“Hükümet
yetkililerinin pençei zulmüne düşüp tutuklansam, etlerimi
kemiklerimden ayıran bir işkenceye uğrasam bile, örgütün
sırlarını ve üyelerinin adlarını açıklamayacağıma yemin
ederim. Örgüt üyelerinden biri herhangi bir felakete uğrarsa,
kendisine ve ailesine, elimden geldiği kadar, para dahil, her
biçimde yardımda kusur etmeyeceğim... Eğer, namus sözü vererek
yükümlendiğim yeminime ihanet edecek olursam, ihanet edenleri
takip için örgütün görevlendirdiği yetkililerin uygulayacağı
ölüm cezasına karşı, kanımı şimdiden helal ederim...” İttihatçı
Yemini
Tıbbiye,
Harbiye, Mülkiye
İstanbul
Askeri Tıbbiye öğrencilerinden beş kişi (Ohrili İbrahim
Temo,
Arapkirli Abdullah
Cevdet,
Diyarbakırlı İshak
Sukuti,
Kafkasyalı Mehmet
Reşit,
Bakülü Hüseyinzade
Ali)
1889’da bir araya gelerek İttihadı
Osmani
(Osmanlı Birliği) adlı bir örgüt kurdular. İmparatorluğun
dağılmasına engel olma amacıyla kimseyi beklemeden kendi
aralarında örgütleniyorlardı.
Bu
işin başını çekenler Askeri
Tıbbıye,
Harbiye,
Mülkiye
öğrencileri ve Kurmay
Okulu’nun
genç subaylarıydı. Bunlar, ulusçu arayışların ve gizli
örgütlenmenin tüm çekincelerini göze alıyor ve sert bir
savaşıma hazırlanıyordu. İttihadı
Osmanî,
o dönemdeki örgütlenme girişimlerinden yalnızca biriydi. Ancak,
bu örgüt, birçok değişim sürecinden geçerek büyüyüp
kalıcılaşacak ve İttihat
ve Terakki
adını alarak Türkiye’nin yazgısına yön veren bir örgüt
durumuna gelecektir.
İttihadı
Osmani’yi
kuranlar, aynı yıl, Paris’teki Jön
Türkler’in
önderi Ahmet
Rıza
ile ilişkiye geçtiler ve örgütün adını Osmanlı
İttihat ve Terakki Cemiyeti
olarak değiştirdiler. İmparatorluğun kurtarılması için,
“istibdatın
kaldırılması”
ve “hala
her derde deva görülen”1
1876
Anayasası’yla Meclis’e işlerlik kazandırılması gerektiğine
inanıyorlardı.
İstanbul’da
ortaya çıkan yeni karşıtçılık dalgası, yurt içinde
Abdülhamit
karşıtlığını yaygınlaştırırken, yurt dışında küçük
bir sürgün kümesi olarak kalan ve yok olma sürecine giren Jön
Türk
devinimini (hareketini) de canlandırmıştı. Sonraki birkaç yıl
içinde örgüt, başka girişimleri içine almaya ve büyümeye
başladı. Başka okullarda da gizli hücreler kuruldu, değişik
kesimlerden üye alındı. 20.yüzyıl başından, Birinci Dünya
Savaşı sonuna dek Türkiye’nin en etkin örgütü olan İttihat
ve Terakki Cemiyeti/Partisi,
bu örgütün süreği (devamı) olarak ve böyle bir süreç sonunda
oluştu.
Yurtdışı
Örgütü
İttihadı
Osmani
İstanbul’da kuruldu ancak başlangıçta daha çok yurt dışında
örgütlendi. Bir merkez gibi çalışan Paris’teki şubeden başka
Cenevre, Kahire, Rumeli ve Kafkasya şubeleri açıldı. Kuruluş
aşamasının heyecanı, yerini, kısa bir süre sonra gizli
örgütlenmenin ve ağır sürgün koşullarının sert gerçeklerine
bıraktı. Gücünü halktan almayan örgüt, ilk beş yıl büyümek
bir yana, başlangıçtaki gücünü bile koruyamadı ve az sayıdaki
üyesini de yitirmeye başladı.
Ancak,
1894’den sonra o günlerde yayılan Ermeni eylemlerine tepki olarak
örgüt büyümeye, giderek daha çok asker ve memur üye olmaya
başladı. Kazım
Karabekir’in
verdiği bilgilere göre, Paris’te “Ahmet
Rıza ve birkaç gençle yalnız kalan”
örgütün üye sayısı İstanbul’daki katılımlarla 1893’te
900’e, 1896’da ise 18 bine ulaşmıştı.2
İlk
Darbe
Yönetimi
ele geçirmek için yeterince güçlendiğine inanan örgüt, 1896’da
bir hükümet darbesi yapmaya karar verdi. Ancak, darbe yapılacağı
günden bir gün önce Abdülhamit’e
bildirildi.3
Darbecilerin çoğu tutuklandı ve sürgüne gönderildi. 1896
yılındaki yargılamalar, cezalar ve sürgünler, bu denli sert bir
savaşıma hazır olmayan örgütü dağıttı.
1897’de
getirilen ve ceza alanlarla birlikte kaçanları da kapsayan af,
örgütün ülke içindeki birimlerini tümüyle çökerttiği gibi,
yurt dışındaki yapılanmaları da neredeyse yok olma noktasına
getirdi. Abdülhamit,
Tüfekçibaşı
Ahmet Celalettin Paşa’yı
Paris’e göndererek “mücadeleyi
bırakan örgüt üyelerine para ve devlet görevleri”
önerdi. Bu öneriye, örgüt önderi Mizancı
Murat
başta olmak üzere çok sayıda üye olumlu yanıt verdi ve savaşımı
bırakarak İstanbul’a geri döndü.4
Osmanlı
Liberaller Kurultayı
Örgütü
canlandırmak üzere 1902 yılında Paris’te bir kurultay
düzenlendi. Birinci
Osmanlı Liberaller Kurultayı
adı verilen bu kurultayı, Fransız Hükümeti yetkilisi Lefevre
Pontalis’in
evinde toplanan ve Prens
Sabahattin,
Ali
Haydar Mithat,
Kaymakam İsmail,
Rum temsilcisi Mozuros,
Ermeni temsilci Sisliyan’dan
oluşan bir girişimci kurul tarafından düzenledi. Kurultayda
“Abdülhamit’i
devirmek”,
bunun için “ordunun
harekete katılmasını sağlamak”
ve “yabancı
devletlerin karışmasını (müdahalesini) kabul etmek”
gibi
kararlar alındı.5
“Yabancı
devlet karışmasını”
kabul eden karar, örgütsel canlanmayı değil, yeni bir ayrışmayı
gündeme getirdi. Ahmet
Rıza
başta olmak üzere örgütün ilk kurucuları, bu kararı kurultaya
kabul ettiren Prens
Sabahattinciler’den
ayrıldılar. Yabancı
karışmasını
kabul edenler Teşebbüsü
Şahsi ve Ademi Merkeziyet Cemiyeti’ni,
kabul etmeyenler Terakki
ve İttihat Cemiyeti’ni
kurarak yollarını birbirlerinden ayırdılar.
“Subaylar
Örgütü”
1906
yılında Selanik’te Osmanlı
Hürriyet Cemiyeti
adında yeni bir örgüt daha kuruldu. Bu örgüt; savaşım
anlayışı, örgütlenme biçimi ve göze aldığı eylemlerin
niteliği bakımından öncekilere hiç benzemiyordu. Çünkü
kurucular ve üyeler artık öğrenciler değil, büyük bir
çoğunlukla ordudaki subaylardı.
Selanik
Askeri Rüştiyesi Müdürü Yarbay
Tahir,
Binbaşı
Nakiyettin (Yücekök),
Kurmay
Yüzbaşı Edip Servet (Tör),
Yüzbaşı
Kâzım Nami (Duru),
Yüzbaşı
Ömer Naci,
Yüzbaşı
İsmail Canpolat,
Yüzbaşı
Hakkı Baha,
Selanik Posta İdaresi Başkatibi Mehmet
Talat (Paşa),
Rahmi
(Aslan),
Mithat
Şükrü (Bleda)
örgütün kurucularıydı.6
Paris’teki
Terakki
ve İttihat Cemiyeti,
yeni örgütle hemen ilişkiye geçerek Dr.Nazım
Bey’i
gizlice Selanik’e gönderdi. Görüşmeler olumlu sonuç verdi ve
iki örgüt Osmanlı
Terakki ve İttihat Cemiyeti
adı altında birleşti. Bu, örgütün ilk birleşme girişimi ve
ilk isim değişikliğiydi. 1908’de II.Meşrutiyet’in
ilanından sonra, bu kez Sabahattinci
Teşebbüsü
Şahsi ve Ademi Merkeziyet Cemiyeti
ile birleşmeye gidildi ve İttihat
ve Terakki Cemiyeti
adı alındı. Son birleşme kalıcı olmadı ancak alınan ad bir
daha değiştirilmedi.
Gizlilik
Osmanlı
Hürriyet Cemiyeti’yle
başlayan yeni girişim, gizliliğe önem veren ve katı kuralları
olan savaşkan bir örgüt ortaya çıkardı. Gizliliğe o denli önem
veriliyordu ki, kurucuların adları Meşrutiyet
ilan edilip yönetime gelindikten sonra bile açıklanmadı. Üye
seçiminde çok dikkatli davranılıyor, kurallara bağlanmış
törenlerle kabul edilen üyeler, yeminlerine ve sorumluluklarına
sonuna dek sadık kalıyordu.
Güvenilir
rehber
üyelerce önerilen üye adayları, Yemin
Kurulu (Tahlif Heyeti) önünde
örgüt yemini ederdi. Kurul başkanı, önce örgütün amaçlarını,
üyelik yükümlülüklerini anlatır, daha sonra Genel Merkez
(Merkezi Umumi)’nin hazırlamış olduğu tek tip yemini okurdu.
Aday üye, inandığı
dinin kutsal kitabı,
hançer
ve tabanca
üzerine el basarak yemini yinelerdi.
Yemin
Yeminde;
Osmanlı ülkesinin birliği ve ilerlemesi için çalışılacağı,
örgütün belirlediği her türlü yöntem ve kurala uyulacağı,
örgüt sırlarının hiçbir koşulda, hiç kimseye açıklanmayacağı
belirtiliyor, “namus
sözü” veriliyordu.
Gizliliğe
ve örgüte bağlılığa verilen önem, yeminde şu sözlerle dile
getiriliyordu: “Hükümet
yetkililerinin pençei zulmüne düşüp tutuklansam, etlerimi
kemiklerimden ayıran bir işkenceye uğrasam bile, örgütün
sırlarını ve üyelerinin adlarını açıklamayacağıma yemin
ederim. Örgüt üyelerinden biri herhangi bir felakete uğrarsa,
kendisine ve ailesine, elimden geldiği kadar, para dahil, her
biçimde yardımda kusur etmeyeceğim... Eğer, namus sözü vererek
yükümlendiğim yeminime ihanet edecek olursam, ihanet edenleri
takip için örgütün görevlendirdiği yetkililerin uygulayacağı
ölüm cezasına karşı, kanımı şimdiden helal ederim...”7
“Fedailer”
Örgüt,
özellikle askeri amaçlı özel görevleri yerine getirmek için
“fedai”
adını verdiği birimler oluşturmuştu. En güvenilir ve inanmış
üyelerden oluşan bu birimler, silahlı şiddet dahil, her türlü
yöntemi içeren eylemler gerçekleştirmiştir.
Fedailer
eylem
sırasında ölürse, yeminde verilen söz yerine getirilir ve
ailelerinin bakımı üstlenilirdi. Örgütün emir ve amaçlarına
aykırı davranan üyeler için, Merkez Kurulları yargılama yapar
ve suçlu bulunması durumunda, üye cezalandırılırdı. Örgütte
o denli güçlü bir sıkıdüzen
(disiplin)
sağlanmıştı ki, Abdülhamit’in
çok iyi çalışan gizli polis (hafiye) örgütüyle bu sıkıdüzene
dayanarak baş edilebilmişti.
Masonlarla
İlişki
İttihat
ve Terakki’nin
öne çıkan bir başka özelliği, Masonlukla
olan ilişkileridir. İmparatorluğun Batıya bağlanmasıyla
orantılı olarak artan masonculuk,
Jön
Türkler,
özellikle de İttihatçılar
arasında oldukça yaygındı. İngiliz, Fransız ve Almanların
kurduğu Mason
örgütleri, akçalı ya da siyasi gücü yüksek Osmanlı
uyruklarına yönelmiş, kurduğu ilişkiler ağıyla geniş bir
işbirlikçiler kitlesi yaratmayı başarmıştı.
Masonlar,
devletin dağılmaması için bir şeyler yapmaya çalışan
Abdülhamit’e
her zaman karşı çıkarak, Jön
Türk
hareketini desteklemişlerdir. I.Meşrutiyet’in mimarı Mithat
Paşa
ve Mason Padişah V.Mehmet’i
tahta geçirmek için darbe yapmaya kalkan Ali
Suavi
Masondu.
İttihat
ve Terakki,
ağırlıklı olarak, İmparatorluğun en gelişkin yöresi olan
Selanik çevresinde örgütlenmişti. Aynı yörede Masonlar
da çok iyi örgütlenmişlerdi. İttihat
ve
Terakki
yöneticileri, Masonlarla
geliştirecekleri işbirliği aracılığıyla, onların gizli
örgütlenme yöntemlerinden yararlanacaklarına ve bu yolla
kendilerini Abdülhamit’e
karşı koruyabileceklerine inanıyordu.
Celal
Bayar,
bu yaklaşımı anılarında, “Abdülhamit’in
hafiyelerinin nüfuz edemediği Mason locaları, ihtilalciler için
nisbeten daha emin bir yer sayılırdı. Ayrıca onlar bu yolla,
Avrupa’daki arkadaşları Jön Türklerle haberleşme imkanını da
elde ederdi”
diye açıklar.8
İttihat
ve Terakki
yöneticilerinden, Talat
Paşa,
Kazım
Paşa,
Mithat
Şükrü (Bleda),
Binbaşı
Naki Bey (Yücekök),
Manyaszade
Tevfik,
Drama Jandarma Komutanı Hüseyin
Muhittin
Makedonya
Locası’nın;
Cemal
Paşa,
Faik
Süleyman Paşa,
İsmail
Canbolat,
Mustafa
Doğan,
Kolağası Dr.Faik
Mustafa
ise Veritas
Locası’nın
üyeleriydiler. Selanik Milletvekili Musevi Emanuel
Karasu
bu locanın büyük
üstadıydı.9
20.yüzyıl
başlarında, Araplarla İttihat
ve Terakki’nin
ilişkilerini inceleyen Büyük Britanya Dış İlişkiler Dairesi,
Arap liderlerin ittihatçılara iki nedenle güvenmediğini ileri
sürer. İngiliz belgelerine göre bu iki neden, “İttihat
ve Terakki liderlerinin tümünün ayırımsız Farmason”
olması ve “Selanik
dönmelerinin İttihat ve Terakki Cemiyeti’yle bütünleşmesi”
ydi.10
Etnik
Köken
R.W.Seton-Watson
adlı araştırmacılar, İttihat
ve Terakki
yöneticilerinin yalnızca Masonculukla
olan ilişkileri değil, etnik kökenleri konusunda da görüşler
ileri sürerek şu saptamayı yaparlar: “İttihat
ve Terakki Cemiyeti’ne ilişkin başlıca gerçek, onun Türk ve
Müslüman olmayan karakteridir. En başından beri gerçek liderleri
arasında safkan Türk zor bulunur. Enver ateist
(tanrı tanımaz y.n.) bir
Polonyalı’nın oğludur. Cavit dönmedir ve Museviler’e
bağlıdır. Talat, Müslüman olmuş bir Bulgar çingenedir. Gurubun
geçici lider figürlerinden biri olan Ahmed Rıza yarı Çerkez,
yarı Macar’dır.”11
Seton-Watson
aynı konudaki görüşlerini şöyle sürdürür: “İttihatçı
hareketin gerçek beyinleri Musevi ya da Sabataycı’ydı (müslüman
görünen Musevi ya da dönme y.n.). Akçalı
(mali) yardımlar; varsıl dönmelerden, Selanik Musevileri’nden ve
Viyana, Budapeşte, Berlin ve belki de Paris ve Londra’nın
kapitalistlerinden geliyordu...”12
İttihat
Terakki ve II.Meşrutiyet
İttihat
ve Terakki Cemiyeti,
23 Temmuz 1908’de giriştiği eylemlerle Abdülhamit’e,
“Kanunisaniyi
kabul etmesi ve meclisin açılmasına izin vermesi için”
üç gün süre tanıdı. Abdülhamid,
sürenin ilk günü, yani 23 Temmuz’da, istekleri kabul etti ve
II.Meşrutiyet
ilan edildi. Meşrutiyet’le
bütünleşen örgüt, başlangıçta Rumeli halkından ve basından
destek gördü.
Yönetime
gelecek bir güce ulaştığı görülünce; İkdam,
Sabah
gibi eski gazetelerin yanında, İslamcı yayınlarıyla tanınan
Sıratel
Müstakim
gibi gazeteler bile cemiyet yanlısı yayınlar yaptı. Selanik’te
çıkan İttihat
ve Terakki,
Hürriyet,
Rumeli
ve İstanbul’da yayın yapan Şurayı
Ümmet
ve Tanin
gibi örgüte bağlı gazeteler de eklenince, örgüt oldukça geniş
bir basın gücüne ulaşmış oldu.
Erken
Gelen Yönetim Gücü ve Yönetimden Kaçınma
İttihat
ve Terakki,
toplumda uyandırdığı saygınlığa ve yaygın etkisine karşın,
ilginç bir biçimde, hükümet kurmaya yanaşmadı. Oysa, yönetime
yürüyen bir devinim olarak, toplumun hemen her kesiminde ya
içtenlikli ya da çıkar amaçlı ilgi görüyor, basın tarafından
destekleniyordu. Kendisinden daha güçlü bir siyasi örgüt yoktu.
Aralık 1908’de yapılan seçimler, büyük bir çoğunlukla
kazanılmıştı. Devlet kurumları, birlikte çalışmaya hazırdı.
Buna karşın, İttihat
ve Terakki,
örneği herhalde olmayan bir tutumla, yönetime gelmedi.
Bilinçli
bir seçimle, hükümetleri dışardan yönlendirme gibi garip bir
tutum izledi. Talat
Paşa,
“Bizim
şimdiden bir kabine oluşturmamızın sakıncaları vardır.
Devirmeye çalıştığımız Abdülhamit ile işbirliği içine
girme gibi bir durum ortaya çıkacaktır. Böyle bir durum bizi
zayıf düşürür. Hükümet işlerini çevirecek arkadaşlarımız
vardır... Şimdi gücümüzü dışardan gösterelim. Önce İttihat
Terakki’nin güçlenmesi gerekir.”13
Yönetim
sorumluluğundan kaçınmanın temelinde, bilgisizliğin yol açtığı
bilinçsizlik, kendine ve halka güvenmeme eğilimi yatıyordu. Dünya
ve ülke sorunları gerçek boyutuyla kavranamamış, kurtuluşa
dönük uygulanabilir izlenceler yaratılamamıştı.
Abdülhamit’i
devirme ve hürriyeti sağlama
ile sınırlı kalan ve Jön
Türkler’in
Batıcı görüşlerinden etkilenen İttihat
ve Terakki
önderleri, yönetime gelmekten korkuyordu. İmparatorluğun karşı
karşıya olduğu çekinceyi (tehlikeyi), bu çekincenin yönetime
yüklediği sorumluluğu ve kendi niteliklerini biliyorlar;
yetersizlikleri onları, en azından başlangıçta, yönetimi
dolaylı olarak elde bulundurma
davranışına yöneltiyordu.
Hükümetsiz
Hükümet
II.Meşrutiyet’in
ilanından sonra kurulan ilk hükümet olan Sait
Paşa
Hükümeti’ne İttihat
ve Terakki
hiç bakan vermedi. Daha sonraki Kamil
Paşa
Hükümeti’nde ise, yalnızca Adalet Bakanı (Adliye Nazırı)
Manyaszade
Tevfik,
örgüt üyesiydi. Hükümete girilmemesine karşın, aynı yıl
içinde halka, kimin nasıl yapacağı belli olmayan sözler verildi.
İzlence
olarak açıklanan bildirgelerde; köklü ve ivedi siyasi yenilikler
yapılacağı, dinine ve etnik kökenine bakılmaksızın halkın
tümünün özgürlüklerden eşit olarak yararlanacağı, ulusal
birliğin kurulacağı, ekonomik kalkınmanın gerçekleştirileceği
ve adil bir vergi düzeni getirileceği söyleniyordu.14
DİPNOTLAR
1 “Milli
Mücadelede İttihatçılık” Erik Jan Zürcher, Bağlam Yay.,
İkinci Bas.–1995, sf.41
2 “İttihat
ve Terakki Cemiyeti” Kazım Karabekir, Emre Yay., 2.Baskı–1995,
sf.486, 466
3 “Young
Turks” Ernest Edmondson Ramsauer, Prelude to the Revolution
1908, New York 1970; ak. Erik Jan Zürcher, “Milli Mücadelede
İttihatçılık” Bağlam Yayınları, 2.Basım–1995, sf.42
4 “Milli
Mücadelede İttihatçılık”, E.J.Zürcher, Bağlam Yay.,
2.Bas.–1995, sf.43
5 Büyük
Larousse, Gelişim Yay., 15.Cilt, sf.8948
6 a.g.e.
10.Cilt, sf.5992
7 “İttihat
ve Terakki Cemiyeti” Kazım Karabekir, Emre Yay., 2.Bas.–1995,
sf.518–519
8 “Türk
Direniş ve Devrimleri” Prof.Çetin Yetkin, Otopsi
Yay., II.Cilt 2003, sf.713
9 a.g.e.
sf.713–714
10 Büyük
Britanya Dış İlişkiler Dairesi, Handbooks, no:96 a&b, sf.67
ve 18; ak. Zeine N.Zeine “Türk Arap İlişkileri”,
Gelenek Yay., İst.- 2003, sf.81
11 “The
Rise of Nationality in the Balkans” R.W. Seton–Watson,
(Londra) sf.135-136; ak, Zeine N.Zeine, “Türk Arap
İlişkileri”, Gelenek Yay., İst.–2003
12 a.g.e.
sf.82
13 “İttihat
ve Terakki” Taylan Sorgun, Kum Saati Yay., 2.Basım–2003,
sf.136
14 Büyük
larousse, Gelişim Yay., 10.Cilt, sf.5993
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder