Lozan
Konferans’ına 12 ülke katıldı, ama “esas
görüşme ve tartışmalar İngiltere’yle Türkiye arasında
oldu”.
Lord
Curzon,
karşısındakini eski Osmanlı Türkü sanıyordu. Ancak,
yanıldığını çabuk anladı. “İlkelerini
her şeyin üstünde tutan vatansever bir tutumla”
karşılaştı. “Doğulularda
böyle şey olmaz”,
“Türkler
nasıl bu hale geldi?”
diyerek şaşkınlığını dile getiriyor, “nedenini
bir türlü anlayamadığı”
değişimi, çözmeye çalışıyordu. Lozan’da
ortaya çıkan “yeni
Türk tipi”,
ulusal hakların savunulmasında yüksek nitelikli bilinç ve direnç
gösteriyor, oraya neden geldiğini, neyi nasıl elde edeceğini
biliyordu. Batı gazetelerinde şaşkınlık ifade eden yorumlar
yapılıyor, The
Times,
“Acaba
Türkiye, bir mucize ile uygar bir devlet mi oldu?” diyordu.
Yalnız Türkiye
Vahdettin’in
ülkeden kaçışından 3 gün sonra, 20 Kasım 1922’de, Lozan’da
barış görüşmeleri başladı. Bir yanda, katılımcı olarak
İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Japonya, Romanya ve kısmî
katılımcı-gözlemci olarak, ABD, Sırbistan; Sovyetler Birliği,
Bulgaristan, Belçika, Portekiz; diğer yanda yalnızca Türkiye
vardı.1
Birinci Dünya Savaşı’nı kazanan devletler, hazırladıkları
Sevr
Anlaşması’nı
TBMM hükümetine kabul ettirememişler; Anadolu’ya çıkartılan
Yunanlıları yenen Türkler, Lozan’a, yenilgiyi kabul eden Almanya
ve Avusturya’dan farklı olarak, yengi kazanmanın özgüveniyle
gelmişlerdi.
İngiltere
ve müttefikleri Konferans’a, Türkiye’yi hala, “Dünya
Savaşı’nın yenik ülkesi”
görerek ya da öyle görünerek gelmişti. Almanya ve Avusturya’ya
Versailles‘da
yapılanın benzeri, Lozan’da
Türkiye’ye yapılacak ve Küçük
Asya’daki
Batı çıkarları, korunacaktı. Ortadoğu’ya verilecek yeni
biçim, uluslararası bir anlaşmayla meşrulaştırılacak, Osmanlı
İmparatorluğundaki ayrıcalık (imtiyaz) haklarının korunması
koşuluyla,
Yeni Türkiye’nin sınırları belirlenecekti.
Batının
Umduğu
Türkiye’yi
Osmanlı İmparatorluğu’nun küçülmüş devamı, Ankara
yöneticilerini de Babıâli bürokratları sanıyorlardı. Müttefik
kurullar üzerindeki etkisi açıkça görülen Lord
Curzon,
İsmet
Paşa’yı,
“Hindistan’daki
uyruklarından biri”2
gibi
görüyor, Fransız temsilcisi Bompard
ona “eski
bir Osmanlı sadrazamıymış gibi tepeden bakıyordu”3
Sınırlar,
askeri eyleme bağlı olarak büyük oranda belirginleştiği için
fazla zaman almayacak, “ekonomik
bilinçten yoksun Türklere”,
geçmişten gelen ticari ve hukuki ayrıcalıklar (kapitülasyonlar)
yenileriyle birlikte kolayca kabul ettirilecekti. Eski düzen yeni
koşullarla sürdürülecek, önemli bir dirençle karşılaşılmayacak,
Konferans uzun sürmeyecekti. Müttefikler, İsviçre’nin Leman
Gölü
kıyısındaki gezimsel (turistik) kent Lozan’a
bu düşüncelerle gelmişlerdi.
Türkiye’yi,
İsmet
(İnönü) Paşa,
Dr.Rıza
Nur
ve Hasan
(Saka) Bey’den
oluşan kurul temsil edecekti.4
Kurul Başkanı İsmet
Paşa,
bu görevi, taşıdığı ağır sorumluluk nedeniyle istemeyerek
kabul etmişti. Deneyimli bir asker olarak nasıl savaşılacağını
iyi biliyor, ancak “Avrupa
diplomasisi ve onun kurnaz şeflerinin sinsi silahlarıyla”5
başedecek diplomatik çatışmayı yeterince bilmiyordu.
Sağlık
sorunları nedeniyle, “Almanya
ve Avusturya’da geçirdiği birkaç hafta dışında”6
Avrupa’ya hiç gelmemişti. Komutanı Mustafa
Kemal,
görüşmelerin her aşamasıyla ve hemen her maddeyle bizzat
ilgilenmekle birlikte, onu yabancısı olduğu bir alanda
görevlendirmiş ve ülke geleceğini belirleme gibi ağır bir
sorumlulukla Lozan’a
göndermişti.
Temel
Amaç; Ulusal Egemenlik
Mustafa
Kemal,
Vahdettin’in
kaçtığı ve Lozan
Konferansı’nın
başladığı 1922 Kasım sonundan, Cumhuriyet’in ilan edildiği
1923 Ekim sonuna dek geçen 11 ay içinde, tehlikeli belirsizlikler,
siyasi mücadeleler ve çatışmalarla dolu gerilimli bir dönem
geçirdi. İçerde, düzeysiz bir karşıtçılıkla (muhalefet)
uğraşırken, dışarda silahla kazanılan zafer’in
kalıcılaştırılması için çalıştı.
Ulusal
egemenlik
haklarını Avrupalılar’a kabul ettirmek için büyük bir
mücadeleye girmişti. Kapitülasyonlar
tümüyle kaldırılacak, Türkiye artık kendi kararını kendi
veren, her yönüyle bağımsız ve özgür bir ülke olacaktı.
Bunlar,
büyük devletlerin azgelişmiş ülke yöneticilerinde kesinlikle
görmek istemedikleri nitelikler, sözünü bile duymak istemedikleri
amaçlardı. Büyük bir dirençle karşılaşacağını biliyordu,
ancak dirence dirençle karşılık vermeye kararlı ve hazırdı.
Amaca
ulaşmak için, dayanılacak ana güç, Kurtuluş
Savaşı’nda
olduğu gibi, ulusal birliği sağlamak ve bağımsızlığı
seçeneği olmayan toplumsal amaç haline getirmekti. Dışa karşı
güçlü olmayla içerde birliği sağlama arasındaki dolaysız
ilişki, gerçekleştirilmesi güç ama başarılması zorunlu bir
görev ortaya çıkarıyordu. Ulusal birliğe zarar veren
karşıtlıklar giderilmeli, toplumun her kesimi aynı amaç
çerçevesinde birleştirilmeliydi.
Yoğun
bir çalışma ve her zaman olduğu gibi, ölçülü ama atak bir
eylemlilik içine girdi. İçerdeki düzeysiz karşıtlıkla uğraşıp
yeni devletin temelini atarken, 8 ay süren Lozan
görüşmelerinin her aşamasıyla yakından ilgilendi, yurt içi
çalışmalarını Lozan’daki
gelişmelere göre düzenledi.
Lozan’da;
onaylanacak, geri çevrilecek, değiştirilecek ya da yapılacak
önerilere karar veriyor, görüşme taktikleri belirliyor ve Türk
Kuruluna güç veren destek iletileri gönderiyordu.
Lozan
gibi çok önemli bir konuda bile, bunlarla uğraşmıştı. Elindeki
kadronun yetersizliğini bildiği için, her zaman yaptığı gibi,
başarıya yönelen ve insan kazanmayı gözeten dengeli davranışını,
sıradışı
bir
sabırla burada
da sürdürdü. “Bir
yana hak vererek öbür yanı susturma yoluna”7
gitmedi, her iki tarafı da kırmamaya çalıştı. Yansız ama
gereğini yapan genel tutumunu sürdürdü.
Türkiye’ye
Bakış
Müttefikler’in
gözünde Türkiye, “Genel
Savaş’ta yenilmiş ancak daha sonra Anadolu’ya çıkan
Yunanlılar’ı yenmiş bir ülkeydi.” 8
Kendilerini, destekleyip kışkırttıkları Yunanlılardan ayrı
tutmaya, her ne pahasına olursa olsun geleneksel istekleri olan
kapitülasyon haklarını korumaya, hatta geliştirmeye
çalışıyorlardı. Onlar için önemli olan adil
bir barış
değil, çıkarlarını
koruyan bir barıştı.
Türkler,
“atalarından
gelen savaşçılıklarıyla”,
Yunanlıları yenmeyi başarmışlardı ama ekonomiyle bütünleşen
bir ulusal istenç (irade) onlardan beklenemezdi. “Sanayiden
yoksun, parasız ve yoksul”
bir ülke, “diplomasinin
kaygan alanında”9
bu bilinci gösteremez, gösterse de uzun süre direnemezdi.
Müttefiklerin Türkiye’ye ve onu temsil eden Delegeler
Kurulu’na
bakışı buydu.
“Yeni
Türk Tipi”
Lozan
Konferans’ına 12 ülke katıldı, ama “esas
görüşme ve tartışmalar İngiltere’yle Türkiye arasında
oldu.”10
İsmet
Paşa’yı
“en
yüksek fiyatı koparmak için pazarlık yapan, sonunda verilen
fiyata razı olan halı satıcısı”11
gibi gören Lord
Curzon,
karşısındakini eski Osmanlı Türkü sanıyordu. Ancak,
yanıldığını çabuk anladı. “İlkelerini
her şeyin üstünde tutan vatansever bir tutumla”12
karşılaştı. “Doğulularda
böyle şey olmaz”,
“Türkler
nasıl bu hale geldi?”
diyerek şaşkınlığını dile getiriyor, “nedenini
bir türlü anlayamadığı”13
değişimi, çözmeye çalışıyordu.
Lozan’da
ortaya çıkan “yeni
Türk tipi”14,
ulusal hakların savunulmasında yüksek nitelikli bilinç ve direnç
gösteriyor, oraya neden geldiğini, neyi nasıl elde edeceğini
biliyordu. Batı gazetelerinde şaşkınlık ifade eden yorumlar
yapılıyor, The
Times,
“Acaba
Türkiye, bir mucize ile uygar bir devlet mi oldu?”
diye soruyordu.15
İngiliz
Delegeler
Kurulu’ndan
William
Tyrrell,
Lozan’da
karşılaştığı “yeni
Türkler”
için şöyle söylüyordu: “İki
çeşit Türk biliyorduk; biri eski Türk, ki öldü. Biri de Jön
Türk, ki artık o da yok oldu. Şimdi onlardan çok başka bir tip
görüyoruz. İsmet Paşa. O bizim için artık üçüncü Türk’ü
canlandırıyor... Barışı bu Türkle imzalayacağız.”16
İsmet
Paşanın Diplomatlığı
İsmet
Paşa,
kendisini, Konferans’a
hemen ağırlığını koyan Lord
Curzon’la
eşit görüyor ve Türkiye’nin, “savaş
galibi”
İngiltere’yle eşdeğerde olduğunu gösteren davranışlarda
bulunuyordu. “Biz
buraya Mondros’tan değil, Mudanya’dan geliyoruz”
diyordu.17
Kendine
özgü bir mücadele yöntemi vardı. “Ne
denli önemsiz olursa olsun her noktayı tartışıyor”,
çoğu kez, savaşlardaki top atışları nedeniyle, “kulaklarının
iyi işitmediğini”
söyleyerek kimi sözleri “duymuyordu!”
“Önceden
hazırladığı uzun konuşmalar yapıyor”
durmadan “arkadaşlarına
danışıyordu”.
Sürekli olarak, Ankara’yı aramak için zaman istiyor, yanıtlarını
hep “ilerdeki
toplantılara”
bırakıyordu.18
Ankara’ya
gerçekten çok sık danışıyordu. Önceden saptadıkları hemen
tüm önemli konuları, Mustafa
Kemal’e
soruyor, onun bildirimleri yönünde davranıyordu. Lozan’daki
“Yeni
Türk tipini”
yaratan, Kurulda görev alanlar değil, Türkiye’nin Ankara’daki
yeni önderiydi.
Barış
için önceden saptadığı, “değiştirilemez
koşulları”,
Lozan’a
İsmet
Paşa
aracılığıyla o iletiyordu. Kendilerini, dünyanın egemenleri
gören büyük devlet yetkilileri, o güne dek görmedikleri, “alttan
almayan”,
“kafa
tutan”
özgüvenli davranışlarla karşılaşıyordu. Lord
Curzon
ve müttefikleri için rahatsız edici ana sorun, sömürge ve yarı
sömürgelere yayılma olasılığı yüksek bir antiemperyalist
istençle (irade) karşılaşmış olmalarıydı. Bu istencin
arkasındaki güç, Mustafa
Kemal’di.
Fransız tarihçi Benoit
Méchin,
onun için, “tarihte
çok az insan Mustafa Kemal gibi emperyalizme karşı durabilir”
diyecektir.19
Mustafa
Kemal’in
isteği, çok basit ve anlaşılır bir şeydi: “Kan
bedeli ödenerek”
kurtarılan Türk topraklarında; kimseye karışmadan, kimseyi
karıştırmadan, kendi geleceğine kendisi karar vererek barış ve
bağımsızlık içinde yaşamak… Geçmişin yanlışlarına
yeniden düşmek istemiyordu. “Fetih
düşüncesi ona cihat düşüncesi kadar yabancıydı.”20
Ulusun
gücünü aşan her türlü girişime, sonucu olmayan serüvenlere
karşıydı. “Amaca
ulaşmak için izleyeceğimiz yolu, duygularımızla değil aklımızla
çizmeliyiz”
diyordu.21
Türkiye’yi, geçmişte yaşadığı olumsuzluklardan ders alarak,
“sağlam
sınırlarla çevrili, uygar, merkezi ve bağımsız bir ulus”
yapacaktı.22
Lozan,
onun için, bu girişimi dünyaya kabul ettirecek, önemli bir ilk
adımdı.
Lozan’da
gerçekleştireceği işin; uluslararası boyutunu, ezilen ülkelerde
ortaya çıkaracağı direnci, bu direncin büyük devletler için ne
anlama geldiğini biliyordu. Bu güç işi başarmak için, sonuna
dek gidecekti. Ezilen uluslara çağrılar yapıyor ve “Türkler
artık kendilerini ezdirmeyecektir. Türklerin yapacaklarını örnek
alın. Dünya, o zaman daha iyi olacaktır”
diyordu.23
İngiltere
Güç Durumda
Lord
Curzon
ve müttefiklerinin, sömürge ve yarı sömürgelere örnek olacak
yaygın bir bağımsızlık dönemi başlatacak Türk istemlerini
kabul etmesi çok güç ve İngiltere için tehlikeli bir işti.
Barış yapılmalı, ama koşulları Türklerin istediği gibi
olmamalıydı.
Ancak,
Ankara dayatıyor, geri adım atmıyordu. Ayrıca, Lozan’da
sonuç alınamazsa, anlaşma dışı bırakılacak bir Türkiye,
Sovyetler Birliği’ne daha çok yakınlaşabilir, bu da başka tür
sakıncalı sonuçların ortaya çıkmasına neden olabilirdi.
Türkiye’den,
yeni bir savaşı göze alan açıklamalar geliyordu; oysa Avrupa’nın
savaşacak gücü kalmamıştı. Karşılaşılan siyasi açmaz,
dünya siyasetine yön vermeye alışkın büyük devlet
yöneticilerini, şimdiye dek hiç yaşamadıkları bir çaresizlik
içine sokmuştu. Çaresizlik, blöf
politikasıyla
aşılmaya çalışıldı. Ancak Ankara korkutmaya dayalı gerçek
dışı girişimleri kavrayacak ve önlem geliştirecek bilinçli bir
tutum sergiliyordu, blöfü
gerçekle
bastıracak
yeteneğe sahipti.
İsmet
Paşa’nın,
“on
yıl birden yaşlandım”
dediği sekiz aylık Lozan
süreci, “sinir
sağlamlığı gerektiren”
böyle bir ortamda yaşandı. Hukuki
ve ticari ayrıcalıklar,
Konferans’ın
ana gündemi gibiydi. Avrupalılar ayrıcalıkların
sürmesinde, Türkiye ise kaldırılmasında son derece kararlıydı
ve bu iki yaklaşımın uzlaşma olasılığı yok gibi görünüyordu.
Lord
Curzon,
çaresizliğini o denli açık ediyordu ki, “üzerinde
güneş batmayan Büyük Britanya İmparatorluğu”’nun
diplomatlığıyla ünlü bu Dışişleri Bakanı, “Türkiye
için rahatsız edici oluyorsa, kapitülasyon yerine başka bir
sözcük kullanabiliriz” 24
gibi gülünç önerilerde bulunabiliyordu.
Curzon’un
Çaresizliği
Türk
isteklerine karşı başlangıçtaki alaycı yaklaşım, giderek
saldırgan bir karşıtlığa dönüştü... Ulusal
egemenlik
ve bağımsızlık
konularında gösterilen kararlılık, alaycılığın yerini kaygı
ve korkunun almasına yol açmıştı. Öyle görülüyordu ki,
Türkler ekonomik bağımsızlık konusunda, söylediklerinin
bilincindeydiler ve bunları elde etmeden, herhangi bir belgeye imza
atmayacaklardı.
Curzon,
dizginleyemediği bir öfke ve çoğu kez “diplomatik
nezakete uymayan”
bir saldırganlık içine girmişti. ABD Delegasyonu’nda yer alan
ve daha sonra Türkiye’de Büyükelçilik yapan Charles
H.Sherrill’in
anılarında aktardıkları, Curzon’un
Lozan’daki
ruh halini ortaya koymaktadır: “Curzon’un
odasına gitmiştik. Bir anda Curzon göründü. Kızgın bir boğa
gibi odaya girdi. Bizlere baktı ve parmağını havada dolandırarak
aşağı yukarı yürümeye başladı. Durmadan ter döküyor ve
içerdekilerin yüzlerine bakıyordu. Birden bağırdı: ‘Dört
korkunç saatten beri oturumdayız. İsmet her sözümüze şu bayat
ve adi sözcükle yanıt verdi’;
‘bağımsızlık
ve ulusal egemenlik!’.
Curzon’a,
İsmet
Paşa’nın
hangi sorunda anlaşmazlık çıkardığını sordum. ‘Ekonomik
ve hukuksal sorunda’
yanıtını verdi.. Herşey bitmişti. Curzon
ızdırap ve korku içindeydi. İsmet
Paşa’yla
görüşmemizin yararlı olup olmayacağını sorduk; yeniden
harekete geçmek istediğimizi söyledik. İsmet
Paşa’yla
bir saat kadar konuştuk. Korkunç derecede yorgun olduğu
görünüyordu. Kendilerine önerilen ekonomik maddelerin, Türkiye’yi
malî ve sınaî tutsaklığa sürükleyeceğini söylüyordu...
Türkçe birkaç sözcük söyleyerek ayağa kalktı. Sonradan,
aramızda bulunan ve Türkçe bilen Gillespie’den,
‘kalbim
tıkanıyor’
dediğini
öğrendik.”25
Görüşmeler
Kesiliyor
Görüşmeler,
4 Şubat 1923’te kesildi. ABD delagasyonu, Konferans’ın
kesilmesinin ana nedenini, Washington’a, “Türklerin,
özel yargı hakları ve ekonomik imtiyazlara ait hükümlerde, her
türlü uzlaşmayı reddetmeleridir”
diye bildirmişti.26
Müttefikler, İsmet
Paşa’nın, hiçbir
biçimde ödün vermediği, “bağımsızlık”
ve “ulusal
egemenlik”
direncinin arkasındaki ana gücün Mustafa
Kemal
olduğunu biliyor, ona büyük bir öfke ve düşmanlık
duyuyorlardı. Amerikalı Senatör Upshow’un
1927 yılında Temsilciler Meclisi’nde yaptığı konuşma,
günümüze dek gelen Mustafa
Kemal
karşıtlığının ortak ifadesi gibiydi: “Lozan
Antlaşması, Timurlenk kadar hunhar, müthiş İvan kadar sefil ve
kafatasları piramidi üzerine oturan Cengiz Han kadar kepaze bir
diktatörün, zekice yürüttüğü politikasının bir toplamıdır.
Bu canavar, savaştan bıkmış bir dünyaya, bütün uygar uluslara
onursuzluk getiren bir diplomatik anlaşmayı kabul ettirmiştir.
Buna her yerde Türk zaferi dediler.”27
Görüşmelerin
kesilmesi, ülke içinde, sesini yükseltmeye hazır karşıtçıları
(muhalifleri) harekete geçirdi. “Barış
fırsatı kaçırıldı”
diyorlar, saldırılarını, İsmet
Paşa’dan
çok ona yöneltiyorlardı. Yabancılar gibi, Lozan’a
yön verenin, o olduğunu biliyorlardı. Türk toplumunun geleceğini
belirleyecek ulusal bir sorunu, siyasi çıkarları için
kullanmaktan çekinmediler. Ülkenin içten ve dıştan
sıkıştırıldığı bir dönemde, onunla ve kurmaya çalıştığı
yönetimle uğraştılar.
Dışarda,
başarılması gereken bir antlaşma sorunu, içerde altından
kalkılması gereken büyük boyutlu sorumluluklar varken; zamanının
önemli bir bölümünü, karşıtçılığı izlemeye ve Meclis
kararlarına bağlı kalarak denetim altında tutmaya çalıştı.
Ülke önemli bir dönemden geçerken, çözüm bekleyen yaşamsal
sorunlar ortada dururken, iç siyasi çekişmelerle uğraşmak
zorunda kalmasına son derece üzülüyordu. Türkiye’deki
gelişmelerden ve ordudan haber soran İsmet
Paşa’ya,
22 Aralık 1922’de yazdığı mektupta; “Meclis’te
bazı görüşlere karşı, daima uyanık ve izleyici olma
zorunluluğu beni üzüyor. Bir tarafa ayrılamıyorum. Halife’ye
saltanat hukuku vermek hevesinde bulunan gericilerin
(mürtecilerin)
gizli
girişimleri, beni çok sinirlendiriyor. Fevzi
Paşa
İzmir’dedir. Yakup
Şevki Paşa,
gözündeki hastalığından Avrupa’ya gitti, Kolorduları Batı
Cephesi Karargahı’na bağlandı. Ordu iyidir; hazırdır”
diyordu.28
Uyarıcı
Açıklamalar
Türkiye’nin
kararlılığını göstermek için, Lozan’daki
karar vericilere gönderme yapan uyarı niteliğinde ve bir birini
tamamlayan bir dizi açıklama yaptı. Açık ve net konuşuyor,
“egemenlik
hiçbir anlamda, hiçbir biçimde, hiçbir renk ve belirtide ortaklık
kabul etmez”29
diyor, eski alışkanlıkları sürdürmek isteyen anlayışlarla
sonuna dek mücadele edileceğini söylüyordu.
Söylediklerini
yapma ya da yapmayacağını söylememe
alışkanlığı bilindiği için, hem uyarı hem de meydan okuma
niteliğindeki sözleri, etkili oluyordu. Batının karar vericileri,
ya Türkiye’nin isteklerini kabul edecekler ya da onunla
çatışacaklardı. Gönderilen iletilerin özü buydu.
22
Aralık 1922’de, İngiliz Morning
Post
gazetesi muhabiri Grace
M.Ellison’la
görüştü. Lozan’da,
bağımsızlığa
ve ulusal
egemenliğe
zarar veren tüm önerilerin reddedileceğini ve bu tür istemlere
şiddetle karşı koyulacağını söyledi. Sözleri kararlılığının
düzeyini gösteriyordu: “Bizim
elde etmeğe kararlı olduğumuz tam bağımsızlık ülküsüne,
meydan okuyacak herhangi bir kişi varsa; o kişi, bu ülkümüzden
ilham almış bütün Türkleri ortadan kaldırma imkanlarını
arayıp bulmalıdır”
diyordu.30
Üç
gün sonra, 25 Aralık 1922’de Fransız Le
Journal muhabiri Paul
Erio’yla görüştü.
Konferansın ilerlemediğini, “beş
hafta içinde önerilen sorunlardan hiçbirini”
çözmediğini ve Türkiye’nin ileri sürdüğü isteklerin,
“ülkenin yaşaması
ve bağımsızlığını sağlaması için gereken şartların en
azı”31
olduğunu söyledi.
Kapitülasyon
konusunun, “tartışılmasını
bile ulusal onura yönelmiş bir hakaret”
sayıyor ve Avrupalıları şu sözlerle uyarıyordu: “İngilizlerin
gerçeği görmedeki duraksamasına hayret ediyorum. Duraksama
sözcüğünü kullanırken, düşüncemi eksik bir biçimde
açıklamış oluyorum, Fransa ve İtalya’nın izlediği fazla
tarafsız tutum, hayretimi uyandırmaktan geri durmuyor. Lozan bize,
hayret ve şaşkınlık veren başka manzaralar da
göstermekten geri
durmadı.
Kapitülasyonların,
Konferans’ta birçok toplantıda konu edilmesini bir türlü
anlayamıyoruz. Bu sorunun, söz konusu edilip görüşme konusu
yapılması bile ulusal onurumuza yöneltilmiş bir harekettir.
Kapitülasyonların Türk milleti için, ne derece nefret edilen bir
şey olduğunu size anlatmam güçtür. Bunları, yeni biçim ve
adlar altında gizleyerek, bize kabul ettirmeyi başaracaklarını
sananlar, bu konuda çok yanılıyorlar. Türkler, kapitülasyonların
sürmesinin, kendilerini kısa süre içinde ölüme götüreceğini
çok iyi anlamışlardır. Türkiye tutsak olarak mahvolmaktansa, son
nefesine kadar mücadele etmeye kesin karar vermiştir.”32
25
Ocak 1923’te Alaşehir’e
geldi ve halka yaptığı konuşmada, Lozan’da
büyük devletlerin kabullenmek istemediği ulusal
egemenlik
konusunu işledi. Beş ay önce Alaşehir’i “ateşler
içinde bırakan”
Yunanlıları “buralara
getiren”
gücün, büyük devletler olduğunu belirtti ve Türk ulusunun
egemenliğini kayıtsız şartsız ele alıp bu güce karşı
direnmeseydi, “bütün
milletin şimdi yabancıların kölesi”
olacağını söyledi. “Bundan
sonra kazanacağımız zaferler”,
“ekonomi,
bilim ve eğitim zaferleri olacaktır”
dedi ve ulusal egemenliği tanımak istemeyenleri şu sözlerle
uyardı: “Artık
eski felaketli günler geri gelmeyecektir. Bütün düşmanlarımız,
bütün dünya anlamıştır ki, egemenliğini çok kıskanç bir
biçimde savunan ve koruyacak olan milletimiz, ülkeye ayak basacak
düşmanları kovacak ve mahvedecektir.”33
Lozan’da
tartışma konusu yapılmak istenen, ulusal
egemenlik
konusundaki bir başka açıklamayı, Alaşehir’den iki gün sonra,
27 Ocak 1923’te İzmir’de yaptı. Annesinin mezarı başında,
duygulu bir ortamda yaptığı açıklamada, ulusal
egemenliği
koruma yönündeki kişisel kararlılığını şu sözlerle dile
getirdi: “Validemin
ruhuna ve bütün ecdat ruhuna ahdettiğim vicdan yeminimi tekrar
edeyim. Validemin kabri önünde ve Allah’ın huzurunda yemin
ediyorum. Bu kadar kan dökerek milletin elde ettiği ve
güçlendirdiği egemenliği, koruma ve savunmak için, gerekirse
validemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Ulusal
egemenlik uğruna canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu
olsun.”34
Lozan’a
yönelik açıklamalarını, Konferans’ın bitimine dek sürdürdü.
15 Ocak’ta Eskişehir, 16 Ocak’ta İzmit, 22 Ocak’ta Bursa, 2
Şubat’ta İzmir, 5 Şubat’ta Akhisar, 7 Şubat’ta Balıkesir,
17 Şubat’ta İzmir İktisat Kongresi ve 20 Mart’ta Konya’da
konuştu.
Batılı
gazetecilere ve Türk halkına yaptığı açıklamalardan sonra,
konuyla ilgili kararlılığını gösteren, belki de en dikkat
çekici açıklamayı, Türk Ordusu’na bir çağrıyla yaptı. 16
Nisan 1923’te, Lozan
görüşmelerinin kesildiği dönemde yapılan çağrıda şunları
söylüyordu: “Meşru
hukukumuzu sağlamak için, devletçe yapılmakta olan barış
girişiminin sonucunu, sakince ve güven içinde bekliyoruz. Sonuç,
bizim yeniden harekete geçmemizi gerektirecek biçimde belirirse;
savaşma ve yiğitlik yolunda, aynı vatansever coşkuyla
yürüyeceğimiz doğaldır.”35
“Uluslararası
Hukuk Kütüğüne Çakılan Zafer”
Tarihçi
Nobert
Von Bischoff’un,
“Türk
silahlarının, kazandığı zaferi, uluslararası hukukun kütüğüne
geçirmesidir.”36
diye tanımladığı Lozan
Antlaşması,
24 Temmuz 1923’te Lozan Üniversitesi tören salonunda imzalandı.
ABD’nin
imzalamadığı Antlaşma’yı, TBMM 23 Ağustos’ta onayladı ve
işgal güçleri, silahlarıyla birlikte Türkiye’den ayrılmaya
başladılar. “Generalleri
ve askerleriyle”
son birlikler, 2 Ekim 1923 Salı günü, Dolmabahçe önünde, “Türk
bayrağını ve Türk askerlerini selamlayarak” denize
açıldı. 13 Kasım 1918’de Boğaz’da söylediği sonucu elde
etmiş, “yüzyıllarca
beslenmiş kötü amaçlarla”37
Türkiye’ye gelenler, “geldikleri
gibi gitmişlerdi.”38
Ankara,
görüş ve isteklerini büyük oranda Batıya kabul ettirmiş,
ulusal
egemenlik
haklarına yönelik ana amacı etkilemeyen ve çoğu geçici kimi
uzlaşmalarla barış sağlanmıştı. Son iki yüz yılda, Türklerin
Avrupaya karşı kazandığı tek siyasi başarı olan bu antlaşma,
gerçek bir “diplomatik
zaferdi”.
“Türkiye,
Batı devletleri ve Yunanistan’la arasındaki savaş durumuna son
vermiş”39
Misak-ı
Milli
sınırlarını ve tam bağımsızlığını kabul ettirmiş, ezilen
uluslara emperyalizmin yenilebileceğini göstermişti. Fransız
Robert
Lambel’in
söylemiyle, “Türkiye
artık Osmanlı İmparatorluğu değildi”
ve yeni Türk Devleti elde ettiği başarıyı, “Mustafa
Kemal’in dinamizmiyle başından beri coşturduğu Ankara’daki
milliyetçilerin başa çıkılmaz iradesine borçluydu.”40
Kurtuluş
Savaşı
ve onun politik sonucu Lozan
Antlaşması,
hem Batının gelişmiş ülkeleri, hem de Doğunun ezilen ulusları
üzerinde, 20.yüzyıla yön veren büyük bir etki yaptı. Kısa
süre içinde Türkiye’nin sorunu olmaktan çıkarak evrensel
boyutlu bir bağımsızlık simgesi haline geldi. Askeri ve hemen
ardından gelen siyasi başarı, emperyalist tutsaklıktan kurtulmak
isteyen sömürge ve yarı-sömürgelerde büyük bir uyanış
sağladı, onlara örnek oldu.
DİPNOTLAR
- Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, 12.Cilt, sf.7560
- “Atatürk” Lord Kinrose, Altın Kitaplar Yay., 12.Basım, İst.-1994, sf.417
- a.g.e. sf.417
- Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, 12.Cilt, sf.7560
- “Atatürk” Lord Kinrose, Altın Kitaplar Yay., 12.Basım, İst.-1994, sf.416
- a.g.e. sf.416
- “Nutuk” M.K.Atatürk, 2.Cilt, TTK, 4.Baskı, Ank.-1999, sf.1033
- “Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi” Afet İnan, TTK, Ankara-1977, sf.101
- “Mustafa Kemal” Benoit Mechin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.243
- Büyük Larousse, Gelişim Yay., 12.Cilt, sf.7560
- ”Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Baskı, İst.-1994, sf.421
- a.g.e. sf.422
- a.g.e. sf.422
- a.g.e. sf.417
- a.g.e. sf.435
- a.g.e. sf.417
- “Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi” Afet İnan, TTK, 1977, sf.101
- ”Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Baskı, İst.-1994, sf.417
- “Mustafa Kemal” Benoit Mechin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.242
- a.g.e. sf.242
- “Mustafa Kemal Eskişehir-İzmit Konuşmaları” Kaynak Y., 1993, sf.77
- “Mustafa Kemal” Benoit Mechin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.242
- a.g.e. sf.242
- “Atatürk’te Konular Ansiklopedisi” S.Turan, Y.K.Y., 2.Bas., 1995, sf.345
- “İlk ABD Büyükelçisinin Türkiye Hatıraları”John Grew, 2.Cilt, Cumhuriyet Kitap, sf.50-51
- “Amerikan Belgelerinde Lozan Konferansı ve Amerika” Fahir Armaoğlu, Belleten C.LV.Ağustos 1991, S.213, sf.500; ak. “70.Yıldönümünde Lozan” T.C.Kültür Bakanlığı, sf.34
- “Amerika, NATO ve Türkiye” Prof.Dr.Türkkaya Ataöv, sf.172; ak., Emin Değer, “Oltadaki Balık”, Çınar Araş., 5.Baskı, sf.182
- “70.Yıldönümünde Lozan” T.C.Kültür Bakanlığı, sf.33
- “Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, TTK, 4.Baskı, Ank.-1999, sf.933
- “Bir İngiliz Kadın Gözüyle Kuvayı Milliye Ankarası” Grace M.Ellison, 1973; ak. U.Kocatürk, “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” İş.B.Y., sf.220-221
- “Atatürk’ün Bütün Eserleri” 14.Cilt, Kaynak Yay., İst.-2004, sf.197
- a.g.e. 14.Cilt, sf.198
- a.g.e. 14.Cilt, sf.389
- a.g.e. 14.Cilt, sf.394
- “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” Prof.Dr. U.Kocatürk, İş.B.Y., sf.233
- “Türkiye’deki Yeni Oluşan Bir İzahı” Norbert Von Bischoff, Ank.-1936, sf.149-150; ak. “70.Yılında Lozan” Kültür Bak. Yay., sf.94
- “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri-IV” Kaynak Y., 3.Bas. 2001, sf.142
- “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” Prof.Dr.U.Kocatürk, İş Bank.Yay., sf.74
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi Kit., 8.Baskı, İst.-1983, sf.128
- L’İllustration (Paris), 28.07.1923; Bilal Şimşir, “Dış Basında Laik Cumhuriyetin Doğuşu” Bilgi Yay., Ank.-1999, sf.188
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder