Temelini
Kemal
Derviş’in
attığı, yasal dayanaklarını 57.Hükümetin (DSP-MHP-ANAP)
gerçekleştirdiği izlenceyi (proğramı) Recep
Tayyip Erdoğan
hükümetleri uyguladı. AB ve ABD’nin istediği “yasaların”
ana
bölümü
Kemal
Derviş döneminde
çıkarılmıştı. Yasaların uygulanması
ve
yeni yasaların çıkarılması AKP döneminde gerçekleşti. Bu iki
dönem, kişiler değişmiş olsa da, gerçekte birbirini tamamlayan
tek bir süreci oluşturuyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus
devlet yapısına son verecek tek bir süreç. 1838
Türk-İngiliz Ticaret Anlaşması, nasıl
Tanzimat ve
Islahat uygulamalarını
getirip Osmanlı’yı yıkıma götürdüyse, Güçlü
Ekonomiye Geçiş izlencesi
de AKP uygulamalarını getirerek Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkıma
götürecekti.
AKP
Kuruluyor
Recep
Tayyip Erdoğan,
Fazilet Partisi’nin kapatılmasından sonra, Necmettin
Erbakan’ın
kurduğu Saadet
Partisi’ne
katılmadı. Bir
küme arkadaşıyla birlikte AKP’yi kurdu. Başlangıçta, eski
eylemleri ve politik düzeyi nedeniyle başarılı olamayacağı
sanıldı. “Değiştim”
diyerek ilginç açıklamalarda bulunuyor ve yüksek masraf isteyen
şube açılışları yapıyordu. Değişik biçimlerde de olsa hemen
hergün medyada yer alıyor ve sürekli olarak gündemde tutuluyordu.
Kısa bir süre içinde ortaya çıkan gelişmeler, başlangıçtaki
öngörülerin tersine, Recep
Tayyip
Erdoğan’ın
öncülük ettiği “yeni”
siyasi oluşumun, içinden çıktığı Fazilet devinimini aşacağını
ve yüksek oy alacağını gösteriyordu.
Recep
Tayyip Erdoğan, Necmettin Erbakan’ın
yanında yetişmiş, ona uzun yıllar hizmet ederek parti içinde
yükselmiş bir kişiydi. Politik yaşamı tümüyle Refah Partisi
içinde geçmiş, edindiği tüm siyasi kazanımları, bu parti ve
onun önderi Necmettin
Erbakan
sayesinde elde etmişti. Buna karşın Erdoğan,
İsmail Cem’in
Bülent
Ecevit’e
yaptığının hemen aynısını Erbakan’a
yapmış ve onu en zor döneminde bırakarak partisinin bölünmesine
yol açmıştı.
AKP’nin
hızlı büyümesinde belirleyici olan iki etken dikkat çekiyordu.
Birincisi, 57.Hükümet’i oluşturan partilerden desteğini çeken
insanların yönelecek parti araması ve ağırlıklı olarak “yeni”
bir siyaset olarak gördüğü AKP’ye yönelmesiydi. İkinci ve
önemli etken ise, dış çevrelerin AKP’ye gösterdiği “ilgi”
ve AKP’lilerin de dış çevrelerle kurduğu ilişkilerde sağladığı
“başarıydı”.
Dış
Destek
ABD
ve AB, Türkiye’yi “içine
kapalılıktan” kurtararak
“dünyaya
açacak”
ve “global
liberalizmi”
tam olarak uygulayacak “cesur”
yeni önderlere gereksinim duyuyordu. Kemal
Derviş’in
yerleştirdiği politika, “güçlü”
bir
yönetimle uygulanabilirdi. Recep
Tayyip Erdoğan,
bu “cesareti”
göstereceğini söylüyor ve söylemiyle yükselen oy potansiyeli
birleşince, dış çevrelerin özellikle ABD’nin gösterdiği
“ilgi”
artıyordu.
ABD-Erdoğan
ilişkisi
yeni bir olay değildi ve bu ilişki onun Fazilet Partisi üyesi
olduğu günlere dek gidiyordu. Başbakan olmadan önce; Nisan-1995,
Kasım-1996, Aralık-1996, Mart-1998, Temmuz-2000, Temmuz-2001 ve
Şubat-2002 olmak üzere 7 kez ABD’ne gitmişti.1
Her
gidişinde değişik kişi ve kuruluşlarla görüşmeler yapmış, Bush Amerikan
geleneğinde olmamasına karşın, daha parti başkanıyken yani
resmi bir sıfatı yokken onu Beyaz
Saray’da ağırlamıştı.
Erdoğan’ın
görüştüğü kişiler içinde üç isim dikkat çekiyordu. Bunlar;
Ilımlı
İslam Modeli’nin
kuramcısı
Graham
Fuller2,
daha sonra “AKP
ile TSK’yı kafesledik” diyecek
olan CIA
Türkiye Uzmanı Henri
J. Barkey3
ve
“Karanlıklar
Prensi” sanlı
(lakaplı) Richard
Perle idi.4
Belediye
Başkanlığı sırasında cezası nedeniyle görevden alındığında,
ABD İstanbul Başkonsolosu Huggins
kendisini ziyaret etmiş ve diplomatik geleneklere aykırı bir
biçimde, “seçilmiş
liderlerin politik figürler olarak suçlara maruz kalmaları çok
ciddi bir sorundur”
demişti.5
Bu sözler üzerine Türkiye’de oluşan rahatsızlık nedeniyle
geri adım atması beklenen ABD Dışişleri Bakanlığı, geri adım
atmadığı gibi iki gün sonra yaptığı açıklamayla Konsolosunun
görüşünü desteklediğini bildirmişti.
ABD
Dışişleri Bakanlığı, Recep
Tayyip Erdoğan’ın
3 Kasım 2002 seçimlerine katılamayacağına karar veren Yüksek
Seçim Kurulu
kararına tepki göstermiş ve rahatsızlığını Ankara’ya resmen
bildirmişti. 30 Eylül 2002’de Türkiye’ye gelen ABD Dışişleri
Bakan Yardımcısı Elizabeth
Jones;
“Biz
Amerikan Hükümeti olarak demokratik bir sistem içinde, bütün
tarafların seçime katılmasını destekleriz”
diyerek, Türkiye’de yasa yokmuşçasına içişlerine karışmıştı.6
Görüşmeler
Yoğunlaşıyor
AKP
yöneticileri ile ABD yetkilileri arasındaki görüşme trafiği,
DSP’nin bölünmesinden sonra arttı, AKP’nin kuruluşuna doğru
iyice yoğunlaştı. Basında yer alan haberler, AKP’lilerin,
Ankara Washington hattında en az Kemal
Derviş
kadar gidiş geliş yaptığını gösteriyordu.
Türkiye’nin
DSP istifaları ile çalkalandığı günlerde, Genel Başkan
Yardımcısı Abdullah
Gül
Washington’a gelmiş ve burada 3 gün boyunca ABD’nin üst düzey
yöneticileriyle “çok
önemli”
ve özel toplantılar, birebir görüşmeler yapmıştı. Görüştüğü
isimler arasında, 1989-1991 yıllarında Türkiye’de büyükelçilik
yapan ve Abdullah
Gül’le,
Tayyip
Erdoğan’ı
“siyasetin
tepesine
taşıyan kişi”7
diye
tanımlanan eski İstihbarat ve Araştırma Bakanı Morton
Abromowitz
ile Türkiye için “cepte
keklik” diyen8
ABD eski Türkiye Büyükelçi ve Dışişleri Bakan Yardımcısı
Marc
Grosman
da bulunuyordu.9
Abdullah
Gül, daha
sonra Türkiye’ye gelen Marc
Grossman
ile önemli bir yemekte bir kez daha bir araya geldi. Dışişleri
Bakanlığının Marc
Grossman
ve Paul
Wolfowitz
onuruna verdiği yemeğe; Kemal
Derviş,
Türkiye Washington Büyükelçisi Faruk
Loğoğlu,
Dışişleri Müsteşarı Uğur
Ziyal
gibi isimlerin yanında siyasi partilerden yalnızca AKP Genel
Başkanı Abdullah
Gül
katılmıştı.10
Yasaları
Aşmak
Recep
Tayyip Erdoğan,
14 Ağustos 2001’de partisini kurdu. Oysa, üç yıl önce aldığı
hapis cezası onu parti kurmak bir yana, siyasi partilere üye bile
olamaz duruma getirmişti. Siyasi
Partiler Yasası’nın
11.başlamı (maddesi) TCK’nın 312/2 başlamından mahkum
olanların partilere üye ya da kurucu olmasını yasaklıyordu.
Anayasa’nın 76.başlamı ve Milletvekili Seçimi Yasası,
milletvekili seçilmesine engel getiriyordu. Parti kurması ve
milletvekili seçilebilmesi için pek çok yasal engeli aşması
gerekiyordu. İçten ve dıştan aldığı sıradışı destekle
engellerin tümünü aştı ve
bugünkü
durumuna geldi.
Siyasi
yasağın kaldırılması yönündeki ilk gelişme, 4454 sayılı
Basın
ve Yayın Yoluyla işlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların
Ertelenmesine Dair Kanun ile
getirilen ceza erteleme olanağını, Anayasa Mahkemesi’nin iptal
etmesi oldu. Bu karar üzerine Meclis’e ivedi olarak bir yasa
tasarısı getirildi; tasarı DSP, MHP ve ANAP’nin oylarıyla kabul
edildi. 22 Kasım 2000’de kabul edilen bu yasayla, mitinglerde
yapılan konuşmalar nedeniyle verilen cezalar da erteleme
kapsamına alındı.
Ancak,
Erdoğan’ın
bu değişiklikten yararlanması tüzel (hukuki) olarak
tartışmalıydı. Devreye yine Anayasa Mahkemesi’nin yeni bir
kararı girdi. Mahkeme, 19 Temmuz 2001'de Hasan
Celal
Güzel
ile ilgili davada “Cezası
erteleme kapsamı içinde olan birinin, cezasının sonuçlarının
da ertelenmesi gerekir” yorumunu
yaparak Erdoğan’ın
parti kurucusu olabilmesinin yolunu açtı.
Erdoğan
14 Ağustos 2001’de AKP’yi kurdu ve genel başkan oldu.
Yerli
Kurtarıcı: Deniz Baykal
Partisini
kurmuş genel başkan olmuştu ancak milletvekili seçilme hakkını
elde edememişti. Yüksek Seçim Kurulu, Anayasa’nın 76.başlamını
gerekçe göstererek genel seçimlere katılamayacağına karar
verdi. Anayasa değişikliğine yetecek gücü olmadığı için bir
şey yapamadı ve 3 Kasım 2002 seçimlerinde partisi, hükümet
oluşturacak bir çoğunlukla Meclis’e girmesine karşın kendisi
dışarda kaldı. 58.Hükümetin Başbakanı Abdullah
Gül oldu.
AKP’nin
birinci parti olduğu seçimden bir gün sonra Erdoğan
ile kendisini ziyaret eden dönemin CHP Genel Başkanı Deniz
Baykal
arasında gazetecilerin “vazo
mutabakatı”
adını verdiği bir anlaşma yapıldı. AKP, “affa
uğramış
olsa
bile”
ifadesini çıkararak Erdoğan’ın
yasağını kaldıran bir anayasa değişikliği hazırladı.
Değişiklik AKP ve CHP’nin oylarıyla 13 Aralık 2002’de
Meclis’ten geçti. Ancak, dönemin Cumhurbaşkanı Sezer,
“kişiye
özel” gerekçesiyle
yasayı veto etti. CHP yine destek verince Sezer,
ikinci kez kabul edilen değişikliği onaylamak zorunda kaldı.
Böylece Anayasanın 76, Milletvekili Seçimi Kanunu’nun 11.başlamı
değiştirilerek, Erdoğan’ın
milletvekili adayı olabilmesinin önündeki tüzel engel kaldırılmış
oldu.11
Aday
olma önündeki yasal engeller aşılmıştı ancak seçimler de yeni
yapılmıştı; 4 yıl beklenemezdi. Çözüm bulundu. Bir seçim
bölgesinde, seçim iptal ettirilecek ve ardından yenilenecekti. Bu
girişim için seçilen yer şiir okuduğu yer olan Siirt’ti.
“Demokrasilerde
Çare Tükenmez”
Süreç
şöyle işledi: Siirt’in Pervari ilçesinde 3 sandık kurulunun
oluşturulmadığı ve 1 sandığın kırıldığı öne sürülerek
bu ildeki seçimlerin iptali istemiyle Yüksek Seçim Kurulu’na
başvuruldu. YSK bu başvuruyu kabul etti ve 2 Aralık 2002’de
Siirt seçimlerini iptal etti. Böylece TBMM’ye Siirt’ten giren 3
milletvekilinin (AKP’den Mervan Gül, CHP’den Ekrem Bilek ve
bağımsız milletvekili Fadıl Akgündüz) milletvekillikleri
düştü.12
Siirt
seçimleri 9 Mart 2003 günü yinelendi ve seçime giren 4 parti
arasından AKP oyların % 84,8’ini alarak 3 milletvekili adayını
da meclise gönderdi. Erdoğan’la
birlikte
Öner
Gülyeşil
ve Öner
Ergenç
milletvekili
oldu.13
Ulusal
Çözülme
Temelini
Kemal
Derviş’in
attığı, yasal dayanaklarını 57.Hükümetin (DSP-MHP-ANAP)
gerçekleştirdiği izlenceyi Recep
Tayyip Erdoğan
hükümetleri uyguladı. Yapılacak işler konusunda, dışarda
57.Hükümete güvenilmiyordu. ABD, Büyük
Ortadoğu Projesi (BOP) adını
verdiği sınırları
değiştirme eylemcesi
(operasyonu) için lrak’a saldırıya hazırlanıyor, güçlü bir
Türkiye’yi erekleri önündeki engel olarak görüyordu. Türk
Silahlı Kuvvetleri’nin gücü onu rahatsız ediyordu.
Yönetim
yapısında köklü dönüşümler yaparak ulusal çözülmeye yol
açacak uygulamaları; “söz
dinleyen”,
“güzükara”
yeni
bir hükümet uygulayabilirdi. AKP bu amaçla desteklenmşti.
R.Tayyip
Erdoğan, ABD’ne
bağlılığını yurtiçinde yaptığı çeşitli toplantılarda
açıklıyor ve Türkiye’nin “Büyük
Ortadoğu Projesi’nin Eşgüdüm Başkanlığını” üstlendiğini
söylüyordu.
Açıklamalarının
en
ilgincini
Diyarbakır’da yapmış ve şunları söylemişti: “Şu
anda Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi var. Bu proje içinde
Diyarbakır bir yıldız, bir merkez olabilir. Bunu başarmamız
lazım”.14
Zamanını
Beklemek
Başlangıçta
toplumun tepkisini çekecek keskin sözler, sert uygulamalardan
kaçınıldı. Seçim yaymacalarının (propagandalarının) baş
konusu türban
konusu bile
ele
alınmadı. Türk Silahlı Kuvvetlerinin cumhuriyetçi yapısından
çakiniliyordu. Bu çekingenliğin sonucu Erdoğan,
büyük bir ayrımla kazandığı 3 Kasım 2002 seçiminden bir gün
sonra, 4 Kasım’da Paul
Wolfowitz’e
bir mektup yazacak ve “Türk
generallerle AKP arasında arabuluculuk” yapmasını
isteyecekti.
Mektupta şöyle söyleniyordu: “Resmi
sıfatınızdan dolayı, seçim sonuçlarının generallerimiz
arasında bazı rahatsızlıklar yaratmış olabileceğinin kuşkusuz
farkındasınızdır. Türkiye, birinci dünya topluluğunun;
gelişmiş, laik ve güvenilir bir üyesidir. Şuna eminim ki,
şimdiye kadar hiç olmamış şekilde birleşerek, ülkemizin en
yüksek menfaatleri için birlikte çalışabileceğiz. Bu amaç
için, mümkün olan en kısa sürede, General Özkök’le gizli ve
özel bir toplantı yapma fırsatı bulacağımı ümit ediyorum.
Şahsi cep telefonum şudur: 0.533.7 ... Bu yardımınız ve ülkeme
olan geçmiş dostluğunuz için çok teşekkür ederim.”15
“Milli
görüş gömleğini çıkardık”, “değiştik” gibi
açıklamalar
yapılsa da, AKP'nin Atatürk
ve
Cumhuriyet'e bakış konusunda, önceki hükümetlerden ayrımlı
olduğu belliydi. Baştaki çekingenliğin gereksiz olduğu
görülünce, gerçek düşünceler ve uygulamalar ard arda geldi.
Asal amaç Cumhuriyetle getirilen yönetim yapısının
dönüştürülmesi ve kazanımlarının ortadan kaldırılmasıydı.
Devlet içinde bu amaca engel olacak bir güç bulunmuyordu.
Amerikalılar bunu görmüş ve açıklamıştı.
“Türkiye
Parçalanmaya Başladı”
ABD
Dışişleri Bakanlığı’nda 28 Mayıs 2004 tarihinde, bir
toplantı yapıldı. Henri
Barkey,
Alan
Makovsky, Judith Yappe
ve Stephan
Cook’un
konuşmacı olduğu toplantıya, Pentagon,
CIA,
Dışişleri
Bakanlığı
ile Amerikan ordusundan 20 “seçkin
siyaset analizcisi”
katılmıştı. Toplantıda, “İsmi
açıklanmayan bir Ortadoğu ülkesinden de toprak alarak Kuzey
Irak’ta kurulacak Kürt devleti”
görüşülmüş, Türkiye’de bu girişime karşı oluşabilecek
tepkilerin neler olabileceği ele alınmıştı.16
Basına
yansıyan bilgilere göre; toplantıda, “Kerkük
Kürt eyaleti içinde kalırsa TSK’nın tepkisi ne olur?”,
“AKP’nin Kürt-İslam milliyetçiliğine bakış açısı
nasıldır?”, “AKP içindeki Kürt asıllıların Başbakan
Tayyip Erdoğan üzerinde etkisi nedir?”, “Yaklaşan ekonomik ve
siyasi krizler içinde AKP’nin geleceği ne olur?”
gibi konular irdelenmiş ve şu yargıda bulunulmuştu: “Kerkük’ün
Kürt Devleti içinde kalması, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin
tepkisine yol açabilir. Askerlerde, ABD’ye duyulan güvensizlik
daha da derinleşebilir ve Kürtler’in yanında yer almayı
sürdüren ABD, TSK’nın güvenini tümüyle yitirebilir. Bu
nedenle, ABD konuyla ilgili politikasını açıkça yürütmemelidir.
Askerler, Kerkük’ün Kürtler’e verilmesini bir operasyon
yaparak önleyebilecek durumda değil. Buna; hükümet, TÜSİAD ve
TÜSİAD eksenli basın, AB’ni de yanlarına alarak şiddetle karşı
çıkar. Askerin manevra alanı yalnızca ‘sinirlenmekle’ sınırlı
kalabilir... Türkiye’nin
tehlike algılaması artık homojen değil. Sistemin stratejik
düşünme mekanizması zayıf ve giderek parçalanmaya başladı.”17
Hedef
Cumhuriyet
Bu
toplantıdan sonra Türkiye’de hükümet yetkilileri, gerçek
amaçlarını çekinmeden açıklamaya ve bu yönde uygulamalar
yapmaya başladı. Recep
Tayyip Erdoğan,
partisinin 9 Nisan 2005’te Ankara’da düzenlediği il başkanları
toplantısında, “devletin
ağır yapısıyla bir yük” durumuna
geldiğini ileri sürerek doğrudan Cumhuriyeti hedef aldı ve
“merkeziyetçi
devlet işleyişinin değiştirileceğini”
söyledi. “Ankara,
bugüne kadar olduğu gibi artık Türkiye’nin düğümlendiği yer
olmayacaktır”
dedi.18
Benzer
bir açıklamayı Abdullah
Gül,
17 Kasım 2005’te yaptı
ve
“bizim
amacımız ne olursa olsun AB değildir. Bizim esas amacımız
Türkiye’yi değiştirmektir, Türkiye’yi transformasyona
(dönüştürme) uğratmaktır. AB bunun için bir vesiledir”
diyordu.19
Bunlar
Kemal
Derviş’in
“Güçlü
Ekonomiye Geçiş Programı”nın
içinde yer alan yaklaşımlardı.
Dönüşüm
AKP
yönetimi, içteki oy gücünü dışardan aldığı destekle
birleştirerek, Cumhuriyetin yönetim yapısını ve kazanımlarını
ortadan kaldırmaya girişti. Mecliste sağlanan saltık (mutlak)
çoğunluk, dönüşüm yönündeki yasa önerilerilerinin tümünü
sorgusuz sorusuz kabul edilmesini sağlıyordu. Yüzlerce “yasa”
çıkarıldı,
kerelerce anayasa değiştirildi. Kimi yasalardaki anlatım
bozuklukları, yasa tasarılarının çeviri olduğu kanısını
uyandırıyordu. Recep
Tayyip Erdoğan,
yasa çıkarmada “dışa
bağımlılığın” yararlı
olduğunu söylüyordu. 7 Kasım 2004’te “Avrupa
Birliği’ne olan bağımlılığımız anormal bir durum değil,
hatta yararlı. AB’nin Türkiye üzerindeki denetimini arttırması,
bazı yasaları çıkarırken işimize yarıyor”20
demişti.
“Yasa
çıkarmada işe yarayan” dış
denetimin çıkmasını istediği “yasaların”
bir
bölümü
Kemal
Derviş döneminde
çıkarılmıştı. Çıkmış olan yasaların uygulanması
ve
yeni yasaların çıkarılması AKP döneminde gerçekleşti. Bu iki
dönem, kişiler değişmiş olsa da, gerçekte birbirini tamamlayan
tek bir süreci oluşturuyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus
devlet yapısına son verecek tek bir süreç.
Kemal
Derviş’in
yerleştirip Recep
Tayyip Erdoğan’ın
uyguladığı izlence, ekonomi ağırlıklıydı ancak her ekonomik
izlence gibi sonuçları toplumsal ve ulusal oldu. Amaç, ekonomiyi
düzeltmek değil, öyle görünerek ulusal çözülmeyi sağlamaktı.
1838
Türk-İngiliz Ticaret Anlaşması, nasıl
Tanzimat ve
Islahat uygulamalarını
getirip Osmanlı’yı yıkıma götürdüyse, Güçlü
Ekonomiye Geçiş izlencesi
de AKP uygulamalarını getirerek Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkıma
götürecekti.
Uygulamalar
AKP,
devraldığı izlenceyi, siyasi amacı yönünde kullandı. Kullanıma
yön veren dış destek, AB’nden ve Türkiye’yi “Ilımlı
İslam Modelinin” örnek
ülkesi yapmak isteyen ABD’den geliyordu. Kamu kurum ve
kuruluşlarının hemen tümünde, üst düzey kadrolar değiştirildi.
Tüzel işleyiş amaca uygun duruma getirildi. Yargı kurumları
denetim altına alındı. Eğitim milli olmaktan çıkarıldı, din
eğitimi yaygınlaştırıldı. Yasama, yargı, yürütme arasındaki
denge bozuldu, kişi egemenliği belirleyici duruma geldi. Mezhep
ayrımcılığı yapıldı, bu ayrım dış siyasete de yansıtıldı.
Türk Silahlı Kuvveti’ne karşı uydurma davalar açıldı,
yüzlerce üst rütbeli subay tutuklandı. “Çözüm
süreci” adı
verilen uygulamalarla bölünmenin yolu açıldı. Sınır güvenliği
ortadan kalktı, yüzbinlerce Suriyeli Türkiye’ye geldi.
Ekonomiyle
ilgili uygulamalar, toplumu ayakta tutan güç kaynaklarının
sınırsızca yok edilmesine dayanıyordu. Yeraltı yerüstü
varsıllıklar, yerli yabancı demeden kişi ya da şirketlere
devredildi. Özelleştirme
adı
altında binlerce kamu malı, fabrikalar başta olmak üzere düşük
bedellerle satıldı. Türkiye’de
bugüne dek yapılan özelleştirmelerin yüzde 88’ini AKP
hükümetleri yaptı. Satılan devlet malları içinde 204 stratejik
şirket ve fabrika ile 2515 taşınmaz vardı.21
Recep
Tayyip Erdoğan,
özelleştirmeler
sürerken;
“ben
ülkemi adeta pazarlamakla mükellefim”22
diyordu.
Türkiye'nin
Geldiği Yer
Türkiye’nin
iç-dış toplam borcu bugün 1,37 trilyon TL’dir (2014). Bu borcun
908,5 lirasını tek başına AKP yaptı.23
Borca neden olan dış tecim (ticaret) açığı, 2002’de, yıllık
15 milyar dolarken bu açık 2013’de 100 milyar dolara çıktı.24
2002
yılında 0.63 milyar dolar olan cari
açık (ülkeye
giren dövizle çıkan döviz arasındaki ayrım)
2014’te 63.5 milyar dolar oldu.25
AKP,
AB’nin istemi üzerine çıkardığı yasalarla, yabancılara
taşınmaz satışını kolaylaştırdı. Her türlü taşınmaz (ev,
arsa, işhanı, tarla, bahçe) karşılılık (mütekabiliyet)
aranmaksızın yabancılara satılabilecekti. Satış sınırı, 25
binden 300 bin metrekareye çıkarıldı. Türkiye AB üyesi değildi,
hiçbir zaman da olamayacaktı. Üye ülkelerden; Macaristan,
Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovenya, Letonya, Litvanya Estonya’da
yabancıların taşınmaz alması yasaktı. Bulgaristan,
Hırvatistan’da tarım toprağı satışı olanaklı değildi.
2003-2012
arasındaki 9 yılda, 26 190 adet toplam 132 milyon metrekare (132
bin dönüm) taşınmaz satıldı. Bunların 126 milyon metrekaresi
tarım arazisi, 11 milyon metrekaresi kat iyeliği (mülkiyeti)
biçimindeki taşınmazlardır. Ayrıca, 150 bin kilometrekare alanın
maden arama hakkı 29 ve 49 yıllığına yabancı şirketlere
verildi.26
Yabancılar,
Türkiye’de çevrili
bölgeler (anklav) oluştururken,
bir başka deyişle; Türkiye Cumhuriyeti topraklarıyla çevrili
yabancılara
ait toprak parçaları yaratılırken,
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet
Ali
Şahin
Meclis’te; “Yabancıların
aldığı mülkü sırtına yükleyip dışarıya götürecek hali
yok”
biçiminde
tarihe
geçecek sözler söyledi.27
DİPNOTLAR
1 Erdoğan
ve AKP’nin Kuruluşu youtube.com
2 tr.m.wikipedia.org
3 eksisozluk.com
4 tr.m.wikipedia.org
5 “Bitmeyen
Oyun”
M.
Aydoğan,
Umay Yay., 38.Bas., İzmir. 2004, sf. 241
6 “ABD’den
Erdoğan Yasağına Tavır”
Hürriyet, 01.10.2002
7 eksisozluk.com
8 www.radikal.com.tr
9 “AK
Parti–Washington Trafiği ve Atladığınız İki önemli Haber”
Güler
Kömürcü,
Akşam 19.07.2002
10 a.g.y.
11 odatv.com
12 “Çuvaldaki
Müttefik”
Ahmet
Ermhan,
Birharf Yay. İst. 2006 Sf 35-36
13 Hürriyet
20.03.2001
14 “Erdoğan-Gül:
BOP’un Hizmetindeyiz”,
Aydınlık, 23.05.2004, sf.4
15 “Çuvaldaki
Müttefik” Ahmet Ermhan, Birharf
Yay. İst. 2006, sf.35-36
16 “Gümrük
Birliği’nde İlk Randevu Avrupa’nın”,
Gözcü, 30.11.1996
17 “Gümrük
Birliğinde Rüzgar Tersten Esti”
Nurdan
Yakın,
Cumhuriyet 22.08.1996
18 Yeni
Çağ, 10.04.2005
19 “AB
Araç, Değişim Amaç”,
Cumhuriyet 18.11.2005
20 “Denetim
Faydalı”
Sabah 08.10.2004
21 Özelleştirme
İdaresi Başkanlığı www.oib.gov.com
22 “Ülkemi
Pazarlamakla Mükellefim”
Cumhuriyet, 16.10.2005
23 www.cnnturk.com
24 www.tuik.gov.tr
25 Merkez
Bankası Verileri haberturk.com
26 “AKP
Çıldırdı Yabancıya Toprak Satışında Sınır Tanımıyor”
Prf.
Dr. Cihan Dura
www.cıhandura.com ve “Türkiye’ye
Batı Saldırısı”
Prf.
Dr. Cihan Dura
Elmadağı Yay., sf.182
27 Meclis
Tutanakları 21.04.2005, www.tbmm.gov.tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder