Birinci
Meclis,
ulusal bağımsızlıktan ödün vermeyen, tutsaklığın her türüne
karşı çıkan Müdafaa-i
Hukuk
anlayışının doğal sonucuydu. Ulusun yazgısına yön
vererek toplumun her kesimini etkiliyor, güç aldığı halkı tam
anlamıyla temsil ediyordu. Bağımsızlık savaşı yürütürken
devlet kurmaya girişilmişti ve meşruiyetini
ulusal varlığın korunmasından alıyordu. Dünya siyasi tarihinde
örneği olmayan, gerçekten demokratik, savaşkan bir yönetim
organı, benzersiz bir temsil kurumuydu. Yetkisini ve yaptırım
gücünü, kabul ettiği anayasadan değil, millet istencini
(iradesini) yansıtan, yazılı olmayan ve kökleri eskiye giden
özgürlük tutkusundan alıyordu.
Ulusa
Bildirim
Mustafa
Kemal,
21 Nisan 1920’de, Heyeti
Temsiliye
adına; tüm valiliklere, sancaklara, belediye başkanlıklarına ve
kolordu komutanlıklarına, “çok
aceledir”
uyarısıyla gönderdiği genelgeyle 23 Nisan Cuma günü Ankara’da
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılacağını bildirdi.
21 Nisan
genelgesi, ulusal direnişi temsil eden halk eyleminin, yeni ve ileri
bir aşamaya geldiğini gösterir. Nutuk’ta,
“o
günün hissiyat anlayışına ne derece uyulmak mecburiyetinde
bulunulduğunu gösteren bir belge”1
olarak tanımlanan genelge, vatan ve din duygularına seslenen uhrevi
bir anlatımla kaleme alınmıştır. Ancak, öz olarak, “milletin
kendi iistencine kendisinin egemen olması için”2
girişilen, köklü ve büyük bir siyasi değişimin devimselliğine
(dinamizmine) sahiptir.
Ulusal
direniş, artık yalnızca halk
devinimi (hareketi)
olmaktan çıkacak ve bir halk
devleti
kurmayı amaçlayan toplumsal devrim niteliğini kazanacaktır.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
ve bağımsızlığın sağlanmasından sonra kurulan Türkiye
Cumhuriyeti Devleti, bu yönelişin gelişip olgunlaşan doğal
ürünleri olacaktır.3
Benzeri
Olmayan Girişim
Amasya
Genelgesi’nde
açıklanan, Erzurum ve Sivas Kongreleriyle meşruiyet
kazanan ulusal eylem, 23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük
Millet Meclisi’ni
ortaya çıkardı. Mustafa
Kemal’in
“Selahiyeti
fevkaladeyi haiz
(olağanüstü yetkili)”4
dediği ve İstanbul Meclisi’nin kapatılmasından yalnızca 34 gün
sonra toplanan bu Meclis, ulusun
gerçek
ve
tek temsil gücünü
oluşturuyordu. Ankara
Meclisi;
yasama, yürütme ve yargı erkini dolaysız kendi elinde toplayarak,
büyük bir devrim gerçekleştiren, benzersiz bir yönetim organı,
gerçek bir halk meclisiydi.
Seçimler
Meclisi
oluşturacak milletvekillerinin seçimlerinde; ulusun tüm
kesimlerini kapsayan, ulusal bilince sahip, savaşım azmi yüksek, kararlı ve direngen halk temsilcilerinin seçilmesine,
özel dikkat ve önem verilmişti.
Mustafa
Kemal,
İstanbul Meclisi’nin kapatılmasından üç gün sonra, 19 Mart
1920’de tüm valiliklere, sancaklara ve kolordu kamutanlıklarına
çektiği telgrafla; ulusal bağımsızlık savaşımını “yürütmek
ve denetlemek için”
Ankara’da “olağanüstü
yetkili bir meclisin”
toplanacağını, bunun için yapılacak seçimlerde “her
sancak
bölgesinin
bir seçim bölgesi”
olacağını, “her
sancaktan beş temsilci”
seçileceğini ve seçim sürecinde “yasal
koşullara uyulacağı”
nı bildirmişti.
Seçimlere,
her yerde en yüksek sivil yöneticinin başkanlık edeceğini
başkanın, seçimin “doğru
ve yasaya uygun yapılmasından”
sorumlu olacağını belirtmiş; meclis üyeliğine “her
parti, dernek ve toplulukça aday gösterilebileceğini”
ve “bu
kutsal savaşa eylemli olarak katılmak için bağımsız adayların
istediği yerden”
aday olabileceğini açıklamıştı.
“Güçler
Birliği”
Üç buçuk
yıllık Kurtuluş
Savaşı
dönemini kapsayan Birinci
Meclis,
bağımsızlığı gerçekleştiren ve sonraki anayasal ve siyasal
gelişmelere temel oluşturan önemli ve özgün bir girişimdir.
Anayasa hukuku bakımından dikkat çeken temel özelliği, güçler
ayrılığı
değil, güçler
birliği
ilkesinin benimsenmesidir.
Yasama,
yürütme
ve gerek gördüğünde yargı
yetkisini (İstiklal Mahkemeleri) elinde toplamıştı. 1921’de
kabul edilen Teşkilatı
Esasiye Kanunu
(Anayasa),
meclisin yalnızca bir yasama organı değil, onunla birlikte bir
kurucu organ olduğunu ve egemenliğin
kayıtsız koşulsuz
milletin olduğunu kabul ediyordu.5
Katılımcılık
Birinci
Meclis,
ulusal bağımsızlıktan ödün vermeyen, tutsaklığın her türüne
karşı çıkan Müdafaa-i
Hukuk
anlayışının doğal sonucuydu. Ulusun yazgısına yön vererek
toplumun her kesimini etkiliyor, güç aldığı halkı, tam
anlamıyla temsil ediyordu. Bağımsızlık savaşı yürütürken
devlet kurmaya girişilmişti ve meşruiyetini
ulusal varlığın korunmasından alıyordu. Dünya siyasi tarihinde
örneği olmayan, gerçekten demokratik, savaşkan bir yönetim
organı, benzersiz bir temsil kurumuydu.
Yetkisini
ve yaptırım gücünü, kabul ettiği anayasadan değil, ulusun
istencini yansıtan, yazılı olmayan ve kökleri eskiye giden
özgürlük tutkusundan alıyordu. Türk toplumunun ulusal çekince karşısında kendiliğinden devreye giren birlik ve
dayanışma anlayışı, gereksinim duyduğu direnme örgütünü
yaratmıştı. Özdeksel (maddi) varsıllığa ya da teknolojik
gelişmeye değil, inanca ve kararlılığa dayanıyordu.
Halk
Örgütü
Birinci
Meclis, bir Batı parlamentarizmi
ya da ona benzemeğe çalışan ve sınıfsal üstünlüklere dayanan
göstermelik bir kurum değildi. Ortaya çıkışını, niteliğini
ve amaçlarını; toplum üzerinde egemenlik kuran sınıflar ya da
sınıflar bağlaşmasının (ittifakının) temsilcileri değil,
doğrudan ve gerçek anlamda halkın temsilcileri belirliyordu.
Milletvekilleri;
kılıkları, giysileri, yaşları, kültürleri, düşünsel
düzeyleri ve görgüleriyle, başka başka ve çok değişik
çevrelerin insanlarıydılar. Beyaz sarıklı, aksakallı, cüppeli,
eli tesbihli hocalarla, üniformalı genç subaylar; yazma ya da şal
sarıklı aşiret beyleri, külahlı ağalar ve kavuklu çelebiler;
Avrupa’daki yüksek öğrenimlerini bitirip yeni dönmüş, Batı
kültürüyle yetişmiş nokta bıyıklı aydınlar; Kuvayı Milliye
kalpaklı yurtsever gençler yan yana oturuyordu.6
Alışkanlıklarından eğlencelerine, özel toplantılardan resmi
davetlere, tartışma biçimlerinden inançlarına dek, ayrımlı değer yargılarına sahiptiler. Birbirleriyle sert
tartışmalara, yumruklaşmalara, hatta silah çekmeye varan
çatışmalara girebiliyorlardı. Buna karşın, ulusal haklar,
halkın geleceği ve ulusal savaşımın yararları sözkonusu
olduğunda derhal birleşiyor, “birbirlerinin
üzerine yürümüş olan bu insanlar”,
bir başarı haberinde,
“çocuklar gibi gözyaşlarıyla kucaklaşabiliyordu.”7
Milletvekili
sayısı 115’le başlayan, daha sonraki katılımlarla 380’e
çıkan Birinci Meclis’te; 115 memur ve emekli, 61 sarıklı hoca,
51 asker, 46 çiftçi, 37 tüccar, 29 avukat, 15 doktor, 10 aşiret
reisi, 8 tarikat şeyhi, 6 gazeteci ve 2 mühendis bulunuyordu.8
Özveri
Girişimi
Meclis’e
katılarak girişilecek eylem, kişisel çıkar sağlanacak bir uğraş
değil, ölümü ve yargılanmayı göze alan ve yalnızca ulusal
varlığını korumayı amaçlayan bir özveri girişimiydi. Batı
parlamentoları gibi ayrıcalıklı sınıfların çıkarlarını
değil, doğrudan halkın ve ulusun haklarını savunuyordu. Bu
meclis, geldikleri yörede sayılıp sevilen ve varlıklarını
toplumun geleceğine adamış önder konumdaki kişilerin, yurt
savunması için oluşturduğu bir halk meclisiydi.
Milletvekillerinin
çoğunluğu Ankara’ya, atları, bir bölümü kağnılarıyla
gelmişti. Meclis önündeki parmaklıklar, “atların
bağlandığı bir tavla”
gibiydi. Von
Mikush,
Mustafa
Kemal
adlı kitabında, 1920 Ankara Meclisi’nin önündeki görüntüleri,
Kuzey Amerikalı çiftçilerin Bağımsızlık
Bildirisi’nden
sonra yaptıkları toplantılara benzetmişti.9
Yüksek
Temsil, Özgür Tartışma
Okul-medrese,
yenilik-tutuculuk,
cumhuriyetçilik-meşrutiyetçilik,
Türkçülük-saltanatçılık,
ırkçılık-ümmetçilik
gibi siyasi tartışmanın hemen her türü; Birinci
Meclis’te,
üstelik yoğun ve sert biçimde yaşandı. Sertliğin
giderilmesinde, ulusal davada kararlı milletvekilleri kadar,
Meclis’in Mustafa
Kemal
gibi bir başkan tarafından yönetilmesinin de önemli etkisi vardı.
Düşünsel
çatışmalarla dolu, ölümüne savaşım veren ve “yetkilerinde
çok kıskanç”
bir meclisin başkanı olarak, “çoğu
zaman insana hayret veren bir sukûnet ve olgunlukla, uzun, sinirli
ve ağır tartışmaları”
yönetmiş, kendisine ve hükümete yönelik eleştirileri
“ciddiyetle
yanıtlamış”,
oturum yönetirken yansız davranmış, “gensoru
sonuçlarını soğukkanlılıkla uygulamıştı.”10
Dayanışma
ve Paylaşım
Gelecek
umutlarını, üzüntülerini, sevinçlerini ve yazgılarını
birleştiren milletvekilleri, hemen her şeylerini kardeşçe
paylaşıyordu. Taşıdıkları ağır sorumluluğa karşın, umut ve
neşelerini hiç yitirmiyor, Türkler’e özgü iyimser bir
kararlılık içinde görevlerini eksiksiz yerine getiriyorlardı.
Her şeyi
göze almışlar, “Muallim
Mektebi”nin
yatakhanesinde, “yastıklarının
altında silahlarıyla uyuyorlardı”11
Yemeklerini kendileri yapıyor, çamaşırlarını kendileri yıkıyor
ve herhangi bir maaş almıyorlardı. Daha sonra, Hazine’ye para
girince, ailelerine para gönderebilmeleri için yüzer lira aylık
almışlar, ancak yemek masraflarını kendileri karşılamayı
sürdürmüşlerdi.12
Yoksunluk
ve “Yalın Yaşam”
Ankara’ya,
bu devrim
merkezine
gelenler, olumsuzluklara aldırmayarak, her zaman yaptıkları olağan
bir işle uğraşıyormuşçasına, yoksunluklara katlandılar;
yakınmadan, inançla mücadele ettiler. Kuvayı Milliyecinin bir
tanımı da buydu zaten. “Karaoğlan
Çarşısı’nın bir sokağına açılan Hükümet Binası’nın
birer odasına sığınan ‘Bakanlıklar’da, masa yoktu. Memurlar
yazılarını gaz sandıklarının üzerinde yazıyor, mürekkep
hokkası yerine fincan kullanıyorlardı. Devlet kayıtları, resmi
defter yerine okul defterine yazılıyordu.”13
Binasızlık nedeniyle, Bakanlık olarak kullanılan yerler, son
derece küçük ve yetersizdi. Bu sorunu aşmak için, odalar, tavana
doğru ahşapla ortadan ikiye bölünmüştü. Böylece kat
yüksekliği az da olsa, “ikinci
katına tahta bir merdivenle”
çıkılan iki oda elde edilmiş oluyordu. Bunlardan birinde, örneğin
alt bölüm Ordu
Dairesi,
üst bölüm Levazım
Dairesi’ydi.
Bir yerlerden bulunmuş bir tahta masanın, dört yanında dört
memur birlikte çalışırdı.14
Destansı
Direniş
Kurtuluş
Savaşı’nı yürüten
Birinci Meclis’in,
hükümet
ve ordunun görev yaptığı koşullar, bugün birçok insana
inanılmaz gibi gelebilir. Türk Kurtuluş Savaşı; inancın güce,
kararlılığın teknolojiye ve ulusal direncin emperyalizme üstün
geleceğini gösteren somut bir gerçek, destansı bir direniştir.
Kazanılmış olan ilk anti-emperyalist savaştır. Bu savaş; yapımı
henüz bitmemiş, değişik yerlerden toplanmış kırık dökük
eşyalarla donatılmış, memur olarak lise öğrencilerinin
çalıştığı ve milletvekili sıralarının Ankara Lisesi’nden
getirildiği bir binadan yönetilmiştir.15
Meclis
tutanaklarının basılacağı kağıt yoktu, tutanaklar dilekçe
kağıtlarına, mektup kağıtlarına, hatta kese kağıtlarına
basılıyordu. Birçok akşam, “bir
kahveden ödünç alınan”16
petrol lambalarına gaz bulunamadığı için Meclis mum ışığında
çalışıyor, milletvekilleri sabahlara dek süren
“ateşli tartışmaları”, birbirlerini
tam olarak görmeden yapıyordu.17
Tartışma
ve Danışma
Birinci
Meclis’teki
kürsünün hemen arkasında, Hz.
Muhammet’in
Arapça yazılmış bir hadisi
vardı. “Egemenlik
kayıtsız koşulsuz ulusundur”
tümcesiyle örtüşen bu hadiste
“işlerinizde
meşveret ediniz”
yani “biribirinize
danışarak karar veriniz” deniliyordu.18
Milletvekilleri, bu uyarıya sadık kaldılar ve düşüncelerini
özgürce açıklayıp tartıştılar; “birbirlerine
danışarak”
kararlar aldılar.
Mecliste
yapılan konuşmalar, o dönemde ulus bağımsızlığı için savaşıma atılan insanların düşüncelerini yansıtan, inançla
örgütlenildiği takdirde nelerin başarılabileceğini ortaya
koyan, yol gösterici belgelerdir. Günümüzde yararlanılması
gereken, çok değerli ulusal birikimlerdir.
Özveri
ve İstenç
Birinci
Meclis’e
katılanlar; yaşlarına, olanaksızlıklarına ve toplumsal
konumlarına bakmadan, “yurdun
tehlikede olduğunu”
görerek, sonuçlarını göze alıp ailesini ve işini bırakarak
Ankara’ya koşan yurtseverlerdi. Kurtuluş Savaşı başarıya
ulaşmamış olsaydı, hepsinin yazgısı aynı olacak, birer birer
yakalanıp ya öldürülecekler ya da “Padişah’a
isyan”
suçundan tutuklanacaklardı. Eğitim, yaş ve görüş ayrılıklarına
bakmadan bir araya geldiler ve yurdun kurtuluşu için sıkı bir
dostluk, anlayış ve ülkü birliği içinde birbirlerine
kenetlendiler.
Hiçbiri kişisel çıkar peşinde değildi. Birçoğu,
kurtuluştan sonra devlet görevlerinde yer almadı. Sıradışı bir
alçak gönüllülükle yaşadıkları yerlere döndüler ve
kendileri için hiçbir şey istemediler. Bir bölümü, yeni bir
devlet, yeni bir toplum kurmak için, kendilerine verilen görevleri
yüklendiler, aynı azim ve kararlılıkla, yeterli olsalar da
olmasalar da, bu görevlerin gereklerini yerine getirmeye çalıştılar.
Bağımsızlık
Kürsüsü
Birinci
Meclis’te
yapılan konuşmaların ortak özelliği, kararlı bir
anti-emperyalist duruş göstermesidir. Sözde bırakılmayıp
uygulamaya geçirilen konuşmalar, yalnızca o günlerde değil,
günümüzde de geçerli olan ve tam bağımsızlığı amaçlayan
tarihsel belgelerdir. Sinop Milletvekili Şeref
Bey’in
en yaşlı üye olarak 23 Nisan 1920’de, Meclis’i açarken
yaptığı konuşma ile Mustafa
Kemal’in yaptığı konuşmalar çok
anlamlıdır.
Meclis
Binası önündeki törenlerin ardından milletvekilleri yerlerini
almıştı. Küçük toplantı salonuna giden koridor ve merdivenler,
yer kalmamacasına doludur. Meclis’in önündeki duyarlı kalabalık
dağılmamıştır. Şerif
Bey,
“vakarlı
ve yaşına göre çok dik bir yürüyüşle ağır ağır kürsüye
çıkar”.19
Yaşlı ve titrek sesiyle yaptığı sakin konuşma, çok
etkileyicidir. Birçok milletvekilinin gözyaşlarını tutamadığı,
duygu ve kararlılık yüklü bu ortamda, Şerif
Bey
şunları söyler: “Tam
bağımsız olarak yaşama konusunda kesin kararlı olan ve çok
eskiden beri özgür ve bağımsız yaşayan milletimiz, tutsaklığı
şiddetle ve kesin olarak reddetmiş; millet, vekillerini hemen
toplayarak meclisini oluşturmuştur. Bu büyük meclisin, içte ve
dışta tam bağımsızlık içinde kaderini bizzat ele aldığını
ve ülkeyi yönetmeye başladığını bütün dünyaya ilan ederek,
Büyük Millet Meclisi’ni açıyorum. İşgal altında ve türlü
baskı ve işkence içinde, maddi ve manevi olarak insafsızca yok
edilmekte olan, zulüm görmüş bütün illerimizin kurtarılmasında,
yüce Tanrı’nın bizi başarılı kılmasını dilerim.”20
Mustafa
Kemal’in Konuşması
Mustafa
Kemal,
aynı gün Meclis’in oluşumu hakkında kısa bir konuşma yapar,
temel görüşlerini ertesi gün, yani 24 Nisan’da açıklar.
Nitelikli
hukuksal yorumlarıyla, kürsüde 39 yaşında bir general değil,
sanki bir hukuk ya da toplumbilim kuramcısı vardır. “Oldukça
zayıf ve yorgun”21,
ancak bilince dayalı bir kararlılık içindedir. Yaptığı
açıklamalar; tarih, siyaset, uluslararası ilişkiler, ekonomi ve
askerlik alanlarında iyi yetişmiş bir yurtseverin ve devrimci bir
kişiliğin tüm özelliklerini yansıtmaktadır.
Üç uzun
konuşmayla, ülkenin durumuyla ilgili olarak geçmişten gelen ve o
günü ilgilendiren hemen tüm konuları ele alır... Siyasi ve
hukuksal değerlendirmeler, anayasa hukuku açısından derinliği
olan görüş ve yorumlar içerir. Yönetimle ilgili önermeleri ve
kullandığı hukuk dili, son derece ileridir.
Konuşmasının
başında Samsun’dan Meclis’in açılışına dek geçen olay ve
gelişmeleri anlatır. Kendisini, “milletin
bağrındaki savaşçılardan biri olarak”22
tanımlayıp,
savaşıma atılma nedenlerini açıklar. “Yaşam
ve kişiliğim, yüce milletin malıdır; benim için artık en
kutsal görev, milli iradeye boyun eğmeyi her şeyin üzerinde
görmektir”
der ve konuşmasını şöyle sürdürür: “Geçirmekte
olduğumuz şu hayat ve ölüm günlerinde, büyük umut ve
çabalarla, sağlanmaya çalışılan milli istiklalimiz uğrunda,
bütün varlığımla çalışacağımı, millet önünde açıklarım.
Bu kutsal amaç uğrunda, milletle beraber, sonuna kadar mücadele
edeceğime bütün kutsal inançlarım adına söz veriyorum.”23
Başkan
seçildiği oturumdaki dört saatlik24
konuşmasının sonraki bölümlerini, yönetim biçimiyle ilgili
hukuksal-siyasal konulara ayırır ve özet olarak şunları söyler:
“Gerek
anayasa hukuku kurallarına, gerek tarihteki birçok örneğine ve
gerekse günümüzde aynı acı koşullar içinde yıkımla
karşılaşmış olan milletlerin oluşturduğu ibret dersine göre,
ülkeyi parçalanma ve dağılmadan kurtarmak için, bütün milli
kuvvetlerin derhal, köklü bir kurum içinde birleştirilmesinden
başka çare yoktur. Bunun biçimi ne olmalıdır? İşte sorun
budur. Yüce meclisinizin varlığı da, herşeyden önce, meşruiyet
ve yetkisinin milletçe gerekli görüldüğüne en büyük kanıttır.
Bu nedenle, yüce meclisinizde toplanan yüksek milli iradeye
dayanarak meşruiyet ve yasallık kazanan ve saygıdeğer kurulunuzda
ortaya çıkan millet vicdanının yargısına bağlı kalmak
bakımından, sorumluluğu belirlenen bir gücün işleri yönetmesi
zorunludur. Bu gücün doğal biçimi ise hükümettir... Yüce
meclisiniz, milletin yargısına karar vermenin sorumluluğunu,
yalnızca yasa yapma ve yasa koyma ile görevli olarak değil,
milletin yazgısıyla doğrudan uğraşarak taşıyacaktır...
Ülkemizin şimdiye kadar geçirdiği bunalımlara, felaketlere; kimi
zaman Avrupa’yı taklit etmek, kimi devlet işlerinin yönetimini
kişisel görüşlere göre düzenlemek, kimi zaman da anayasayı
bile kişisel duygulara oyuncak etmek gibi, acı sonuçlarını
yaşadığımız basiretsizlikler neden olmuştur. Şu anda oluşan
ulusal uyanışı dile getirdiğimize inanarak, içinde bulunduğumuz
zor ve bunalımlı tarihi dönemin mücadelesini, bu yolla düzene
koyma yanlısıyız... Ulusun yazgısını kayıtsız ve koşulsuz
elinde tutan Türkiye Büyük Millet Meclisi, hızla yeni bir devlet
kurmaktadır. Bu işi yaparken en karışık hukuk ve toplumbilim
kuramları ile anlatılan sistemleri, değerlerini tam vererek gözden
geçirmektedir. İki düşünce derhal kendini göstermiştir: Yeni
bir hükümet oluşturmak ve Meclis’in komisyonları aracılığıyla
ülkeyi bizzat yönetmek...”25
Milletin
Vekilleri
Birinci
Meclis’te
yer alan milletvekilleri, toplumun hangi kesim ve yöresinden gelmiş
olurlarsa olsunlar, sömürüye dayanan büyük devlet politikalarına
kararlı bir karşıtlık içindeydiler. Uluslararası ilişkilere
yön veren emperyalist işleyişi, ekonomik temelleriyle birlikte tam
olarak çözümlemiş olmasalar da, direniş içinde kendiliğinden
yükselen bir bilinçlenme süreci yaşamaktadırlar. Balkan
savaşlarından beri aralıksız süren kanlı çatışmalar, her
çeşit acıyı yaşayan bu insanlara, dünyayı ve ona egemen olmak
isteyen büyük devletlerin ne olduğunu öğretmiştir.
Milletvekillerinin
Birinci
Meclis’te
yaptığı konuşmalar, Kurtuluş Savaşı’nın hangi ruhla
kazanıldığının açık göstergeleridir. Bizlere, bir yandan
mücadeleye atılan bu insanların niteliği konusunda bir fikir
verirken, diğer yandan ulusal varlığa yönelen tehdit karşısında,
Türk insanının birlik ve dayanışma becerisini göstermektedir.
Türk toplumunu tam olarak tanıyabilmek için bu konuşmaların
okunup incelenmesi gerekir.
H.V.Velidedeoğlu’nun
deyimiyle; Birinci
Meclis,
“Ulusal
egemenlik çağını başlatan”
ve dünya tarihinde “tutsak
ulusların emperyalist saldırganlara karşı başkaldırma çağını
açan”
tam bir “ihtilal
meclisi”,
bu meclisin üyeleri de “gerçek
devrimcilerdir”.
Gelecek
Kuşaklara Bırakılan Miras
Birinci
Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1 Nisan 1923’te,
milletvekillerinin yenilenmesi için seçim kararı alarak kendisini
feshetti. 120 milletvekilinin imzaladığı önergede; “ülkeyi
savunma amacıyla toplanan”
Büyük Millet Meclisi’nin, üç yıllık bir uğraşla amacına
ulaştığı; bu nedenle, “tarihsel
bir övünç kazanarak gelecek kuşakların takdirini hak ettiği”,
artık ülkenin önünde, “barış
sorunlarını çözmek ve ekonomik ilerlemeyi sağlamak”
gibi, iki “önemli
ve mukaddes”
amacın bulunduğu belirtiliyor, bu aşamada yeniden halkın oyuna
başvurmanın “milletin
geleceğinde daha büyük gelişmeler sağlayacağı”
söyleniyordu.26
Önergeyi
kabul eden milletvekilleri, başarmış oldukları işin
büyüklüğünden olacak, son derece olgun ve özverilidirler. Pek
çoğu, kazanılan zaferin ve milletin kurtuluşunda pay sahibi
olmanın iç huzuruyla, kent ya da köylerine dönüp yaşamlarını
sessizce sürdürmeye, kendi yerlerine gelecek gençlerin yapacağı
işleri izleyerek, “vatan
yeni bir görev isteyene kadar”
işleriyle uğraşacaklardı.
Alçakgönüllülük
Birinci
Meclis’te
görev alan milletvekillerinin önemli bir bölümü bir daha aday
olmadı ve yaşadıkları yerlere geri döndüler. Kendilerine, ne
bir ayrıcalık ne de devlet görevi istediler. Başka gelirleri
olmadığı için almak zorunda kaldıkları milletvekili maaşlarını,
Kurtuluş’tan
sonra devlete geri vermek isteyenler bile vardı. Yöresinin Kuvayı
Milliye
önderi ve Uşak Milletvekili Hoca
İbrahim Efendi
(Tahtakılıç) bunlardan biriydi.
Birinci
Meclis’teki
görevi sona erince köyüne (Uşak-Bozkuş) geri döndü,
çocuklarına, aldığı milletvekili aylıklarını geri ödemelerini
vasiyet etti. Kendisini ziyarete gelen Şevket
Süreyya Aydemir’e
şunları söylemişti: “Çocuklarım
adına bir ahdım
(yeminim y. n.) var.
Büyüsünler adam olsunlar, son santime kadar hesabını çıkarıp,
şu fakir milletten mebus maaşı diye aldığım paraları devlet
hazinesine geri versinler. Böylece bizim de bir hizmetimiz geçmişse,
bari hak yolunda hizmet sayılsın.”27
Tarihteki
Onurlu Yer
“Ulusal
Kurtuluş Meclisi”
niteliğindeki Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi, savaş ve
çatışmalarla dolu üç buçuk yıllık çalışma dönemine
kendisi son verdi ve yerini “devrim
meclisi”
niteliğindeki İkinci
Büyük Millet Meclisi’ne
bırakarak28
Türk
tarihindeki onurlu yerine çekildi. Kurtuluş Savaşı başarılmış,
saltanat kaldırılmış ve Sevr yok edilerek bağımsız ve özgür
bir ülke yaratılmıştı. “Yoksul”
ve “bitkin”
Anadolu insanı, Birinci Meclis öncülüğünde, elindeki son
olanakları kullanarak tarihte az görülen bir dayanışma örneği,
benzersiz bir direnç göstermiş, Anadolu’nun ortasında tam
anlamıyla bir halk iktidarı kurmuştu. Bu, gerçek bir demokratik
halk devinimiydi;
bir “rüya”
gerçeğe dönüştürülmüştü.
Mustafa
Kemal,
Meclis’in kendini yenileme kararı aldığı 1 Nisan 1923 günü, oylamadan hemen
sonra kürsüye geldi ve dakikalarca alkışlanan şu konuşmayı
yaptı: “Burada,
büyük bir tarihin içindeki ibret verici gezintimizi sona
erdiriyoruz. Beynimiz ve kalbimiz, yakın geçmişin bu muhteşem ve
yüksek örneği karşısında saygı ve hayranlıkla doludur.
Tarihte her zaman özgür ve bağımsız yaşamış bir milletin,
dıştan ve daha çok içten gelen yıkıcı darbelerle boğaz boğaza
çarpışarak, büyük bir düşmanlık alemini yenen
kudreti
karşısında diz çökelim. Temiz ve açık vatanseverliğin,
sağduyunun, yüzyıllarca süren acıların, haysiyet ve şerefin ve
özgür millet içinde özgür insanın temsilcisi olan Birinci
Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun şimdi bir kısmı sonsuzluğa
göçmüş olan üyeleri; torunlarımız için, tarihin sisleri
arkasında gittikçe devleşen, efsane insanlardır. Bu insanların
anıları, Türk milletinin karanlık, endişeli, bunalımlı
günlerinde birer umut ve hayat ışığı olarak parlayacaktır.
Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi, yüzyıllarca sonra da görev
başında olacaktır. O, kuvayı milliye ruhunun kendisidir. Kuvayı
milliye ruhuna muhtaç olduğumuz her zaman, onu karşımızda ve
başımızda göreceğiz.”29
DİPNOTLAR
- “Nutuk” M.K.Atatürk, I.Cilt, T. T. K. Yay., 4.Bas., 1989, sf.475
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., İst.-1981, sf.252
- a.g.e. sf.259
- TBBB Zabıt Ceridesi Devre I, Cilt I, sf.8-3
- Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, 19.Cilt, sf.11 873
- “İlk Meclis” Prof.H. Veldet Velidedeoğlu, Çağdaş Yay., 2.Bas., sf.15
- “Kuvayı Milliye Ruhu” S.Ağaoğlu, Kül.Bak. Yay., Ank.-1981, sf.15-16
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., İst.-1981, sf.339
- “Atatürk” L. Kinross, Altın Kit. Yay., 12. Bas., İst.-1994, sf.262
- “Kuvayı Milliye Ruhu” S.Ağaoğlu, Kül.Bak. Yay., Ank.-1981, sf.246
- “Atatürk” L. Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.262
- a.g.e. sf.266
- “Atatürkçü Olmak” C.A. Kansu, Bilgi Yay., 3.Bas., Ank.-1996, sf.139
- “Mustafa Kemal ve Milli Mücadelenin İç Alemi” E.B.Şapolyo, İnkilap ve Aka Kit., İstanbul-1967, sf.104
- “İlk Meclis” Prof.H.Veldet Velidedeoğlu, Çağdaş Yay., 2.Bas., sf.15
- “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.262
- “İlk Meclis” Prof.H.V.Velidedeoğlu, Çağdaş Yay., 2.Bas., sf.12-13-15
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., İst.-1981, sf.262
- “İlk Meclis” Prof.H.Veldet Velidedeoğlu, Çağdaş Yay., 2.Bas., sf.17
- “Kuvayı Milliye Ruhu” S.Ağaoğlu, Kültür Bak. Yay., Ank.-1981, sf.31 ve “İlk Meclis” sf.18
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., İst.-1981, sf.262
- a.g.e. sf.262
- a.g.e. sf.262-263
- a.g.e. sf.263
- “Atatürk’ün Bütün Eserleri” 8.Cilt, Kaynak Yay., İstanbul-2002, sf.72 ve “Kuvayı Milliye Ruhu” sf.32-40
- “Kuvayı Milliye Ruhu” S.Ağaoğlu, Kül.Bak. Yay., 1981, sf.286
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt., Remzi Kit., 8.Bas., İst.-1981, sf.166
- “İlk Meclis” Prof.H.V. Velidedeoğlu, Çağdaş Yay., 2.Bas., sf.241
- “Kuvayı Milliye Ruhu” S.Ağaoğlu, Kül. Bak. Yay., Ank.-1981, sf.292
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder