Kazanç amaçlı şirketlerle
siyasetle uğraşan partiler arasında, ne gibi bir ilişki olabilir
ya da olabilir mi? İlgi alanları, çalışma biçimleri,
ilişkileri; birbirinden uzak gibi görünen bu iki oluşum, nasıl
ve nerede birlikte olabilir, ortak bir tutum içine girebilir?
Şirket-parti
ilişkisi, özellikle günümüzde sanılandan çok yoğun ve
yaygındır. Şirketin
belirleyici, partinin
uygulayıcı olduğu bu ilişki, günümüzdeki küresel politikanın
temelinde yer alır. Şirketin
yönetim erkine gereksinimi vardır, bu gereksinimi doğal olarak
siyasi savaşım örgütü olan partilerle
karşılar. Şirketler,
devlet üzerindeki etkisini koruyup güçlendirmek için, siyasi
partileri denetim altında tutmak zorundadır.
Şirket
Birimleri Küçülüyor, Ülkeler ve Partiler Etkisizleşiyor
Uluslararası
büyük şirketler 1970’lerden sonra, küçük birimlerde
örgütlenmeye başladılar. Küçük ve özerk şirket birimleri;
değişime kolay uyum gösteriyor, pazar esnekliğiyle alıcı
(müşteri) duyarlılıklarına daha iyi yanıt veriyordu;
çalışanları az işletme giderleri düşüktü. Bu nedenlerle,
tekelci şirketler, küçük alt birim şirketleri açıp işgücünün
ucuz, hammaddenin yakın olduğu azgelişmiş ülkelere yayıldılar.
Bu yöntemle, az ve ucuz işçi çalıştıran ve yerel ölçülere
uyum gösteren birimlerle örgütlenerek daha çok getiri (kâr)
sağladılar.
Uluslararası
şirket etkinliklerinin küresel örgütlenmede aldığı yeni biçim,
bu biçime uyumlu pazar türünü yaratma isteğini de beraberinde
getirdi. Küresel pazar, uluslararası şirketlerin istem ve
gereksinimine uygun duruma getirilmeliydi. Bu eğilim, temelinde
şirket özgürlüğünün sınırsızlığı bulunan iki tür
gelişmeye yol açtı. Bir yandan gelişmiş ülke merkezli ortak
pazarlar ortaya çıkarken öte yandan azgelişmiş ülkelerde, ulus
devlet yapılarını etkisizleştiren dağılma ve bölünme
eğilimleri yaygınlaştı. Küçük birimlerde örgütlenen
şirketler, kendi yapılarına uygun düşen güçsüz ve küçük
ülkeler istiyordu. Bu istek azgelişmiş ülkelere karşı, yeğinlik
(şiddet)
ve baskı içeren büyük devlet politikalarına dönüştü. Nitekim
1990–2000 arasındaki on yılda, parçalanmalar yoluyla, 25 yeni
ülke ortaya çıktı.
Yönetimi
amaçlayan örgütler olarak siyasi partilerin gelişmeden
etkilenmemeleri olanaksızdı. Azgelişmiş ülke partileri başta
olmak üzere, yapısı ve gücü ne olursa olsun dünyadaki tüm
partiler bu gelişmeden değişik oranlarda etkilendiler. Bu durum
gelişmiş ülkelerdeki siyasi parti işleyişini pek etkilemedi. Bu
ülkelerde, düzeni ayakta tutan siyasi ve yönetimsel denge;
partileri de içine alarak çok önceden kurulmuş ve siyasi partiler
denetim altına alınmıştı. Adları ve siyasi görünümleri ne
olursa olsun az sayıdaki parti, düzende herhangi bir değişime yol
açmadan sırayla yönetime geliyordu.
Çok
Partiden Oluşan Tek Parti Rejimi
Azgelişmiş
ülkelerde ise durum başkaydı. Sorunları bol ve savaşım
(mücadele) gücü yüksek bu ülkelerde siyasi örgütlenme, küresel
güçlerin sürekli birinci sırada önem verdiği bir konuydu.
Halkın ve ulusun haklarını savunan partilere karşı önce yoğun
ve ağır bir şiddet uygulandı. Daha sonra varlığına izin
verilen partiler tam olarak ele geçirildi ya da yeni partiler
kuruldu. Politik yaşam o denli denetim altına alındı ki, değişik
ad ve siyasi görünüm taşısa da parlamentoya giren tüm partiler,
küresel güçlerin belirlediği tek bir politikayı uyguladılar;
siyasi yaşam, bir tür
tek parti düzeni
durumuna geldi.
Artık
bu partilere bile pek gereksinim duyulmuyor; teknokrat
ya da uzman
görünümlü elemanlar aracılığıyla doğrudan yönetim dönemine
geçiliyor. Hükümetler ya da parti üst yönetimleri ülke dışında
belirleniyor ve belirlenen kişiler, yüksek yetkilerle ülkeyi
yönetiyor. Sömürgecilik döneminin genel
vali işleyişine çok
benzeyen bu gelişme, siyasal partileri, kaçınılmaz olarak,
partiden başka herşeye benzeyen örgütler durumuna getiriyor.
Azgelişmiş
ülkelerde halk içinde, bağımsızlık isteği ve ulusçu
eğilimler, güçlü bir biçimde yaşamaktadır. Ancak, büyük
devlet çıkarlarıyla çelişen ve özellikle Sovyetler Birliği’nin
dağılmasından sonra küresel egemenliğin tek ereği (hedefi) durumuna
gelen azgelişmiş ülkeler; bugün ekonomiden politikaya, kültürden
yönetim işleyişine dek çok yönlü ve kapsamlı bir sarılmışlık
içindedir. Akçalı (mali) ve siyasi güç ya da şiddetle sağlanan
örgütsüzleştirme ve partisizleştirme girişimleri, söz konusu
edilen sarılmışlığın somut sonuçlarıdır.
Baskıya
Karşı Özgürlük
Baskıyla
sağlanan örgütsüzlük bugün ne denli gerçekse, baskıya karşı
toplumsal tepkinin gelişecek olması da o denli gerçektir. Yaşam
süresini doldurmamış olguların, yaşanmamış süreçlerin, güç
kullanarak ortadan kaldırılması ya da bir başka deyişle baskı
ve şiddetin toplumsal yaşamın kurallarını belirlemesi sürekli
olamaz. Bu nedenle, bugün yaşanan parti bunalımı, olumsuz bir
baskı döneminin geçici olgularıdır. İçinde yaşadığı
koşullardan hoşnut olmayan insanlar, bu koşullardan kurtulmak için
örgütlenmekten başka yollarının olmadığını görecek ve bu
yönde yeniden savaşıma girişecektir. Bu, tarihin tüm
dönemlerinde böyle olmuştur.
Tekelci
şirket egemenliğinin aşırı yoğunlaştığı bir dönemden
geçiliyor. Yaşadıkları sorunlara çözüm bulmak isteyen ülke ve
parti yöneticileri; küreselleşmeyi, küreselleşmenin oluşturduğu
uluslararası ilişkileri ve bu ilişkilerin insanlar üzerinde
kurmuş olduğu baskıyı, her yönüyle görmek ve kavramak
zorundadır. Ülke sorunlarını çözmenin ön koşulu olan bu
kavrayışın somut sonucu, anti–emperyalist bilince sahip olmak ve
bu bilincin gereğini yerine getirmek için örgütlenmektir. Siyasi
partiler bu örgütlenmenin en önemli unsurlarından biridir.
Tekelci
Şirket Demokrasisi; Faşizm
Partileri
ve onlara yaşam veren “demokrasiyi”,
başta gelişmiş ülkeler olmak üzere dünyanın her yerinde
denetim altına alan tekelci şirket egemenliği, açık ya da örtülü
ve her zaman geçerli, dizgeli (sistemli) bir şiddete dayalıdır.
Gerçek yaşamda herhangi bir değer taşımayan ancak sürekli dile
getirilen “demokrasi”
ve “özgürlükten”
söz edilecek ise, bu sözcüklerin gerçek karşılığının “tekel
demokrasisi” ya da
“tekel özgürlüğün”’den
başka bir şey olmadığı bilinmelidir. Bu nedenle tekelci şirket
gereksinimlerinin yön verdiği küresel işleyiş için kullanılan,
“yeni–feodalizm”
ya da “yeni–faşizm”
tanımları, bu işleyişin niteliğiyle büyük oranda uyuşmaktadır.
Yönetim yöntemlerinde geçerli olan kurallar ve bu kuralların
uygulanış biçimleri incelendiğinde, feodalizm ya da faşizm
tanımlarının küreselleşmeyle dikkat çekici bir örtüşme
içinde olduğu görülecektir.
Prof.Dr.Türkkaya
Ataöv bu örtüşmeyi,
ABD için şöyle dile getirmektedir: “Amerika’da
her türlü karşıtçılık (muhalefet), üniversiteler dahil,
dizginlenmiş ve ‘yapısal’
bir baskı altına alınmıştır. İki partiye dayanan siyasi düzen,
düzen dışına taşan karşıtçılığa (muhalefete) izin vermez.
Beyaz Saray’da, Kongre’de ya cumhuriyetçiler olur ya da
demokratlar. Üçüncü
bir partinin güçlenme olanağı yoktur. Eskilerin saygın kurumları
kimi üniversiteler bile, aykırı düşünenleri, sözleşmelerini
yenilememekle tehdit etmektedirler. Yurttaşların bilgi edinme
yolları kapalı olmaktan başka, birtakım arşivler yeni
buyruklarla gizli tutulmaktadır. Askeri mahkemelerin yetki sınırının
genişletilmesi, yüksek bilgisayar teknolojisinden yararlanarak
insanların fişlenmesi ve egemen düzenden ayrılanlara ‘gereğinin
yapılması’
gibi demokrasi karşıtı uygulamalar, karşıtçılığı daha da
sindirmeye yöneliktir. Amerika’da demokrasi yerine faşizmin
saltanat sürdüğünü görmek için, saygın bir Amerikan kaynağı
olan Webster Büyük
Sözlüğü’ndeki faşizm tanımına bakmak yeterlidir.”1
Tepkiler
Yayılıyor
Tekel
egemenliğine yönelik saptamalar artık, “sol
kuramsal belirlemeler”
denilerek soyutlanamıyor. Her geçen gün daha çok insan,
küreselleşmenin yarattığı sorunları yaşayarak görüyor ve
küreselleşmeye karşı örgütlenerek tepki veriyor. Dünya
politikasına yön veren büyük devlet politikacıları ve kimi
şirket patronları bile, “küresel
uygulamaların aşırılıklarından”
ve “yaratacağı
tehlikelerden” söz
ediyor. Dünya sermaye piyasalarından büyük paralar kazanmış
olan küresel vurgunculardan (spekülatörlerden) George
Soros şunları söylüyor:
“Bırakınız yapsınlar
bırakınız geçsinler kapitalizminin ve piyasa değerlerinin
yaşamımızda denetimsiz yayılması, açık ve demokratik
toplumumuz için büyük bir tehlike oluşturuyor. Denetimsiz
kapitalizmin, bireysel çıkarları genel çıkarın üzerine koyması
ve parayı bütün değerlerin tek ölçüsü olarak yerleştirmesi,
gelir dağılımında bozukluk ve yoksulluk yaratmaktadır.
Demokrasiye en büyük tehdit bizzat kapitalizmden geliyor.”2
Amerikalı
araştırmacı William
Greider’ın saptamaları
ise, dünyada nasıl bir demokrasi olduğunu ve siyasal partileri
kimlerin “öldürdüğünü”
açık bir biçimde ortaya koyuyor. Greider,
Halka Kim Söyleyecek?
adlı kitabında şunları
söylüyor: “Şirketler
doğaları gereği demokratik örgütler olarak işlemezler. Ancak,
yine de politik oluşumları, siyasal partileri ve diğer temsili
kurumları ele geçiren onlardır. Demokrasinin kendisi artık
paranın esiri olmuştur.”3
Sovyetler
Birliği’nden kaçarak İsviçre’de 20 yıl yaşayan ünlü Rus
yazarı Aleksandr Zinoviev
ise, 24 Temmuz 1999 tarihli Fransız Le
Figaro gazetesinde
şunları yazıyor: “Dünya;
büyük şirketlerin, bankaların ve uluslararası örgütlerin
oluşturduğu tek bir gücün egemenliği altına girmiştir.
Ulusların egemenliği eskiden dünya çapındaki çoğulculuğun ve
demokrasinin temel unsurlarından biriydi. Şimdi ise küresel güçler
egemen devletleri ezip geçiyor. Uluslarüstü bir dünya egemenliği
için çoğulculuk yok ediliyor. Artık çaresiz durumdaki insanların
haklarını savunabilecek siyasi bir güç kalmamıştır.
Aralarındaki ayrım her geçen gün azalan siyasi partilerin
varlığı, artık biçimcilikten (formaliteden) başka bir şey
değildir. Şimdi yaşanan şey ‘demokratik totalitarizm’ ya da
‘totalitarizmin demokrasisinden’ başka bir şey değildir.”4
DİPNOTLAR
- “ABD Demokrat mı Faşist mi?” Prof.Dr.Türkkaya Ataöv Cumhuriyet, 13.03.2003
- “The Allantic Monthly” 24.01.1997
- “Who Will Tell Tehe People?”, ak. R.J.Barnet-C.Cavanagh, “Küresel Düşler”, Sabah Kit., 1995, sf.271
- La Figaro Magazin 24.07.1999
Kuresel sirketlerin,kucuk alt sirketlerini ulusal devlet olma gucu zayif ulkelerde
YanıtlaSilacma nedenleri esas olarak bu alt sirketlerinin kucuk zayif yapisi degil, butun grubun(ana sirket cikarinin) karinin artilirmasinin,geldikleri ulkenin cikarlari ile celismesidir. Bu celiski kontrol edilebilir zayif devletleri gerektiriyor. Cunki alt sirket
lerin girdi cikti iliskisi,yerlesilen ulkenin basta dis ticaret dengesi olmak uzere
tum kaynak kullanimlarini olumsuz etkiliyor. Bu olumsuzluk halkin kontrol edebildigi guclu bir ulus devlette ulusustu ana grup tarafindan surdurulemediginden azgelismis ulkelerde kendi gucune ve kontroluna dayali ulus devlet
ler kuresel sirketlerin bas dusmani oluyor.Alt sirketin girdi-cikti iliskisi,ana grubun cikarina ve gelinen kontrol edilebilen ulkenin ise daima zararina yol aciyor.Esyanin dogasi geregi bu zitlik,kuresellesme ve ulus devleti,birbirinin bas dusmani yapiyor.
Sayın Adsız, küçük alt şirketlerin zayıf yapıda olmaları gibi bir değerlendirme yazıda bulunmamaktadır.Tam tersi bunlar küçük ölçekli yapılarıyla her tür gelişmeye dirençli, değişime kolay uyum gösteren denetim altına alınması güç yapılardır.Bunlar yazıda açıklanmıştır. Bunun dışında yazdıklarınız doğrudur ve yazıda bulunmaktadır. Saygılarımla.
YanıtlaSil