Ayrıcalıklı
üstünlüklerin ve toplumsal varsıllığın korunması ya da ele
geçirilmesi, bu yöndeki istekleri eyleme dönüştürecek olan
devlet aygıtının gücüyle ilgili bir sorundur. Her devlet
kendinden güçsüz devletleri etkisi altına alır, güçlü
olanlarca da etki altına alınır. Yaşambilimin (biyolojinin) doğal
yasalarına benzeyen bu gerçek, etkili işleyişini ve kaçınılmaz
sonuçlarını her zaman yürürlükte tutmuştur. Günümüzde
uygulanan ulus-devlet karşıtı Yeni Dünya Düzeni politikaları,
çok yönlü uygulama yöntemleri ve teknolojik olanaklarla
devletlerarası çatışmanın en ileri türünü oluşturur.
Güçlünün
Egemenliği
Gelişmiş
ülkelerin azgelişmiş ülke devletlerine olan karşıtlığı ve
onların iç işlerine yönelik ilgileri sömürgecilik dönemine dek
uzanır. Ülkelerarası ilişkilerde üstün konuma gelerek çıkar
elde etmenin güce dayandığı ve bu gücün de örgütlü devlet
gücü olduğu açıktır. Bu bakımdan gelişmiş ülkeler, kendi
devlet aygıtlarını son derece yetkinleştirirken, geri kalmış
ülke devletlerini güçsüz kılmak için her yolu dener.
Sömürüye
dayalı çıkar sağlama amacının doğal sonucu olan bu eylem,
tarihin her döneminde aynı anlayışla gerçekleştirilmiş ve
devletlerarası ilişkilerin temel özelliğini oluşturmuştur:
Güçlü olan güçsüzü ezer. Uluslararası ilişkilerin bu yalın
gerçeği, toplumsal yaşamın gelişim ve değişim kurallarını
belirler ve tüm insanlığı ilgilendiren bir uygarlık sorunu
olarak tarihteki yerini alır.
Ulus
Devletin Önemi,
Büyük
devletlerce sürdürülen küresel savaşımın temel ereği, dış
karışmaya karşı direnç gösterecek yerel ya da bölgesel
örgütlerin her yönden etkisiz kılınmasıdır. Yerel ya da
bölgesel örgütlerin en güçlüsü, doğal olarak
ulus-devletlerdir. Nerede ülkelerarası sömürü ve baskı varsa
orada ulus-devlet karşıtlığı da vardır.
Ayrıcalıklı
üstünlüklerin ve toplumsal varsıllığın korunması ya da ele
geçirilmesi, bu yöndeki istekleri eyleme dönüştürecek olan
devlet aygıtının gücüyle ilgili bir sorundur. Her devlet
kendinden güçsüz devletleri etkisi altına alır, güçlü
olanlarca da etki altına alınır. Yaşambilimin (biyolojinin) doğal
yasalarına benzeyen bu gerçek, etkili işleyişini ve kaçınılmaz
sonuçlarını her zaman yürürlükte tutmuştur. Günümüzde
uygulanan ulus-devlet karşıtı Yeni Dünya Düzeni politikaları,
çok yönlü uygulama yöntemleri ve teknolojik olanaklarla
devletlerarası çatışmanın en ileri türünü oluşturur.
Devletin
Ekonomideki Öncülüğü
Devleti
güçlü kılacak ekonomik ve akçalı olanaklar; özel şirket
yatırımları, bunlardan alınan vergiler ve kamu yatırımlarıdır.
Kamu yatırımlarının önceliği ve devletin öncülüğü olmadan
kalkınabilmiş bir ülke henüz ortaya çıkmadı. Gelişmiş
kapitalist ülkelerin sanayileşerek kalkınmaları, 15. ve
16.yüzyıldaki korumacılığa dayalı devletçilik
(merkantilizm) üzerine kuruludur.
Ortaçağ
ilişkilerinden kurtularak toplumsal ilerlemeyi sağlamanın tek
yolu, devrimci bir anlayışla savaşım içine girmek ve bu savaşımı
başarıya ulaştıracak bir örgüte sahip olmaktır. Bu örgüt
ulus-devlettir.
Batı
toplumlarını Ortaçağ’dan çıkarıp 20.yüzyıla taşıyan
liberal kapitalizm dönemi devrimci bir süreçtir ve bu süreç
içinde etkin rol alan kentsoyluluk (burjuvazi) ve onun öncülüğünde
oluşturulan ulus-devletler, o dönemin devrimci sınıf ve
örgütlerdir.
20.yüzyılda
üretimin yerini ağırlıklı olarak rantiye kârlarının alması
ve tekelci şirket egemenliğinin yerleşmesiyle, liberalizm bütün
ilerici özelliğini yitirdi. Büyük emperyalist güç durumuna
gelen Batılı devletler, bu dönemde, kendilerinin kalkınıp
güçlenmelerinin temel dayanağı olan ulus-devlet gücünü,
azgelişmiş ülkelerde ortadan kaldırmaya girişti.
Azgelişmiş
ülkelerin bağımsızlıklarını kazanıp ulus-devlet yapılarını
güçlendirmelerini, önce kaba kuvvetle önlemeğe çalıştılar.
Bu yeterli olmadığında ekonomik ve siyasi bağımlılık içeren
‘barışçı’
yöntemler geliştirdiler; bu yöntemleri askeri güçle
destekleyerek yoğun biçimde uyguladılar. Kendi dışındaki ulus
devletlerin güçlenmesini her zaman ve her koşulda önlemeğe
çalıştılar.
Ülkesine
Yabancılaşan Ülke Yöneticileri
Ulus-devlet
karşıtlığı, başlangıçta dolaylı ilişkilerle yürütüldü.
Devlet yetkilileri, en üstten başlamak üzere ve belirli bir
izlence (program) içinde elde edildi. Ülkesine ve ulusal haklarına
yabancılaşan politikacılar ve kamu yöneticileri, kendilerine
iletilen hemen her dış öneriyi büyük bir bağlılıkla yerine
getirdi.
Birbirini
bütünleyen ve ulus-devlet varlığını güçsüzleştiren bu
uygulamaların gerçek niteliğini o dönemde çok az kişi
kavrayabildi. Bunlar da değişik yöntemlerle susturuldu. Bu dönem
ulus-devlet karşıtlığının dolaylı yöntemlerle sürdürüldüğü
siyasi etkinlik dönemiydi.
Devletin
üst düzey kadrolarındaki niteliksel değişime bağlı olarak
hızlanan dış kredi akışı, yeni düzene bağlılıkları
sınanmış kesimlere yönlendirilerek, yabancılarla ortak
işbirlikçi iş çevreleri yaratıldı. Ulus devletin ekonomik
karşıtları olarak yaratılan bu çevre, sürekli korundu ve
kollandı. Ulusal devlet; kadro ve yapı değişikliğiyle siyasi,
borçlandırma ve özendirme uygulamalarıyla da ekonomik olarak
çökertilme sürecine sokuldu.
1980’lere
gelindiğinde, uygulanan küresel politikalar, sonuçlarını
dünyanın her yerinde ve yaşamın her alanında göstermeye
başladı. O güne dek ulus-devlet yönetimleri üzerinde kurulan ve
denetime altında yürütülen küresel politikalar, bu tarihten
sonra biçimsel değişiklikler ve köktenci yöntemlerle uygulanmaya
başlandı. Uluslararası anlaşmaların büyük devletlerce
çiğnenmesi olağan duruma geldi ve azgelişmiş ülkelerin başta
ulus-devlet yapıları olmak üzere, ulusal varlıklarını ortadan
kaldırmayı amaçlayan yeni bir süreç başlatıldı. 1980’lerde
bu eylemi gerçekleştirmek için gerekli olan güce ulaşılmıştı.
Yeni
Yöntem
1980’lere
gelindiğinde, politik işleyişi ve ekonomik kaynakları üzerinde
denetim kurulmamış, borcu olmayan ve kendi kendine yeterli ülke
kalmamıştı. Bu ülkelerin ulusal pazarları üzerinde kurulan
denetim, pazar içi serbestliği sınırsızlaştırmak ve
engelleyici yerel yasalardan sıyrılmak için, ulus-devlet
yapılarından büyük oranda kurtulunmuştu. Bu nedenle 80’den
sonra, devlet kadroları üzerinde kurulan egemenlikle yetinilmedi ve
ulus-devletlerin varlığını sona erdirmeye yönelik politikalar,
dolaysız bir biçimde uygulamaya konuldu. Yerel birimlere dayanan
yönetim biçimleri, dinsel ve etnik yapılanmalar, ayrılıkçılık,
özelleştirmeler ve çok hukukluluk vb. gündeme getirildi. Her
türlü araç ve olanakla günümüzün gerçeği olarak yaratılan
bu gündem; ‘yapısal
reformlar’
adı verilerek, dışarıya bağlılıklarını kanıtlamış yerel
hükümet yetkilileri tarafından eksiksiz bir biçimde uygulandı.
Ulus
Devlet Karşıtlığının Ekonomik Temeli
Ulus-devlet
karşıtlığının ekonomik temelini, uluslararası şirket
etkinliği oluşturur. Ulus-devlet gelenekleri onlar için, yok
edilmesi gereken en zararlı unsurlardır. Kabile
ekonomisi,
yeni-Osmanlıcılık,
eyaletçilik,
yerel
yönetimcilik
gibi tanımlamalarla, devletsiz ve örgütsüz cemaat toplumları,
uluslararası şirketler için en uygun pazar tipidir. Din, dil,
yerel kültür, mezhep ve etnik köken gibi eskiye dayanan toplumsal
oluşumlar, bu tür pazarların yaratılmasının dayanak
noktalarıdır. Ulus-devletin yerine geçirilmek istenen ‘yeni’
toplum biçiminin yaratılmasında, bu dayanaklar gelişmiş ülkelere
değer biçilmez olanaklar sunar. Bölünme ‘filozofları’,
bu yöndeki düşüncelerini gizlemiyor. Onlara göre: “Küresel
ekonomi büyüdükçe uluslardan oluşan oyuncuları küçülmeli”1
dir.
1970’lere
dek büyük birimler halinde örgütlenen ve bir merkezden yönetilen
uluslararası şirketler, bu tarihten sonra; değişime kolay uyum
gösteren, pazar esnekliğine sahip, müşteri duyarlılıklarına
daha iyi yanıt verebilen, bürokratik giderleri düşük, küçük
ve özerk birimler halinde yapılanmaya başladı.
Küçülen
birimler, üretim ve pazarlamada daha hızlı hareket ediyor, çalışan
ücretlerinde kısıntı kolaylıkları sağlıyor ve yönetici
sayılarını artırarak sorumluluk edimini (performansını)
arttırıyordu. Ayrıca, işgücünün ucuz olduğu azgelişmiş
ülkelere yönelen şirket yatırımları, bu ülkelerde; az işçi
çalıştıran ve yerel ölçülere uyum gösteren birimler halinde
örgütlenerek daha çok kâr sağlıyordu.
Küçülmenin
Kuramı
Küresel
şirketler, özellikle 1980’den sonra, stratejik konulardaki karar
yetkisi şirket merkezinde kalmak koşuluyla, alt şirket, bağlı
şirket ya da şube olarak küçük birimlerle çalışmaya başladı.
Bu örgütlenme biçimiyle uluslararası şirket, ciroları ve
kazançları sürekli büyüyen, alt birimleri ise sürekli küçülen
“güçlü
küresel koordinasyona sahip yerel işletme toplulukları”
durumuna geldi.
1970
yılında tüm dünyada, 10 bin küresel şirketin 30 bin alt birimi
varken, 1979’da küresel şirket alt birim sayısı 80 bine
çıkmıştı. 1980’den sonraki 13 yıl içinde hızlı bir artış
gösteren alt birim şirketlerinin sayısı bu süre içinde yüzde
257 artarak 1993 yılında 206 bine ulaşmıştı.2
Küreselleşme
düşünücülerinden (ideologlarından) John
Naisbitt bu
konuda
şunları
söylüyor: “Büyük
şirketlerin özerk ve küçük ünitelere bölünerek daha iyi
çalışabileceklerini görüyoruz. Aynı durum, ülkeler için de
geçerli eğer dünyayı tek pazarlı bir dünya haline getireceksek,
parçaları küçük olmalı... Bin ülkelik bir dünya,
ulus-devletin ötesine geçmeyi belirten bir mecaz... Evrenselleşerek
daha kabilesel davranıyoruz. Etnik köken, dil, kültür, din ve
yerel inançlar giderek gelişiyor... Yeni liderler, artık
devletlerarasında değil, bireyler ve şirketler arasındaki
stratejik ittifakları kolaylaştıracak ya da en azından karşı
çıkmayacaktır. Bugün, dünyamızda tanık olduğumuz şey
birbirinden ayrı ve karmaşık bir olaylar yumağı değil, bir
süreç; hükümetsiz bir yönetimin yayılmasına doğru ilerleme
süreci...”3
Ulus-Devletin
Yokedilmesi
Uluslararası
şirket etkinliğinin küresel örgütlenmede aldığı yeni biçim,
bu biçime uyum gösteren pazar koşullarını yaratma isteğini de
beraberinde getirdi. Bu isteğin somut karşılığı, kendi pazarını
koruma eğilimi içinde olan ulus-devletlerin önce baskı altına
alınması daha sonra da eylemli olarak varlığına son
verilmesiydi.
Ulus-devletin
tecimsel (ticari) alandaki varlığı, korumacı gümrük yasaları;
ekonomideki varlığı, bağımsız maliye ve kamu işletmeleri;
siyasi varlığı ise ulusal yönetim ve tüzedir (hukuktur).
Bunların yokedilmesi, doğal olarak ulus-devlet karşıtlığının
ana ereği oldu.
Günümüzün
zorunluluğu olarak sunulan; serbest piyasa ekonomisi, gümrük
birliği anlaşmaları, özelleştirme, yerel yönetimcilik ve
uluslararası arabuluculuk (tahkim) gibi uygulamalarla,
ulus-devletlerin varlık nedenleri ve bu nedenlere kaynaklık eden
yaşam alanları birer birer ortadan kaldırıldı. Ulus-devlet
varlığıyla şirket egemenliğinin ters orantılı karşıtlığı
20.yüzyılın özellikle son çeyreğinde, dünya politik düzeninin
temel çelişkisini oluşturdu.
Söylenenler;
Yapılanlar
General
Electric’i
1990’ların başında adeta yeniden yaratan Jack
Welch’in,
şirket birimlerine uygulanma zorunluluğuyla verdiği kesin ve net
buyruk şuydu; “Küçük
düşünün... Büyük şirket kütlemize, küçük şirket ruhunu ve
küçük şirket hızını kazandırmak için amansız bir mücadele
veriyoruz.”
Welch,
dev boyutlu şirketini, daha etkili hale getirmek için, küçük
birimler biçiminde yeniden örgütledi. Bu yöndeki uygulamalar kısa
süre içinde sonuçlarını verdi ve şirketin çalışan sayısı
368 binden 268 bine düşerken, yıllık satışlar 1992 rakamlarıyla
27 milyar dolardan 62 milyar dolara, net kazanç ise 1.5 milyar
dolardan 4.7 milyar dolara çıktı.4
Dünyanın
en büyük güç üretim şirketi olan ABB
(Asea Brown Boveri), Zürih’ten yönetilen merkezi şirket
yapısını, özerklik haklarına sahip 1200 küçük şirket
şubesine böldü. Ortalama 200 kişinin çalıştığı şubeler,
ana şirket gelirlerini kısa sürede 30 milyar dolara çıkardı.
Genel Müdürlükte çalışan eleman sayısı 4000’den 200’e
indirildi, gelirler arttı. Bir İsveç-İsviçre şirketi olan bu
firma, satışlarının yüzde 90’ını dış ülkelerden elde eder
duruma geldi. Genel Müdür Percy
Barnevik;
“Sürekli
büyüyor aynı zamanda sürekli küçülüyoruz. Biz yalnızca
küresel bir işletme değil, aynı zamanda güçlü bir küresel
koordinasyona sahip yerel işletmeler topluluğuyuz”
diyor.5
“Kent
Devletleri”
Eskiden
diplomatik söylemler içinde gizlenen ulus-devlet karşıtlığı,
artık bütün gelişmiş ülke başkentlerindeki resmi ve özel
açıklamalarda açıkça dile getiriliyor. Ekonomistler,
gazete
editörleri
ya da çokbilmiş
stratejistler
hükümet yetkililerinin sözcülüğünü yapıyor. New
Perspectives Quarterly
dergisi yayın yönetmeni şöyle diyor: “Yeni
Dünya Düzeni’nin en önemli yapı taşları, silahlı uluslar
yerine global ölçekli şirketlere ev sahipliği yapan, teknolojik
olarak gelişmiş kent devletleri olacak.”6
DİPNOTLAR
1 “Global
Paradoks” John Naisbitt
Sabah Yayınları 1994 sf.27
2 “Centre
on Transnational Corporations”
araştırmaları ve BM “World
Invenstment Report 1994”
ak. Ergin
Yıldızoğlu “Globalleşme ve Kriz”
Alan Yay. 1996 sf. 15
3 “Global
Paradoks” John Naisbitt
Sabah Yayınları 1994 sf. 14,24 ve 34
4 “Şirket
Yönetiminde GE yaklaşımı; Jack Welch
Yeni
General Elektric’i Nasıl Yarattı?” Robert Slater
Sabah Kit.1994 ve “Global
Paradoks” John Naisbith
Sabah Kit. 1994 sf.5
5 “Global
Paradoks” John Naisbith
Sabah Kitapları 1994 sf. 5
6 “New
Perspectives Quarterly (NPQ)”
Cilt 2, Sayı 5 ak. Hıdır
Göktaş - Metin Gölbay, “Soğuk Savaştan Sıcak Barışa”
Alan Yay. 1994 sf. 40
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder