İttihatçıların
gidişleri de gelişleri gibi sıra dışı ve acılı oldu. Otuz
yaşından genç olan bu insanlar, on yıl içinde yönetime
geldiler, ülkenin geleceğine yön verdiler ve İmparatorlukla
birlikte tarih oldular. Oysa, canları pahasına, birlikte battıkları
İmparatorluğu kurtarmak istiyorlardı. Yürekli ve ataktılar.
Giriştikleri savaşım için gerekli bilinçten yoksundular ancak
yurt sevgisine dayanan inançları ve yüksek amaçları vardı.
Cemiyetten
Fırkaya
“Meşrutiyet
Devrimi”ni
gerçekleştiren, hükümeti denetleyen ve topluma yenilikler için
açık sözler veren İttihat
ve Terakki Cemiyeti,
ilk yasal kurultayını, gizli
olarak yaptı. Bu tutum, örgütün örneği olmayan bir başka
ilginç girişimiydi. Otuz beş yıl süren siyasi baskının sonucu
olacak, devleti denetleyen ve yönetime gelme gücüne ulaşan bir
parti, kurultayını gizli yapıyordu.
1908
Kasım’ında toplanan bu kurultayda, Cemiyet’in
(dernek) fırka’ya
(parti) dönüştürülmesi kararlaştırıldı. Ancak, cemiyet-fırka
ilişkilerine örgütün dağıldığı 1918’e dek tam bir açıklık
getirilemedi. İttihat-Terakki
gerçekte, ne bir dernek
ne de bir parti
oldu. Ancak, çoğu kez hem dernek
hem parti
gibi çalıştı. İlk seçimlere dernek
olarak
girdi, oluşan mecliste parti
gibi davrandı.
1908
Seçimleri ve Azınlıklar Meclisi
Aralık
1908 seçimlerinde, Türk milletvekillerinin büyük çoğunluğunu
İttihat
ve
Terakki
adayları kazandı. Ancak, gerek İttihat
ve Terakki
listesinden gerekse başka partilerden seçilen milletvekilleri;
siyasi öncelikler, etnik kimlik ve kültürel yapılanma bakımından,
birbiriyle uyumsuz, son derece karmaşık bir meclis yapısı
oluşturmuştu.
Meclis’te
175 Türk milletvekiline karşı, 60 Arap, 33 Arnavut, 25 Rum, 12
Ermeni, 6 Kürt, 4 Bulgar, 3 Sırp ve 4 Yahudi milletvekili vardı.1
Şevket
Süreyya Aydemir’in,
II.Meşrutiyet
için yaptığı sayısal saptama biraz değişiktir. Enver
Paşa
adlı yapıtında şu sayıları verir: 142 Türk, 60 Arap, 25
Arnavut, 23 Rum, 12 Ermeni, 5 Yahudi, 4 Bulgar, 3 Sırp, 1 Ulah.2
Devlete
Karşıtlık
Meclis’in
bir tür azınlıklar meclisi durumuna gelmesi, buradaki Türk
olmayan milletvekillerine, neredeyse sınırsız bir özgür ortam
yaratmıştı. Bunlar Batılı devletlerce o denli şımartılmışlardı
ki, İmparatorluğun merkezindeki Meclis’te, Osmanlı Devleti’yle
alay eden konuşmalar yapıyor, önergeler veriyordu.
Başo
Efendi
adında bir azınlık milletvekili Meclis’te yaptığı bir
konuşmada, “Benim
Osmanlılığım, Osmanlı Bankası’nın Osmanlı olması kadardır”
diyordu.3
Seçimleri
İttihat
ve Terakki
adayları kazanmıştı ancak aday gösterilen kişilerin birçoğu
İttihatçı sayılamayacak nitelikte kişilerdi. Dar kadroyla
gizlilik koşullarında çalışan örgüt, birdenbire ortaya çıkan
ve kitlesel açılımı gerektiren yeni koşullara yanıt verecek
kadro genişliğine sahip değildi.
Yönetim
gücüne ulaşması nedeniyle her tür insan örgüte akın etmişti.
Görünüşte, çok sayıda milletvekiline sahipti ancak bunlar
Meclis’te etkili olamıyordu. Örgütün önergeleri kimi zaman
kendi milletvekilleri tarafından engelleniyordu. Örneğin, 31 Mart
ayaklanmasının bastırılmasından hemen sonra, yani örgütün en
güçlü olduğu günlerde, “müsteşarlığa
atanacak görevlilerin, İttihat ve Terakki üyesi olması”
önerisi, karşıt partilerin değil, örgüte bağlı
milletvekillerinin karşı çıkması nedeniyle geri çekilmişti.4
Öngörüsüzlük
ve Karanlık Gelecek
İttihatçılar,
yıpranmamak amacıyla hükümette yer almadılar ancak bu tutum
nedeniyle daha çabuk yıprandılar. İmparatorluğu ayakta tutacak
yeniliklerden söz ediyorlar ancak yenileşmeyi sağlayacak tek araç
olan yönetimi, tam olarak ele almıyorlardı.
Bu
garip ve ürkek tutum, siyasi sonuçlarını vermekte gecikmeyecekti.
Ülkenin, ivedi çözüm bekleyen sorunları, çok ağır ve
karmaşıktı. Sürekli toprak yitiriliyor, yaklaşan savaş, ülkeyi
varlığıyla ilgili karanlık bir geleceğe doğru sürüklüyordu.
Buna karşın, İttihat
ve Terakki
yöneticileri, devleti aracılarla
yönetmeye çalışıyordu.
Koşulların
zorlaması sonucu, üst yöneticilerden, önce Cavit
Bey
(Maliye Bakanı), sonra Talat
Bey
(İçişleri Bakanı), 1909’da hükümete girdi. Aynı yıl yapılan
Anayasa değişikliğiyle, Padişah’ın yetkileri sınırlandı;
hükümet yetkileri arttırıldı, sansür yasaklandı. Kabinede iki
kişiyle temsil edilme ve yapılan değişiklikler, yıpranmayı
önleyemedi.
1910’da
bir küme milletvekili, örgütten ayrılıp Ahali
Fırkası’nı
kurdu. Merkezi Paris’te olan Osmanlı
Islahatı Esasiye
Fırkası,
başarısız bir darbe girişiminde bulundu. İttihat
ve Terakki
içinde Miralay
Sadık
ve Abdülaziz
Mecdi
önderliğinde, Hizbi
Cedit
adıyla tutucu bir kanat ortaya çıktı. Bunlara karşı Hizbi
Terakki
adlı bir başka hizip oluştu. Meşrutiyet’in
ikinci yılı nedeniyle 1910’da yayınlanan “Millete
Beyanname”
adlı bildiride, “ülkede
birlik ve bütünlüğün sağlanamadığı”
itiraf ediliyor, “
ekonomi ve eğitime ağırlık verilerek”
birliğin kısa bir sürede sağlanacağı açıklanıyordu.5
Baskınlar,
Darbeler
İttihat
ve Terakki
1912’de, Halaskâr
Zabitan
örgütünün yaptığı baskı sonucu hükümetten uzaklaştırıldı,
Meclis feshedildi. Ancak, 23 Ocak 1913’deki ünlü Babıâli
Baskını’yla 31 Mart Ayaklanması’nı bastıran Mahmut
Şevket Paşa
sadrazam yapıldı ve beş ay sonra yeniden hükümete adam sokuldu.
Halaskâr
Zabitan,
buna Mahmut
Şevket Paşa’yı
öldürerek yanıt verdi. Bu olay, İttihat
ve Terakki’nin
yönetime dolaysız biçimde ağırlığını koymasına neden oldu.
Örgüt, denetleyen
konumdan yöneten
konuma geldi.
Sait
Halim Paşa
başkanlığında, tüm üyeleri ittihatçılardan
oluşan, bir hükümet kuruldu. 12 Haziran 1913’de toplanan
Kurultay, Cemiyet’in
kesin olarak fırka’ya
dönüştürülmesine karar verdi. Ancak, bu karara karşın, Genel
Merkez üyelerinin tümünün hükümette yer almasına izin
verilmedi. Mithat
Şükrü (Bleda),
Bahattin
Şakir
gibi önemli isimler kabineye girmedi.
Batıya
Bağlanma
İttihat
ve Terakki,
kendisinin olduğu kadar İmparatorluğun da sonunu getirecek kararı,
Almanya’yla geliştirilen ilişkiler konusunda aldı. İngiltere ve
Fransa’ya yapılan göstermelik bağlaşma (ittifak) önerisi geri
çevrilince, ordunun “modernizasyonu”
adına Almanya’ya yanaşıldı. Almanya’dan yoğun biçimde
askeri uzman getirildi, çok sayıda subay Almanya’ya gönderildi.
Askeri anlaşma, kısa bir süre içinde siyasi yakınlaşmaya
dönüştürüldü ve bu yakınlaşma
2 Ağustos 1914’de imzalanan gizli bir bağlaşma antlaşmasıyla
sonuçlandırıldı.
Türk-Alman
ilişkilerine, Almanya hayranlığıyla tanınan ve örgütün en
etkili yöneticilerinden biri konumuna gelen Enver
Paşa
yön verdi. Sözde satın alınan ve subaylarına Türk üniforması
giydirilen iki Alman gemisi’nin (Goeben ve Breslav), Rus
limanlarını bombalaması sonucu bir oldu bittiyle, Dünya Savaşına
girildi.
Dört
yıl süren ve Anadolu halkını perişan eden savaş sonunda,
Almanya’nın yenilmesi nedeniyle yenik sayılan Osmanlı
İmparatorluğu, galiplerce işgal edildi. İttihat
ve Terakki,
14 Kasım 1918’de yaptığı bir kurultayla örgütü dağııtı.
Yerine, ne anlama geldiği pek de belli olmayan, Teceddüt
(yenilik)
adlı bir parti kurulduğu açıklandı.
İttihat
ve Terakki
yöneticilerinin sonları İmparatorluk gibi acılı oldu. Talat
ve Cemal
Paşaları
Ermeniler öldürdü; Enver
Paşa,
“Turan
devleti kurmak için”
gittiği Orta
Asya’da
vuruldu; Cavit
Bey,
Yüzbaşı İsmail
Canbolat,
Doktor
Nazım, Atatürk’e
suikast girişimi nedeniyle idam edildiler; Kara
Kemal
intihar etti.
Örgütün
sıradan üyeleri çoğunlukla Kurtuluş Savaşı’nı
desteklediler; Müdafaa-i
Hukuk Dernekleri’ni
örgütleyerek savaşa ve daha sonra kurulacak olan Cumhuriyet Halk
Fırkası’na katıldılar; birtakımı, Cumhuriyet’in kuruluşunda
ve geliştirilmesinde etkin görevlerde bulundular.
Batıcı
Milliyetçilik
İttihat
ve Terakki,
diğer Jön
Türk
örgütleri gibi Batıcıydı. Başlangıçta, Türkiye’de
geleneksel hale gelen İngiliz-Fransız etkisine girdi. Daha sonra
Almanya’ya yöneldi. Başka Jön
Türk
örgütlerinden ayrımlı olarak, özellikle 1913’ten sonra, ulusçu
eğilimlere sahipti. Ulusçulukları
bilgi ve bilince değil, daha çok duyguya dayanıyordu. Bu nedenle,
bir başka Batılı ülke Almanya’ya yanaşmada bir sakınca
görmediler, üstelik bunu ulusçuluk
adına yaptıklarını söylediler.
Batı
Avrupa biçiminde bir ulusal devlet oluşturmak istiyorlar ancak
bunun yalnızca kapsamlı bir ulusal bağımsızlık savaşımı ile
gerçekleşebileceğini göremiyorlardı. İngiliz-Fransız
üstünlüğüne karşı, Almanlar’a dayanarak amaçları yönünde
bir güç oluşturacaklarını sanıyorlardı.
Alman
Eğitimi
Osmanlı
Ordusu’nun geleceği olan genç subayları, Almanya’da ve
Türkiye’de Alman “uzmanlara”
eğittirdiler. Oysa, “dost
ve müttefik”
saydıkları Almanya, Osmanlı topraklarını sömürgeleştirme
peşindeki emperyalist bir ülkeydi.
Eğitim,
siyasi yakınlaşmayı, siyasi yakınlaşma ise üstün
güce
karşı duyulan bağımlılık duygularını geliştiriyordu. Sanayi
ve teknolojik bağımlılık artıyor, kendine güvene dayalı ulusal
direnme gücü zayıflıyordu. Subaylar arasında, Almanya’ya olan
bağımlılık, teknolojik
geriliğin gerekli kıldığı
bir
zorunluluk
gibi görülüyor ve olağanlaşıyordu.
İttihat
ve Terakki
önderlerinden Enver
Paşa,
1908’den sonra Berlin’e askeri ateşe olarak gönderilmişti.
Aynı yıl, Türkiye’ye yüzlerce Alman askeri
eğitmen
gelmiş, Almanya’ya birçok Türk subay gönderilmişti.6
NATO aracılığıyla bugün ABD ile yaşananların bir benzeri, o
dönemde, İngiliz-Fransız
gücüne karşı milli güç yaratma
adına, Almanya’yla yaşanıyordu.
Almanya’nın
İstanbul
Büyükelçisi
Wangenheim,
Şansölye Bethmann
Hollweg’e
1912’de şunları yazıyordu: “Türkiye’de
ordu önder rolünü oynadığı sürece, Almanya rekabette olduğu
ülkelere karşı avantajlı bir pozisyonda olacaktır. Zira Türk
anlayışına göre, Alman ve Türk orduları arasında silah
arkadaşlığı bulunmaktadır.”7
Osmanlıcılık
İttihatçılar,
başlangıçta tam anlamıyla Osmanlıcıydılar.
1908’de Avrupalılar’a, “Osmanlılar,
mezhep ve cins farkı olmaksızın kardeştir. Ülkenin yüksek ve
ortak yararları karşısında ne Hıristiyan ne Müslüman vardır.
Osmanlılıktan başka bir şey yoktur. Hepsinin çıkarları,
gelecek umutları ve kaderleri aynıdır”
diyorlardı.8
İki
yıl içinde Libya, tüm Batı Trakya ve Girit’i, on yıl içinde
de, Suriye, Irak ve Arabistan’ın tümünü yitirdiler. Enver
Paşa,
Osmanlıcılığın yükselmesi için değil, Anadolu Türklüğünü
kurtarmak için giriştiği Turancılık
savaşımında
öldü. Talat
ve
Cemal
Paşalar,
dost bildikleri Alman kentlerinde ve sahipsizlik içinde, Ermeni
kurşunlarıyla can verdiler.
“Kardeş”
gördükleri Osmanlı azınlıkları, hem İmparatorluğu hem de
onları yok etti. Oysa; Tunalı
Hilmi
1908’de Avrupalılar’a, “Osmanlılık
Türklük değildir, mezhep ve cins ayrımı olmaksızın
kardeşliktir”
derken, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasının siyasi
merkezi gibi çalışan Fener Rum Patrikhanesi, “Osmanlı
milleti diye bir tanım kullanılıyorsa da gerçekte böyle bir
millet yoktur”
diyordu.9
Yapılmak
İstenenler; Yapılanlar
İttihatçıların
Osmanlıcılık
olarak tanımladıkları düşünsel karmaşadan kendilerini
kurtarmaları, gerçekleri ortaya koyan araştırmalarla değil,
yaşanan acılı olaylar ve el yordamıyla oldu. Ulusçuluğa
ulaştıklarında, artık geç kalmışlardı. Üstelik Türk
ulusçuluğunun
kuramını oluşturacak ne yeterli bilgileri, ne de zamanları vardı.
Yine de, 1913’ten sonra başlayan ulusçu yönelme, birçok
yeniliğe ortam hazırladı.
Eğitimde
çağdaşlaşma, üniversite (darülfünun) özerkliği, Batı
takvimi, ulusal ekonomi, özel girişimcilik, kooperatifçilik gibi
konularda araştırmalar ve uygulamalar yapıldı. Eğitime
karışmayacak, yalnız din işleriyle uğraşacak Darülhikmetül
İslamiye
örgütü geliştirildi; siyasetle ilişkisi olmayan kültür ve spor
dernekleri kuruldu; Türk
Ocağı
desteklendi. Ulusal
Savunma
(Müdafaa-i Milli), Donanma,
Çocuk
Esirgeme
(Himaye-i Eftal), Kızılay
(Hilal-i Ahmer) gibi örgütler denetim altına alınıp
geliştirildi.
Haber
alma ve eylem örgütü olarak Teşkilatı
Mahsusa
kuruldu. Benimsenen ulusçuluk
ilkesine uygun olarak, ulusal ekonomi siyaseti izlendi, yerli malı
kullanma, kooperatifçilik ve özel girişimcilik teşvik edildi.
İtibari
Milli Bankası
açıldı, mahkemeler Adliye Nezareti’ne bağlandı, yargıda
yeniliklere gidildi.10
Yokoluş
İttihatçılar,
kendilerinin yarattığı koşullar nedeniyle, İmparatorlukla
birlikte yok oldular. Almanya’yla kurulan ilişkiler, yarattığı
bağımlılıkla, ülkeyi emperyalist devletler arasındaki büyük
savaşa sürükledi. Konumuna ve gereksinimlerine hiç de uygun
düşmeyen bu savaş; ülkenin parçalanmasına, katılma
sorumluluğunu taşıyanların da ortadan kalkmasına yol açtı.
İttihatçıların
gidişleri de gelişleri gibi sıra dışı ve acılı oldu. Otuz
yaşından genç olan bu insanlar, on yıl içinde yönetime
geldiler, ülkenin geleceğine yön verdiler ve İmparatorlukla
birlikte tarih oldular. Oysa, canları pahasına, birlikte battıkları
İmparatorluğu kurtarmak istiyorlardı. Yürekli ve ataktılar.
Giriştikleri savaşım için gerekli bilinçten yoksundular ancak
yurt sevgisine dayanan inançları ve yüksek amaçları vardı.
Değerlendirmeler
Taylan
Sorgun
İttihatçılar için şunları söylemektedir: “Destanlarla
büyümüş gencecik bir nesil, avuçlarının içinden bir
imparatorluğun kayıp gitmeye başlamasını yaşarken, öfkelerinin
ve kaderlerinin üzerindeki ‘Yıldız kabusu’ içinde
bunalıyorlardı. Onlar kendilerini çok geçmeden, bir büyük
devlet kavgası içinde bulacaklardır. Ve o devlet kavgasının
ideallerle dolu, inatçı, vuruşkan havası içinde; hapishaneler,
sehpalar, tutuklanmalar ve prangalar, köşebaşlarındaki pusular,
jurnaller, koca bir imparatorluğun çöküşünü yaşayışları ve
yoksul Anadolu yaylası insanlarının cephelerde tükenişleri,
sanki doğdukları zaman vazgeçilmez kaderleri olmuştu.”11
Mustafa
Kemal,
hemen hiçbir konuda anlaşamamasına karşın, İttihat
ve Terakki’nin
“vatansever
bir örgüt”
olduğunu kabul eder ve bu örgütün yurtseverliğinin her türlü
“tartışmanın
üzerinde”
olduğunu söyler. Üstelik bunu, ittihatçıların bir sürek avı
gibi arandıkları işgal altındaki İstanbul’da, Fransız
Büyükelçiliğinde görevli Rahip Frew’e
karşı yapar.
Kendisiyle
görüşme isteminde bulunan Frew’in,
İttihat
ve Terakki hakkında
ileri geri konuşması üzerine şunları söyler: “
İttihat ve Terakki’nin temsilcisi değilim, fakat izninizle
söylemeliyim ki, İttihat ve Terakki vatansever bir cemiyettir.
Başlangıcından çok zaman sonrasına kadar ben de bu cemiyet
içinde bulundum. Cemiyet, hiçbir zaman sizin aşağılamalarınızı
hak edecek bir nitelik almamıştır. Birçok kusuru ve yanlışı
olabilir. Ama yurtseverliği tartışmaların üstündedir.”12
DİPNOTLAR
- “1908 Devrimi” Aykut Kansu, İletişim Yay., 1995, sf.359– 428
- “Enver Paşa” Şevket Süreyya Aydemir, Remzi Yay., 3.Bas, 2.Cilt, sf.93
- “İttihat ve Terakki” Taylan Sorgun, Kum Saati Yay., 2.Bas.–2003, sf.223
- Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, 10.Cilt, sf.5993
- Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, 10.Cilt, sf.5993
- “Jön–Türk Modernizmi ve Alman Ruhu” Mustafa Gencer, İletişim Yay., İst.–2003, sf.54
- a.g.e. sf.54
- “Türk Direniş ve Devrimleri” Prof. Çetin Yetkin, Otopsi Yay., II. Cilt– 2003, sf.717–718
- a.g.e. sf.718
- Büyük Larousse, Gelişim Yay., 10.Cilt, sf.5993
- “İttihat ve Terakki” Taylan Sorgun, Kum Saati Yay., 2.Baskı– 2003, sf.13
- “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” Sadi Borak, Kaynak Yay., 2.Bas., İst.–1998, sf.243
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder