Selçuklularda
devlet yönetimi, değişik yetki ve sorumluluğu olan, alanlarında
uzmanlaşmış görevlilerin katıldığı divanlar
aracılığıyla yürütülürdü. Değişik işler için değişik
divanlar
vardı; bunlar devlet gücünü temsil etmelerine karşın,
tartışmaya açık, katılımcı kurumlardı. Kararlar, serbestçe
dile getirilen görüşler, bilgi ve belgeye dayanan tartışmalar
sonunda alınırdı.
Selçuklular
Büyük
Selçuklular ve onların ardılı olan Anadolu Selçukluları, Orta
Asya
geleneklerine dayanarak Yakın Doğu ve İslam kültürleriyle
kaynaştırdığı birikimi Osmanlıya aktaran büyük bir uygarlık
yarattılar. Doğu
aydınlanmasının
hem ürünü hem de önemli bir parçasıydılar. Dönemlerinin en
ileri uygarlıklarını oluşturdular. Yaptıkları ve kendilerinden
sonraki dönemlere yön veren nitelikleriyle, tarihte iz bırakarak
önemli bir yer aldılar.
11.
ve 14.yüzyıllar arasında 240 yıl hükümranlık süren
Selçuklular, en yaratıcı ürünlerini, devlet örgütlenmesi ve
yönetim işleyişi konularında verdi. Bu başarıyı kuşkusuz
gelişkin bir ekonomi,
varsıl bir iç-dış
ticaret
ve iyi işleyen bir akçalı
dizge (mali
sistem)
üzerine oturtmuşlardı.
Yalnızca
ardılları olan Osmanlılar’a değil, o dönemde geri durumdaki
Avrupa’ya örnek olan uygulamalar yaptılar. Çeşitli
olumsuzluklara, özellikle Haçlı
Seferleri’nin
yıkıcılığına karşı önlem almayı ve ekonomik gelişmede yeni
seçenekler yaratmayı başardılar.
Bizans
ve İslam kültürü
üzerine yaptığı çalışmalarıyla tanınan İngiliz sanat
tarihçi ve arkeoloğu David
Talbot Rice
bu konuyla ilgili olarak şunları söyleyecektir: “Savaşların
sürüp gittiği bölgelerde,
(Haçlı Seferleri nedeniyle y.n.) tarımı
korumak ellerinde olmadığı için Selçuklular, şap üretimi gibi
yerel sanayi ürünlerini geliştirme yolunu tutmuşlardı. Çünkü
devleti yaşatmak için, dengeli (istikrarlı) ekonominin her zaman
için büyük önem taşıdığını iyice kavramışlardı.”1
Olgun
Dönem
Selçuklu
uygarlığının en olgun dönemi, Anadolu Selçuklularında
13.yüzyılın ilk yarısıdır. 1211-1237 arasındaki Keykavus
ve
Keykubat
yönetimleri, gerek askeri gerekse üretim ve tecim (ticaret)
alanlarında parlak başarılar elde etti, büyük gelişmeler
sağladı. Haçlılar ve Bizanslılarla yapılan savaşların olumsuz
etkisine karşın, sanayi ve tarım üretiminde önemli artış
gerçekleştirdiler. Sanayi ve tarımdaki gelişmeyi, tecimsel
canlanma izledi. “Konya’nın
varsıl tecimenleri (tüccarları), eski pazarları geliştirdiler,
yeni iç pazarlar”
yarattılar.2
Selçuklular,
iç pazarı geliştirirken dış tecime özel önem verdiler ve dış
pazara açıldılar. 12.yüzyıl sonunda İstanbul’da önemli
sayıda “Konyalı
tecimen”
vardı. İran-İstanbul yönündeki alımsatımın gelişmesi için;
güvenlik, konaklama ve iletişim hizmetlerini karşılayacak
yatırımlar yapıldı, eski kaleler onarıldı, yenileri yapıldı.
Yeni bir posta örgütü kuruldu. Karadeniz ve Akdeniz kıyıları
ele geçirildi, Sinop ve Alanya’da liman ve tersaneler yapıldı.
Bu
limanlara, gelir sağlamak için yabancı gemiler çekilmeye
çalışılırken, Türkler’in en az deneyimli olduğu deniz
tecimine girişildi. Kürk, kösele ve balmumu bakımından önemli
olan, Rusya’yla İslam ülkelerini birbirine bağlayan Kuzey-Güney
tecim yolu canlandırıldı; bunun için Sinop, Rum-Pontus’un
elindeki Trabzon’a rakip bir liman durumuna getirildi; Kırım’daki
Suğdak Limanı ele geçirildi.3
Alanya,
Antalya ve Sinop’un Önemi
Selçuklular
döneminde Alanya, Antalya ve Sinop’un alınması, Türkiye’nin
dış tecimini geliştirerek, İstanbul ve birçok Bizans kentinde,
daha o dönemde tecimle uğraşan bir Türk azınlığın oluşmasına
yol açtı. Bu oluşum, ilerde Türkleri tüm Bizans’a egemen
duruma getiren tarihi koşulları yarattı.
Papa’nın
Haçlı Seferleri nedeniyle Türkler’e karşı uygulatmaya
çalıştığı tecimsel engelleyim (ticari ambargo), Türkiye’nin
yararına oldu, üretim ve alımsatımın daha da gelişmesine yol
açtı. Ankara sofları (ham ipekten astarlık kumaş), şap, halı,
kilim, yün, deri, ipek dokuma ve bazı kurutulmuş meyvalar Kıbrıs
aracılığıyla Avrupa’ya dışsatımlandı; Selçuklular’ın
ünlü kervan tecimi, iç ve dış tecimin en önemli öğesi oldu.
Mustafa
Akdağ,
kervan tecimi konusunda şunları söyler: “Selçukî
Türkiyesi’nin uluslararası ticaretten en çok gelir elde ettiği
iş sahasının, Doğu-Batı ve Güney-Kuzey ticaret yollarındaki
alışverişi sağlayan, Anadolu yollarındaki kervan ulaşımı
olduğundan, hiç kuşku yoktur...”4
Benzer
saptamaları, Claude
Cohen
ve David
Talbot Rice
de yapar. Onlara göre; “Anadolu,
Selçuklu döneminde tecimsel ilişkilerin doruğundadır”;
büyük kentler “her
türden insanın ve malın karşılaşma merkezleri”
durumuna gelmiştir; “Sivas,
tecimenler için büyük bir buluşma”
yeridir.5
“Baharat
yolu, Arap ve Hint tecimenleri”
büyük kentlere çekmekte, Selçuklular bu tecimenlerden aldığı
malları Avrupalılara satmaktadır; ayrıca, devlet olarak tecimsel
işlemler denetim altında tutulmakta ve “her
malın, bir elden diğer bir ele aktarılışı üzerinden”
vergi alınmaktadır.6
Bu
uygulama, sekiz yüzyıl sonra karşımıza KDV olarak çıkacaktır.
Devletin
Öncülüğü
Devlet,
yapılan işlerin hemen tümünde öncü rol oynuyor ve üreticilerle
tecimenleri destekleyerek onların önünü açıyordu. Yeni kentler,
alım gücü yüksek iç pazarlar ve tecim merkezleri kuruluyor;
tecim yollarının güvenliği sağlandığı gibi, üretim ve tecime
doğrudan ya da dolaylı yatırım da yapılıyordu.
Ünlü
sultan
hanları
ve kervansaraylar
bu dönemde yapıldı. Bu girişimlerle; tarım, zenaat ve tecim
hızla gelişti, üretimde çeşitlilik sağlandı. Keçi
kılı,
yün,
kereste,
tekstil,
madenler,
çinicilik
ve el
ürünleri
gibi yerel sanayi ürünleri dışsatımlamaya (ihraç edilmeye)
başlandı. Avrupa’da kullanılan şapın hemen tümünü, Anadolu
karşılar duruma geldi.
Dokumacılık
ve Madencilik
Dokumacılık
ve dericilikte çok gelişkin ürünler üretildi. İlçeler ve
kentlerde dokunan perdeler
ve bezler,
varsılların zevkine yanıt verecek denli mükemmeldi.7
Türkmenler’in dokuduğu halı ve kilimler, Ankara’nın sof
kumaşları dünyaca tanınmıştı.
Madencilikte
gelişkin ürünler üretildi. Anadolu demir,
bakır,
şap
üretimi
ve işletmeciliğinde
çok ileri bir konumdaydı. Prof.Mustafa
Akdağ
o dönem Selçuklu ekonomisi için şunları söylemiştir: “Bir
gerçektir ki, geniş halk kitlelerinin, gereksinimlerini karşılayan
sanayi ürünleri tümüyle yurt içinde yapılıyordu. Esnaf
loncalarının örgütsel mükemmelliği bunu tümüyle kanıtlar...”8
Türkmen
boylarında yaygın olan kilim ve halı dokumacılığında, gerek
örgü niteliğinde ve gerekse desen varsıllığında gösterilen
ustalık, insanda hayranlık uyandıran bir inceliğe ulaşmıştı.
Bu konuda gösterilen zerafet ve ustalık köklü bir geleneğe
dayanıyordu.
Gaston
Richard
adlı İngiliz araştırmacı “Türkmen
kızlarının”
dokuduğu halıları “harika”
olarak tanımlarken, Rus tarihçi Mihaliof
şu
değerlendirmeyi yapmıştı: “Hiçbir
modele ve teknik nitelikte hiçbir öğretim ve eğitime sahip
olmayan Türkmen kızlarının, taklidi mümkün olmayan nakışlarla
süslü nefis halılar dokuması ancak yüksek bir sanat içgüdüsüne
sahip oluşlarıyla açıklanabilir. Türk masallarıyla halk
şiirlerinin güzelliği de, Türkler’in estetik alanında büyük
bir birikim ve yeteneğe sahip olduğunu gösterir.”9
Üretim
ve tecimin gelişimi varsıllığı, varsıllık da toplumsal gönenci
arttırdı. Kent yaşamı gelişti, kültürel düzey yükseldi. Türk
ve İslam kültürü, Anadolu’nun geniş bir bölümüne yayıldı.
Türkistan, Azerbeycan, İran başta olmak üzere değişik
ülkelerden sanatçılar, düşünürler ve bilim adamları Konya’ya
geldiler; Selçuklu hükümdarlarının destek ve koruması altında
çalıştılar.10
Yönetimin
Niteliği
Selçuklular’da,
yönetim düzeni içinde yer alan akçalı, yönetimsel ve koşunsal
(askeri) görevliler, alanlarında iyi eğitilmiş uzman kişilerdi.
Alpaslan’ın
da vezirliğini yapan Nizamülmülk,
yürüttüğü politikalar ve “hükümet
etme”
üzerine yazdığı Siyasetname
ile yalnızca Büyük Selçuklular değil, daha sonraki Anadolu
Selçukluları, bağlı olarak Osmanlılar üzerinde de etkili oldu.
Eğitim
birliğini gerçekleştiren Selçuklu medreseleri, o dönemde
dünyadaki en ileri yüksek öğrenim kurumlarıydı. Doğrudan
devlete ait olan bu kurumlar, Pamir’den Anadolu’ya dek hemen tüm
İmparatorluk kentlerine yayılmıştı. İlahiyat bölümlerinden
ayrı olarak siyaset, hukuk ve maliye konularında uzman devlet
görevlileri yetiştiren bölümleri de vardı.11
Selçuklular’da
yönetim yapısının en üstünde, yüksek yetkilerle donanmış
hükümdar bulunuyordu. İkta
verme,
merkeze
ve eyaletlere yönetici atama,
devlet
kararlarının alındığı
yüce
divan’a
başkanlık etme
ve ordu
komutanlığı gibi
görevleri vardı. Ülke toprakları, eski Türkler’den ayrımlı
olarak, hanedanlığın sahip olduğu ve gerektiğinde kendi
aralarında “paylaşabileceği
ortak mülk”
gibi görülmeye başlamıştı. Bu görüş, Osmanlılar’da,
“Padişahın
kişisel mülkü”
durumuna gelecekti.
Divanlar
Devlet
yönetimi, değişik yetki ve sorumluluğu olan, alanlarında
uzmanlaşmış görevlilerin katıldığı divanlar
aracılığıyla yürütülürdü. Değişik işler için değişik
divanlar
vardı; bunlar devlet gücünü temsil etmelerine karşın,
tartışmaya açık, katılımcı kurumlardı. Kararlar, serbestçe
dile getirilen görüşler, bilgi ve belgeye dayanan tartışmalar
sonunda alınırdı. Selçuklularda devlet kurumu niteliğinde birden
çok divan
varken, Osmanlılar’da üst yönetimi ilgilendiren ve bir tür
bakanlar kurulu niteliğinde olan Divan-ı
Hümayun
adıyla tek bir divan vardı; öbür divanlar küçük yönetim
birimleri biçimindeydi.
Selçuklularda
her divanın
başında bir nazır
(bakan)
bulunurdu. En üst merkezi yönetim organı, başında hükümdarın
(sultanü’l
azam)
bulunduğu ve hergün toplanması yasal bir zorunluluk olan yüce
divan’dı
(divan-ı alî).
Yüce
divanda;
devlet siyaseti, adalet, diplomasi, yüksek yargı kararları
görüşülür ve karara bağlanırdı. Alınan kararların
yürütülmesi ve hükümdar katılmadığında divanın
yönetimi vezirin,
yani sahib-i
azamın
(Osmanlılar’da
vezir-i azam)
göreviydi.
Vezir,
genel yönetimle ilgili devlet kararlarını yürütmekle kalmaz,
özellikle İmparatorluğun ilk dönemlerinde, hükümdar ve
ailesinin devlet işlerinde usulsüzlük ve keyfi davranışta
bulunmalarını önleyerek divanın
yetkilerini korurdu. Selçuklu vezirleri, bunu yapabilmek için
gerekli olan güç ve yetkiye yeterince sahiptiler.12
Selçuklular’da,
yürütme yetkisi, şimdiki içişleri bakanına denk gelen ve atabeg
adı verilen bir vezirin başkanlık ettiği, uygulama
kuruluna (divan-ı vezaret)
verilmişti; dışişlerini
(divan-ı tuğra),
toprak
yönetimini (divan-ı has),
ordu
ve savunma işlerini (divan-ı arzü’l ceyş)
yürütürdü.
Adalet
işleri ve mahkemeler, dinsel hukuk kurumlarını temsil eden büyük
kadı’ya
(kadıü’l kudata)
ve örfî
hukuğu
temsil eden adalet
emirine (emir-î dad)
bağlıydı.
Bunlara
ek olarak bazı özel durumlarda, haksızlıkları gidermekle görevli
olan ve günümüzdeki danıştaya
denk gelebilecek bir yüksek
hukuk kurumu (mezalim)
daha vardı. İmparatorluk içinde iletişim, yaygın ve düzenli bir
işleyişe sahip posta
örgütü
(berid)
tarafından sağlanıyordu.13
DİPNOTLAR
- “The Seldjouks in Asia Minor” Davit Talbot Rice, London 1961; ak. S.Yerasimos, “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” Belge Yay., 7.Bas.-2000, 1.Cilt., sf.159
- Belleten 42, sf.221; ak. Doğan Avcıoğlu, “Türklerin Tarihi” 5.Cilt, sf.2047
- “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, Tekin Yay., 1956, 5.Cilt, sf.2047-2048
- “Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi” Prof.Mustafa Akdağ, Cem Yay., İst. 1995, 1.Cilt, sf.29-30
- “Le Commerce Anatolien an début de XII éme siécle” Paris, Claude Cohen, ak; S.Yerasimos, “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” 1.Cilt Belge Yay., 7.Basım, İst.-2000, sf.164
- “The Seldjcuks in Asia Minor” D.Talbot Rice Londra 1961, ak; a.g.e. sf.164
- “Türkiye’nin İktisasi ve İçtimai Tarihi” Prof. Mustafa Akdağ, 1.Cilt, Cem Yay.,-1995, sf.26
- a.g.e. sf.27
- “Türklüğün Esasları” Ziya Gökalp, Kum Saati Yay., 2001, sf.154
- Ana Britannnica, Ana Yayıncılık A.Ş.; 2.Cilt, sf.236
- a.g.e. 7.Cilt, sf.127
- “Tarih II-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 3.Bas., 2.Cilt, sf.220
- Ana Britannica, Ana yayıncılık A.Ş., 7.Cilt, sf.127
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder