Orta
Asya’dan
Kalde’ye,
Sümer’den
Hindistan’a,
Etiler’den
Asurlular’a
dek birçok kültürden pay alarak gelişen İran uygarlığı;
binlerce yılın sağladığı birikimle, büyük bir olgunluğa,
özgün bir inceliğe ve uyumlu bir bütünlüğe ulaşmıştır. Bu
büyük uygarlık içinde; yazın, bilim, bilgelik, heykelcilik,
resim, el sanatları, mimarlık ve kent planlaması alanlarında,
dönem dönem çağını aşan yapıtlar üretildi. Ancak, İran’ı
herhalde en çok öne çıkaran; siyaset, eğitim ve kamu
yöneticiliği konularında sağlanan birikim olmuştur. Dünyanın
büyük bölümü, ilkel bir gerilik içindeyken İran’da bu
konularda son derece nitelikli uygulamalar yapılıyordu.
İranlılık
Dicle
ve Fırat’tan İndus
vadisine, Basra’dan Hazar Denizi’ne uzanan İran yaylası;
binlerce yıl eskiye giden tarihi, zengin kültürü ve son derece
çeşitli etnik yapısıyla, benzersiz bir uygarlığa beşiklik
etmiştir. Orta
Asya
ve Hint kültürüyle iç içe geçerek oluşan, tek bir etkin unsura
dayanmayan ve İranlılık
olarak tanımlanan bu uygarlık; M.Ö.6 binden başlayan sekiz bin
yıllık bir kültürel oluşumu kapsar.
Orta
Asya’dan
Batıya yönelen bitmek
bilmez göçlerle gelen Türk boylarıyla, Batı Hindistan ve
Kalde’den
(Fırat Deltası ve Basra dolayları) gelen halkların oluşturduğu
tarihsel kaynaşma, İranlılık
kavramını başlangıçta yalnızca coğrafya anlamı olan bir tanım
durumuna getirmişti. Din, dil, kültür ve toplumsal geleneklerle
bütünleşen bir İranlılık,
çatışma ve karmaşalarla dolu, uzun bir tarihsel evrim sonucunda
ortaya çıkmıştır.
İran
adı, üzerinde yaşayan değişik halkların dillerinde olduğu
kadar, yabancıların, özellikle de Avrupalılar’ın dillerinde,
ayrımlı anlamlar yüklenen bir sözcüktür. Örneğin
Avrupalılar’ın İran
ve
ari
sözcüğü üzerindeki görüş ve açıklamaları tümüyle
yanlıştır.1
Bu
sözcüğün köken olarak nereye dayandığını öğrenme çabası
bile, tek başına, İran
tarihinin ne denli eski, gizemli ve bilinmezliklerle yüklü olduğunu
gösterecektir. Artık var olmayan onlarca (belki yüzlerce) yitik
kültür bir yana bırakılsa bile, İranda bugün çoğunluğu
oluşturan Farsiler
yanında; Azeriler,
Türkmenler,
Kürtler,
Araplar,
Şii
Lurlar,
Bahtiyariler,
Geluslar,
Memesaniler,
Afşarlar,
Hamseler,
Bahailer,
Kaskarlar,
Katolik
Kaldeliler,
Ermeniler,
Yahudiler
ve Zerdüştler
yaşamaktadır.
Batılılar;
bölgede yaşayanların İranlılık için kullandığı; Eron,
Aryan, Aryane, İron, Ari, Ar, Ger gibi sözcükleri; Sanskritçe
sadık, uysal, üstün, soylu anlamına gelen arya
sözcüğünde
birleştirdiler ve Hint-Avrupa adıyla yarattıkları kanıtlanmamış
kuramsal bir dil kümesi içinde açıkladılar. İranlılığın
kökenini Hindistan’la, ona bağlı olarak da Avrupa’yla
ilişkilendirmek isteyen bu yaklaşım, Hint sözcüğünün sonuna,
neye ve nasıl dayandığı belli olmayan bir Avrupa
sözcüğü eklenerek yapılmaya çalışıldı.
İlk
İranlılar
İlk
İraniler,
Güneybatı Orta
Asya’nın
dağlık bölgelerinden gelen Turanî Anzanit
Türkleri’ydi.2
Anzanitler,
Türkçe’nin Oğuz lehçesini konuşuyor, Türkçe adlar
kullanıyorlardı. Adları saptanarak tarihe geçen ilk İran
hükümdarları içinde Türkçe ad taşıyanlar vardı. Dara
hükümdarlarından
birinin adı Okus
(Oğuz),
diğerinin Kodaman’dı;
Aryamanüs
adıyla bilinen ünlü düşünürün gerçek adı Aryaman’dı.3
İran
tarihiyle ilgili araştırmalar yapan Amerikalı arkeolog ve
doğubilimci R.Pumpelly,
İran’da yaptığı kazılarla; Sümerlerle
Hazar’ın doğusundaki eski Orta
Asya
uygarlığı arasında yakın bir ilişki olduğunu ve İran’ın
ilk kez Doğu’dan gelen bir halk tarafından yerleşime açıldığını
ortaya koymuştur.4
Amerikalı
arkeolog Prof.Wulsin,
İran’ın Astarâbad
bölgesinde yaptığı kazıda elde ettiği bulguları değerlendirmiş
ve burada bulunan yapıtların, Kuzey İran’daki Damgan’da
ve Türkistan’da bulunan yapıtlarla aynı özellikleri taşıdığını
söylemiştir.5
Fransız
Contenan’nun
başlattığı, Alman Krishmann’ın
bitirdiği Nihavent
kazısı, Yakın
Doğu
uygarlığının Doğudan Batıya yayılış merkezini ortaya
çıkarmış; İngiliz Sir
Avrel Stein’in
yaptığı araştırmalar da, “Hozistan
ve Mezapotamya’nın ilk halkları ile Doğu İran halkı ve Kuzey
Hint’in ilk yerleşikleri arasında güçlü bir bağlılık
bulunduğunu”
göstermiştir.6
Hint
Uygarlığı ile ilgili araştırmalarıyla tanınan Alman arkeolog,
mimar ve sanat tarihçisi Ernst
Herzfeld
Persepolis’te
yaptığı kazılarda, M.Ö.3 bin yılına ait birçok tarım aleti
ve bakırdan süs eşyaları buldu. Bu eşyalar, daha eski olan Orta
Asya
bulgularıyla hemen hemen aynıydı; eşyalar
bu halkın hayvanları evcilleştirildiğini, buğday ve arpa ekip
biçtiklerini
ortaya koyuyordu.7
Göçler
Tarihi
İran’ın
7 bin yıl önceye giden bilinen tarihi, Kuzeyden ve Doğudan hiç
bitmeyecekmiş gibi görünen göçlerin ve yarattığı sonuçların
tarihi gibidir. Başlangıcı tam olarak saptanamayacak denli eski
olan ve M.S.14. yüzyıla dek süren Orta
Asya
göçlerine İran’da, M.Ö.3 binlerde Doğudan gelen İndus
göçleri eklendi.
İranlılık
olarak adlandırılan toplumsal yapı, bu göçler’in oluşturduğu
iki ana etnik topluluk çevresinde oluştu. Her yeni gelen, daha önce
gelenlerle önce çatışıp sonra kaynaşarak; siyasi örgütler ve
ordular kurdu. Üretim tekniklerini geliştirerek ekonomik gelişme
sağladılar ve parlak bir uygarlık yarattılar. Orta
Asya
kökenli Medler,
İndus kökenli Persler,
birbiri içine girerek, yarattıkları uygarlığı sürekli
geliştirdiler ve İran’ı günümüze dek getirdiler.
Ön-İran
Uygarlığı
Ön-İran
uygarlığı; eriştiği düzey, kapsam ve nitelik olarak döneminin
en ileri uygarlıklarından biridir. Bu uygarlık, yalnızca İran’ı
değil, çevresindeki geniş bir bölgeyi de etkileyen, özgün bir
kültür yaratmıştır.
Milattan
25 yüzyıl önce yaratılmış olan kırsal İran uygarlığında;
teraslarla düzenlenmiş tarım alanları, akarsularla beslenen
ovalar ve yeraltında su akışını sağlayan dehlizler yapılmış,
çok eski dönemlerden başlayarak titizlikle hesaplanmış ileri bir
nadas biçimi geliştirilmişti.
Hayvan
kökenli gübre kullanımı bulunmuş, hayvancılığın gelişimi
için, yem bitkileri yetiştiriciliği yaygınlaştırılmış,
hayvan iyileştirmesi (ıslahı) yapılmış ve tüm bunlara bağlı
olarak sürekli ve çeşitli ürün veren, bilimsel bir tarımcılık
geliştirilmişti. 8
Dönemler
İran
tarihini; Emleş,
Hasanlu
(Azerbeycan),
Lüristan gibi Yerel Kültürler Dönemi
(M.Ö.3 bin-M.Ö.7.yüzyıl); Med
İmparatorluğu
(İskit
dahil) Dönemi
(M.Ö.764-M.Ö.550); Pers
İmparatorluğu (Akamanışlar) Dönemi
(M.Ö.550-330); Büyük
İskender (ve ardılları)
Dönemi
(M.Ö.330-255);
Part
İmparatorluğu Dönemi
(M.Ö.255-M.S.224); Sasani
Dönemi
(M.S.224-651) ve 651’den günümüze dek süren Son
Dönem
olarak yedi döneme ayırabiliriz.
İran
uygarlığı, son birkaç yüzyıl sayılmazsa, tüm dönemler
boyunca kuşaktan kuşağa sürekli yenilenen ve her çağı
etkilemiş olan evrensel niteliklere sahip bir uygarlıktır. İran
uygarlığı; sayısız dil ve lehçe, yazı türleri, din ve inanç
dizgeleri, etnik çeşitlilik ve bunların tümünün oluşturduğu
kültürle, doğal bir etnografya müzesi gibidir.
Dil
ve Yazı
İran’da
tarih boyunca; Çivi,
Zent
ve Pehlevi
yazı türleri ile; Zentçe,
Persçe
(Paraca),
Pehlevice
(Huzvareş ya da Züvarşen)
ve Parsça’nın
oluşturduğu diller kullanıldı. İran’a özgü bir din olan
Zerdüştçülük’ün
kutsal kitabı Avesta’nın
yazıldığı Zentçe,
Samî
(Hz.Nuh’un
oğlu Sam’dan türediğine inanılan ve Araplar, İbraniler,
Habeşler’den oluşan beyaz ırk)
kökenden gelen ve kendine özgü yazıya sahip bir dildi. Zentçe’nin
konuşulup yazıldığı dönemde, İran’ın kuzeyinde ve batısında
yaşayan halk ön-Türkçe konuşuyor ve Orta
Asya’dan
getirdikleri çivi yazısını kullanıyordu.9
Pers
İmparatorluğu
döneminde yapılan saray
duvarları
ve anıtlar
üzerinde; Anzanit,
Asuri,
Farsi
dillerinde yazıtlar vardır ve bunlardan Farsi
olanlar çivi
yazısıyla
yazılmıştır. Pehlevice,
Partlar’ın
kullandığı bir dildir. Kendi içinde uyumsuzluklar olan bu dil,
eski
Farsi
’nin
ortadan kalkmasından beş yüzyıl sonraya yani, 7.yüzyıldaki
Sasaniler’e
dek kullanıldı, daha sonra ortadan kalktı.
Onbirinci
yüzyıla dek kullanılan ve günümüz Farsça’sına
(Persan)
yakın olan Parsça;
Firdevsi’nin
Şahnamesi’nden
sonra hızlı bir gelişim göstererek kültür-edebiyat dili oldu.
Bugün kullanılmakta olan Farsça bu dildir.10
Günümüz
Farsça’sı,
Firdevsi’ye
ve 35
yıl uğraşarak yazdığı
60 bin beyitten oluşan Şahname’ye
çok şey borçludur. Şahname;
o dönemde eldeki hemen tüm belgeler, yazılı ve sözlü
söylenceler, Pehlevi
dilindeki
Hudayname’nin
tümü incelenerek yazılmıştır. Bu yapıt, Farsça’yı,
yeni ve sağlam dilbilgisi (gramer) kurallarına kavuşturmakla
kalmamış, eriştiği ün ve yaptığı etki nedeniyle Farsça’yı
dönemin kültür ve yazın dili yapmıştır. Türk yazar ve
şairler, Farsça
yazmaya başlamışlar, bu kez Farsça’dan
Türkçe’ye birçok sözcük girmiştir.
Dinler
ve Mezhepler Ülkesi
Hindistan,
Orta-Asya ve Mezopotamya’nın buluştuğu kavşakta yer alan İran;
büyük-küçük, yeni-eski ya da etkili-etkisiz hemen tüm Asya
dinlerini ve bu dinlerin sayısız mezhebini birlikte yaşatmış bir
ülkedir. Yerel din Mazdeizm
başta olmak üzere Musevilik,
Hıristiyanlık,
Müslümanlık
ve diğer pek çok inanç dizgesi; İran’da, varlığını
sürdürebileceği bir ortam bulmuştur.
Bu
ülkede çok ve çeşitli inanç biçimi, öylesine iç içe geçmiş
ve o denli birbirini etkilemiştir ki; dinler tarihinin henüz
bilinmeyen, belki de hiç bilinmeyecek olan sorunlarının büyük
bölümü bu ülkede yaşanmıştır. Fransız tarihçi J.Bricout’nun
söylediği gibi; “dinler
tarihinin hiçbir bölümünde kuşkular ve kararsızlıklar, İran
dinlerinin incelenmesinde görüldüğü denli çok ve ağır
olmamıştır.”11
İran
tarihinin ilk döneminde geçerli Tanrı kavramı, eski Türkler’deki
doğacı
anlayışın
dayandığı ve tek Tanrılılığı içeren Gök
Tanrı
kavramının hemen aynısıdır. Tanrı, göğün tüm çevresi ve
evrenin yaratıcısıdır; giysisi gök kubbedir, kendisini doğanın
her yerinde belli eder; varlığı, sonsuz ve mutlak olan nur
’dur;
hem bu dünyanın, hem öbür dünyanın tek egemenidir. Bunlar çok
eskiye giden Orta
Asya
inancının temel yaklaşımlarıdır.12
M.Ö.7.yüzyılda
yaşayan Zerdüşt
(Zeratuştra),
Mazdeizm
(Mazdisini)
adı verilen dini geliştirdi ve görüşlerini Avesta
adlı kitapta topladı. Kendinden önce geliştirilmiş olan Tanrının
birliği
kavramını genel olarak kabulleniyor ve siyaset de içeren
görüşleriyle, Eski Grek ve Roma’ya dek geniş bir alanda tanınıp
tartışılıyordu.
Ne
kadarının ona ait olduğu tartışmalı olan Avesta’da,
dinsel görüşlerinin yanısıra, örneğin yerleşik-göçebe
ilişkisini ele alıyor ve göçebeleri “yerleşiklere
sık sık saldıran, yerleşik düzene düşman ve yalan peşinde
koşan zorbalar”
olarak değerlendiriyordu.13
Zerdüştçülük’te,
tapınma (ibadet) ve dinsel törenler çok basittir; basit olduğu
için herhangi bir tapınak yapısına gereksinim duyulmaz. Yüksek
tepelere ateşler yakılır ve hiç söndürülmez. Kutsal sayılan
alevlerin Hürmüz’ü
temsil ettiğine inanılır. Ateşe önem verilip saygı gösterilir,
ancak ona tapınılmaz. Zerdüşçülük
ateşe taparlık değildir. Esin kaynağı doğa olduğu için, doğa
ve insana çok önem verilir.
Yeni
yıl, ilkbaharın ilk günü olan Nevruz’la
başlar ve bir bayram coşkusuyla karşılanır. Zerdüştçülüğe
göre, “insanlar
öldükten sonra yargılanacak”
ve “dar
bir köprüden (Karşılık Köprüsü-Çinvat Peretu)
geçeceklerdir”;
günahı olanlar, “cehenneme
düşecek”
orada Ehriman’ın
“eziyetlerini
çekeceklerdir”.
Antik
Çağ dinlerinin en temiz
ve insancıl’ı
kabul edilen Zerdüştcülük’e
inanan insanlar, tapınmalarına her zaman şu sözlerle başlardı:
“Tüm
iyi düşüncelere, tüm iyi sözlere ve tüm iyi işlere değer
veririz; her iyi şeyi temiz olarak koruyacağız; görevimiz
kötülüklere karşı çıkmaktır; toprağı tarıma açmak,
oradaki kötü otları yok etmek, kötüye karşı çıkmak demektir;
bu nedenle tarımla uğraşmak bir erdemdir...”14
Ortak
Kültür
Orta
Asya’dan
Kalde’ye,
Sümer’den
Hindistan’a,
Etiler’den
Asurlular’a
dek birçok kültürden pay alarak gelişen İran uygarlığı;
binlerce yılın sağladığı birikimle, büyük bir olgunluğa,
özgün bir inceliğe ve uyumlu bir bütünlüğe ulaşmıştır.
Bu
büyük uygarlık içinde; yazın, bilim, bilgelik, yontuculuk
(heykelcilik), resim, el sanatları, mimarlık ve kent planlaması
alanlarında, dönem dönem çağını aşan yapıtlar üretildi.
Ancak, İran’ı herhalde en çok öne çıkaran; siyaset, eğitim
ve kamu yöneticiliği konularında sağlanan birikim olmuştur.
Dünyanın büyük bölümü, ilkel bir gerilik içindeyken İran’da
bu konularda son derece nitelikli uygulamalar yapılıyordu.
İran
kültürünün kökenleri, M.Ö.3 binlere dek gitmektedir. Arkeolojik
kazılarla elde edilen bulgular, İran’ın tarihi konusunda yön
verici bilgileri ortaya çıkarmaya başlamıştır. Ayrıca,
M.Ö.7.yüzyıla dek giden
27 yüzyıllık dönem, zaten İranlılarca yazıya dökülmüş
durumdadır. Firdevsi’yle
doruk noktasına varan yazılı belgeler, bu tarihi öğrenmek
isteyenler için çok varsıl bir kaynaktır.
Kuzey,
Kuzeydoğu ve Batı İran’da kazı yapan bilim adamları bu
bölgelerde, kaynağı Aral gölüyle Altay dağları arasındaki
bölge olan Orta
Asya
kültürünün ürünleriyle karşılaştılar ve bu kültürün
İran’a yayılış yönlerini belirlediler.
Buluntular,
Avrupa henüz Yontma
Taş
dönemini yaşarken İran’da, kuzeyden güneye inerek yayılan
Bakır
Çağı’na
ulaşıldığını gösteriyordu.15
Kazıbilimciler, Cemdet-Nasr’da
buğday
ve altı
sıralı arpa
bulmuşlardı.16
Aynı buluntular, Kuzeydoğu İran’daki Anav’da
yapılan kazıların en alt tabakalarında da bulunmuştu.
Ayrıca,
İran’ın her yanında bulunan renkli keramikler,
koyun ve uzun boynuzlu hayvan resimleri, bu hayvanların
evcilleştirildiğini
gösteriyordu. Keramikler,
İran’da Orta-Asya’dan hemen sonra Bakır
Çağı’na
geçildiğinin göstergesiydi. Sus’ta
bulunan keramiklerin daha gelişkinleri Zagros’taki
Nehavend17
ve Kirmanşah’ta18,
Güneyde Buşir’de19,
Tahran
yakınlarında20,
Şiraz’da21
ve
Keşan’da
bulunmuştu.22
Devletleşme
Eski
İran’daki ilk devlet örgütlerinin, küçük beylikler olarak
Altay dağları eteklerinden gelenlerce kurulduğu, bugüne dek ele
geçen yazılı tablet
ve dikilitaşlardan
(stel)
anlaşılmıştır. Bunlar başlangıçta, bir yerleşim
yeri
(site)
ve çevresindeki toprakları içeren küçük topluluklardı. Zamanla
genişleyip devletleştiler.
İran’da
ilk büyük devlet, M.Ö.2000’lerde Elam
bölgesinde, bu topluluklardan biri olan Silhaha’lar
tarafından kuruldu. Bu devlet, hanedan temeline dayanıyordu ancak
federatif bir yapıya sahipti. Hanedanın en büyük ve güçlü
kişisi, büyük
hükümdar
olarak tanınıyor, diğer beylikler ona bağlı olarak varlıklarını
sürdürüyordu. Her beyin, ilerde büyük hükümdar olma şansı
vardı ve bu şans tümüyle, iyi yetişme, yönetme yeteneği ve
askeri yeterlilik ölçütlerine bağlanmıştı.23
Türk
yönetim anlayışının Orta
Asya’ya
özgü bu biçimi, On-Ok’larda,
Büyük
Hun
Devleti’nde,
Tukyular’da,
bunlarla aynı kökten inen İran Partlar’ında
ve yüzlerce yıl sonra Selçuklular ve Osmanlılar’da, temel
işleyişinde pek değişiklik yapılmadan kullanıldı.24
Bu devletler; egemenliği altına aldığı insanların inançlarına,
yaşam biçimlerine, ekonomik etkinliklerine karışmadılar ve
onların devlet organlarında görev almalarını engellemediler.
Persler
ve Sasaniler
Bu
yöntem ve anlayış, Persler
ve
Sasaniler’de
de geçerli oldu. Akamaniş’lerden
Pers Hükümdarı Darius,
İmparator olunca yerel hanedanlıkları ortadan kaldırmadı.
Onları; dil ve geleneklerini, dinlerini, yerel kurumlarını koruma
ve kullanma yönünde özgür kıldı. Yahudiler buna dayanarak
Kudüs’e döndüler ve tapınma yerlerini yeniden açtılar.25
Akamaniş
dönemi, Asur
ve Babil
saldırganlığına
karşın eski dünyanın en barışçı, adaletli ve özgür dönemi
oldu. Pers Devleti, döneminin en güçlü ve düzenli gücü olarak,
Pamir’den
Akdeniz’e dek uzanan büyük bir coğrafyada, gerçek bir Doğu
Konfederasyonu yaratmayı başardı.26
Akamaniş’lerde
büyük
hükümdar’ın
yönetim yetkileri sınırsızdı ancak imparatorluğu oluşturan
yedi büyük Pers
ailesinin de, devlet işlerinde söz hakları vardı; bu ailelerin
önderleri, büyük
hükümdar’la
bir araya gelir, ona danışmanlık yapardı. Görüşmelere, gerek
görüldüğünde diğer yerel
büyükler
de çağrılır ve önemli devlet kararları, bir tür meclis olan bu
geniş kurullarda alınırdı. Alınan kararlar eyaletlerde büyük
hükümdar
tarafından atanan ve sürekli olarak denetlenen valilerce
(satrap)
uygulanırdı.27
Yönetim
Biçimi ve Hukuk
Yönetim
düzeni, toplumsal yapıya uyum gösteren, gelişkin bir hukukla
bütünleştirilmişti. Devlet başkanları, “ülkeyi
iyi yönetmek”
ve “yeryüzüne
adaleti yaymak”’la
yükümlüydüler. Bu iki yükümlülük, “sorumluluğu
her zaman”
taşınacak olan temel görevlerdi.
Büyük
hükümdar,
aynı zamanda büyük
yargıç’tı.
Hükümdarlar, devlete karşı işlenen suçları, kişisel olarak
yargılama yetkileri vardı ancak hukuksal işleri atadıkları
yargıçlara bırakıyorlardı. Atadıkları yargıçların, “hak
ve adaletten ayrılmamalarına”
büyük önem veriyor ve onları sıkı biçimde denetletiyorlardı.
Eyaletlerde
valilerin, merkezde ise hükümdarların başkanlığında, bölgesel
ve merkezi yüksek
adalet divanları
kurulmuştu. Bu
divanlar,
hem yargıçların verdiği kararları denetler hem de kendisine
yapılan başvuruları karara bağlardı. Yargı kararlarında
hukukun üstünlüğüne ve dürüstlüğe çok önem verilirdi.
İmparator Kambis
döneminde, bir yargıç rüşvet aldığı için ölüm cezasına
çarptırılmış ve ders olsun diye, mahkemedeki koltuğu yüzülen
derisiyle kaplamıştı.28
İran
uygarlığının geliştirip yetkinleştirdiği yönetim anlayışı
ve hukuksal işleyiş, gerek kendi döneminde gerekse sonraki
dönemlerde başka uygarlıkları olumlu yönde etkiledi. Eski İran
yaşamında geçerli olan erdemleri dile getiren Antik Grek
kaynakları; işte ve tecimde (ticarette) dürüstlük, sözde
doğruluk, ilişkilerde mertlik, duruluk gibi yüksek törel (ahlaki)
ilkelerinin, İranlılar’ın genel davranışları olduğunu
söyler.
Herkes,
yüksek erdeme erişmek ve onu korumak zorundadır; kendisinin ve
toplumun esenliğini korumak, “kötülük”
ve “haksızlıklarla”
savaşmak, her bireyin temel görevidir. I.Darius’un
mezarına yazdırttığı şu sözler, Antik Çağ İran töresinin
niteliğini gösterir: “Adaleti
sevdim, yalandan nefret ettim. Yaşamım boyunca tek dileğim, yetime
ya da dula karşı, hiçbir biçimde haksızlık yapılmaması oldu.
Yalancıyı yeğinlikle (şiddetle) cezalandırdım, doğru
söyleyeni, tarlasını süreni ödüllendirdim.”29
İran Uygarlığının, yönetim biçimi ve hukuksal işleyiş alanında ulaştığı düzey, kuşkusuz her alanda erişilen kültürel birikimin bir sonucuydu. Edebiyat (yazın) ve bilgelik (felsefe) başta olmak üzere, güzel sanatların hemen her alanında; gerek o dönemi gerekse geleceği etkileyen, düzeyli yapıt üretilmiştir. İran kültürünün; bilgelikten mimarlığa, yontudan resime, müzikten yazına dek, sanatın tüm dallarında, görülen düşünce zenginliği ve incelik, son derece etkileyicidir.
DİPNOTLAR
- “Tarih I, Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 4.Bas.-2000, sf.164
- “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Bas.-1996, sf.275
- a.g.e. sf.274
- “İran Tarihi” Ord.Prof. Şemsettin Günaltay, T.T.K. Bas., 1.Cilt, 2.Bas.-1987, sf.XVIII
- “The Sculptures and Inseription of Darius The Great A New Collation of the Persion, Susian and Babylonian Texte with English Translations” Prof. Wulsin; ak. Şemsettin Günaltay, “İran Tarihi”, T.T.K. B., 2.Bas. sf.XVIII
- “İran Tarihi” Prof.Ş.Günaltay, T.T.K. Bas., 1.Cilt, 2.Bas.-1987, sf.XVIII
- “Amerikan Antropologist”, H.Field, XXXIV, 1932, sf.203–9; ak. Prof. Ş.Günaltay, T.T.K. Bas., 1.Cilt 2.Basım-1987, sf.8
- Büyük Larousse, Gelişim Yay., 10.Cilt, sf.5747
- “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Basım-1996, sf.280
- a.g.e. sf.281
- a.g.e. sf.284
- “Ön–Türk Uygarlığı” Haluk Tarcan, Töre Yay.Grb, sf.155 ve “Tarih I, Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 4.Bas.-2000, sf.176
- Ana Britanica, Ana Yayıncılık A.Ş. 32 Cilt, sf.291
- “Tarih I-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 3.Bas. 2000, sf.177
- “İran Tarihi”, Ord.Prof. M.Şemsettin Günaltay, T.T.K. Bas.-1987, sf.73
- “Histoire de l’İran Antique” George G. Cameron, p. 28; ak.a.g.e. sf.73
- Contenau et Ghirshman, Syria, XIV, e 1933, 1-11; ak. a.g.e. sf.73
- De Macqoenem Men XX, 126; ak. a.g.e. sf.73
- Pezard, Men XV 13–19; ak. a.g.e. sf.73
- De Macqoenem Men XX, 115-125; ak. a.g.e. sf.73
- “American Journal et Simitic Languages and Literatuies”, LI 1934-35, 208 H.Field; ak, a.g.e. sf.74
- “Illustrated”, A.U.Pope 1934, 1005; ak. a.g.e. sf.74
- “İran Tarihi” Prof.Ş.Günaltay, T.T.K. Yay.–1987, sf.75-76
- a.g.e. sf.76
- Yahudi Peygamber Azra, V, 2. ak; a.g.e. sf.170
- “İran Tarihi” Prof.Ş.Günaltay, T.T.K. Yay.-1987, sf.262
- a.g.e. sf.263
- Herodotos, III3; ak, Prof. Ş.Günaltay, T.T.K. Yay.-1987, sf.264
- “Davson of Conscience”, Breasted, ak; a.g.e. sf.304
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder