece dikkatli çalışır. Bu nedenle, kim bir
montaj bandında Malezyalı bir kadın kadar iyi çalışabilir?
Günde yaklaşık 1,50 dolar yevmiye ile kadın işçi bulunur...”7
El
Salvador’lu bir özel girişim topluluğu, ABD örme endüstrisinin
dergisi Robbin’e
verdiği ilanda, dikiş makinasının başında görüntülenen genç
ve çekici Rosa
Martinez,
şöyle övülüyordu; “onu
saatte 70 sent karşılığında tutabilirsiniz. O ve iş arkadaşları
çalışkanlıkları, güvenilirlikleri ve çabucak öğrenme
yetenekleriyle tanınırlar...”8
Bu
reklamı veren şirket, bütçesinin yüzde 94’ünü Amerikan
Uluslararası Kalkınma Ajansı’ndan
alıyordu.
Çağdaş
Köle Pazarları
Nike
yılda 2 milyar dolarlık (1990) spor ayakkabısı satan bir
şirkettir. Şirketin ABD’deki görkemli yönetim binasından başka
herhangi bir üretim birimi yoktur. Fabrikaları ucuz işgücünün
yoğun olduğu ülkelerdedir. Başkan yardımcısı Neal
Lauridsen
söyle demektedir; “Biz
üretimi bilmeyiz. Bizler tasarımcı ve pazarlamacıyız...”9
Şirket,
ücretlerin göreceli olarak yükselmeye başladığı Güney Kore ve
Tayvan’daki fabrikalarını kapatarak bunları, işgücünün daha
ucuz ve bol olduğu Endonezya ve Taylan gibi ülkelere taşıdı.
Nike’in
ABD’ndeki yönetim, satış ve pazarlama gibi hizmet birimlerinde
8000 kişi çalışırken, üretim sayıları 75 000’ni bulan
Asyalı fasoncular tarafından yapılmaktadır.10
Endonezya’daki bir Nike
ayakkabı 5,60 dolara mal olur. Bu ayakkabıların dünya
pazarlarındaki satış fiyatı ise 73 ile 135 dolar arasındadır.11
Ayakkabıları
diken Endonezyalı kızlar genelde saat başına 15 sent alırlar.
Fazla mesai zorunludur ve sabahın 7,30’unda başlayan on bir
saatlik bir işgününden sonra kızlar, gece 21:15 de şirket
yatakhanesine gidip kendilerini yatağa atarlar. Şanslı olanlar iki
dolar kadar kazanmıştır.12
1990
yılında ABD’nde spor ayakkabıların toptan piyasası 7,6 milyar
dolardı. Bu ayakkabıların ancak yüzde 20’si spor amaçlı
olarak kullanılmakta, yüzde 80’i sokakta giyilmektedir.13
Spor ayakkabı markalarının olağanüstü ilgi görmesi büyük
ölçüde, ürünleri tanıtan Michael
Jordan
ve başka dünyaca ünlü sporcunun havasındandır. Nike,
Michael
Jordan’a
reklam için, yalnızca 1992 yılında 20 milyon dolar ödemiştir.
Bu rakam, Endonezya’da bu ayakkabıları üreten fabrikaların tüm
işçilerine ödediği bir yıllık ücret toplamından daha
çoktur.14
İlkel
Bilinç
Kimi
uyanık işçiler sömürüldükleri kanısındadır. Sendika ya da
bir başka örgüte sahip olmadıkları için bu kanıya kendi
deneyimleriyle ve el yordamıyla varmıştır. Sayıları çok azdır.
Çoğunluğu oluşturan işçiler için, sömürü kavramını
anlamak bile henüz pek kolay değildir. Çünkü ellerinde başka
bir seçenek yoktur. Endonezya’daki bir fabrikada çok az bir
ücretle, çok uzun bir mesai yapan Riyanti
adlı bir işçi Boston
Globe
bildirmenine (muhabirine) şunları söylüyordu: “Burada
çalışmaktan memnunun. Para kazanıyorum ve arkadaşlarım var.
Yemekleri de şirket veriyor.”15
Şirket
yetkilileri işçi sorunlarıyla pek ilgilenmiyor görünürler.
Ancak, düşünce ve davranışları, 19.yüzyıl sömürgecilik
anlayışıyla hemen aynıdır. Nike
’ın
denizaşırı fabrikalardaki çalışma koşullarıyla ilgili
kendisine soru sorulan Genel Müdür John
Woodward
şunları söylüyor: “Bunları
incelemek bize düşmez. Fabrikalardaki işçi sorunlarının
farkındayım ama gerçek sorunun ne olduğunu bilmiyorum. Bilmem
gerektiğini de sanmıyorum... Evet ücretler biraz düşük. Ancak
biz buraya gelerek, başka türlü iş bulamayacak olan binlerce
işsize iş verdik...”16
Serbest
Bölge Sömürüsü
Sri
Lanka’da bir serbest bölgede yer alan tekstil fabrikasında
araştırma yapan Avustralyalı bir gazeteci Peter
Mares
şöyle yazmaktadır; “...Ancak
yaşayabilecek kadar para kazanabiliyorlardı. Eve gönderecek
paraları olmuyordu. Her 30 ya da 40 kadına bir musluk ve tek bir
tuvaletin düştüğü ufacık odalarda, altı ya da daha çok kişi
kalıyordu. Bana aşırı zorlamadan kaynaklanan
yaralanmalardan,
kötü çalışma
koşullarından
ve saatler süren zorunlu fazla mesainin neden olduğu göz ve
solunum yolları hastalıklarından ve cinsel tacizden söz ettiler.
Köylerine dönecek olurlarsa kendi başlarına kente giden genç
kızlara yakıştırılan cinsel serbestlik hikayeleri nedeniyle
evlenme şansları da pek olmayacaktı. ‘Gidecek hiçbir yerimiz
yok. Kendi vatanımızda sığınmacı gibiyiz’ diyorlardı...”17
Guatemala’da,
ABD şirketlerine fason mal üreten bir fabrikada çalışma
koşulları şöyleydi; “kadınların
tuvalete gidebilmek için ustabaşından izin almaları
gerekmektedir. Ve bu da cinsel tavizler vermeyi gerektirebilir. Çoğu
kadın dayak yemiş ve cinsel istismara uğramıştır. Ustabaşı
hamileleri ayıklamak için düzenli olarak her on beş günde bir
karınlarını hedef alarak kadın işçileri dövmektedir. Bazı
fabrikalar insanların kaçmalarını önlemek için, sabahın iki ya
da üçüne dek kapılarını sürgülemektedirler...”18
Her
Yer Aynı
İnsanlar
Yeni
Dünya Düzeni
uygulamalarıyla; yerel alışkanlıklarını, tarihsel birikimlerini
ve yaşamlarına yön verme olanaklarını yitirmiş durumdadır.
Yoksullukları giderek artmaktadır. Yetersiz ücret ve ilkel çalışma
koşullarıyla da olsa, iş bulabilen insanlar kendilerini şanslı
saymaktadır. 18 ve 19.yüzyılın köle pazarlarıyla; 15 sent saat
ücretiyle örgütsüz işçilerin çalıştırıldığı toplama
kamplarına dönüştürülmüş fabrikalar arasında büyük
benzerlik vardır.
Eskiden
panayır meydanlarında, gücü, gençliği bağırılarak tanıtılan
köleler bugün; “ellerinin
küçüklüğü”,
“söz
dinlerliği” ve
“örgütsüzlüğü”
bilgisayar kayıtlarına geçirilerek medya olanaklarıyla
tanıtılıyor. 18.yüzyılın köleleri 21.yüzyıla girerken,
“ücretli
köleler”
üstelik “çok
düşük ücretli köleler”
durumuna gelmiştir.
DİPNOTLAR
1 “Küresel
Düşler” R.J.Barnet-J. Cavanagh,
Sabah Kitapları, sf.234
2 a.g.e.
sf.234
3 “A
Contact for Under Development:Subcontracting for Multinationals in
the Philippine Semiconductor and Garment Industries” Cornelia
H.Aldana,
IBON Databank, Philippines 1989, sf.98-101, ak. R.
J.Barnet-J.Cavangh
Sabah Kitapları, sf.263
4 “Inrenational
Subcontracting Arrangements in Electronics Between Developed
Market-Economy Countries and Devloping Countries,”
UNCTAD Secretariat TD/B/C 2/144/Sup.1 1975, ak. Nuri
Yıldırım “Uluslararası Şirketler”
Cem Yayınları, sf.124
5 “United
Nations Development Program”
Human Development Report 1992 (New York:United Nations, 1992) sf.6,
ak. R.J.Barnet-J.Cavanagh
“Küresel Düşler”
Sabah Kitapları, sf.235
6 “America’s
Immigration ‘Problem’ “
Saskia
Sassen
World Policy, Fall 1989, sf.814, ak. a.g.e. sf.237
7 “Birt
of the Secon Generation” Ho Kwon Ping,
For Eastern Economic Review 18.05.1979 sf.76, ak. a.g.e. sf.257
8 “Paying
to Lose Our Jops” Charles Kernagham
sf.11, ak. a.g.e. sf.257
9 “Spring
in Their Step” Mark Clifford
05.11.1992 sf.56, ak. a.g.e. sf.258
10 “Spring
in Their Step” Mark Clifford,
Far Eastern Economic Review 05.11.1992 sf.56 ak. a.g.e. sf.258
11 “Nike
Halkla İlişkiler’den Dusty Kidd ile Söyleşi”
09 07 1993 ak. a.g.e. sf.258
12 “Küresel
Düşler” R.J.Barnet-J.Cavanagh
Sabah Kitapları, sf.258
13 a.g.e.
sf.259
14 a.g.e.
sf.259
15 Boston
Globe 30.12.1991 ak. R.J.Barnet-J.Cavanagh
“Küresel Düşler”
Sabah Yayınları, sf.259
16 “Running
a Business”
Schwarz sf.16, ak. a.g.e. sf.259
17 “24
Hours Supplement” Peter Mares
sf.8 ak. R.J.Barnet-John
Cavanagh “Küresel Düşler”
Sabah Kit., sf.259
18 “National
Labor Committee in Support of Democracy and Human Righs in El
Salvador” Wolker Rights
and the New Word Order. (New York:National Labor Committee 1991) ak.
a.g.e. sf.263
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder