Bir zamanlar eylemleriyle ses
getiren işçi devinimi, son dönemlerde kalıcı bir durgunluk ve
eylemsizlik içine girdi. Geçmişte güç kullanılarak
etkisizleştirilen sendikal savaşım şimdi yasal düzenlemeler ve
işsizlik korkutmasıyla etkisizleştiriliyor. Küresel politikaların
çalışma yaşamına verdiği yeni biçim; düşük ücret, ücretsiz
fazla çalışma ve sosyal güvensizlik üzerine kurulu 19. yüzyıl
koşullarında çalışan iş yerleri ortaya çıkıyor.
Yaşananlardan yalnızca işçiler değil tüm çalışanlar
etkileniyor, kazanılmış haklarını yitiriyor.
Geçmişten
Gelen
Günümüz
küreselleşme uygulamalarının işçi kazanımları açısından ne
anlam taşıdığını ve önemini görmek için; işçi sınıfı
savaşımının; ortaya çıkışını, gelişimini, dünya
siyasetine yaptığı etkiyi ve bugünkü durumunu kısa da olsa
incelemek gerekir.
19.Yüzyıl
Kapitalizmi
Batı
Avrupa kapitalizminin gelişip güçlenmesi için gerekli olan işgücü
gereksinimi, doğal olarak önce, sanayileşen ülkelerin kendi
ulusal pazarlarından karşılanmıştır. Feodalizmin ortadan
kaldırılmasıyla, emeğinden başka satacak bir şeyi olmayan özgür
yurttaşlar durumuna gelen serfler,
(toprağa bağlı köylüler) kentlere akın ederek, büyük bir işçi
ve yedek işçi ordusu oluşturmuştu. “Vahşi
kapitalizm”
adı verilen bu dönem, Batıdaki emek sömürüsünün, hiçbir
kısıtlamaya bağlı olmadan yoğun olarak sürdürüldüğü acılı
bir dönemdi.
Çocuk
İşçiler
1840
yılında Almanya’nın 30 bin nüfuslu Elberfeld
kentinde 2500 çocuk, okulda
değil fabrikada büyümüştü.
1848’de Prusya’da, yaşları 14’ten küçük 32 bin çocuk
günde
14–15 saat ağır sanayi işlerinde çalışmaktaydı. Bir Optik
Sanayi kuruluşu olan Rothenower’in
yetkilileri işletmelerinde, “Yalnızca
8–13 yaşlarında oğlan çocuklarını çalıştırdıklarını ve
bunların okullarını
aksatmadıklarını”
söyleyerek övünüyorlardı.
Wuppertal’de
dokuma sanayindeki işçilerin yüzde 70’i çocuktu. Aachen’li
fabrikatörler çocukları, “Geceleyin
ama yalnızca 11 saat” çalıştırdıklarını
ancak “Gündüz
okula göndermeyi savsaklamadıklarını”
bir özveri örneği olarak açıklıyordu.1
Fransa
ve İngiltere’de durum ayrımlı değildi. Fransa’da 1847’ye
dek çalışma süresi günde en az 15 saatti. Çocuk emeği ucuz
olduğundan ve çocuklar “makinalar
arasında kolaylıkla dolaşıp büyüklerin yapamayacağı ince
işleri başarabildikleri”
için, işe alınmada güçlük çekmiyordu. Çalışma yaşı 3–4
yaşlarından başlıyordu.2
Örgütlenme
ve Çalışma
İşçiler,
sayıları ve bilinç düzeyleri arttıkça örgütlenmeye başladı.
Ancak, bu yöndeki girişimler, 19.yüzyıl boyunca aşırı güç ve
yasal engellerle bastırıldı. Sıradan ya da kapsamlı her türlü
örgütlü eylem ve hak isteme, yeğinlikle (şiddetle) karşılaştı
ve hemen her eylemde kan döküldü.
Yaptıkları
işin gereği olarak birbirlerine yakınlaşan ve dayanışma
duyguları gelişen işçiler giderek yaygınlaşan bir biçimde
gizli örgütlenmelere yöneldi.
Mesleki
örgütlenmeyi
bile yasaklayan yasalar, sınıf örgütlenmelerini “topluma
karşı işlenmiş suçlar”
kapsamına almıştı.
Bu
dönemde işçiler, dernek adı altında, siyasi parti ve sendika
işlevini gören gizli örgütler kurdular;
bu
örgütlerde;
Aileler
Derneği, Mevsimler Derneği, İnsan Hakları Derneği, Eşitler
Derneği gibi
adlar kullandılar.
Sendikaların
Ortaya Çıkışı
19.yüzyılın
ortalarından sonra, sermaye yoğunluğu arttı ve üretim
çeşitlenmeye başladı. Bu gelişme herbiri ayrı üretim
özellikleri olan ve çok işçi çalıştıran büyük işletmelerin
ortaya çıkmasına neden oldu. Aynı işletmede çalışan işçilerin
sayılarının artması ve bu işçilerin üretim süreci içindeki
konumlarının benzer duruma gelmesi, onları işyeri esasına göre
örgütlenmeye götürdü.
Paylaştıkları
sorunların artmasıyla dayanışma duyguları daha da gelişen
işçiler, örgütsel düzeylerini yükselttiler ve işyeri düzeyinde
giriştikleri savaşımla, somut ekonomik ve toplumsal kazanımlar
elde etmeğe başladılar.
Sendikal
örgütlenme bu dönemde ortaya çıktı. Sendikalar ücret
artışları, toplumsal haklar ve işyerine özgü sorunların
çözümünde başarı sağlamakla kalmadı, işçilerin demokratik
ve politik istemleri yönünde de savaştı. İşçilerin sınıf
bilincine ulaşmasında önemli bir işlevi oldu.
Batı
demokrasisi, sendikal savaşımdan geçerek siyasi partilerini kuran
ve politik atılım içine giren işçi devinimiyle biçim buldu;
sendikal kazanımlar, ülkelerin demokratik gelişiminin bir
göstergesi durumuna geldi.
Sınıf
Bilinci
20.yüzyıla
girerken, 1850–1900 arasındaki elli yıllık savaşım, işçi
sınıfını eskisiyle kıyaslanamayacak düzeyde geliştirmişti.
İşçiler, bu gelişim için ağır bir bedel ödemişti ancak
ödenen bu bedel sonucunda; güvenceden yoksun, aldığı ücretle
geçinemeyen, günde 15 saat çalışan ve gizlice örgütlenen
işçiler yerine; düşüngüsel (ideolojik) donanıma sahip,
sendikalarda örgütlenen ve politik amaçlara yönelen direngen ve
güçlü bir sınıf ortaya çıkmıştı.
İşçilerin,
sınıf bilincine ulaşarak ekonomik–demokratik kazanımlarını
yükseltmesi; bununla yetinmeyerek politik savaşıma yönelmesi;
kaçınılmaz olarak işçi devinimi üzerindeki baskının daha
kapsamlı ve daha dizgeli (sistemli) duruma getirilmesine neden oldu.
Baskının boyutu, biçimi ve yeğinliği değişti ancak niteliği
değişmedi; yasal
ya da yasa dışı baskı, varlığını yoğunlaşarak sürdürdü.
Siyasi
Bilincin Yükselmesi
19.yüzyıl
sonlarıyla 20.yüzyıl başlarında, örgütlü işçi deviniminde
belirgin bir yükselme yaşandı; grevler artarken politik yönelişler
de artmaya başladı. Hükümetler işçi eylemlerine karşı, her
zaman olduğu gibi önce polisi, yeterli olmazsa ordu birliklerini
kullandı.
ABD’nde
Pennsylvania
maden işçilerinin 1875 grevi, önce işletmenin silahlı adamları
tarafından basıldı, öncü işçiler öldürüldü, işin geri
kalanını devlet üstlendi ve hukukla ilgisi olmayan
yargılamalar sonucu 19 grevci işçi idam edildi.
1886’da
Belçika’da,
1889’da Ruhr’da,
ve 1892’de Ostrava’da
(Çekoslavakya),
hükümet birlikleri grevci işçilere ateş açtı ve çok sayıda
işçi öldürüldü. 3 Mayıs 1986’da Chicago’da,
Mc
Cormick
işçilerine polisin ateş açması sonucu 4 işçi vurularak
öldürüldü.3
Rusya’da
Lena
altın madeni işletmesinde grev yapan işçilere, ordu birlikleri
işçileri üzerine gönderdi ve yüzlerce
işçi öldürüldü. 1905 yılında, Çar’a çocuklarıyla
birlikte dertlerini anlatmaya giden işçilere ateş açılması
sonucu 1300 işçi öldürüldü.4
Fransa’da
Courriere
kömür madenlerinde 10 Mart 1906’da ortaya çıkan grev 1200
işçinin ölümüyle
sonuçlandı.5
Şiddet
Yeterli Olmuyor
Uygulanan
şiddet, işçileri sindirmedi, tersine onların daha savaşkan bir
davranış içine girmelerine neden oldu. Silahla bastırılan her
eylem, daha kararlı ve daha yaygın eylemlere yol açıyor ve
işçiler yalnızca ulusal sınırlar içinde değil, uluslararası
düzeyde de dayanışma içine giriyordu. Bu gelişmeye karşılık
İngiltere’de, günümüzdekilere çok benzeyen yeni bir uygulamaya
geçildi. İşçi eylemleri polis ve silahla değil, işçilerin en
az donanımlı olduğu hukuksal alanda baskı altına alınmaya
çalışıldı.
20.Yüzyıl
ve İşçi Devinimi
İşçi
eylemleri ve sendikal savaşım, 20.yüzyıl boyunca değişik
yoğunluklarla tüm dünyaya yayıldı ve hemen her ülkede toplumsal
yaşamı belirgin bir biçimde etkiledi. Savaşımın sınırları,
ekonomik ve toplumsal alanları aşarak yönetimi de içeren, geniş
kapsamlı politik amaçlara yöneldi.
Birçok
ülkede işçi eylemleri siyasi erki ele geçirmeyi amaçlayan bir
strateji izledi ve bu strateji, 20.yüzyıl dünya politikalarına
yön verdi.
Yeni
Dönem
20.yüzyılda
birçok politik ve toplumsal değişim yaşandı, yeni kavramlar yeni
alışkanlıklar, yeni anlayışlar ortaya çıktı; yaşam biçimleri
ve gereksinimler değişti, görkemli bir teknolojik gelişme
yaşandı; bilimsel araştırma teknikleri ve uzmanlaşma çeşitlendi,
bilgisayar ve robotlar üretimin etkili birimleri durumuna geldi;
ancak emekle sermaye arasındaki çelişkinin niteliği değişmedi.
Üretim
biçiminin niteliğinden kaynaklanan bu çelişki, toplumsal yaşam
içinde, yüzyıl öncesinin yöntemleriyle baskı ve sorun üretmeyi
sürdürüyor. İşçi savaşımında belirgin bir düşüş
yaşanıyor ancak dünya 21.yüzyıla emek-sermaye çelişkisi
bakımından 20.yüzyıla girdiği koşullarla giriyor. 20.yüzyıl
başında, uygulanan baskının sonucu olarak işçi eylemlerinde,
dikkat çekici bir düşüş yaşanmıştı. Çalışanlar üzerine
baskı, değişik yöntemlerle ve daha yoğun olmak üzere, bugün de
sürüyor.
Yüzyıl
Başındaki İşçi Eylemi
İngiltere’de
1899 yılında 719 grev gerçekleşmiş, yeğinlik ya da hukuksal
baskılar sonucu bu sayı 1904 yılında yarı yarıya azalarak
346’ya düşmüştü. 1890’lı yıllardaki grevlerin yüzde 40’ı
işçilerin başarısıyla sonuçlanırken bu oran 1905 yılında
yüzde 23’e düşmüştü.6
ABD’nde
1893-1898 arasında 1,7 milyon işçiyi kapsayan
7029, 1899-1904 yılları arasında ise 2,6 milyon işçiyi
kapsayan 15 463 grev meydana gelmişti. Amerikan şirketleri grev
dalgasının yayılması üzerine profesyonel grev kırıcılarını
devreye soktular ve sonuçta kan döküldü.
Özellikle
göçmen işçiler arasında ırk, dil, din ayrılıkları
kullanıldı; bu yolla işçilerin birliği önlenmeğe çalışıldı.
Pinkertonizm
denilen gizmen (ajan) büroları hemen her yerde yeğinlik
yöntemleriyle devreye sokuldu. İşverenler, Üreticiler
Ulusal Birliği adıyla
örgütlenerek sendika yöneticileriyle grevci işçilerin ABD’nin
hiçbir yerinde işe alınmamasını sağlayan bir örgüt ağı
kurdular.
Mahkemeler
grevleri erteledi ve önceden tasarlanmış kışkırtıcı
eylemlerin yasal sorumluluğu hemen her yerde grevci işçilere
yüklendi. Yoğunlaşan iki yönlü baskı sendikal gelişmeyi
önledi. Örneğin 1904 yılında 1.676.000 üyesi olan Amerikan
İşçi Federasyonu (AFL)
yavaş yavaş çökmeye başladı.7
Yüzyıl Öncesine Dönüş
ABD
ve Batı Avrupa ülkelerinde, bugün işçi kazanımlarının
yitirilmesi ve sendikal savaşımın yüzyıl öncesine benzer duruma
gelmiştir. İşsizlik, düşük ücret, sosyal güvensizlik gibi
sorunlar işçilerin günlük yaşamına yeniden ve daha yoğun
olarak girmesine neden oldu. Gelişmiş ülkelerde yaşanan iş ve
işçi sorunlarının eskiyle olan benzerliği, doğal olarak şirket
çıkarlarının belirlediği piyasa işleyişinin değişmezliğine
dayanmaktadır.
Üretim
teknikleri, teknolojik olanaklar ve hukuksal düzenlemeler
değişmektedir ancak “en
yüksek kâr (maksimum kâr) eğilimi”
ve bu eğilimin bağlı olduğu emek-sermaye çelişkisi, baskı
altında olsa da varlığını uzlaşmaz niteliği ile
sürdürmektedir. Son ikiyüz yıl içinde Batıda, sermaye
güçleriyle işçiler arasında zaman zaman değişen güç
dengeleri, birbirlerine karşı dönemsel üstünlükler sağladı
ancak savaşımın niteliği değişmeden sürdü. Şimdi,
küreselleşme adıyla sermaye güçlerinin üstün göründüğü
bir dönem yaşanıyor.
Küreselleşmenin
Getirdiği
Küreselleşme
uygulamalarının yıkıcı sonuçları, kaba ve ilkel gerçekler
olarak tüm insanlığın karşısına dikilmektedir. Gerçek bozulma
ve baskı, küreselleşmeye karşı savaşımın temel gücünü
oluşturan ulusal bağımsızlık ve işçi eylemine yönelmiştir.
Azgelişmiş
ülkeler üzerinde ağır bir
egemenlik kurulmuş, grevler durmuş,
sendikalı işçi sayısı azalmıştır. Yalnızca yabancı sermaye
alan azgelişmiş ülkelerde değil, gelişmiş ülkelerin
anavatanlarında da, 1850’lerin çalışma koşulları geri
gelmiştir. Batının büyük kentlerinde sosyal güvenlikten yoksun,
günde 12 saat çalışılan “işyerleri”
ortaya çıkmaktadır. Yaygınlaşan “ücretsiz
fazla çalışma” tam
bir angarya durumundadır. Aile üretimi, parça başına ücret,
fason üretim, mal değiş tokuşu, çocuk işçi çalıştırma
yeniden yaygınlaşıyor. Dünya feodalizme adeta geri götürülüyor
ve geriliklerle dolu bu çöküş sürecine küreselleşme adı
veriliyor.
İşçiler
Direnemiyor
Tekelci
şirketler bugün, artan akçalı güçleri, politik nüfuzları ve
örgütlü yapılarıyla, örgütsüz işgücü karşısında ezici
bir üstünlük sağlamış durumdadır. Bu bir gerçektir. İşçi
haklarını savunan partiler, politika sahnesinden adeta
çekilmişlerdir; işçi temsilcileri artık parlamentolara
girememektedir. Sendikalar eski güçlerini yitirmiş, grevler etkin
birer silah olmaktan çıkmıştır. İşçiler, bu kez, işlerini
yitirmemek için sendika ve grevlerden uzak durmaktadır.
ABD’nde
Durum
Ford,
1987 yılında Cuautitlan’daki yirmi üç yıllık fabrikasını
yaşanan bir grev nedeniyle kapattı. Üç hafta sonra fabrikayı
yeniden açtığında, ücret artışı için grev yapan işçilere
eski ücretlerinin yarısını veriyordu… General
Motors,
zarar ettiği gerekçesiyle Michigan ya da Teksas’daki
fabrikalarından birini 1992
yılında kapatacaktı. General
Motors, taşıma
bedelleri yüksek olmasına karşın Teksas’daki fabrikayı
değil Michigan’daki fabrikayı kapattı. Çünkü Teksas’daki
işçiler, fazla çalışma ücreti almadan üç
vardiya çalışmayı kabul etmişti.8
ABD’de,
bin ya da daha fazla işçiyi ilgilendiren grevlerin sayısı
1960’larda yılda 300’ken bu sayı 1991’de
40’a düştü.9 Aynı
ülkede üretim birimlerinin denizaşırı ülkelere taşınması
nedeniyle 1969-1979 yılları arasındaki on yılda tam 35 milyon
Amerikalı işçi işsiz kaldı.10
1990’ların
başında ABD’nde çalışan tüm işçilerin yalnızca yüzde
16’sı sendika üyesiydi. 1993 yılında Amerikan iş gücünün
yüzde 18’i haftada 40 saat çalışıyor, buna karşılık
yoksulluk sınırının altında yaşamlarını sürdürebilecek
ücretler alıyordu.11
Avrupa’da
Durum
İş
ve işçi sorunları Avrupa’da da yoğun biçimde yaşanmakta
ve işsizlik sürekli artmaktadır. İngiltere’de
1966-1976 arasında, bir milyondan çok fabrika işi yitirildi. Aynı
dönemde motorlu araçlar, gemi yapımı, metal işleme, makina ve
elektrik mühendisliği alanlarında iş alanı yüzde 10 ile yüzde
20 arasında azalmıştır.
Lancashire’da
dokuma endüstrisinde 500 bin işçi işini yitirmiştir. Fransa’nın
Kuzeydoğusu ile Belçika’nın Batısı’ndaki endüstri
bölgelerinde işsizlik oranı 1973’de yüzde 1 iken 1990’da
yüzde 12’ye yükselmiştir.12
Avrupa
Giyim ve Deri İşçileri Sendikası Genel Sekreteri Patrick
H.Schert
1997 yılında şunları söylüyordu: “Şu
anda Avrupa Birliği içinde 20 milyondan fazla işsiz var.
Sendikalar çok güçsüzleşti. Buna karşı çıkmak için yeni bir
sendikal yapı, yeni bir iş bölümü ve yeni bir eğitim
gerekiyor.”13
Feodalizme
Geri Dönüş
19.yüzyıl
başlarında görülen ve el işçiliğine dayanan “ev
üretimi” ya da “aile
üretimi” dünyanın
her yerine yayılmaktadır.
“Gölge Ekonomi”
adı verilen bu tür üretim etkinliklerini inceleyen Amerikalı
ekonomist Ann Misch
şunları söylüyor: “Yunanistan’ın
kuzeyinde evde oturan çocuklu kadınlar, çocuklara bakmanın ve ev
işi yapmanın yanı sıra, günde en az on iki saat dikiş dikerler.
Hollanda’da sütyenlere kopça takarlar. İtalya’da ayakkabı
dikerler. Meksika’da oyuncak ve kalem
montajı yaparlar...”14
Uluslararası
Hazır Giyim İşçileri
Birliği’nden Sunan
Cowell ise şu saptamayı
yapıyor: “Ev işi,
Amerikan hazır giyim sanayisinin önemli bir bölümüdür.
Alışverişin yoğunlaştığı dönemlerde, Paskalya ya da Noel’de
mağazalara mal
yetiştirebilmek için kadınlara evlerinde fason iş
verilir.”15
ABD’de
yayınlanan News Week
gazetesi, 10 Eylül 1990 tarihli sayısında şunları yazıyor: “New
York Manhattan’daki harap atölyelerde işçiler kemerlere boncuk
takmakta ve bu işçilere Meksika’da blucin diken kadınlara ödenen
ücret ödenmektedir. Tıpkı yüzyıl öncesinde olduğu gibi,
bugünün köle fabrikaları da bir emek-yoğun üretim alanı olan
dokuma işinde bulunmaktadır.”16
Sorunu
Aşmak
Küreselleşme
politikalarının işçi hakları ve örgütlü savaşım açısından
dünyanın tümü üzerinde kurduğu baskı, kesin olarak bir geri
dönüş uygulamasıdır. Yaşam koşullarından hoşnut
olmayanların, özellikle işçiler ve diğer çalışanların,
yakındıkları koşullardan kurtulmaları için, her şeyden önce
bu durumun nedenini ve niteliğini anlamış olmaları gerekir.
Siyasi örgütlenme ve işçi savaşımının, günümüzde aldığı
biçimi doğru algılamak, uygulanabilir izlenceler (programlar)
üretmek ve bunları yaşama geçirmek, ancak dünya ve ülkeyi
tanımakla olanaklıdır.
DİPNOTLAR
- Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ans.,İletişim Y., 1.C., sf.55
- a.g.e. sf. 102 ve 234
- “19.Yüzyılda Fransa’da İşçi Kültürü” Ahmet İnsel, Sos.ve Top. Müc.Ans., İletişim Yay., sf.405
- “Sovyetler Birliği Komünist Partisi Tarihi” Aydınlık Y., sf.82
- “1914’e Kadar Sanayi İlişkileri” Georges Lafrance “20.Yüzyıl Tarihi” Gelişim Yay. Sayı 15, sf. 292
- “1914’e Kadar Sanayi İlişkileri” Georges Lafrance “20.Yüzyıl Tarihi” Gelişim Yay. Sayı 15, sf.288
- a.g.e. sf. 289
- “Küresel Düşler” R.J.Barnet-J.Cavanagh, Sabah Kit., sf.253-252
- Washington Post 05.07.1992; ak. R.J.Barnet-J.Cavanagh Sabah Kit., sf. 233
- “Deindustrialization” Barry Blvestone, sf. 31; ak. a.g.e.sf. 233
- “Küresel Düşler” R.J.Barnet-J.Cavanagh, Sabah Kit., sf.246-263
- a.g.e. sf. 219
- “Küreselleşme Avrupa’daki İşçiyi de Ezdi” Cum. 27.12.1997
- “Küresel Düşler” R.J.Barnet-J.Cavanagh, Sabah Kit., sf. 234
- a.g.e sf. 234
- Newsweek 10.09.1990, sf. 51 – 52; ak. a.g.e. sf. 261
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder