Parti
üyeleri, örgüt içi ya da dışında insanlarla kurdukları
ilişkilerde, alçak gönüllü ve hoşgörülü olmalıdır.
Kendisini herkesten bilgili ve akıllı sanarak, halka doğru yolu
gösteren bilgiç
rolüne bürünen üyeler, partiye yarar değil zarar verirler.
Edindiği kuramsal bilgileri papağan gibi yineleyip somut çalışma
içinde olmamak, örgütsel değeri olmayan boşboğazlıktır
(lafazanlıktır). Bu tür insanlar gösterişli söylevler verirler,
ancak sıra iş yapmaya gelince ortadan kaybolurlar. Bazıları ise,
sürekli olumsuzlukları dile getirir ama olumsuzlukların
giderilmesi için bir şey yapmazlar. Bunlar kendilerini buyurgan
bilgiçler konumunda gören söz cambazlarıdır. Oysa az
laf çok iş parti
çalışmasının temelidir.
Düşünceyi Koşullar Belirler
Üretim
ilişkilerinin belirlediği toplumsal düzen, insanlar arasındaki
ilişkilerin niteliğini ve toplumsal yaşamın değer yargılarını
da belirler. İnsanlar, farkında olsunlar ya da olmasınlar, içinde
yaşadıkları koşullardan etkilenerek bu koşulların belirlediği
bir bilinç düzeyine sahip olurlar. Toplumsal koşullar insan
bilincini belirler,
insan bilinci ise toplumsal koşulları etkiler.
Yaşadığı
ortamı geliştirme ve kendi geleceğine egemen olma bilincine varan
bir insan, gerçekleştirmek istediği değişime önce kendisini
yenilemeli ve geliştirmelidir. Kendini yenilemek ise yaşamın
içinde olmak, üretmek ve sürekli çalışmakla olanaklıdır.
Bunun açık anlamı, üreten ve sonsuz bir devinim içinde bulunan
halkın bir parçası olmaktır. Parti üyeleri, kitlelerin içinde
bulunduğu bu konuma uygun düşen bir anlayışta olmalı ve bu
yönde davranmalıdır.
Parti
Çalışması Özveri İster
Parti
çalışmaları, belirlenmiş olan kurallara ve parti içi dengelere
uyularak verilen görevlerin yerine getirildiği bürokratik işler
toplamı değil, temelinde özveri ve dayanışma bulunan, güç ve
çekinceli ancak onurlu bir eylemdir. Eylemi onurlu kılan, halkın
ve ulusun çıkarlarına dayanması ve toplum çıkarı için
kişiselliğin aşılmasıdır.
Halkın
sorunlarını çözmeye yönelen politika, dünyanın belki de en
erdemli işidir. Bu nedenle, yönetime geldikten sonra halka sırt
çeviren ve çıkar örgütüne dönüşen partileri, gerçek anlamda
parti saymamak gerekir. Bu tür partilerin yöneticileri, görevlerini
yapmamakla kalmayıp halka karşı suç işlemiş olurlar.
Partiler
Temsil Ettiği Kitlenin Ahlak Anlayışını Taşır
Parti
yaşamında, insan ilişkilerinde geçerli olan, kendine özgü değer
yargıları ve törel (ahlaki) kuralları vardır. Her parti, içinden
çıktığı ve temsil ettiği toplumsal kesimin aktöreye (ahlakına)
sahiptir. Aktöre, toplumda egemen olan değer yargılarının ve
davranış kurallarının genel toplamıdır. Sınıflı toplumlarda
her sınıfın aktöre anlayışı, kendi yaşam koşullarının
biçim verdiği özelliklere sahiptir.
Ezen-ezilen,
yöneten-yönetilen ya da varsıl-yoksul çelişkileri, değer
yargıları ve öncelikleri ayrımlı olan aktöre anlayışlarının
ortaya çıkmasına neden olur. Ezen sınıf ya da ulusta geçerli
olan aktöre anlayışı ile ezilen sınıf ya da sömürülen ulusta
geçerli olan aktöre anlayışı, birbirinden ayrımlıdır.
Ayrımlılık doğal olarak, sınıf ve ulusu temsil eden partiler
için de aynısıyla geçerlidir.
Ortak
Davranış Eğitim Sorunudur
İnsanlar
arasındaki davranışları, hazırlanan kurallar listesi ya da
reçetelerle belirlemek ve tek tip uygulama ortaya çıkarmaya
çalışmak, ne doğru ne de olanaklıdır. Ancak, bu gerçek,
davranış biçimleri ve insan ilişkileri konusunda görüş
geliştirmemek, tartışmamak ve eğitilmemek anlamına elbette
gelmeyecektir. Unutmamalı ki her türlü ilerlemenin temelinde
eğitim vardır.
Bir
sınıfın ya da bir ulusun, özgürlük ve mutluluğu için verilen
savaşımda, bireyselliğin aşılması ve temsil edilen kesimin
genel çıkarlarının savunulması, yapılan işin zorunlu ve
kaçınılmaz gereğidir. Bu zorunluluk, türü ve biçimi ne olursa
olsun tüm partiler için geçerlidir. Parti savaşımı, sonuçta
hakların savunulmasını öngören bir çabadır; varlık nedeni
bireysel değil, toplumsaldır.
Parti
Çalışması Gönüllülüğe Dayanır
Parti
çalışmaları, özgür seçime bağlı, zorlamaya dayanmayan,
gönüllü bir davranıştır ve insanlar bu gerçeği bilerek
partiye üye olurlar. Öncelikli amaç, kişilerin değil toplumun
çıkarlarını savunmaktır. Bu gerçeği bilmeyen ya da kavramayan
insanlar, parti üyesi olduklarında hem kendilerine hem de partiye
zarar verirler.
Üye
adayları, görevlerinin yetenek ve olanaklarının elverdiği ölçüde
halka bilinç götürmek, onu örgütlemek ve toplumu ileri götürecek
bir parti gücünü yaratmak olduğunu bilmeli ve bunu bilerek parti
üyesi olmalıdır. Parti üyesi olmak isteyen herkesin,
örgütlemek
için örgütlenmek gerektiğini,
bunun da özveri isteyen ve kolay olmayan bir iş olduğunu bilincine
çıkarmış olması gerekir.
Parti
Çalışmasının Temelinde Halka ve Ulusa Bağlılık Olmalıdır
Örgütlü
olmak, partiye yalnızca üye olmak demek değil, örgütsel
görevlere katılmak demektir. Eğer bu katılım, halkın ve ulusun
çıkarlarını savunan, onların ilerleme ve mutluluğu için
çalışan bir partide yapılıyorsa, bu aynı zamanda devrimci olmak
demektir. Devrimci olmak ise; öğrenmek, araştırmak ve edindiği
bilgiyi örgütlü savaşım içinde uygulamaya dökmektir.
Ülke
ve halk için savaşıma atılan devrimciler; bilinçli, kararlı ve
direngen insanlardır. Bencilliği ve bireyciliği aşmışlar, ülke
ve halk sevgisini örgütlü savaşımla birleştirmişlerdir.
Toplumun en ileri unsurlarıdır. Yaptıkları iş, güçlü bir
istenç sağlamlığı ve özgüveni gerektirir. Halkın ve ulusun
içinde bulunduğu sıkıntıları içinde duymak, bu sıkıntıları
onlarla paylaşmak ve olumsuzlukları ortadan kaldırmak için,
içinde bulunulan koşulların olanaksızlığına bakmadan savaşıma
atılmak, devrimci politikanın en belirgin özelliğidir.
Parti
Çalışması İlkeli Olmayı Gerekli Kılar
İlke
olmadan, örgütlü eylem de olmaz. İlke sorunu, hem örgütü hem
de üyeyi kapsar. Yalnızca örgüt içinde ilkeli olup kişisel
yaşamında ilkeli olmayan, yani konumuyla yaşamı uyumsuzluk içeren
kişilerin, ne kendilerine ne de örgütlerine yararı olur.
İlkelilik,
aynı zamanda bir disiplin sorunudur. Ve birbiri içine giren bu iki
kavram, dengeli bir bütünlüğe ulaştırılmalıdır. Sıkıdüzeni
abartma edilgenliği (pasif), hafife alma ise düzensizliği doğurur.
Sıkıdüzenli olmak, ne yaratıcılığı yitirmek ne de duygusuz
olmaktır. Gerçek sıkıdüzen, bilgi ve bilince dayanan gönüllü
katılımla, bu ise eğitimle sağlanabilir. Sıkıdüzenin en büyük
düşmanı, yaratıcılıktan ve üretimden uzaklaşmaktır.
Sorumluluk
Anlayışı
Politik
çalışma, sorumluluk yüklenebilecek kadrolarca yürütülür.
Parti kadroları, aldıkları eğitim edindikleri bilgi ile herşeyden
önce, kendilerine karşı sorumluluk duyan insanlar durumuna
gelmişlerdir; bu kişisel sorumluluktur. Kişisel sorunluluktan ayrı
olarak, örgüt birimlerindeki çalışmalarda yüklenilen ve
paylaşılan ortak sorumluluk vardır; bu da örgütsel
sorumluluktur.
Parti
üyeleri, kişisel ya da örgütsel sorumluluk almaktan çekinmemeli,
ancak taşıyamayacakları kadar sorumluluk da almamalıdır. Her
kişi ya da organın sorumluluğu, taşıdığı yetkiyle uyumlu
olmalıdır. Örgütlü çalışma içinde yüklenilen kişisel ya da
örgütsel sorumluluğun üyelerce paylaşılması; dayanışmayı,
dostluğu ve saygıyı geliştiren önemli bir parti işleyişidir.
Bu işleyiş, üyeleri, ileride ülke yöneten insanlar yapacaktır.
Yanlış
Yapmaktan Korkulmamalıdır
Parti
organlarında görev alan üyeler, inançlarına, bilgilerine ve
yaratıcılık yeteneklerine güvenen, önderlik niteliklerine sahip
ve çevresinde saygı uyandıran insanlar olmalıdır. Özgüvene
sahip olmak, üyenin; acemiliklere, girişimgücü yoksunluğuna ve
çekingenliğe kapılmasını önler. Kendine güvensizlik ve yanlış
yapma korkusu, üyeyi eylemsizliğe götürür, onu savaşımdan uzak
durmaya iter.
Yanlış
yapmaktan korkulmamalıdır. Unutulmamalıdır ki, insan iş yaptığı
sürece yanlış da yapar; yanlış yapmayan insan ölü insandır.
Yanlış
yapmaktan değil, yapılan yanlıştan ders almamaktan korkulmalıdır.
Yanlıştan korkmamak, yanlışı sürekli yinelemek anlamına
gelmemelidir. Her yanlış, kasıtlı bir nedeni yoksa bilgi ve
deneyim eksikliğinden kaynaklanıyor demektir. Bilgi ve deneyim
arttıkça, yanlışlar da ortadan kalkacaktır.
Parti
Üyeleri Alçakgönüllü Olmalıdır
Parti
üyeleri, örgüt içi ya da dışında insanlarla kurdukları
ilişkilerde, alçak gönüllü ve hoşgörülü olmalıdır.
Kendisini herkesten bilgili ve akıllı sanarak, halka doğru yolu
gösteren bilgiç
rolüne bürünen üyeler, partiye yarar değil zarar verirler.
Edindiği
kuramsal bilgileri papağan gibi yineleyip somut çalışma içinde
olmamak, örgütsel değeri olmayan boşboğazlıktır
(lafazanlıktır). Bu tür insanlar gösterişli söylevler verirler,
ancak sıra iş yapmaya gelince ortadan kaybolurlar. Bazıları ise,
sürekli olumsuzlukları dile getirir ama olumsuzlukların
giderilmesi için bir şey yapmazlar. Bunlar kendilerini buyurgan
bilgiçler konumunda gören söz cambazlarıdır. Oysa az
laf çok iş parti
çalışmasının temelidir.
Alçakgönüllü
ve içten olmak, kendi niteliklerini bilmeyen ya da bu niteliklere
gereken önemi vermeyen, etkisiz ve edilgen bir tutum içinde olmak
değildir. Alçakgönüllülüğün abartılarak güvensizlik
duygusuna dönüşmesine izin verilmemelidir; alçak gönüllülükte
ataklık, bütünlüğü olan bir davranış durumuna getirilmelidir.
Hoşgörü
kavramı da benzer biçimde ele alınmalıdır. Hoşgörünün,
eksikleri görmemek ve yapılan yanlışlıkları dile getirmemek
olmadığı bilinmeli, bu kavram, insan kazanma ve yetiştirmede
kullanılan bir davranış biçimi olarak ele alınmalıdır.
Hoşgörünün sınırlarını; var olan koşullar, ilişki kurulan
insanların bilinç düzeyi ve yapılan yanlışlıkların kabul
edilebilirlik sınırı belirleyecektir.
Öğretmen
Olmak İçin Önce Öğrenci Olmak Gerekir
Halka
ve ulusa hizmet etmek isteyen bilinçli kadrolar, halka doğru yolu
gösteren öğreticiler
olmak için, önce onların öğrencisi
olmak gerektiğini bilmelidirler. Kitle çalışmalarında egemen
kılınan alçakgönüllülük;
göstermelik, ikiyüzlü ve yapay bir tutum değil, içten gelen,
duyarlı ve olgun bir davranıştır. Yapaylığın ya da
ikiyüzlülüğün uzun süre gizlenmesi olanaksızdır; bu tür
özellikler eylem içinde hemen ortaya çıkar.
Zaman
Kullanımı
Parti
üyeleri, zamanın kullanımı konusuna büyük önem vermelidir.
Zaman, yalnızca siyasal çalışma yapanlar için değil, yaşamın
her alanındaki ilişkiler için de önemlidir. Örgütsel çalışmaya,
eğitim etkinliklerine ya da kitap okumaya yeterince zaman
bulamadığını söylemek, gerçekte; düzensizliği, savrukluğu ve
tembelliği savunmaktan başka bir şey değildir.
Verilen
sözleri yerine getirmemek, toplantılara geç gelmek ya da zamanını
boşa harcamak, yalnızca parti üyelerinde değil, hiçkimsede
olmaması gereken kusurlardır. Televizyon izlemeye, sinema ya da
kahveye gitmeye zaman bulurken, kitap okumaya zaman bulamadığını
söylemek, bir parti üyesinin herhalde en son söyleyeceği söz
olmalıdır.
Devrimciler,
zamanı en iyi kullanan insanlar olmak zorundadır. Örgütlü
çalışmaya, eğitime, kültüre ve kişisel yaşama; var olan koşul
ve olanaklara uygun ve verimli olacak biçimde zaman ayrılmalıdır.
Eleştiri-Özeleştiri
Parti
üyelerinin, örgütsel çalışmalarda yapılan yanlışlıkları
görmelerini ve bu yanlışlardan ders çıkarmalarını sağlamak
için, eğitimden sonra en etkili yol, eleştiriözeleştiri
işleyişinin örgüt birimlerinde geçerli yöntem olmasıdır.
Eleştiri-özeleştiri
yöntemiyle üyeler, yapılan yanlışlıkları kendileri saptayacak,
gündeme getirecek ve karar vereceklerdir.
Üyelerin
kişiliklerini ve özgüvenlerini geliştirecek olan bu yöntem aynı
zamanda, parti içinde büyük bir canlılık ve katılımcı güç
yaratacaktır. Yanlış ve eksiğini görmek ya da görmesini
sağlamak, üyelerin örgütlü savaşımın anlam ve boyutunu
kavramalarının itici gücü ve kendilerini geliştirebilmelerinin
etkili bir aracıdır.
Üyenin
kendisini yenilemesi demek, partinin kendisini yenilemesi demektir.
Bu nedenle, eleştiri-özeleştiri işleyişi yalnızca üyeye
yönelik bir eylem değil, doğrudan partinin gelişip güçlenmesiyle
ilgili bir iştir. Bir parti ne denli güçlü ise,
eleştiri-özeleştiri
işleyişini o denli uyguluyor ya da bir başka deyişle,
eleştiri-özeleştiriyi
ne denli uyguluyorsa o denli güçleniyor demektir.
Eleştiri
Açık ve Somut Olmalıdır
Eleştiri,
örgüt birimleri içinde ve herkesin önünde yapılmalıdır;
kanıtsız savlara değil, somut verilere dayanmalı, dedikoduyla
gerçek birbirine karıştırılmamalıdır. Zamanı geçirilmiş
eleştirilerin unutkanlıklar ve güncelliğin yitirilmesi nedeniyle
yararlı olamayacağı bilinmeli ve eleştiri
anında yapılarak, yanlışa karşı doğru açık biçimde ortaya
konulmalıdır. Eleştirisi
yapılan yanlış yinelenmedikçe aynı konu yeniden eleştiri
konusu yapılmamalıdır.
Eleştirinin
bir suçlama olmadığı bilinerek; gönülgücü (moral) bozucu ve
kırıcı olmayan, gerçekleri ortaya çıkaran ve insanların
gelişimini sağlayacak biçimde eleştiri yapılmalıdır.
Eleştiri
önyargısız ve dostça yapılmalı, işlev ve kapsamı abartılarak,
sağlıksız ve yararsız bir davranış biçimi durumuna
getirilmemelidir. Sonuç almada ivecen (aceleci) olunmamalı ve
eleştirinin büyülü bir değnek olmadığı bilinmelidir.
Yaş
ve deneyim ayrımlılıkları, eleştiri yapmayı engelleyici bir
olgu durumuna getirilmemeli, saygılı olmak koşuluyla yaş ve
deneyimi ne olursa olsun herkes eleştirilebilmelidir.
Özeleştiri
Günah Çıkarma Değildir
Eleştiri
ne denli önemli ise, onu bütünlüğü olan yararlı bir yönteme
dönüştüren özeleştiri
de o denli önemlidir. Kişi ya da organlar, yetki ve sorumlulukları
ne olursa olsun, yaptıkları yanlış ortaya konulduğunda, bu
yanlışı kabul edip özeleştiri
yapmaktan çekinmemelidirler. Makam, ün ve ünvan, deneyim ya da
yüksek görev özellikleri, özeleştiriyi
zorlaştırıcı
etkenler durumuna getirmemeli, herkesi eşit biçimde kapsayan
özeleştiri
bir benlik (gurur) ve onur sorunu olarak ele alınmamalıdır;
yanlışı kabul etmenin zayıflık değil, erdem olduğu
bilinmelidir.
Özeleştiri
yanlışın yalnızca kabul edilmesi değil, yanlışın kaynağını
oluşturan olay ve koşulların kavranması ve ders çıkarılmasıdır.
Yapılan eleştiriye
kesinlikle
yanıt verilmeli, gerçeğin ortaya çıkması sağlanmalı ve haksız
yapılan eleştiriler iş
uzamasın
diye yanıtsız bırakılmamalıdır. Kişi yaptığı yanlışı
önce kendisi görecek olursa, birinin eleştiri
yapmasını beklememeli ve kendiliğinden özeleştiri
yapabilmelidir. Özeleştiri,
ayakdireme (inat) sorunu durumuna getirilip savunma aracı olarak
kullanılmamalı, bir rahatlama yöntemi, ya da günah
çıkarma
gibi görülerek yozlaştırılmamalıdır.
Çok yararlandım harika bir yazı....
YanıtlaSilSağol sevgili Adsız.
YanıtlaSil