Binlerce
yıla dayanan Türk-İran ilişkileri; birbiri içine giren süreçler
içinde gelişerek, bugüne dek gelen bütünleşmeler ve
kaynaşmalarla dolu, geniş bir tarih üzerine oturmaktadır.
Tarihsel olarak Türk-İran ilişkilerinin Türkler için anlamı, bu
ilişkilerin genel Türk tarihinin bir parçası,
İranlılar için ise, tarihlerinin
neredeyse tümünü kapsayan bir konu
olmasıdır. Büyük
Göçler’in
çıkış noktası Orta
Asya’ya
yakın olması ve Batıya yönelen iki ana göç
yolunun
birinin üzerinde bulunması İran’ı, ister istemez yoğun,
sürekli ve kalıcı bir Türk etkisiyle karşı karşıya
bırakmıştır. Altmış milyonluk günümüz İran’ında, 28
milyon Farsi
ve 18 milyon Türk
yaşamaktadır.
Kaynaşan Tarih
İran’ın
kültür tarihi üzerine araştırmalar yapan Yakup
Kenan Necefzade,
İran
Milliyetçiliği
adlı yapıtında (1966) Türk-İran ilişkileri konusunda şunları
söyler: “Türkiye
ile İran arasındaki dostluk; yalnızca devlet ilişkilerini,
siyaseti ya da ortak duyguları kapsayan bir dostluk değildir. Bu
iki ulus komşu değil, bununla birlikte aynı zamanda kardeştir.
Tarihleri ve kültürleri birlikte yoğrulmuş; ekonomik, sosyal ve
hukuksal yaşamları, eski bir geçmiş içinde kaynaşmıştır.
Yeryüzünde, birbirine, bu kadar yakın iki millet yoktur.”1
Saptamada
abartma yoktur ve söylenenler gerçeği yansıtmaktadır.
Kazıbilimcilerin ve tarihçilerin özellikle son dönemlerde yaptığı
çalışmalar, Türk-İran ilişkileri üzerindeki bilinmezlikleri
giderdikçe, kapsamlı ve gerçekten şaşırtıcı, tarih kadar eski
bir ilişkiyle karşılaşılmaktadır. Tarihle ilgilenen hemen
herkese ilginç gelen bu ilişki, iki ülke insanı için
ilginçlikten öte; yaşamlarıyla ilgili, geçmişi olduğu kadar
bugünü de ilgilendiren, tarihsel olduğu kadar toplumsal olan
önemli bir konudur.
Birbiri
içine geçerek zamanın olgunlaştırdığı Türk-İran ilişkileri,
iki ulusun özellikle günümüzde duyulan yakınlaşma
gereksinimlerini gidermek için bulunmaz bir olanak ve varsıl bir
ortak tarih kalıtıdır (mirasıdır). Ancak, bu kalıt; günümüz
ilişkilerine katkı sağlamak bir yana, başka Doğu toplumlarıyla
olan ilişkilerde olduğu gibi, inceleme konusu bile yapılmadı.
İnceleme bir yana, ilişkiler Batı yönlendirmesiyle, ilkel bir
karşıtlık yaymacası (propagandası) içinde yürütüldü.
Türk
Tarihinin Parçası
Tarihsel
olarak Türk-İran ilişkilerinin Türkler için anlamı, bu
ilişkilerin genel Türk tarihinin bir parçası,
İranlılar için ise, tarihlerinin
neredeyse tümünü kapsayan bir konu
olmasıdır. Büyük
Göçler’in
çıkış noktası Orta
Asya’ya
yakın olması ve Batıya yönelen iki ana göç
yolunun
birinin üzerinde bulunması İran’ı, ister istemez yoğun,
sürekli ve kalıcı bir Türk etkisiyle karşı karşıya
bırakmıştır.
İlk
dönem göçleriyle
İran yaylasına gelip yerleşen Türkler burada, Hindistan ve
Mezopotamya’dan gelenlerle karışmış, İranlılık kavramı bu
karışımın sonucunda oluşmuştur. Bu oluşumun asal unsurlarından
biri olan Türkler, özellikle Kuzey İran’da, bugün yoğun olarak
yaşamaktadır. İran’daki Türk nüfus, İran nüfusunun dörtte
birinden çoğunu oluşturmaktadır.
İranlıların
yaşamları ve tarihleri İran’la sınırlıdır, oysa Türkler
onbin yıldır dünyanın birçok yerine yayılmıştır. Türk-İran
ilişkilerinin, Genel
Türk tarihinin bir parçası olmasının nedeni
budur.
Başlangıçta
yalnızca “coğrafi
bir anlam taşıyan”2
İranlılık, zamanla; dil, din, devlet ve kültürel oluşumlarla
uzun bir tarihsel evrim geçirerek olgunlaştı ve ulus oluşumunun
gereklerine ulaştı. Tarihsel bütünleşme etnik birliğe değil,
siyasi ve kültürel birlikteliklere dayandı.
Farsiler’den
Azeri’lere,
Türkmenler’den
Araplar’a,
Bahtiyariler’den
Kürtler’e,
Bahailer’e,
Kaldeliler’e,
Ermeniler’e
dek pek çok etnik unsurun içinde yer aldığı İranlılık
kavramının oluşması için; gerek ileri bir uygarlık ve gerekse
de uzun bir tarihin yaşanması gerekiyordu. İran’da her ikisi de
yaşandı ve İranlılık kavramı böyle oluştu. Türkler,
Elamlar’dan
beri etnik olarak bu oluşumun içindeydi.
Göçler
ve Kalıcı Etki
Büyük
Göçlerle
Batıya yönelen Türk boyları, başlıca iki ana yol izledi. Hazar
ve Karadeniz’in üzerindeki kuzey
yolunu
izleyenler, daha çok Avrupa’nın doğusunda yerleşip Batısına
dek gittiler. Ancak, Hazar’ın güneyinden yani İran yaylasının
kuzeyinden ilerleyenler, burada güçlü bir engelle karşılaştılar.
İçlerinde,
önceki göçlerle buraya gelip yerleşen Türkler’in kurdukları
da dahil olmak üzere, İranlı devletler tarafından engellendiler.
Sasaniler
dönemindeki engellemeler, güney
yolunu
kullanan göç boylarını Hindistan’a yöneltti.
Sasani
Devleti’nin
7.yüzyılda dağılmasıyla güney
yolu
açıldı ve 14.yüzyıla dek süren göç dalgasıyla, yüzbinlerce
Türk hemen hiçbir engelle karşılaşmadan Ortadoğu’ya
geldi. Kuzey
yolunu
izleyenler yabancılaşırken, güney
yolunu
izleyenler Anadolu’yu anavatan yapıp burayı Türkleştirdiler ve
geniş bir coğrafyayı egemenlikleri altına aldılar.3
Bin
Yıllık Türk Yönetimi
Güney
yoluyla
gelenlerin önemli bir bölümü, Anadolu’dan önce İran’a,
özellikle de İran’ın en güzel yöresi olan Hazar’ın
alt bölgelerine ve Güney
Kafkasya’ya
yerleştiler. Öncekilerle bütünleşen bu yerleşim, o denli etkili
ve kalıcıydı ki, İran çok uzun bir süre Türkler’in
yönettiği bir ülke durumuna geldi. İlk Müslüman
Türk devleti
olan Samanoğulları’ndan
(874),
Pehlevi
hanedanlığına
dek (1925),
(14.yüzyıldaki
Moğol egemenliği ve 1750-1779 arasındaki 29 yıllık Zent
hanedanlığı dışında)
yaklaşık
bin yıl,
İran Türk asıllı hanedanlar tarafından yönetildi.4
İran’da
874’le 1925 arasında kurulan Türk hanedanlıkları şöyleydi:
Samanoğulları
(874–999),
Gazneliler
(962–1183), Büyük
Selçuklular
(1020–1240), Harzemşahlılar
(1501–1750), Kaçarlar
(1779–1925).
Bu
devletler,
dönemlerinin en güçlü devletleriydi; azınlıkta olmalarına
karşın Türkler, devleti ve toplumu iyi yönetiyor, yerel kültürü
etkiledikleri kadar ondan etkileniyorlardı. Erime
ve eritmeyi
içeren
ve her iki kültürü de geliştiren doğal kaynaşma, özellikle
Gazneli
ve
Selçuklu
dönemlerinde yüksek nitelikli yeni bir ortak kültür ortaya
çıkardı.
Antik
Çağ’da başlayan ve son bin yılda yoğunlaşan Türk–İran
ilişkisi, her iki kültüre de o denli çok şey katmıştır ki, bu
kültürler arasına etnik bir sınır çizmek neredeyse olanaksız
duruma gelmiştir.
Birlikteliğin
Düzeyi
Türk–İran
ilişkilerindeki iç içe geçmişliği ve kaynaşma yoğunluğunu
gösteren, çok sayıda bilgi ve örnek vardır; bir başka deyişle,
İran tarihinin kendisi bu örneklerin tarihi gibidir.
Prof.Günaltay’ın
Ön
Turanlılar
ya da Proto–İranlılar
adını verdiği Medler,
Hint-İranlılar’ın
İran yaylasına gelmelerinden önce, “eski
soydaşları”
Elamlılar’ın
yaşadığı bölgelere dek yerleşmişlerdi.5
M.Ö.9.yüzyılda
Kuzey Zagroslar’da yaşayan halkın tümü, Asurlular’ın
Hanasuruka
adını verdiği başbuğun
yönetiminde yaşayan Türkler’di. Bu halk, “Sümerler
ve Sakalar gibi Ural-Altay bölgesinden gelen, dilleri bitişken”,
aynı soydan insanlardı. Bu soy, “Türkler
’in aslı olan Ön-Turanlılar denilen Alp tipi bir soydu.”6
Dil
bilimci J.De
Morgan’a
göre, resmi dilin Farsça olduğu Pers
İmparatorluğu
döneminde bile; “tüm
Susyon ovasında ve Güneybatı dağlarında, bir Turan lehçesi olan
Anzan dili”
kullanılıyordu.7
İnsanbilimci (antropolog) Alfred
Mori’ye
göre, Partlar,
“Orta
Asya’daki Atrek Havzası’ndan, M.Ö.3. yüzyılda İran’a gelen
Türk koluna bağlı Turan kabileleriydi”.8
İslamiyet
Sonrası
Türk-İran
ilişkileri, her iki ulusun Müslümanlığı kabul etmesinden sonra
etkisini giderek arttırdı ve çatışma içeren değişik bir boyut
kazanarak daha da yoğunlaştı. Emevi yıkımının her iki ulusa
verdiği çok yönlü zarar, 9.yüzyıldan sonra ard arda kurulan
Türk devletlerinin yürüttüğü politikalarla, İran’da kısa
sürede giderildi.
İslam
inancının yarattığı düşünsel canlanma, yüksek niteliklere
sahip yeni bir uygarlık döneminin başlamasına yol açtı. Güçlü
devletler kuran Türk hükümdarlar, kendilerinin de katıldığı
bilim ve sanatın, gerçek koruyucuları oldular. İran ve Türk
kültürleri önemli bir kaynaşma daha yaşadı; bu kaynaşma,
evrensel değeri olan yapıtlar üreterek, gelecekteki uygarlıklara
yön veren bir gelişkinliğe ulaştı.
Türk
Etkisi
9.yüzyıl
sonrasındaki kültürel kaynaşmanın kapsamı, henüz tam olarak
incelenmemiş olsa da tarihsel gerçekler artık görülebilmekte ve
Türk-İran ilişkilerindeki Türk etkisi gerçek boyutuyla ortaya
çıkmaktadır.
İran
tarihiyle ilgili araştırmalar yapan ve Türkler’e karşı olumsuz
düşüncelerini gizlemeyen Prof.Raymond
Furon
bile, “Hindistan’dan
Irak’a dek Samiler’in tümünü içine alan”
büyük bir devlet kuran Gazneli
Mahmut’un;
“ölçüsüz
servete sahip”
olduğunu, “şairleri
ve sanatçıları çevresine topladığını”
ve “İran
uygarlığının koruyucusu kesildiğini”
söylemiştir.9
Bir
başka İran araştırmacısı ve yine kararlı bir Türk karşıtı
olan R.Gousset,
tarihi gerçekleri zorlayan tüm çabasına karşın, İran kültürü
üzerindeki Türk etkisini kabul etmek zorunda kalmış ve şunları
söylemiştir: “Çok
gariptir ki,
İran milli kültürünün övüneceği yapıtları, bir Türk
hükümdar ailesi (Gazneli
Mahmut y.n.)
devrinde düzenlenmiştir. İran’da sürekli duruma gelen politik
kararsızlıklara karşın (Türk
yönetimleri kastediliyor y.n.)
İran kültürünün nasıl olup da sürebildiğini gösteren bundan
daha iyi bir kanıt yoktur.”10
Osmanlı
İmparatorluğu’yla uzun süren bir savaşım içine giren Safevi
Devleti,
bir İran devleti olarak kabul edilmektedir. Ancak, 250 yıl İran’ı
yöneten bu devleti kuran Şah
İsmail,
Azerbaycanlı bir Türk’tür. Şah
İsmail’in
kendisi, Azeri yazınının 16.yüzyıldaki en seçkin şairidir.11
Şah
İsmail,
Şiiliği yayacak ahudları
Anadolu’ya göndermiş12
ve Osmanlı İmparatorluğu’na karşı Türkmenler üzerinde etkili
olmuştu. Hatayi
takma adıyla yazdığı Dahname
ve Nasihatname,
Azeri yazınının ilk mesnevileriydi.13
Yavuz
Sultan Selim,
Şah
İsmail’i
yenmiş ancak İsfahanlı
Hasan Can’ın
oğlunu kendine danışman yapmıştı.14
Sultan
Selim Camisi
tümüyle bir Türk eseriydi ancak baş mimarı İranlı
Mimar Ali’ydi.15
Türk-İran
ilişkileri, böylesine yoğun bir etkileşim içindeydi.
Binlerce
yıla dayanan Türk-İran ilişkileri; birbiri içine giren süreçler
içinde gelişerek, bugüne dek gelen bütünleşmeler ve
kaynaşmalarla dolu, geniş bir tarih üzerine oturmaktadır. Altmış
milyonluk günümüz İran’ında, 28 milyon Farsi
ve 18 milyon Türk
yaşamaktadır.16
Tarihe iz bırakan birliktelikler oluşturan bu iki ülke insanının
yakınlığı, dün olduğu gibi bugün de, yaşadıkları bölgeye
barış ve dostluk kazandıracak bir birikime sahiptir; bu birikimin
değerinin bilinmesi ve değerlendirilmesi gerekir.
DİPNOTLAR
- “Manevi Cepheden Tarihte İran” Y.K.N.Zâfe, Neşriyat Yurdu Yay.-1966, sf.8
- “Tarih I, Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 4.Basım-2000, sf.164
- “Türk-İran İlişkileri Dünü, Bugünü, Yarını” Harp Akademileri Kom. Yay.-1994, sf.141
- a.g.e. sf.141 ve “Türk Düşmanlığı Ana Hatları” Kaynak Yay., sf.390-412
- “İran Tarihi”, Prof.Ş.Günaltay, T.T.K. Bas.-1987, sf.91
- a.g.e. sf.95-101
- “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Bas.-1996, sf.297
- a.g.e. sf.317
- “İran” Raymond Furon, Hilmi Kit.-1943, sf.115
- a.g.e. sf.115
- Ana Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş., 17.Cilt, sf.20
- “Türk-İran İlişkileri”, Prof. Mehmet Saray, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurulu Atatürk Araştırma Merkezi-1999, sf.101
- Ana Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş., 17.Cilt, sf.20
- “Manevi Cepheden Tarihte İran”, Y.K.N.Zade, Neşriyat Yur.Yay.-1966, sf.9
- a.g.e. sf.9
- Büyük Larousse, Gelişim Yay. 10.Cilt, sf. 5748 ve Ana Britannica Ana Yay. A.Ş. 16.Cilt, sf.395
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder