İstanbul’da
bulunduğu altı ay boyunca, durmadan çalıştı. Hemen “her
kapıyı çaldı.”
Güvenilir bulduğu yetki sahiplerine, “askeri
birlikleri terhis etmemelerini”
ve işgal güçlerine olabildiğince, “örtülü
engeller çıkarmalarını”
söylüyordu. Dost bildiklerinden başka; düşman saydığı
kişiler, düzeysiz ve yetersiz görevliler, hoşlanmadığı
insanlar ve yabancılarla bile konuştu. İstanbul’da kaldığı
süre içinde, Vahdettin’le
dokuz, Sadrazam Damat
Ferit’le
iki, Harbiye Nazırları Şakir
ve Abdullah
Paşalarla
birer ve Mehmet
Ali Bey’le
bir kez görüştü. Sir
W.Birdwood,
Kont
Sforza
ve Rahip
Frew’la
bir araya geldi. “Türk
milletini kurtarmak için giriştiği işte hiçbir şeyi gayrimeşru
saymıyordu.”
Ülkeyi esenliğe çıkarmada o denli kararlıydı ki, herşeyi göze
almıştı. Gerçek düşüncelerini büyük bir sabırla saklı
tutuyor, amacına katkı koyması koşuluyla herkesle, ilişki
kurmaktan çekinmiyordu.
Yorgun
Ancak Dirençli
Mustafa
Kemal
İstanbul’a ağır sorumluluklar ve yıpratıcı savaşlar içinden
geçerek 13 Kasım 1918’de geldi. “Zayıflamış,
avurtları çökmüş, soluk aldırmayan böbrek sancılarının
acısıyla kıvranıyordu.”1
“Sıtma’nın
ne zaman yoklayacağı”
belli olmuyordu.2
Kulaklarından rahatsızdı.3
Şişli’deki evinde “hafif
bir mide humması”
geçirmişti. 4
Bedensel
yorgunluğuna karşın, yüksek bir istence (iradeye), şaşılacak
bir kararlılığa sahipti. Bu, ona, büyük bir direnme gücü
veriyordu. İstenç gücü her zaman olguğu gibi beden gücünün
önündeydi. En yorgun ve hasta anlarında bile, giriştiği işten
kopmuyor, olayların üzerine gitmekten çekinmiyordu. Bu tutumu,
İstanbul’da da sürdürdü ve gelir gelmez çalışmaya başladı.
İstanbul’a
gelişinin ertesi günü (14 Kasım 1918), Sadrazamlıktan yeni
ayrılmış olan Ahmet
İzzet Paşa’yla
görüşmeye gitti. Aynı gün Rauf
(Orbay) Bey ve İngiliz gazeteci Ward
Price
ile görüştü. Ertesi gün, 15 Kasım’da, Padişah
Vahdettin,
16 Kasım’da da, “Çanakkale’deki
kahramanlıkları nedeniyle”
kendisiyle tanışmak isteyen İngiliz General William
Birdwood
(1938’de ilerlemiş yaşına karşın Atatürk’ün
cenaze törenine katılmak için Türkiye’ye gelecektir) ile
görüştü.5
İlişki ve görüşmeleri İstanbul’da kaldığı 6 ay boyunca
sürdü.
Görüş
ve Amaç
Mondros’un
bilinçli belirsizliklerine dayanılarak Türkiye’nin işgal
edileceğini önceden görmüş, savaşıma (mücadeleye) karar
vermiş, yöntemini belirleyerek ön girişimleri yapmıştı. “İşler
ancak devrim yoluna gidilmekle düzelebilir”
diyordu.6
Yıkılmasını kaçınılmaz gördüğü Osmanlı’nın yerine,
yeni bir devlet kuracaktı. İşgalci devletler dahil hiçbir güçle,
amacına uygun düşmeyen bir uzlaşma içinde olmayacaktı. “Yabancı
yardımı olmadan Türkiye kendini kurtaramaz”
düşüncesini onursuzluk sayıyor ve yenilginin kendisi kadar acı
verici buluyordu. İşgalcilerle uzlaşma ya da manda öneren en
küçük düşünce bile, “dişlerini
gıcırdatmasına neden oluyordu.”7
Örneğin
İngilizler için, “Onlar,
o İngilizler, gücümüzün ne olduğunu yakında görecekler, bize
eşitleri gibi davranacaklardır. Onlara asla boyun eğmeyeceğiz.
Uygarlıklarını başlarına geçirene dek, son ferdimize kadar,
onlara karşı koyacağız”
diyordu.8
Ulaşabildiği,
etkili olacağını düşündüğü hemen her yere ulaşmaya çalıştı.
Var olan durumu ve gelecekte ülkeyi bekleyen tehlikeleri,
kanıtlarıyla ortaya koyuyor, uzun ve sabırlı görüşmelerle,
insanları uyarıp uyandırmaya çalışıyordu. Kurduğu her ilişki,
kurtuluş için girişeceği eyleme katkı sağlamaya yönelikti.
Amacı çok açık ve yalındı. Anadolu’ya geçecek, halk gücüne
dayanarak bir kurtuluş ordusu örgütleyecek ve yeni bir devlet, bir
halk devleti kuracaktı. Buna, İstanbul’da değil, Halep ve
Adana’da karar vermişti. İstanbul’da yaptığı; amacına
uygun araçlar
sağlamak, subaylar başta olmak üzere insan kazanmak, örgütlenmek
ve yetki elde etmekti. İstanbul’a bu nedenle gelmişti.
Yoğun
Görüşme
Altı
ay boyunca, durmadan çalıştı. Hemen “her
kapıyı çaldı.”9
Güvenilir bulduğu yetki sahiplerine, “askeri
birlikleri terhis etmemelerini”
ve işgal güçlerine olabildiğince, “örtülü
engeller çıkarmalarını”
söylüyordu.10
Dost bildiklerinden başka; düşman saydığı kişiler, düzeysiz
ve yetersiz görevliler, hoşlanmadığı insanlar ve yabancılarla
bile konuştu.
İstanbul’da
kaldığı süre içinde, Vahdettin’le
dokuz, Sadrazam Damat
Ferit’le
iki, Harbiye Nazırları Şakir
ve Abdullah
Paşalarla
birer ve Mehmet
Ali Bey’le
bir kez görüştü. Sir
W.Birdwood,
Kont
Sforza
ve Rahip
Frew’la
bir araya geldi. “Türk
milletini kurtarmak için giriştiği işte hiçbir şeyi gayrimeşru
saymıyordu.”11
Ülkeyi
esenliğe çıkarmada o denli kararlıydı ki, herşeyi göze
almıştı. Gerçek düşüncelerini büyük bir sabırla saklı
tutuyor, amacına katkı koyması koşuluyla herkesle, ilişki
kurmaktan çekinmiyordu.12
Güvenip
görüştüğü insanların büyük çoğunluğu, yapmayı düşündüğü
işlerin çok azını açıklamasına karşın; ona, olmayacak şeyler
düşünen, gerçeklerden habersiz, düş peşinde bir insanmış
gibi bakıyordu.
İstanbul’a
geldiği ilk günlerde, çalışılabilir gördüğü Sadrazam Ahmet
İzzet Paşa’yı,
istifasını geri alması için ikna etmeğe çalıştı. Onun
hükümetinde Harbiye Nazırı olmak istiyordu. Bu orundan
(makamdan), hazırlanmakta olduğu silahlı savaşım için
yararlanacak, elde ettiği yetkiyi adam ve silah sağlamakta
kullanacaktı. Düşündüklerini yapabilmesi için, Tevfik
Paşa
kabinesinin Meclis’te güvenoyu almaması gerekiyordu.
Milletvekillerinin
çoğunluğu, bu yönde davranacakları ve Tevfik
Paşa’ya
güvensizlik oyu verecekleri konusunda söz verdiler ancak hemen
hiçbiri sözünde durmadı. Çabaları süresince, bir asker olarak
hiç alışık olmadığı, kaypaklık ve yalancılıklarla
karşılaştı. Tiksintiyle karşıladığı bu olaydan, Cumhuriyet
devletini kurarken yararlanacağı sonuçlar çıkardı ve çıkarcı
politikacılara karşı önlem almayı devlet politikası haline
getirdi. Halkı bu tür insanlara karşı sürekli uyardı. Dokuz yıl
sonra, Nutuk’ta,
“saygıdeğer
ulusuma şunu öğütlerim ki; bağrında yetiştirerek başının
üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz
mayayı
(cevheri
asli)
çok
iyi incelemeye dikkat etmekten, hiçbir zaman vazgeçmesin.”13
Subaylar
ve Kararlar
Şişli’de
kiraladığı evde pek çok insanla görüştü. Ali
Fuat (Cebesoy),
Kazım
(Karabekir),
Rauf
(Orbay),
İsmet
(İnönü),
Refet
(Bele)
ve Kazım
(Dirik)
bu evde görüştüğü ve ilerde birlikte savaşım vereceği
güvendiği komutanlardı. Erzurum’da 15.Kolordu Komutanlığına
atanan Kazım
(Karabekir)
Paşa, bu atamadan, “Kolordu’da
organize bir birlik bırakılmadığı”
gerekçesiyle hoşnut değildi. Oysa bu Kolordu, Ali
Fuat (Cebesoy)
Paşa’nın komutasındaki 20.Kolordu’yla birlikte, elde kalan iki
askeri güçten biriydi.
Kazım
(Karabekir)
Paşa’ya atandığı görevin kurtuluş savaşımı açısından
önemini anlatarak görevi kabul etmesini istedi. “Orada
örgütlü bir kuvvet bırakılmamış olabilir. Ancak bizim bundan
sonra iş görebilmemiz için gerekli olan asal unsur millettir,
halktır. Ben size Erzuruma gitmenizi özellikle öneririm. Gidiniz
ve orada bir halk örgütü kurunuz. Yakında benim de size katılmam
kesindir” diyerek
onu ikna etti.14
Ali
Fuat
(Cebesoy) Paşa ile yaptığı görüşmede; sorunların ancak
Anadolu’da çözülebileceğini, bu nedenle 20.Kolordu
Karargahı’nın, “direniş
hareketi için merkezi konumda olan”
Ankara’ya taşınmasını istedi.15
7.Orduda olduğu gibi onu hala komutanı sayan Ali
Fuat
(Cebesoy) Paşa, bu öneriyi kabul etti ve birlikte davranma
konusunda anlaştılar. Anadolu’daki dağınık direniş örgütleri,
Doğu’da Kazım
(Karabekir) Paşa’nın 15, Batı’da Ali
Fuat (Cebesoy)
Paşa’nın 20.Kolordusunun yönetimi altına alınacak, bu iki güç
Mustafa
Kemal’e
bağlanarak tek bir merkezde toplanacaktı.16
Şişli
görüşmeleri, onun Adana’dayken geliştirdiği düşüncelerin,
karar ve ilke olarak ortaya konmasıyla sonuçlandı. Halk
örgütlenmesinin temel alındığı ilkeler, özet olarak şöyleydi:
“Çıkışı
olan tek kurtuluş yolu bir milli direniş hareketi yaratmaktır.
Ordu’yla millet elele vermeli, beraber hareket etmelidir. Asker’in
terhisi derhal durdurulmalı, hiçbir silah, cephane ya da techizat
düşmana verilmemelidir. Genç ve yetenekli komutanlar birliklerinin
başında tutulmalı ve Anadolu’ya gönderilmelidir. Ulusal
direnişten yana devlet yöneticileri yerlerinde bırakılmalı,
illerde particilik adına yürütülen kardeş kavgasına son
verilmeli ve halkın gönülgücü(morali) yükseltilmelidir.”17
Yılgınlar
İstanbul’da
görüştüklerinin tümü, silah arkadaşları gibi ülkenin
kurtarılmasına duyarlı, direnme eğiliminde insanlar değildi.
Önemli bölümünün, ulusçu duyguları körelmiş, kişisel
kaygılar içinde, bilinçsiz ve dirençsiz olduğunu gördü.
Bunlarla, ülke savunması konusunda birlikte olmak ve sonuç
getirecek bir ilişki geliştirmek olası değildi. İşgalci
baskısından korkuyorlar, sürekli olanaksızlıklardan söz ederek,
ülkenin yazgısını (kaderini) büyük devletlerin kararına
bırakan bir tutum sergiliyorlardı; bunların sayısı ve yaygınlığı
beklediğinden çoktu.
Genel
söylem; işgale karşı direnç göstermenin çılgınlık
olduğu,
başarı olasılığı bulunmayan böyle bir tutumun, görüşmeler
yoluyla bulunabilecek çözümleri ortadan kaldıracağı, bunun da
devletin sonu olacağı biçimindeydi. Giderek yayılmakta olan,
“bizim
için herşey bitti”
düşüncesi, onun, “bizim
için savaş şimdi başlıyor”18
anlayışıyla temelden çelişiyor; bu çelişki, düşmanlığa
varan bir ayrılığa neden oluyordu.
Devlet
yöneticilerini de içine alan “Türk
olarak adeta tükenmiş”19
önemli bir kitle, tam bir boyuneğiş içinde ve “içlerinde
hiçbir direnme ve savaşma isteği kalmamacasına yenik düşmüş”
tü.20
Oysa o, Anadolu’daki Türk varlığının artık görüşme ve
anlaşmalarla değil, ancak silahla korunabileceğini görüyor 21,
hazırlıklarını buna göre yapıyordu. Bu iki anlayışın bir
araya gelmesi gerçekten olanaksızdı.
Durum
Saptaması
Yaptığı
çalışmalar sonucu, ordudaki silah arkadaşlarından dar ancak
etkili bir kesimi, halka ve kendi gücüne dayanarak “Türkiye’yi
parçalanmaktan kurtarmanın mümkün olduğuna”
inandırdı. Anadolu’daki Türk varlığı, ciddi bir çekinceyle
(tehlikeyle) karşı karşıyaydı; halk bitkin, olanaklar
sınırlıydı.
Ancak,
çatışma durumunda kalınacak büyük devletler de rahat değildi.
Dört yıl süren savaş, insan kaynaklarını zorlamış, güçlerini
kırmıştı. Ordularını büyük oranda terhis etmişler,
ülkelerinde yayılmakta olan savaş karşıtı eğilimler ve
sınıfsal çatışmaya dönüşen toplumsal çalkantılarla
uğraşıyorlardı. Türkler’i “tükenmiş”
görüyorlardı ancak kendileri de iyi durumda değildi. Silahlı
çatışmadan kaçınmak için, danışmanları Lloyd
George’a,
“Türkiye,
devlet olarak çözülmüştür, biraz bekleyelim, kendiliğinden
parçalanacaktır, parçaları daha sonra bölüşürüz”
diyordu.22
O,
öneriye yansıyan gerçeği görmüş ve güçlü bir görüntü
vermeye çalışan büyük devletlerin, aslında savaşamayacak
durumda olduğunu anlamıştı. İleri sürdüğü görüş ve
öneriler, düşünülmeden söylenmiş duygusal çıkışlar değil,
dünya ve ülke koşullarına dayanan gerçekçi belirlemelerdi.
Gizlilik
İlişki
ve çalışmalarını genellikle gizli yürütüyordu. Dışardan
bakıldığında, “yenilgiyi
kabullenmiş ve Padişah’la Damat Ferit’in politikalarına razı
olmuş”
gibi görünüyordu.23
İşlerini o denli ustalıkla yürütüyordu ki, İngilizler
kuşkulanmış, onu “Malta
’ya sürülecekler
listesi”
ne
almışlardı.24
Ancak, “açık
vermediği için”
bir şey yapamıyorlardı. Örneğin, millicilerin tutuklanıp
kapatıldığı Bekirağa
Tutukevi’nin
basılarak, tutukluların kurtarılması için bir eylem düzenlemiş,
eylemin ihbar edilmesine karşın, önceden aldığı önlemler
nedeniyle İngilizler bir şey kanıtlayamamışltı"25
İstanbul’da
kurulan hemen tüm gizli direniş örgütleriyle ilişkisi vardı.
Bunların kurulmasını sağlıyor, yönlendirip yönetiyor ancak üye
ya da yönetici olarak görünmüyordu. “Özgür
ölünecek, ancak asla tutsak ve aşağılanmış olarak
yaşanmayacaktır”26
diyen ve gizli çalışan Karakol örgütüyle, kuruluş döneminde
ilişkisi vardı. Örgüt yöneticileri Ali
Rıza
ve İsmail
(Canbulat) Beylerle ilişkiyi, çok güvendiği yaveri Cevat
Abbas (Gürer)
aracılığıyla sürdürüyordu.27
Ankara’ya
gidince, yeraltı örgütlerinin tümünü denetim altına almış,
kapanan ya da çalışmasını durdurduğu örgütlerin yerine
yenilerini kurdurmuştu... Teşkilatı
Mahsusa’nın
süreklilik gösteren ardılları, “Ankara’nın
doğrudan buyruğu altındaydı.”
Teşkilatı
Mahsusa’nın
Müdürü Hüsamettin
Bey’i,
1920 sonunda, Genel Kurmay İstihbarat Birimi’nin başına geçmek
üzere, Ankara’ya getirmişti.28
İstanbul’daki
gizli direniş örgütleri, düşman denetimi altındaki depoları
basarak silah ve cephanelere el koyuyor, sokağa egemen Rum ve Ermeni
çetelerle çatışıyor ve bilgi topluyordu. Gizli evler tutuluyor,
az sayıda insanın bildiği toplantı ve buluşma noktaları
oluşturuluyordu. Subaylar ve millici memurlar, girişimlere gizli
destek veriyor29,
ulusal
savaşıma kadro
buluyorlardı.
Gizli
Örgütler
Millici
direniş, insan gücünü, başta ordu olmak üzere; dağılmış
olan Teşkilatı
Mahsusa’nın
kendini koruyan birimlerinden, zanaatçı ve imalatçı
loncalarından, esnaf derneklerinden, Kızılay’dan ve kadın
örgütlerinden sağlıyordu. 1918’de, İstanbul’da 18 kadın
derneği vardı.30
İlk yeraltı örgütü Karakol’u,
Ankara’da Meclis kurulduktan sonra Müdafaa-i
Milliye
(M.M.), Felâh,
Mukavemet’i
Bahriye
ve İmalat’ı
Harbiye
gizli örgütleri izledi. İstanbul’un her yaş ve cinsten Müslüman
Türk halkı, bu örgütler aracılığıyla ulusal
savaşıma katıldılar.
Başlangıçta
yorgun, yılgın ve dağınıklık içinde bulunan milliciler,
1918-1923 arasındaki beş yılda ve giderek artan biçimde, etkili
bir direniş yaratmayı başardılar. Gerçekleştirilen çok yönlü
ve etkili eylem, bir mucize değil, ustaca tasarlanmış dizgeli
(sistemli) ve örgütlü bir eylemin doğal sonucuydu. Bilgi
toplamadan cephane baskınlarına, Anadolu’ya adam göndermeden
silah saklamaya, yaymacadan (propagandadan) para bulmaya dek her tür
eylem yapılıyordu. İstanbul camilerinin pek çoğunun bodrumları,
savaş malzemesi deposu durumuna getirilmişti.31
Ankara’ya kaçışın ilk durağı Üsküdar sırtlarındaki Özbek
Tekkesi’ydi.32
Mim
Mim ve Silah Edinme
Ankara’nın
gereksinim duyduğu silahların önemli bir bölümü, işgalci
güçlerin İstanbul’da depoladığı silahlara el konularak
sağlandı. Mustafa
Kemal,
kurdurup yönlendirdiği Müdafaa-i
Milliye Cemiyeti’nin
askeri kanadını, başlangıçta İstanbul’un Müslüman halkını,
Rum ve Ermeniler’in saldırılarından korumakla görevlendirdi.
Kısa
adı M.M.
(Mim Mim)
olan bu örgütü, daha sonra Ankara’ya
silah ve adam taşıma
işine verdi. Mim
Mim’in
başkanlığına, Çanakkale’de yanında onbaşı olarak savaşan
Topkapılı Mehmet
Bey’i
(Cambaz Mehmet) getirdi. M.M. İstanbul’da kendisini korudu ve Rum
saldırılarına karşı koymak için, hemen her semtte örgütlendi.33
Ankara’ya geçtikten sonra, örgüt içinde, doğrudan kendisine
bağlı sekiz kişilik bir komite oluşturdu. Bu komite, belirlediği
kişileri Ankara’ya kaçırıyor, yol giderlerini ve gerekli
belgeleri sağlıyordu.34
Mim
Mim,
baskınlarla ele geçirdiği 38 bin ton silah, cephane ve donanımı,
elinde hiçbir motorlu araç olmamasına karşın, kağnılarla, at,
deve ya da katırlarla Ankara’ya taşıdı.35
Bu yükün karşılığı; 56 bin süngü, 320 makineli tüfek, 1500
tüfek, bir batarya, 3 bin sandık cephane, 10 bin üniforma, 100 bin
nal, 15 bin matara, bin değişik askeri donanımdı.36
Karakollardan,
kışlalardan, askeri depolardan silah ve malzeme “çalınıyor!”
du. 1921 Martı’nda Davutpaşa Kışlası’ndan el bombaları ve
makinelı tüfekler çalınmıştı. “Bir
muhbirin ihbarıyla”
İngilizler, Sarıyer Karakolu’nda Anadolu’ya gönderilmeyi
bekleyen 374 tüfek, 7 makinalı tüfek 25 el bombası ve 35 kasa
cephane bulmuştu.
“Ermeni
yetimlerin yerleştirilmesi”
gerekçesiyle okullarından çıkarılan Kuleli Askeri Lisesi’nin
800 öğrencisi, götürüldükleri Maçka Kışlası’nın
cephanesini neredeyse boşaltıp M.M.’e
teslim etmişti. Aynı işi Beylerbeyi Jandarma Okulu öğrencileri
de yapmıştı. Yeşilköy Çobançeşme cephaneliğinden 250 bin
mermi, Haliç’teki Karaağaç silah deposundan 500 sandık cephane
‘kaybolmuştu’.37
İstihbarat
Başarısı
Mustafa
Kemal,
İstanbul direnişini örgütlerken her sınıf ve kesimden çok
değişik insanla dolaylı ya da doğrudan ilişki kurdu.
İngilizler’in ünlü istihbaratçıları,
onun Saray’dan Sirkeci kayıkçıklarına, kadın örgütlerinden
yurt dışı yapılanmalarına uzanan haber alma ağıyla baş
edemiyordu. İşgal güçlerinin koyduğu idam cezasına karşın,
milliciler; “büyük
bir ustalıkla her yere sızıyor, Saray’dan girip elçiliklerden
çıkıyor ve İngilizler’in haber alma servisleriyle adeta alay
ediyorlardı.”38
Hemen her karşı girişimi önceden öğrendiler, önlem alarak
başarısız kıldılar. Kendilerini, tümden davaya adamışlardı.
Milli direnişe katılanlar, “Bizim
vücudumuz millete aittir, biz milli direniş hareketinin bir
parçasıyız”
diyordu.39
Berthe
Georges-Gaulis,
bu insanları şöyle değerlendirmiştir: “Türklerin
en sert ve acı tepkileri bile, görünürde bir kayıtsızlık
perdesi arkasında gizliydi. Sokakta, size bakmadan geçen bu
insanları, herhangi bir direniş yapamayacak durumda sanırdınız.
Ama birdenbire ortaya çıkan sert olayları, nedeni anlaşılamayan
bu yangınları kimler çıkarıyor? Silah sesleri nereden geliyor?
Yönetim makinesinin çarkları arasında kayabilen bu kum taneleri
nereden çıkıyor? Avrupalılar, sorumluları gözle görülemeyen
ve kavranamayan bu olaylara akıl erdiremiyor. Onların kaba kuvveti,
burada iş göremiyor...”40
Halkın
direncini kıramayan işgal yönetimi, yalnızca millicileri değil,
onlara yardım edenleri de ölüm cezasına çarptırmaya karar verdi
ve bu kararı “İstanbul’un
her yerine yapıştırdığı ilanlarla”
duyurdu.41
Bu
duyuru da etkili olmadı ve direniş yayılarak gelişti. Haberalma
çalışmaları ve silahlı eylemlerden ayrı olarak, mahallelerde,
okullarda ve fabrikalarda, halkı direnişe çağıran bildiriler
dağıtıldı.
Amiral
Bristol’un,
Mustafa
Kemal’in
kaleme aldığını varsaydığı42
ve işçilere dağıtılan bir bildiride şunlar yazıyordu: “Bir
kısım vicdansız ve şerefsiz devlet adamları, yeşil çuhalı
masalarda, bize atalarımızdan miras kalan bu ülkeyi parçalamaya
ve bölmeye karar verdiler. Bununla yetinmedikleri gibi ölüm
fermanımızı çıkardılar... Üstümüze en menfur kavmi
saldırttılar; öyle bir kavim ki, sevgili İzmirimiz ’i bizden
söküp aldı. Şimdi aynısını Türklüğün beşiği Trakya’da
yapmaya çalışıyor... Düvel-i muazzama kökümüzü kazımaya
karar verdi. (Ancak
biz y.n.)
Ülkemizin mübarek köşelerini müdafaa etmek için, silahlar
elimizde öleceğiz…”43
Millici
Kadınlar
Millici
kadınlar, yeraltı direnişinde istihbarat ağırlıklı olmak
üzere, görev aldılar ve çok başarılı oldular. Kazım
(Orbay) Bey’in eşi, Enver
Paşa’nın
kızkardeşi Mediha
Hanım,
Amiral
de Robeck’in
sözleriyle, “Türk
kadınlar Derneği’yle bağlantılı ve Kızılay Derneği’nin
kadın üyeleriyle birlikte Anadolu’yla düzgün bir haberleşme”
düzeni kurmuştu.44
Polis
şefi Azmi
Bey’in
eşi, İtalyanlarla kurulan ilişkilerde görev almış, “sıkça
Rodos’a gidip geliyordu”45
Eski
Sadrazamlardan Sait
Halim Paşa’nın
akrabası Prenses Nimet
Muhtar,
Avrupa’daki Türk kadınlarını örgütlemiş, “Mustafa
Kemal için çalışan bir merkez durumuna getirilen Münih’te”
çalışma yürütüyordu.46
Topkapılı
Ebe Şahende
Hanım
(CHP Genel Sekreteri Recep Peker’in kayınvalidesi), Şair Şüküfe
Nihal
(Başar), Nakiye
(Elgün)
Hanım, işgal İstanbulu’nda direniş hareketine katılan ve
gösterdikleri kararlılıkla herkese örnek olan kadın önderlerdi.
Şahende
Hanım, gördüğü ağır işkenceye karşın, işgalci güçlere
hiçbir bilgi vermemişti.47
Mustafa
Kemal
haberalmayı içeren gizli çalışmaya önem veriyor, bu işlerle
bizzat kendisi ilgileniyordu. Kişisel ilişkileri dahil, her türlü
olanağı bu yönde kullandı. Sahip olduğu sıradışı bellek
gücüyle adları, yerleri ve olayları asla unutmuyor, halk
örgütlerinden Saray’a dek her kesimden insanla, güvene dayalı
ilişkiler kuruyordu.
Prenses
Mevhibe
Celalettin’i,
İtalyan İşgal Kuvvetleri Komutanı Kolonel
Roletto’nun
düzenlediği baloya göndermiş, katılımcılar ve oradaki
konuşulanlar hakkında bilgi almıştı.48
II.Abdülhamit’in
Kızı Naime
Sultan,
V.Murat’ın
kızı Fehime
Sultan,
millici yeraltı direnişinin önemli haber alma kaynaklarıydı.
Fehime
Sultan,
Damat
Ferit’le
Vahdettin’in
birlikte oluşturduğu, “halkla
Kuvvayı Milliye arasında çatışma çıkarmayı amaçlayan gizli
planı”
ortaya çıkarıp, M.M.
aracılığıyla Ankara’ya bildirmişti.49
Damat
Ferit’in
“ayaklanma
çıkartmak amacıyla ayrılıkçı Kürt örgütleriyle”
İstanbul’da yaptığı görüşmeleri haber veren de oydu.50
Daha sonra, Türkiye Büyük Meclisi’nde Tokat milletvekili olan
Nazım
Bey
hakkında M.M.’yi o uyardı. “Nazım
Bey, Damat Ferit’in ajanıydı ve bir muhalefet partisi kurması
için kendisine 4500 lira ödenmişti. O da Halk İştirâküyyün
Fırkası adında bir parti kurmuştu.”51
Ordu
Müfettişliği
İstanbul
günlerinin sonuna doğru, Anadolu’ya geçmeye hazırlanırken, 29
Nisan 1919’da, geniş yetkilere sahip Ordu
Müfettişi
olarak Anadolu’da görevlendirildi. Bu görevlendirilme,
kendiliğinden gelen ve ‘şansa
dayalı’
bir gelişme değil, resmi-sivil görüşmelerin, dostluğa dayalı
kimi özel ilişkilerin devreye sokulmasıyla elde edilen bir
atamaydı. Mustafa
Kemal’e
özgü kararlılığın, yoğun çabasının ve ustalıkla kurulmuş
ilişkilerin doğurduğu bir sonuç, incelikli taktiklerle yaratılmış
bir ‘şanstı’.
Yenilginin
ve ardından gelen işgalin neden olduğu yönetim boşluğu, her
yerde olduğu gibi Karadeniz’de yaşayan azınlığı da
yüreklendirmiş, bölge Rumları işgal güçlerinin korumasına
güvenerek silahlı eylemlere girişmişti. Bunlar, Türk köylerine
saldırılar düzenliyor, savunmasız insanları öldürüp mallarını
yağmalıyordu. Saldırılara karşı savunma tepkisi ve silahlı
önlem gecikmiyor, İngilizleri rahatsız edecek kadar güçlü bir
Türk direnişi ortaya çıkıp bölgeye yayılıyordu.
Küçük
ve hareketli silahlı birimlerden oluşan halk güçlerini bastırmayı
göze alamayan İngiliz İşgal Komutanlığı, Padişah’a baskı
yaparak, Türk direnişinin önlenmesini ve yöre halkının
silahsızlandırılmasını istedi. Yapılmaması durumunda, bu işi
doğrudan İngiliz birliklerinin yapacağını ve bölgeye asker
gönderileceğini bildirdi.
Bu
kuru sıkı davranışa boyun eğerek isteneni yapacağını bildiren
Padişah ve Hükümet, bu işi kendilerine önerilen ve “iyi
bir komutan”
olan Mustafa
Kemal’e
yaptırmayı düşündüler. Anadolu’da silahlı direniş başlatmak
için hazırlık yapan ve oraya gitmek için gün
sayan
insana, başlamış olan silahlı direnişi bastırma görevi
verdiler. Benzeri herhalde olmayan bu çelişkiye, belki ‘şans’
ya
da ‘yazgı’
da denilebilirdi.
Yetki
veren-yetki alan
arasındaki beklenti ayırımı ve bu ayırıma dayanan uzlaşmaz
çelişki, yetki
veren
için kuşkusuz bir yanılgı sorunuydu. Yetki
alan
içinse; parlak bir başarıydı. Büyük Savaşın yenilmeyen tek
komutanı, savaşın her türünü bilen yetenekli bir askerdi.
Dönemin günah
keçisi
ittihatçılarla ilişkisi olmadığı gibi, onlarla karşıtlıklar
içeren bir geçmişi vardı. İşgal gerçeğini ve padişah
yetkesini kabullenmiş görünüyordu. Karadeniz bölgesindeki
‘başıbozuk
ayaklanmaları’
durduracak en uygun kişi oydu.
Atanma
Biçimi
Uzun
bir uğraştan sonra atanacağını anladığı an, Harbiye
Nazırlığı
ve Başkumandanlık
Vekaleti
(Genelkurmay) arkadaşları aracılığıyla atama sürecine bizzat
katıldı ve yetki sınırını hemen tümüyle kendisi belirledi.
Düzeni bozulmuş, işlemez durumdaki yönetim yapısı işe yaramış,
bu olanağı ona sağlamıştı.
Görevlendirme
yazısını doğal olarak Genelkurmay kaleme alacak ve Hükümetin
onayına sunacaktır. Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım
(İnanç)
Paşa
arkadaşıdır. Yetki sınırını birlikte genişletirler. Harbiye
Nazırı imza atmaya cesaret edemez, ancak mührünü vermeyi kabul
eder. Kazım
Paşa,
odasında mührü basar ve atama yazısını Mustafa
Kemal’e
verir.
O
gün duyduğu sevinç ve coşkuyu daha sonra şöyle dile
getirecektir: “Talih
bana öyle uygun koşullar hazırlamıştır ki, kendimi onların
kucağında hissettiğim zaman ne kadar bahtiyarlık duyduğumu tarif
edemem. Nezaretten çıkarken, heyecanımdan dudaklarımı ısırdığımı
hatırlıyorum. Kafes açılmış, önüme geniş bir alem
serilmişti. Kanatlarını çırparak uçmaya hazırlanan bir kuş
gibiydim.”52
Görevlendirme
yazısını, 5 Mayıs 1919’da aldı ve gidiş hazırlıklarını
hızlandırdı. İngiliz İşgal Komutanlığı, atamaya önce karşı
çıktı. Onların gözünde, “tehlikeli,
üstelik yetenekli bir kişiydi. İskenderun konusundaki tutumu
unutulmamıştı”53
Hükümet ise; eldeki en iyi komutanın o olduğunu, ülkedeki ünü
nedeniyle ayaklanmaları en iyi onun bastıracağını söylüyordu.
İngilizler, onun hakkında, “tutuklanıp
Malta’ya sürülmesiyle, Padişah temsilcisi olarak Anadolu’ya
gönderilmesi arasında gidip gelen”54
ve günler süren bir ikilem yaşadılar. Sonunda, Anadolu’ya
gitmesine sessiz kalınması yönünde karar verildi ve adı
“tutuklanacaklar
listesinden çıkarıldı.”55
Harbiye
Nezareti,
ona ve “kalabalık
maiyetine gerekli olan vize”56
için İngiliz İşgal Komutanlığı’na başvurdu. Harbiye
Nezareti’nde irtibat subayı olarak görevlendirilmiş olan Bennett
adlı İngiliz Yüzbaşı, Mustafa
Kemal’in
karargahı için seçtiği 15’i subay 21 kişinin57
yüksek niteliğinden kuşkulandı. “Bu
kurul, bir barış özgmrevinden (misyonundan) çok, bir savaş
komitesine benzemektedir”58
diyerek hareketinden bir gün önce Genel Karargaha başvurdu.
Komutan yerinde yoktu, kendisine vizeyi verebileceği söylendi.59
Samsun’a
Gidiş
15
Mayıs’ta Genelkurmay ve Babâili’ye,
bir gün sonra Padişah’a veda ziyaretine gitti. Gemisinin
batırılacağı yönündeki bildirime aldırmayarak, 16 Mayıs
akşamı yola çıktı. Gece yarısına doğru Sadrazam Damat
Ferit, Yüksek
Komisyon’da askeri danışman olarak görev yapan Wyndham
Deedes’i
ivedi olarak görüşmeye çağırdı. Padişah, “Mustafa
Kemal’in gizli direniş örgütleriyle ilişkisi olduğu”60
ve “Samsun’a
sorun çıkarma amacıyla”
gittiği61
yönünde yeni bir bildirim aldığını belirterek, geminin “ne
pahasına olursa olsun durdurulmasını”
istedi.62
Ancak
geç kalmışlardı. Mustafa
Kemal,
Boğaz’dan çıkar çıkmaz, “geminin
rotasını değiştirmiş ve kıyıya yakın gidilmesini
emretmişti.”63
Türlü çekememezlikler içindeki işgal güçleri, deniz ulaşımında
düzenli işleyen bir denetim sağlayamamışlardı. Yolcu gemilerini
İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar, her biri ayrı ayrı
denetliyordu. Görevlilerin yetki sınırları belirsiz ve iç içe
geçen bir karmaşa içindeydi. Geç kalınmış, “kuş
kafesten uçmuş”64,
Mustafa
Kemal,
yalnızca birkaç saatlik bir farkla Anadoluya gitmişti.
13
Kasım 1918’de, hasta ve yorgun olarak geldiği İstanbul’dan,
altı ay sonra, hemen hiçbir sağaltım (tedavi görmeden), ölüm
olasılığı içeren yeni gerilimler ve yorgunluklarla dolu,
çatışmalı bir geleceğe gidiyordu. Yenilgiyle sonuçlanan kanlı
bir savaştan sonra, başarı olasılığı yok gibi görünen,
‘umutsuz’
bir savaş başlatacaktı. Buyruğunda, güvendiği subaylardan
oluşan karargahından başka bir güç yoktu.
Ancak,
şaşılacak düzeyde umutlu ve coşkuluydu. Kendi gücüne ve
kurtuluş kavgasına çağıracağı Anadolu halkına güveniyordu.
Bandırma Vapuru, Kızkulesi açıklarında düşman zırhlılarının
arasından geçip Karadeniz’e yöneldiğinde, güvertedeki
arkadaşlarına, işgalcileri kastederek şunları söylüyordu:
“Bunlar
işte böyle yalnız demire, çeliğe, silah gücüne dayanırlar.
Bildikleri tek şey yalnız maddedir. Bunlar hürriyet uğruna ölmeye
karar verenlerin gücünü anlamazlar. Biz, Anadolu’ya ne silah, ne
cephane götürüyoruz; biz ideali ve imanı götürüyoruz.”65
DİPNOTLAR
- “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” S. Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1998, sf.151
- “Kurt ve Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.95
- “Atatürk” Lord Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.181
- “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” S. Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1998, sf.230
- a.g.e. sf.155
- “Atatürk’ün Hayatı ve Eseri-I”, Hikmet Bayur, Atatürk Araş. Mer., Tıpkı Bas., Ankara-1997, sf.196
- “Mustafa Kemal” Benoit Mechin, Bilgi Yay., Ankara-1997, sf.152
- “Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996, sf.107
- “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” S. Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1998, sf.151
- “Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996, sf.84
- “Kurt ve Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.120
- “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” S. Borak, Kaynak Yay., 2. Bas. İst.-1998, sf.151
- “Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, T T.K., Yay., 4.Bas., Ank-1999, sf.811
- a.g.e. sf.227
- “Atatürk” L.Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.182
- “Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.90
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.365
- “Atatürk” L.Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.164
- “Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.78
- a.g.e. sf.78
- “İşgal Altında İstanbul 1918-1923” B. Criss, İletişim, Yay., 3.Bas., İst.-2000, sf.181
- “Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.83
- a.g.e. sf.85
- a.g.e. sf.85
- a.g.e. sf.84
- “Karakol Cemiyeti Nasıl Kurulmuştu” Fethi Tevetoğlu, Yakın Tarihimiz 4:48 (24.01.1963), sf.257-260; ak. Bilge Criss “İşgal Altında İstanbul 1918-1923”, İletişim Yay., 3.Bas., İst.-2000, sf.151
- “İşgal Altında İstanbul 1918-1923” B.Criss, İletişim Yay., 3.Bas., İst.-2000, sf.153
- a.g.e. sf.173
- “Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.84
- “Bir Osmanlı Kadın Örgütü: Osmanlı Müdafaa-i Hukuku Nisvan Cemiyeti” Serpil Çakır, Tarih ve Toplum 66 (Haziran-1989) 16-21; ak. B.Criss “İşgal Altında İstanbul 1918-1923”, İleti. Yay., 3.Bas., sf.19
- “İşgal Altında İstanbul 1918-1923” B. Criss, İletişim Yay., 3.Bas., 2000, sf.239
- “Özbekler Tekkesi” Cengiz Bektaş, Tarih ve Toplum 2:8 (Ağustos-1984) sf.40-45; ak. B.Criss “İşgal Altında İstanbul 1918-1923”, İletişim Yay., 3.Bas., İst.-2000, sf.156
- “Gaflet Dalalet, Hiyanet” Yılmaz Dikbaş, Top.Dön.Yay., 8.Bas, İst-2003, sf.64
- “İşgal Altında İstanbul” B. Criss, İletişim Yay., 3.Bas., 2000, sf.182
- “İstiklal Savaşı’nda Anadolu’ya Kaçırılan Muhimmat ve Askeri Eşya Hakkında Tanzim Edilmiş Mühim Bir Vesika” Hüseyin Dağtekin, Tarih Vesikaları 1:16 (1955); ak. Bilge Criss, a.g.e. sf.184
- “Milli Mücadelede İttihatçılık” E.J.Zürcher, Bağlam Yay., 2.Bas., sf.129
- “İşgal Altında İstanbul” B. Criss, İletişim Yay., 3.Bas, İst.-2000, sf.186
- “Kurtuluş Savaşı Sırasında Türk Milliyetçiliği” B.G.Gaulis, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul-1999, sf.31
- a.g.e. sf.31
- a.g.e. sf.32-33
- “Mustafa Kemal” Paul Dumont, Kültür Bak.Yay., 2.Bas., 1994, sf.49
- U.S. Records 867.00/1329, 19 Tem.1920, Bristol’dan Dışişleri Bakanı’na; ak. B. Criss “İşgal Altında İstanbul 1918-1923”, İletişim Yay., 3.Bas., İst.-2000, sf.135-136
- a.g.e. sf.135-136
- FO371/5170, 16.09.1920, de Robeck’ten Curzon’a; ak. B. Criss sf.179
- a.g.e. sf.179
- a.g.e. sf.180
- “Belgelerle Kurtuluş Savaşı’nda Casusluk Örgütleri” Ergun Hiçyılmaz, sf.54-55; ak B. Criss, a.g.e. sf.18
- “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” S. Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1996, sf.225
- “İşgal Altında İstanbul” B.Criss, İletişim Yay., 3.Bas. İst.-2000, sf.181
- a.g.e. sf.
- “Muhterem Casuslar” Razi Yalkın, Tarih Dünyası 2:12-14 (1 Ekim-1 Kasım 1950); ak. B. Criss, a.g.e. sf.181
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.402
- “Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.86
- a.g.e. sf.86
- a.g.e. sf.86
- “Atatürk” L.Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.195
- “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” S. Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1996, sf.270-271
- “Atatürk” L.Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.195
- a.g.e. sf.195
- “Mustafa Kemal” Benoit Mechin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.163-164
- “Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.87-88
- a.g.e. sf.88
- “Atatürk” L.Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.197
- a.g.e. sf.197
- “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” U. Kocatürk, T.İş Ban.Kül.Yay., sf.81
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder