Dünyanın
birçok yerinde insanlar, henüz toplayıcılık
ve avcılık
döneminde olup mağaralarda yaşarken, Orta
Asya’da
hayvancılık, kerestecilik, maden ve tarım teknikleri
geliştirilmişti. İnsanın insanlaşma süreci, yani hayvanları
ehlileştirme ilk kez burada yapılmış, doğaya egemen olmanın ilk
durağı sayılan çiftçilik burada başlamıştır.
Ekonominin
Gücü
Tarihin
ilk dönemlerinden başlayarak, M.S.15.yüzyıla dek süren Orta Asya
göçlerinin yaygınlığı, süresi ve etki gücü göz önüne
getirildiğinde; bu büyük eylemin ancak ekonomik gelişkinliğe
dayanan toplumsal bir güçle gerçekleştirilebileceği kuşkusuz
kabul edilecektir. Üstelik tarihçiler, bu kabulün zorunluluğunu
yeterli bulgularla ortaya koymuşlardır.
Açıklamaların
somut sonucu; Türkler’in, dünyanın geniş bölümlerine yayılmış
olmaları, ilişki kurdukları toplulukları etkilemeleri ve
uygarlığın gelişimine yön vermeleridir. Başka toplumlar
üzerinde bu düzeyde etkili olabilmenin tek yolu, ekonominin ve ona
bağlı olarak kültürün, yapılan eylemin gereklerine uygun
düşecek biçimde gelişkin olmasıdır. Tarihin bize öğrettiği
yalın gerçek, ekonomik gücü olmayanların olanların etkisi
altına girmesi ve ekonomik güce kavuşamadıkları sürece yok
olmaktan kurtulamamalarıdır.
Uygarlık
Oluşumu
Dünyanın
birçok yerinde insanlar, henüz toplayıcılık
ve avcılık
döneminde olup mağaralarda yaşarken, Orta
Asya’da
hayvancılık, kerestecilik, maden ve tarım teknikleri
geliştirilmişti. İnsanın insanlaşma süreci, yani hayvanları
ehlileştirme ilk kez burada yapılmış, doğaya egemen olmanın ilk
durağı sayılan çiftçilik burada başlamıştır.1
Orta
Asya
uzmanı kimi tarihçiler, Yontmataş
döneminin Orta
Asya’da,
Avrupa’dan 5 bin yıl önce, M.Ö.12. binlerde başladığını ve
daha gelişkin Cilalıtaş
aletlerinin ilk kez burada görüldüğünü belirtmektedirler.
Onlara göre, hayvanların
evcilleştirilmesi,
tarımın
bulunması
ve özellikle buğday
tarımının geliştirilmesi
de bu bölgede ortaya çıktı. Keten
tarımı,
buna bağlı olarak keten liflerine dayalı dokumacılık
ve kumaştan
giysi yapımı
da burada bulunup geliştirildi.
Koyun,
sığır
ve geyik
sürüleri yetiştirenler at
ve köpeği
evcilleştirenler, bu yörenin insanlarıdır.
Altın,
bakır,
kalay,
demir
madenciliği;
alaşım teknikleriyle elde edilen yeni metaller
(özellikle bakır ve kalaydan oluşturulan tunç) ve bu madenlerin
hem üretimde hem de silah teknolojisinde kullanılması ilk kez
burada gerçekleşti.2
Göçler
Doğal
zorunluluklar nedeniyle ortaya çıkan büyük
göçlerin,
gerek gidilen yerler gerekse Orta
Asya’da
kalanlar üzerinde önemli etkileri oldu. İklim koşullarının
bozulması, tarım ve hayvancılıkta olduğu kadar, belki de ondan
daha çok, üretim ve üretim araçlarının gelişimi ile yerleşik
yaşam üzerinde olumsuz etki yaptı. O güne dek sağlanmış olan
uygarlık birikimi, göçlerle başka yörelere taşındı ve orada
daha gelişkin uygarlıklar kuruldu. Ancak, Orta
Asya
yerleşik yaşamı, her göçle bir parçasını yitirdi ve önemli
ölçüde zarar gördü.
İşlenebilir
toprakların büyük bölümü çöl ya da step durumuna geldi,
toprak mevsime göre yer değiştirilen hayvancılıktan başka bir
şey yapılamayan kurak bozkırlara dönüştü. Kentler, kır
tarafından beslenemez duruma geldi ve göç edilmeye başlandı.
Yerleşim yerleri, sürekli genişleyen çöl kumlarının altında
kaldı; “çöllerin
dipleri, kent yıkıntılarıyla dolu bölgeler”
durumuna geldi. Koskoca Orta
Asya’da
nüfus ve yaşam, “birkaç
ırmak, çay ya da göl kenarına sığınmış”,
gittikçe küçülen “birkaç
kentle sınırlı kaldı.”3
Orta
Asya Kentleri
Yitik
Orta
Asya kentlerinin
büyük bölümünü tarih bugüne dek saptayabilmiş değildir.
Otrar,
Cent,
Yangıkent,
Sağnak,
İdikut
kalıntıları bulunmuş kentlerdir. Atlak,
Atbaş,
Almalık,
Balasagun,
Talas,
Kulan,
Suyap,
Barzhan,
Nüzket,
Sütken,
İlibalık,
Şelçi;
tarihin saptadığı ancak yerleri henüz bulunamayan Türk
kentleridir. 20.yüzyılın yalnızca ilk 30 yılında, Çin
Türkeli’nde kum altında elliden fazla kent kalıntısı
bulunmuştur.4
Bu
kalıntılar içinde İdikut
(Haço) kenti kalıntısı, en büyüklerinden olduğu için
önemlidir. Burada yirmi metre derinlikte muazzam surlar, birçok
eski yapı, tapınaklar, hükümdarlara ve din adamlarına ait büyük
duvar resimleri, Türk abecesiyle (alfabesiyle) yazılmış birçok
yazma yapıt, alçı süsler, tahta oymalar ve zarif ipek kumaşlar
bulunmuştur. Buluntuların, taşınabilir olanlarının büyük bir
bölümü, bugün Avrupa müzelerindedir.5
Göçebe
Ekonomisi
Göçebe
ekonomisi, sanıldığından daha karmaşıktır.6
Hayvancılık,
az da olsa avcılık
varlığını sürdürürken; ekonomik ilişkilerde tarım,
madencilik ve tecimin (ticaretin) önemli bir yeri vardır. Ağırlıklı
olarak hayvancılıkla uğraşan bozkır insanı, kendi
yerleşiklerine
ya da komşu ülkelere; at,
kürk, deri, kesimlik hayvan, maden
ve madenden
yapılan silah satar;
karşılığında iş
araçları,
kumaş, ipek, çay
v.b. alırdı.
İç
ticaretten ayrı olarak; Çin,
Hindistan,
Ortadoğu
ve Avrupa
ulaşımının
kavşak noktası olan İç Asya’nın hemen tüm tecim yolları
denetim altında tutulur ve uluslararası tecimin gelişmesi
desteklenirdi. Ünlü İpek
Yolu
ve bağlantı yolları, hemen her dönemde Orta
Asya
insanının elindeydi. Yolların güvenliği sağlanır, buna
karşılık alım satımdan vergi alınırdı.
Eğer,
toplumsal gönenç sağlayan bu düzen çeşitli nedenlerle
bozulursa; hemen Bozkır’a
geri çekilinir, hayvancılık
ağırlıklı geleneksel yaşam biçimine dönülür ve yeniden
güçlenene dek, kendi
kendine yeter
duruma gelinirdi.7
Koşullara
uyma ve değişkenlik yeteneği, başka toplumlarda görülmeyecek
kadar yüksek, şaşırtıcı bir düzeye ulaşmıştı.
Tecim
Yolları
Uluslararası
tecim yollarının ele geçirilip denetim altına alınması;
Hunlar’la başlayan, Göktürkler’le gelişen, Selçuklu ve
Osmanlılar’da üst düzeye çıkan, eski bir süreçtir. Bu uzun
süreç içinde, Türkler’in Müslüman olması önemlidir.
Yerleşik
yaşamı geliştiren bu olay, doğal olarak tecimin de gelişimine ve
varsıllığın artmasına neden olmuştur.
Gelişimin
ve varsıllığın artmasının en belirgin göstergesi, eskiye
dayanan yolcu
ağırlama
geleneğinin, Selçuklular’da kurumlaştırılarak tecimin temel
unsurlarından biri yapılması ve Selçuklu
Kervansarayları’nın
ortaya çıkmasıydı.
Selçuklu
kervansarayları,
yerli-yabancı ayrımı yapmadan tüm tecimenlere (tüccarlara)
açıktı. Duvarlar ve demir kapılarla güvenlik altına alınan bu
yapılarda, tecimenler eşkiya baskınlarına karşı korunur ve
onlara değişik nitelikte ücretsiz hizmet sunulurdu.
Örneğin
Kayseri-Elbistan yolu üzerindeki Karatay
Kervansarayı’nda,
yolculara parasız yemek verilir; Müslüman
kâfir,
özgür
ya da köle
her
yolcuya eşit olarak “bir
okka et”
ve “bir
çanak yemek”
sağlanırdı. Akşamları herkese “bal
helvası”
dağıtılırdı. Ayakkabılar tamir edilir, ayakkabısızlara yeni
ayakkabı verilir, hayvanlar nallanır, arpa-saman dağıtılır ve
kervansarayda bir baytar
(veteriner)
bulundurulur; hasta yolculara ilaç verilir, hamam sürekli olarak
sıcak tutulurdu.8
At
Yetiştirme
Türkler’de
en çok emek verilen, en kalıcı uğraş, ekonomik-askeri değeri
yüksek olan ve büyük bir “sanayi”
durumuna gelen at
yetiştiriciliğiydi.
Başka hayvan türlerinin yetiştirilmesi ve bunların ürünlerine
dayanan üretim teknikleri de gelişmişti. Ancak, atın
Türk toplumunda olağanüstü önemli bir yeri vardı. Binlerce yıla
dayalı deneyim sonucu elde edilmiş olan; azla yetinen, dayanıklı,
sağlam yapılı Türk atları, “her
durumda”
“herşeyle
beslenebilen”,
kendine özgü harika hayvanlardı. Kar altında bile yiyecek ot
bulabilir, daha kolay tırmanır ve gerektiğinde günde 100
kilometre gidebilirdi.9
Tarihte
atı
ilk evcilleştirenler ve onu yaşamlarının ayrılmaz parçası
yapanlar Türkler’di. Alman budunbilimci (etnolog) Wilhelm
Koppers
(1886-1961) bu konuda şunları söylemiştir; “Atın
ilk evcilleştirilmesini ve bununla ilgili özgün atlı çoban
kültürünün yaşatılmasını kesin olarak İç Asya’da yaşayan
eski Türkler’e dek uzatmak gerekir. Başlıbaşına tarihi önemi
olan bu başarı, başka kavim ve kültürlerin gelişiminde önemli
sonuçlar, özel durumlar yaratmıştır. İndogermenler, atı ve
genel olarak çoban kültürünün ana unsurlarını öğrenmeyi,
eski Türkler’e borçludur.”10
Yerleşiklik,
Göçebelik
Tarım
ve zanaatçılığın giderek öne çıkması, Müslümanlaşmayla
birleşince yerleşik yaşama geçiş hızlandı ancak hayvancılık
Türk toplumunda önemini hiçbir dönemde yitirmedi. Yerleşikliğe
uygun bir din olan Müslümanlığı, doğal olarak önce kentli
Türkler kabul etti ve bunlar genellikle Sunni
Hanefi
mezhebini seçtiler.
Göçebe
ve yarı-göçebeler
ise,
yeni dini kendi düşünce gelenekleri ve yaşam koşullarıyla
birleştirerek, gizemciliğe
(tasavvuf) yöneldiler ve yerleşiklerin
Sunni
mezhebine karşı Şii
mezhebini seçtiler; ona da Alevilik
olarak Türklere özgü bir biçim verdiler. Müslümanlığı bu
biçimde kabul eden Türkler’e Türkmen
denildi.
Türkmenler,
hayvancılık ve giderek artan biçimde tarım; yerleşik
Türkler ise, tarıma bağlı ekonomi, zanaat ve tecimle uğraştılar.
Her iki kesim, iş ve inanç ayrılıklarını koruyarak varlıklarını
günümüze dek sürdürdüler.
Müslümanlıktan
sonra yerleşik yaşama geçişte, belirgin bir yoğunlaşma yaşandı
ancak göçebeliğin
ortadan kalkması çok uzun sürdü. Türk toplumu, bu uzun süre
içinde yerleşik,
göçebe
ve yarı-göçebe
yaşam biçimlerini birlikte yaşadı.
Tecimin
gelişmesi ve yeni tekniklerin ortaya çıkması, üretimin ve meslek
dallarının çeşitlenmesine yol açtı. Kent yaşamı, hem nicelik
hem de nitelik olarak gelişti. Mal ve para devinimi hızlandı;
banka işlevi gören aracı kurumlar oluştu, sınıfsal ayrımlar
ortaya çıktı. Bu gelişmeler, üretime yönelen sermaye birikimini
yoğunlaştırdı; piyasa ekonomisinin oluşumuna ve toplumsal
ilerlemeye ivme kazandırdı.
Batının,
daha sonra yönelip geliştireceği bu uygulamalar, son derece
özgündü ve uzun bir geçmişi olan ekonomik birikimlerin ürünüydü.
Örneğin, Sümerler,
kökleri Orta
Asya’ya
giden Ortadoğu ekonomisinin ilk temsilcilerinden biriydi.
Sermaye
Birikimi
Tecimen
kesiminin üretime kaynak ayıracak kadar güçlenmesi ve sermaye
birikiminin teknik birikimle buluşması, Batı Avrupa’da
manüfaktür
üretim döneminde yaşanan gelişmelere benziyordu ve her anlamda
onun ön uygulamaları gibiydi. Müslüman toplumlarda, seri üretime
Batıdan önce geçilmişti. Avrupa’da paranın çok az
kullanıldığı 10.yüzyılda; Güney Batı Asya ve Ortadoğu’da,
gelişkin bir mal ve para ekonomisi vardı.
Pazar
için üretim artıyor ve üretimin niteliği, malın tümünü
üreten zanaatçılıktan malın parçalarını üreten uzmanlaşmaya
dönüşüyordu. Örneğin bir dokumacı esnafı, eskiden bir tekstil
ürününün tümünü tek başına yaparken, artık iplikçiler,
dokuyucular,
çırpıcılar,
boyacılar
ve terziler
aynı mal
(meta)
için ayrı ayrı üretim yapıyordu.11
Karahanlılar
Orta
Asya’da
(Maveraünnehir), en ileri uygarlıklardan birini kuran Karahanlılar
(840-1211), dönemlerinde, meta
ekonomisini son derece geliştirmiş ve yüksek bir gönenç düzeyine
ulaşmışlardı. Yusuf
Has Hacip,
Kutadgu
Bilig’de
(1069), üretilen ve dışalım yapılan malların listesini yazmış,
tecimsel ilişkilerin geliştirilmesi üzerine görüşler ileri
sürmüştü.
Burada
yazılanlardan, Karahanlılar’ın,
tarım ve hayvancılığın yanı sıra; demircilik,
ayakkabıcılık,
dericilik,
cilacılık,
boyacılık,
döşemecilik,
ok
ve yay
imalatçılığı
gibi sanayi dallarında seri üretim yaptıklarını öğreniyoruz.
Burada,
ücret
ve
ücretli
çalışma
konularının ele alınması, toplu çalışmaya bağlı manifaktür
üretimin, Türkler’de 11.yüzyılda gelişkin bir dönem
yaşadığını göstermektedir. Karahanlılar
ücrete
ter,
ücretle adam çalıştırana ise terci
diyordu; devletin en önemli görevi, üretim ve tecim için dengeli
bir pazar düzeni sağlamaktı. Budunun
(halkın)
iliğden
(hakandan)
ekonomi için beklediği üç temel istek; “gümüşün
ayarını düşürmemek, doğru yasalar çıkarmak ve kervan
yollarını güven altına almaktı.”12
10.
ve 11.yüzyıllarda, tecimle varsıllaşan toptancı
kumaş tüccarları (bezazlar),
dışsatım için üretim yapılan kentlerde, tekstil zanaatçılarını
örgütlüyor ve onlara parça üretim yaptırıyordu. Bezazlar
bu eylemleriyle, gerek üretim gerekse de tecim yapan, tecimen
sanayiciler
durumuna gelmişti.
Şeker
üreticileri, şeker kamışı tarımı yapan arazi sahiplerini,
pazar için ürün yetiştiren bir tür seri üretim ilişkisine
yöneltiyordu. Bu yöneliş, tarım teknikleri ve üründe nicelik
artışına, bağlı olarak da gerek tarımcıların gerekse
imalatçıların varsıllaşmasına yol açıyordu.
Varsıllaşan
tarımcılar zamanla, ya kendileri yeni üretim işletmeleri açıyor
ya da açılmış olanlara ortak olarak, tarımcı
sanayiciler
durumuna geliyordu. Benzer girişimler; kağıt
sanayii, inci avcılığı, silah
sanayii
ve ipek
böcekçiliği
gibi alanlarda da yaşanıyordu. Kağıt sanayiinde tekel durumunda
olan Semerkant’ta,
10-20 arası işçi çalıştıran çok sayıda işletme
bulunuyordu.13
Devlet
Denetimli Serbest Tecim
Doğu-Batı
tecim yollarını denetim altında tutan Türkler, bu denetimi bir
ayrıcalık durumuna getirmiş ve tecim kadar sanayii de
geliştirmişti. Doğu Türkistan’da önemli bir il olan
Tarancılar’da
tarım, Batı Türkistan’daki Sartlar’da
tecim çok gelişmişti. Tarancılar’ın
sözcük anlamı çiftçiler,
Sartlar’ın
sözcük anlamı ise tecimenler’di.
Kankılılar,
Ağaçeriler,
Tahtacılar,
Mandallar,
Menteşeler,
Sürgücüler
v.b.,
adını o yörede gelişmiş olan üretim dallarından alan yerleşim
merkezleriydi.14
Ekonomi,
bu merkezlerde düzeni ve sürekliliği devletin sağladığı ve
gerçekten serbest olan bir piyasa içinde gelişip güçlendi.
Güçlenme; üretimi, uzmanlaşmayı ve üründe çeşitliliği
arttırdı ve kentten kente değişen uzmanlık bölgeleri ortaya
çıktı.
Ünlü
coğrafyacılar Maksudi
ve Narşahi,
yapıtlarında, kentlerin ve bölgelerin uzmanlık alanları ve
düzeyi konusunda ayrıntılı bilgi vermiştir. Buhara;
yumuşak kumaşlar, seccadeler, duvar halıları, perdeler üretir ve
satar. Semerkant;
gümüşlü kumaşlar, büyük bakır kaplar, kumaşlar, estetik
vazolar ve kağıtçılığıyla ünlüdür. Nişapur’da
tekstil, metal eşya, demir, çini, firuze taşçılığı; Merv’de
ipekli dokuma, ağaç işleri, cilalı tabak seramik; Harizm’de
yoğun düz geçiş (transit) tecimin yanında, deri, kılıç,
kilit, zırh ve gemi üretimi gelişmiştir.15
Türk
Kentleri
İngiliz
yazar ve tarihçisi Herbert
George Wells
(1866-1946), ünlü Tarihin
Ana Çizgileri (The Outline History)
kitabında, Çin kaynaklarına dayanarak M.S.45’de bir Budist
gezginin izlenimlerini aktarır.
Ekonomik
gelişmenin göstergesi olarak, Türk kentlerini ve bu kentlerdeki
kültürel gelişkinliği dile getiren bu izlenimlerde; “yalnızca
Türkistan olarak bilinen yerlerdeki Türkler”
değil, “Kuzey
yolu olarak anılan bölgelerdeki Türkler”
de tanıtılır ve “buralardaki
kentler çok bakımlıdır; Semerkant büyük bir refah içinde bir
kenttir; halkı çok uygardır”
denir.
H.G.Wells
bu bilgileri aktardıktan sonra şu yorumu yapar: “Şunu
anımsatmalıyım ki, o dönemde böylesi uygarlaşmış kentlere,
Anglo-Sakson İngilteresinde rastlamak mümkün değildi.”16
İslam
ülkelerinin tümünü dolaşmış olan ünlü Arap gezgini İbn
Batuda
(1304-1369), hemen tüm Batı dillerine çevrilmiş olan
Seyâhatnâme’sinde;
Orta
Asya
Türk kentlerinin gönenç ve güzelliğini anlatır ve bu
kentlerdeki tecimsel ve toplumsal canlılığı kendine özgü
biçemiyle (üslubuyla) dile getirir.
Aral
Gölü’nün güneyindeki Harzem
kentinin üzerinde özellikle durur ve bu kenti şöyle tanıtır:
“Güzel
yapısıyla burası, Türklerin en güzel kentidir. Kentte
oturanların sayısı adeta belirsizdir; sokaklarında her zaman
büyük bir kalabalık vardır; gelip geçenlerin adımları sanki
yeri titretir. Bu insan seli uzaktan köpüren, dalgalanan bir denize
benzer.”17
Devlet
Yatırımları
Sanayi
işletmeleri içinde, özel girişimin yanında devlet
yapımevleri,
önemli bir paya sahipti. Silah sanayi, tersaneler, maden
işletmeciliği başta olmak üzere, birçok alanda devlet yatırımı
vardı. Para basımını tekelinde tutan devlet, gerek piyasayı
gerekse de kendi işletmelerini denetlerdi. Varsıl kesimlere,
prenslere ya da yabancı hükümdarlara yönelik, altın ve gümüş
işlemeli lüks kumaşlar (tiraz),
devlet atölyelerinde dokunurdu. Araplarda soyyapıt (klasik) İslam
dönemiyle sınırlı kalan “devletçilik”,
daha sonra Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları dönemlerinde
geliştirilmiş ve yaygınlaştırılmıştı.18
Pazar
ekonomisinin gelişimi, doğal olarak tarım ve hayvancılığı da
etkiledi. Bu alanlara ait ürünlerde büyük artış
gerçekleştirildi, ürünler çeşitlendi, dönemin en ileri toprak
ve tecim düzeni ortaya çıktı. Orta
Asya’nın
güneyi, Batı Asya ve Ortadoğu, dünya tarımının en gelişkin
bölgesi durumuna geldi. Gıda tarımı için Zerefşan
Ovası,
ipek sanayii için Kuzey İran ve Suriye dutlukları, Batı
Türkistan’da pamuk, Güney İran’da şeker kamışı tarlaları,
Irak’ta hurma bahçeleri, Harizm’de
bostancılık; tarım tekniklerinin ve üretimin geliştirildiği
merkezler oldu. Tarım teknikleri ve tecimi, o denli gelişmişti ki,
Harizm’de
yetiştirilen kavun ve karpuzlar, karla dondurulmuş kurşun
sandıklar içinde Bağdat’a dışsatımlanıyordu (ihraç
ediliyordu).19
Ekonomiyi
Bilim Yapanlar
Üretim
ilişkilerinde yaşanan yoğunlaşma, ekonomik konuları giderek daha
karmaşık duruma getirdi ve bu ilişkilerin bağlı olduğu nesnel
bir yasanın olup olmadığı araştırılmaya başlandı. Ekonomiyi
bilim konumuna getirecek kuramsal arayışın ilk sonuçları, bu
araştırmalar sonunda ortaya çıktı ve ekonominin birçok temel
kuralı, Batıdan çok önce bulunup kuramsallaştırıldı.
Bilim
tarihçilerinin, “Çağını
en az dört yüzyıl aşan dahi düşünür”20
olarak tanımladığı ve Batılı ekonomistlere uzun yıllar esin
kaynağı olan İbn
Haldun;
“Altın
ve gümüşün dünyadaki bütün insanlar için edinilmiş servetin
bir göstergesi”
olduğunu, bu serveti elde etmenin en sağlıklı ve kalıcı
yolunun, “arazi
rantı değil, üretim ve tecim olduğunu”
ileri sürdü.
Ekonominin
pek çok konusuna açıklık getiren Haldun,
yatırım politikaları konusunda görüşler geliştirdi, somut
önermelerde bulundu. Konuyla ilgili olarak şunları söylüyordu:
“Dengesiz
(istikrarsız) dönemlerde araziye para yatırmak yıkımdır.
Güvenlik ve barış dönemlerinde arazi değerleri artabilir ancak
asla fazla getirisi olmaz. Arazi sahibi, lüks gereksinimlerini
karşılamak için aldığı ranta güvenemez. (Güvenilir
gelir y.n.),
pazar fiyatlarındaki dalgalanmalardan yararlanılarak kâr edilen
mallara sahip olmaya ve bunların ticaretini yapmaya dayalı
olandır.”21
Dönemin
düşünürlerinden El-Dimaşhi,
ekonomi konusunda yaptığı incelemelerde, tüccarlar arasında
ayırımlar yapar ve tecim dalları arasındaki incelikleri anlatır.
Ona göre tecimenler; depo
edici (hazzan),
gezici-dışsatımcı
(rakkad)
ve komanditer
ortak (mucahız)
olarak ayrılırlar ve piyasa işleyişinin aksamadan sürmesinde
önemli bir işlevi yerine getirirler.
Dimaşhi’ye
göre, tecimle uğraşanlar, özellikle de hazzan’lar,
“kendiliğinden
gelişen piyasa koşullarını iyi izlemeli”
(konjonktürü öngörmeli) ve “fiyat
dalgalanmalarına
karşı”
önlem almalıdır.
Dışsatımla
uğraşan rakkad
tecimeni, mal satacağı iç ve dış pazardaki “fiyatları
sürekli izlemeli”
ve “gümrük
işleyişlerini bilmelidir.”
Gerçek elde ediliş bedelini, kazancını ve taşıma giderlerini bu
bilgiler ışığında belirlemelidir. “Mal
göndereceği ülkelerde güvenilir adamları ve mağazası
bulunmalıdır.”
Tecimenler, alıcı (müşteri) kazanmak için “fiyat
kırmasını ve uygun yerlere armağanlar (rüşvet y.n.) vermesini
bilmelidir...”22
Ekonomi
“Uzmanları”
Ekonomi
ile ilgili yapıtlarda, kimi konulardaki dinsel yasağa karşın,
serbest piyasanın gerekli kıldığı önermeler yapılacak ve
öneriler yönünde uygulamalardan çekinilmeyecektir. O dönemin
ekonomi araştırmacılarına göre; “Tüccar
yalnızca kendi özkaynaklarıyla iş görmemeli, para sahiplerinin
paralarını işletmesini bilmelidir. Bunun için, ‘ kâr
paylaşımı’ önceden belirlenen ortaklıklar kurulmalı (şirka)
ve para sahibinin tüccara para vermesinin koşulları saptanmalıdır
(mudaraba).”23
Faizcilik
dinsel yasağa karşın, gerçekte serbesttir ve güçlü bir akçalı
(mali) piyasa oluşturulmuştur. Hanefi
mezhebi hukuk
(fıkıh) bilginlerinden
Şeybâni,
“zorunluluk,
yasağı meşru kılar”
kuralını geliştirmiş, faizin ekonomideki etkisini ele aldığı
incelemelerinde, hile
(hiyel)
yoluyla, faiz yasağının nasıl aşılacağını gösteren yorumlar
yapmıştır.
Abbasiler
döneminde bir tür bankacılık ortaya çıkmış, parasını
işletmek isteyen varsıllar, paralarını mevduat
olarak bankerlere
yatırmışlardır. Bankerle
tecimen, giderek iç içe girmiş ve büyük tecimenler yatırı
(mevduat)
kabul etme, kredi verme gibi akçalı işlere girerken; bankerler
tecim yapmaya başlamış, Cahbaz
ya da sayrafî
adı verilen sarraflar
kambiyo
işlemlerine yönelmişlerdi.
Tarihin
İlk Çekleri
Ülkeler
ya da kentler arasında, “parayı
nakit olarak göndermeye gerek kalmadan ödeme yapma”
yöntemleri bu dönemde geliştirildi. Tecimen, para göndermesi
gereken yere para yerine, ödeme
yapmayı üstlendiği bir belge (sakk)
gönderiyor, bu yolla doğrudan para gönderiminin taşıdığı
çekinceden (riskten) kurtuluyordu. Sakklar
tarihin gördüğü ilk çeklerdir.
Günümüzde
kliring
adı verilen ve iş adamları arasında, mal ya da hizmetle
karşılanan ödeme yöntemleri bu dönemde bulundu. Günümüzden
1000 yıl önce, tecimenler bankalarda
yatırı (mevduat) hesabı açtırıyor ve tecimenler arasındaki
ödemeler istendiğinde, banka
tarafından ve kağıt üzerinden yapılıyordu.24
Üretim,
tecim ve bunlara bağlı olarak gelişen akçalı ilişkiler, o dönem
için çok ileri olan ekonomik uygulamalardır. Batı, yalnızca
bilim ve düşüncede değil, bunlarla birlikte ekonominin temel
yöntemleri konusunda da Doğudan yararlandı ve kendine uygun duruma
getirerek öğrendiklerini, gelişmesinin temeline yerleştirdi. Bu
bilgileri daha sonra Doğuya karşı kullanmasını bildi. Özellikle
Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme döneminden sonra da
sonuçlarını topladı.
DİPNOTLAR
- “Tarih I-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 4.Bas. 2000, sf.26
- a.g.e. sf.10,12 ve 14
- “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Basım-1996, sf.70
- “Tarih I-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 4.Bas. 2000, sf.39
- a.g.e. sf.59
- “Orta Asya” Jean-Paul Roux, Kabalcı Yay., 1999, sf.48
- a.g.e. sf.48
- “Selçuklu Kervansarayları” Prof. Osman Turan, Belleten 39, sf.482, ak.; Doğan Avcıoğlu “Türklerin Tarihi” Tekin Yay. 1996, 5.Cilt, sf.2024
- “Orta Asya” Jean-Paul Roux, Kabalcı Yay. 1999, sf.49
- “Tarihte Türklük” Prof. Laszlo Rasonyı, Türk Kül.Araş.Ens. Yay. 1988, sf.6
- “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu Tekin Yay., 3.Cilt, sf.1237-1238
- “Divan-ı Lügat-it Türk” Yusuf Has Hacip, I.Metin, 3.Bas., TTK Yay.-1991 ve “Kutadgu Bilig İncelemesi” A.Dilaçar, T DKYay.-1995, 3.Basım, sf. 150; ak. Doğu Perinçek, “Bozkurt Efsaneleri ve Gerçek” Kaynak Yay.-1997, sf.50
- “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 3.Cilt, Tekin Yay.-1996, sf.1238
- “Türkçülüğün Esasları” Ziya Gökalp, Kum Saati Yay. İst.-2001, sf.194
- “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 3.Cilt, Tekin Yay.-1996, sf.1236
- “Teokratik Devlet Anlayışından Demokratik Devlet Anlayışına” Prof. L.Arsel, sf.67; ak. Erdoğan Şahin, “Nasıl Müslüman Olduk” Başak Yay., 3.Bas.-1994, sf.263
- “Bilinmeyen İç Asya” L.Ligeti, Türk Dil Kurumu Yay.-1986, sf.136
- “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 3.Cilt, Tekin Yay.-1996, sf.1238
- a.g.e. sf.1236
- Felsefe Ansiklopedisi, Orhan Hançerlioğlu, Remzi K.-1985, 1.Cilt, sf. 260
- “Textes Economiques” Bousquet, sf.23; ak. D.Avcıoğlu, “Türklerin Tarihi” Tekin Yay. 3.Cilt, sf.1231
- “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 3.Cilt, Tekin Yay.-1996, sf.1232
- a.g.e. sf.1233
- “I’Islam” Claude Cahen, sf.140; ak. D.Avcıoğlu, “Türklerin Tarihi” Tekin Yay., 3.Cilt, sf.1234
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder