Kadın
hareketi, son
dönemde, dünyada ve Türkiye’de şimdiye dek görülmeyen garip
ve çarpık bir kılığa büründü. Demokrasi adı altında
Kürtçülük
yapan,
sayısı az sesi yüksek bir hareket haline geldi. Aktarmaya dayalı
düzeysiz söylemlerle, kadın haklarının değil PKK ya da HADEP’in
yaymacası yapıldı.
“PKK’nın
temelinde kadın vardır”, “Kürt kadını gerillaya katılarak
ordulaşmıştır”, “özgürlüğe yürüyen kadınla, özgür
ulusa”, “Önder Apo kadını özgürleştirmiştir”...vb.
Bunlar PKK ya da KCK bültenlerinden değil yasal bir kadın
örgütünün yayınından alınmış sözcüklerdir. Toplumbilimde
yeri olmayan komik bir durumdur bu. Kürt deyince kendinden geçme
hastalığı, yalnızca insanları değil örgütleri de traji-komik
bir konuma sürüklemektedir.
Dünya Kadın Hareketi
1791’de
yayınlanan, “Kadın
ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirgesi” başlangıç
sayılırsa, dünya kadın hareketi iki yüzyılı aşkın bir
geçmişe sahiptir. Bu uzun süre içinde, değişik ereklerle
değişik savaşım biçimleri yaşanmış ancak hiçbir ülkede,
bugün Türkiye’de olduğu gibi bölünme siyasetinin aracı olarak
kullanılmamıştır. Siyaset, kadın hareketini değil; kadın
hareketi siyaseti, hak elde etmek için araç olarak kullanmıştır.
Batıda,
cinsler
arası eşitlik, oy verme, eğitim görme, çalışma ve meslek
sahibi olma gibi
istemlerle başlayan kadın hareketi; 20.yüzyıl ortalarında özerk
kadın hareketini yaratmış,
yüzyıl sonunda; evrensel,
daha az etnik, lezbiyen ve gey ilişkilerini destekleyen bir
tutuma gelmiştir.
Türkiye'de
Kadın Hareketi
Türkiye’de
Batıya öykünmeyle başlayan kadın hareketi, hiçbir dönemde;
kendine özgü, ülke gerçekleriyle örtüşen ve halkına
yabancılaşmayan bir niteliğe ulaşamadı. Bu nedenle, kitlesiz ve
etkisiz kaldı. Günün modası düşünce akımlarına uyarak, kimi
zaman feminist,
kimi
zaman sosyalist
ve
kimi zaman da lezbiyenci
ya da geyci
oldu.
Son
dönemde ise, dünyada ve Türkiye’de şimdiye dek görülmeyen
garip ve çarpık bir kılığa büründü. Demokrasi adı altında
Kürtçülük
yapan,
sayısı az sesi yüksek bir hareket haline geldi. Aktarmaya dayalı
düzeysiz söylemlerle, kadın haklarının değil PKK ya da HADEP’in
yaymacası yapıldı.
Küreselleşme
ve Kürtçülük
Türkiye’de
gündemi ve geçerli siyaseti, küresel merkezler belirler. Kimi
zaman “liberalizm”,
kimi
zaman “sosyal
demokrasi” ve
“sosyalizm”,
kimi
zaman “ülkücülük”,
kimi zaman da “Kürtçülük”
moda
olur. Şimdi moda Kürtçülük.
Avrupa
Birliği fonları, ABD yardımları, buraya akmakta, televizyonlar ve
gazeteler bunlara hizmet vermektedir.
Adları
ne olursa olsun, kadın hakları örgütlerinin ortak paydası, büyük
bir çoğunlukla Cumhuriyete ve Türk toplum yapısına karşıtlıktır.
Bunlar; Abdulhamit
döneminde kadın haklarının sıçrama yaptığını, Cumhuriyet
döneminde “elitist
yöneticilerin” kadın
haklarını baskı altına aldığını, kadın haklarının gerçek
gücüne 1980’den sonra ulaştığını söylerler.
Uzunca
bir süre, kadın cinayetleriyle ilgili kriminal olaylara “töre
cinayeti” diyerek,
kadına yüksek değer veren Türk toplumunu aşağıladılar,
Türklerin değer yargılarına saldırdılar. Basından destek
alarak “töre
cinayeti” tanımını,
konuşma diline yerleştirdiler. 2000’den sonra, etnikçiliğe
yöneldiler ve Kürt ayrılkçılığının kararlı
yandaşları
oldular.
"Demokratik
Özgür Kadın Hareketi"
“PKK’nın
temelinde kadın vardır”, “Kürt kadını gerillaya katılarak
ordulaşmıştır”, “özgürlüğe yürüyen kadınla, özgür
ulusa”, “önder Apo, kadını özgürleştirmiştir”...vb.
Bunlar PKK ya da KCK bültenlerinden değil yasal bir kadın
örgütünün yayınından alınmış sözcüklerdir. Toplumbilimde
yeri olmayan komik bir durumdur bu. Kürt deyince kendinden geçme
hastalığı, yalnızca insanları değil örgütleri de gülmece
konusu yapıyor.
Dizginleşmemiş
çıkar duygusu, sınır tanımıyan hırs, amaç için her yolu
meşru kılıyor. Sesini duyurup etkili olmak için, dışardan gelen
sese, emperyalizmin sesine kulak verilmesi gerektiğini biliyorlar.
Benlik duygusunu yitirmiş gönüllü işbirlikçiler ordusu; bilimi,
ülke gerçeklerini ve halkın çıkarlarını ayaklar altına
alıyor. İhaneti örgütlüyor.
Türkiye’de
düzenledikleri toplantıda, PYD Eşbaşkanı ve Kobane İletişim
Bakanı adını verdikleri kişileri ağırlıyorlar; “Kobane’deki
kadın devriminden”. “Merkeziyetçi ulus devlete karşı
mücadeleden”, “özsavunmayı demokratik federalizmle
örgütleyeceklerinden”, ”toplumu yeniden yapılandıracaklarından”
söz
edip şu “bilimsel”
saptamayı yapıyorlar: “21.Yüzyılın
temel çelişkisi cins çelişkisidir. Toplumsal sorunların çözümü,
bu çelişkinin çözümüne bağlıdır”.
"Uygar
Kürtler, Sömürgeci Türkler"
Mezopotamya
kültürünü Kürtlerin yarattığını ve bölgenin on bin yıldır
Kürtlerin özyurdu oduğunu ileri sürüyorlar. Türklerin, sonradan
gelen istilacılar olduğunu ve bölgeden kesinlikle çıkarılacağını
söylüyorlar. “Engin”
tarih bilgisiyle kadın cinayetleri başta olmak üzere, bütün
kötülükleri “sömürgeci”
Türklerin geleneklerinde arıyorlar.
Kadın
örgütü olduğunu söylüyorlar ama Kürtçülükten zaman bulup
kadın sorunlarıyla ilgilenmiyorlar. “Töre
cinayatlerini” dillerinden
düşürmüyor ancak; kadın
çalışan sayısının düşmesi, kadının örtünmesi, küçük
yaşta evlilik, muta nikahı, çok eşlilik onların
ilgi alanına girmiyor. Irkçı yaklaşımlarla Türkleri
karalıyorlar ama onların kadına verdiği önemi, bu önemin
tarihsel köklerini bilmiyorlar ya da bilmezden geliyorlar.
Bunu
bizim anlatmamız gerekiyor.
Türklerde
Kadın
Eski
Türklerde kadının toplum içindeki konumu ve aile düzeni, hemen
hiçbir toplumda görülmeyecek düzeyde eşit ve demokratik
ilişkiler üzerine kurulmuştu. Günümüz olayları göz önüne
getirildiğinde, bu ilişkilerde yoğun olarak yozlaşma yaşandığı
açıktır. Ancak, kadına şiddet ya da aile ilişkilerindeki
bozulmanın sorumluluğunu Türk töresinde aramak kuşkusuz kabul
edilemez. Kabul edilemeyecek bir başka gerçek, tarihi bilmemek ve
dayanaksız savlarla kafa karıştırmaktır.
Nikah ve Tek Eşlilik
Nikâha
ve
tek
eşli evliliğe
dayanan1
aile düzeni, Türk toplumuna çok eski dönemlerde yerleşmiştir.
Nikâh,
törenle gerçekleştirilen ve özellikle köy düğün geleneğinin
tarihsel köklerini oluşturan, önemli bir olay, bir tür
sözleşmedir. Gelin, gittiği ailenin hak sahibi bir üyesi olur;
kocasının ölmesi durumunda, malların ve çocukların velayeti ona
kalırdı. Yaş farkı çok olan evliliklere izin verilmez ve yaşlı
kuşaktan erkek, genç kuşaktan bir kadınla evlenemezdi.2
Türk
ailesinde, babanın eşiyle paylaştığı, baskıcı olmayan
reisliği,
baskıya dayanan ataerkil
aile yapısından ayrımlıydı. Ev, Batılılar ve Araplar’da
olduğu gibi, yalnız kocaya ait değil, kocayla karının ortak
malıydı. Ailede babanın olduğu kadar, ananın da sözü geçerdi.
Ana
soyu
ile baba
soyu
değerce birbirine eşitti.
Kadının
Toplumsal Konumu
Eski
Türklerde; kadın örtünmez, haremde kalmaz, erkeğin gittiği
hemen her yere giderdi. Erkeklerle bayramlara, şölen’lere
ve içkili toplantılara katılır; onlarla birlikte kımız ya da
şarap içebilir; kendisi de şölen
düzenler, davetler verebilirdi. Erkek gibi ata
biner,
ok
atar,
öküz
arabası
kullanırdı. Çin kaynaklarına göre; “kocaları
dama oynarken onlar futbol oynar”,
“pazara
gittiklerinde, paketleri kocaları taşır”3
ve “açık
bir kibarlıkları vardır”.4
Ama gerekirse ava ve savaşa da giderlerdi. Arap gezginci İbn
Arabsah,
Türk kadınları için; “erkekler
gibi savaşıyor, kafirlerin üzerine dörtnala at sürüyorlardı...”,
diye yazar.5
Kadının
Özgürlüğü
Kadınların
bu denli özgür ve cinsler arasındaki ayrımın az olması, Türk
kadınlarının kendilerine özen göstermediği, süs ve
güzelliklerine dikkat etmediği, cinselliğe önem vermediği
anlamına gelmez. Giysileri son derece renkli ve süslüdür,
zerafete ve alımlılığa önem verirler.
Beğenilmeyi
severler ve güzellikleriyle ilgili övgüleri,
“memnuniyetle kabul ederler.”
Serbestçe kullandıkları özgürlüklere sahiptirler ama son derece
iffetlidirler.
Ünlü İtalyan gezgini Marco
Polo,
bir “seyahatname
klasiği”
olan İl
Millione
adlı yapıtında, Türk kadınlarının “ahlaki
temizliğini”
över ve onların “tüm
dünyanın en temiz ve ahlaklı”
kadınları olduğunu söyler.6
Taciz,
Tecavüz ve Ceza
Tedirgin
etme (taciz),
kadına
saldırganlık (tecavüz),
evlilik
dışı ilişki (zina)
gibi cinsel suçlar eski Türk toplumlarında yok denecek kadar
azdır. Kadına saldırının Türk hukukundaki cezası ölümdür.
Cinsel
saldırıya
uğrayan kadın toplumdan dışlanmaz, ona sahip çıkılır. Evlilik
dışı çocuğu olursa kadın bir ağaçla evlendirilir, çocuk bu
yolla meşrulaştırılır.
Kadının
Eşitliği
10.Yüzyılın
ünlü coğrafyacısı al-Balhi,
kitâb
al-bad
va’l-tarih
adlı yapıtında, “Türkler’de
kadının erkeğe eşit”
olduğunu, toplumsal yaşamın her alanında “varlığını
sürdürdüğü”nü
ve beğendiği erkeğe “evlenme
teklif edecek denli”
özgür olduğunu yazar.7
12.Yüzyıl
tarihçilerinden İbn
Cübeyr,
“Türk
ülkelerinde kadına gösterilen saygıyı, başka hiçbir yerde”
görmediğini söyler.8
Kadının
Siyasi Hakları
Eski
Türkler’de kadının siyasi yaşamda da önemli bir yeri ve kabul
edilmiş hakları vardı. O dönemdeki inanç düzenini, erkeğin
kutsal kuvvetini
öne çıkaran Toyonizm
ile kadına önem veren Şamanizmin
oluşturması,
kadın ve erkek arasında hukuksal olduğu kadar siyasi bir denge de
yaratıyordu.
Toplantılara,
kadın ve erkek birlikte katılırdı. Toplumu ilgilendiren siyasi
kararlarda, hakan
kadar hatunun
da yetki ve sorumlulukları vardı. Herhangi bir buyruk
yazıldığı zaman, buyruğun
uygulanması için hakanın
yanı sıra hatunun
da imzası olması gerekiyordu; hatunun
imzası eksikse o buyruğa
boyun eğilmezdi.
Hakan,
yabancı ülke elçilerini tek başına kabul etmezdi. Elçiler,
hakanın
sağda, hatunun
solda oturduğu devlet kurulunda, huzura
kabul edilirlerdi. Şölenlere,
genel
toplantılara (kengeş),
kurultaylara,
dinsel törenlere; hatun,
kesinlikle hakanla
birlikte katılır ve bu toplantılarda herhangi bir örtünme
kuralına bağlı olmazdı.
Araplaşma
ve Değişen Konum
Kadının
toplumdaki yeri, özellikle Arap kültürüyle ilişkiye geçildikten
sonra önemli oranda değişti ancak hiçbir zaman eski Türk
geleneklerinden tam olarak kopulmadı. Eski yaşam biçimleri ve
alışkanlıklar, önemli oranda korundu. Yeni durumun koşullarına
uyulsa da bu uyum, Prof. Osman
Turan’ın
deyimiyle, “çok
yüzeysel”
kaldı.9
Anadolu
Türkleri’nde kadınlar, toplumsal yaşam içindeki önemli
yerlerini korudular. Özellikle nüfusun büyük çoğunluğunu
oluşturan kırsal kesimde, üretimden ve ev dışı yaşamdan
kopmadılar. Prof.Fuat
Köprülü’nün,
bilgilerini Aşık
Paşazade’den
aktardığı ve Anadolu’da etkili bir kadın örgütü olan
Kadınlar
Örgütü (Bâcıyan-ı Rûm),
kadınların Türk toplumu içindeki etkisini gösteren ilginç
örneklerden biridir. Selçuklu döneminde, Konya’da kadınlar,
tarikat şeyhlerine bağlanıyor onların meclislerinde
bulunuyorlardı. Dülkadir
Beyliği’nin,
“otuz
bin erkek ve otuz bin kadından”
oluşan bir ordusu vardı.10
Kadınların
orduda görev alması ya da bağımsız birimler olarak savaşlara
katılması, yalnızca Dülkadir
Beyliği’nde
görülen bir olay değildir. Türk tarihinin hemen her döneminde ve
özellikle Kurtuluş Savaşı gibi milli varlığın tehlikeye
düştüğü dönemlerde kadınlar, herhangi bir görevlendirmeyi
beklemeden, kendiliğinden silahlı mücadeleye katılmışlardır.
DİPNOTLAR
- “Orta Asya” Jean-Paul Roux, Kabalcı Yay., 2001, sf.47
- Çin Belgeleri (Jul.Doc:1-9) Sencer Divitçioğlu, “Kök Türkler” Yapı Kredi Yay., İstanbul-2000, sf.168
- a.g.e. sf.273
- a.g.e. sf.273
- a.g.e. sf.273
- “Tarihte Türklük” Prof.Dr. Laszlo Rasonyı, Türk Kültürü Araştırma Ens. Yay., Ankara 1988, sf.58
- “Arap Milliyetçiliği ve Türkler” Prof. İlhan Arsel, Kaynak Yay., 5.Bas. 1999, sf.243
- a.g.e. sf.243
- “Nasıl Müslüman Olduk?” Erdoğan Aydın, Başak Yay., 3.Bas., Haz.1994, sf.206
- “Le Voyage d’outre-mer”, Bertrandon de la Broquiére, sf.82; ak.Prof. Fuat Köprülü, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu” Ötüken Yay., İst.-1981, sf.159-160
Bu konuda değişik fikirlerim var. Kadın hareketi hakkında makale de yazmıştım.Feminist değilim. Kadını erkeği insan olarak düşünüyorum (tabii psikopatlar ve ayyaşların hareketi bunun dışındadır) Ama şu anda ölen filizlere çok ağlıyorum.konsantre olamıyorum. Bu siteyi unutabilirim Bir süre sonra benimle iletişime geçer misiniz. Prof Dr Siber Göksel siber.goksel@gmail.com
YanıtlaSilHocam Marco Polo'nun bildiğiniz iyi bir çevirisi var mı?
YanıtlaSilBilmiyorum Sevgili Adsız.
YanıtlaSil