Biyomühendislik
ürünü kereviz yaprakları; diri, lifsiz ve dayanıklı olduklarını
açıklayan ilan kampanyalarıyla piyasaya sürülüyor. DNA
benzetmesi yoluyla elde edilen; dona karşı dayanıklı
krizantemler, karanfiller, domatesler ve çilekler, doğal olanları
piyasadan siliyor. DNA ile antifiriz proteini üretiliyor, hayvan
kopyalanıyor. Dünyada en çok süt veren inek cinsinden yüzde
yirmibeş daha çok süt elde edilen süper inekler yaratılıyor.
Yeni biyoteknolojiler ve gen haritalarında sağlanan ilerlemeler,
tarımsal endüstriler üzerine egemenlik kuruyor. Kendi aralarında
yarışan gelişmiş ülkeler, yoksul ülkeleri deney ve kullanım
alanı olarak görüyor. Ürün çeşitliliği, üretim düzeyi,
dışsatım ve teknoloji alanlarının azgelişmiş ülkeler zararına
değişmesi artık sürekli duruma geldi. Bu değişim o denli
hızlıdır ki araştırmacılar ve sayıbilimciler (istatikçiler),
tarımsal kalkınmada bölgeler arası eşitsizlikleri gösteren
verileri izlemekte zorlanmaktadır. Elde edilen sayısal değerlerin
oluşturduğu tablo eğrileri, gelişmiş ülkeler için hep yukarı,
azgelişmişler için hep aşağıya doğrudur.
Kendini
Besleyebilen Azgelişmiş Ülke Kalmıyor
1970’lerin
etkili ismi, ABD Dışişleri Bakanı ve Beyaz Saray Danışmanı
Henry
Kissinger
o yıllarda; “Birleşik
Devletlerin ‘yiyecek silahı’, Arap petrol kartellerinin elindeki
‘petrol silahıyla’ boy ölçüşecek durumdadır”
diyordu.1
Kissinger
haklıydı.
Dünya tahıl ticaretinin yüzde 80’ini elinde bulunduran ABD,
bugün dünyanın büyük bölümünün yediği ekmeği sağlayan
ülke durumundadır.
ABD,
2.Dünya Savaşı’ndan önce 5 milyon ton besinlik tahıl ihraç
ederken, bu miktarı 1980’lerde 120 milyon tona çıkardı.
Besinlik tahıl dışsatımının büyük bölümünü, azgelişmiş
ülkelere yapmaktadır. Birçok yoksul tarım ülkesi, artık, net
bir biçimde tahıl dışalımcısı durumuna gelmiştir. 1984
yılında Güney Sahra Afrika’sındaki nüfusun yüzde 25’i
yaşayabilmek için dışardan alınacak tahıla bağımlı duruma
gelmişti.2
Tarım
Tekelleri
Devlet
bütçesinden ayrılan büyük boyutlu tarım destekleme fonlarıyla,
yarışılması olanaksız dünya tekelleri durumuna gelen Amerikalı
tarım şirketleri, dünyanın hemen her yerini etkisi altına
almıştır. Özellikle Asya, Afrika ve Güney Amerika ülkelerinin
tarımsal üretimleri artık onlardan soruluyor.
Bu
şirketler, uluslararası pazarlarda hükümet teşviklerinden
aldıkları güçle, yerel üreticilerin altında fiyat verebiliyor.
Bu yöntemle, zaten çeşitli yetersizlikler içinde bulunan ve kendi
başına ayakta kalmaya çalışan azgelişmiş ülke tarımı,
ürünlerini dünya pazarlarına sunamadan bulunduğu yerde kolayca
boğuluyor.
Tayland,
döviz gereksiniminin yüzde 15’ini pirinç dışsatımından
sağlayan bir ülkeydi. ABD, 1990’lı yılların başlarında,
dünya piyasalarında 8 Dolar olan pirincin fiyatını birden 4
Dolara indirdi.3
Bu fiyata inmesi olanaksız olan Taylandlı pirinç üreticileri, çok
güç durumda kaldı ve Tayland tarımcılığı büyük zarar gördü.
Tarımını
Yitiren
Ülkeler
Birkaç
kalem tarım ürününden başka satacak malı olmayan yoksul
ülkeler, bu tür politikalarla, tarım üretimi olanaklarını
yitirdi. Somali, Mozambik, Bangladeş, Sierra Leone, Togo ve Angola
gibi çok yoksul ülkeler, ilk kez buğday, mısır ve pirinç
dışalımlamak zorunda kaldı. Bu tür ülkelerin bir bölümünde,
artık yabancı gıdalar tüm dışalımın yüzde 25’ini
oluşturmaktadır.4
Meksika
ve Türkiye, tarım üretiminde 1970’lere dek kendi kendilerine
yeten ülkelerdi. Tarım politikalarına yönelik IMF kaynaklı ABD
önerilerini uygulamaya başladıktan sonra, hızla tarım ürünü
dışalımlayan ülkeler arasına girdi.
“Tarım
Desteğini Kaldırın”
Kendi
ülkesinde, dev boyutlu tarım destekleme izlenceleri uygulayarak
dünya tarım piyasasını ele geçiren ABD, azgelişmiş ülkelere
tarım desteklerini kaldırmaları için ısrarlı dayatmalarda
bulundu. Bu istek, artık, IMF kredi anlaşmalarının değişmeyen
koşuludur.
Kendini
IMF politikalarına kaptıran Meksika, en çok ürettiği tarım
ürünleri mısır ve fasulyeyi dışardan alır duruma geldi.
Türkiye, tütün ve pancar gibi geleneksel ürünlerine kısıtlama
getirdi. Köklü bir geleneği olan hayvancılığı hemen hemen
tüketti.
Türkiye
Ziraat Odaları Birliği Başkanı Faruk
Yücel, şunları
söylüyor: “Ehil
ellerde olmayan tarım politikaları yaz-boz tahtasına döndü. Türk
tarımı bugün can çekişiyor. Tarım alanları azalıyor.
Türkiye’de tarım değil, tarım ürünleri ithalatı destek
görüyor”.5
İntihar
Eden Tohum
Gelişmiş
ülkelere ait dev tarım şirketleri, Dünya
Ticaret Örgütü’nün
(WTO)
kendilerine sağladığı ayrıcalıkları kullanarak tohum
sattıkları ülkelerle çeşitli anlaşmalar yaptı. Bu
anlaşmalarda, genetik olarak değiştirilmiş tohumların -her yıl
tohum satabilmek için- bir hasattan çok kullanılmasını
yasaklanıyordu.
Bu
yasak, denetim ve izleme gerektiriyordu. Bu ise gider (masraf)
demekti. Şimdi, biyoteknoloji yoluyla intihar
eden
tohum
bulundu. Azgelişmiş ülkelere bu tohumlar satılıyor. Satılan
tohumlara ek bir gen daha ekleniyor. Bu gen, genetik olarak
değiştirilmiş bitkinin tohum vermesini engelliyor.6
Uzlaşmaz
Çelişki
Gelişmiş
ülkelerin, gerek üçüncü ülkelere ve gerekse birbirlerine karşı
ödün vermedikleri tek konu tarımdır. Gelişmemişler bir yana, AB
ülkeleri arasındaki temel anlaşmazlık konuları sürekli tarımla
ilgilidir.
AB
ve ABD arasındaki tarım ürünleri yarışı şiddetlenerek
sürüyor. Büyük devletler, insan yaşamı için taşıdığı önem
nedeniyle, geleceğe yönelik uzun erimli tasarılarında tarıma,
sürekli özel önem veriyor.
Tarım
ve Yaşam
İnsan,
uygarlığın kendisine sunduğu yaşamı kolaylaştıran teknolojik
olanaklara sahip olmadan varlığını sürdürebilir ancak temiz
hava, temiz su ve besini olmadan yaşayamaz. Bu nedenle sözkonusu
insan olduğunda, besin tarımla, tarım da yaşamla bütünleşir.
Bu bütünlük, hayvancılıkla başlayan, bitkisel ürün elde
etmeyle süren tarımsal etkinliklerle, insanı insan yapan süreci
başlatır. Bu süreç insanlık tarihidir.
Hangi
nedenle ve hangi ülkede olursa olsun, tarımın çökmesine ya da
gerilemesine yol açacak davranışlar, topluma karşı işlene
insanlık suçudur. Bunun nedeni, tarımın uygarlığın oluşumuyla
bütünleşen niteliği ve bu niteliğin insanın varlığını
sürdürebilmesiyle olan dolaysız ve zorunlu ilişkidir.
Tarihin
değişik dönemlerinde gerçekleştirilen tarlaları yakmak,
hayvanları öldürmek ya da tohumları yok etmek gibi eylemler bugün
barbarlık olarak nitelendiriliyor. Oysa gerçek barbarlık, tarımdan
başka yaşam şansı olmayan yoksul ülkelerin sahip oldukları
besin kaynaklarını, ticari ve siyasi hesaplarla yok ederek bugün
yapılıyor.
Azgelişmiş
ülkelerdeki tarımsal gelişim, günümüzün küresel karmaşası
içinde; teknolojik yeniliklerden borsa egemenliğine, yabancı uzman
yardımlarından dış kaynaklı tarım önerilerine dek her yol
kullanılarak önemli oranda bozulmuştur. Bu ülkelere, önce
dışsatıma dayalı kalkınma izlenceleri önerildi. Dünya Bankası,
dışsatım
yap yoksa öleceksin
diyordu.
Yanlışı
Önerme
Başlangıçta
dışsatımı yapılacak mal üretimi için borç verildi. Oysa bu
ülkeler, dünya pazarlarında gelişmiş ülke mallarıyla
yarışabilecek nitelikte üretim yapacak ne bilgi, ne teknoloji ve
ne de koşullara sahipti.
Dünya
Bankası ve IMF, bu ülkelere tarıma büyük zarar veren; devlet,
destekleme alımlarının, gübre yardımlarının, düşük faizli
kredi uygulamalarının kaldırılması ve tarımsal KİT’lerin
özelleştirilmesini içeren tarımsal kalkınma izlencelerini
ısrarla uygulattı. Uygulamalar sonucu ulusal tarım üretimi, kısa
sürede gerileyerek bu ülkeler halkını besleyemez duruma geldi.
Sonuçta
dışsatım düşleriyle borç batağına sürüklenen azgelişmiş
ülkeler, hem sanayileşemedi hem de tarım ürünü almaya başladı.
Borç taksitlerini ödemek için borç arar duruma geldiler.
Aradıkları kredileri artık, ulusal değerlerinden ve buna bağlı
olarak ulusal tarım politikalarından verdikleri ödün oranında
bulabiliyorlar.
Türkiye'de
Durum
ABD
ile Türkiye arasında 12 Kasım 1956 tarihinde, Tarım
Ürünleri Anlaşması
imzalandı. Bu anlaşmaya göre ABD Türkiye’ye 46,3 milyon
Dolarlık buğday, arpa, mısır, dondurulmuş et, konserve, sığır
eti, don yağı ve soya yağı satacaktı.
Bu
ürünler azgelişmiş bir tarım ülkesi olan Türkiye’nin temel
ürünleriydi. Bunlar, ABD gibi bir ülkenin eşit olmayan yarışına
bırakılıyordu. Ancak, daha önemli olanı anlaşmanın 2 ve 3.
başlamlarıydı (maddeleriydi). İkinci başlam şöyleydi:
“Türkiye’nin
yetiştirdiği ve anlaşmada adı geçen ya da benzeri ürünlerin
Türkiye’den yapılacak ihracatı, Birleşik Devletler tarafından
denetlenecektir”.
Üçüncü başlamın b bendi ise; “Türk
ve Amerikan Hükümetleri, Türkiye’de Amerikan mallarına karşı
talebi arttırmak için birlikte hareket edeceklerdir”
diyordu.7
ABD
Ankara Büyükelçisi, bu anlaşmaya dayanarak Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetine 21 Şubat 1963 tarihinde verdiği 1222 sayılı notada,
Tarım Ürünleri Anlaşması’na dayanarak şunları istiyordu:
“T.C.
Hükümeti, 1 Kasım 1962-31 Ekim 1963 tarihleri arasındaki devrede
zeytinyağı ihracatını 10 bin metrik tonu aşmayacak biçimde
sınırlayacaktır. Eğer bu miktardan fazla zeytinyağı ihraç
edecek olursa ABD’den fazlalık kadar nebati yağ ithal
edecektir”.8
Bu nota dönemin Ticaret Bakanı Muhlis
Ete
tarafından kabul edilmiştir.
Türkiye,
bir başka tarım anlaşmasını, 55.Cumhuriyet Hükümeti zamanında
AB ile yaptı. 9 Ocak 1998 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan bu
anlaşmaya göre, Türkiye et başta olmak üzere (delidana
hastalığının Avrupa’yı sarstığı günler) AB’de devletçe
desteklenen tarım ürünlerinin sıfır gümrükle dışalımlanmasını
kabul ediyordu.
Hükümetin
anlaşma nedeniyle yayınladığı dışalım kararnamesi üzerine
bir açıklama yapan Tikveşli Yönetim Kurulu Başkanı Doğan
Vardarlı,
yetkilileri imzalarını geri çekmeğe çağırarak şöyle diyordu:
“İmzalarını
çekeceklerdir. Yerli üretici yaşayamaz. Hastalık geliyor, bu
kararnameyi bakanlar ya okumadan imzaladı ya da belli kesimlerden
para yediler. Başka açıklaması yok”.9
Oyun
İçinde Oyun
Tarım
ve madensel ürün dışsatımına bel bağlayan yoksul ülkeler,
bugün dünya piyasalarına her yönden egemen olan gelişmiş
ülkelerin oyuncağı durumundadır. Yapay fiyat ayarlamaları,
kotalar ve kaynağı belli olmayan medya haberleri bu tür ülkeleri
çaresizlik içinde edilgen bir konuma getirebilmektedir.
Örneğin,
ABD basınında, kim oldukları belli olmayan Tüketici
Sağlığını Koruma Örgütü’nün
ilanları çıkıyor ve bu ilanlarda, Palmiye yağları ve tropik
şekerlerin kanserojen maddeler içerdiği yer alıyordu. Yoksul
sıcak ülke ekonomilerinin tümden bağımlı olduğu bu ürünlerdeki
ani istem düşüşü, fiyatları da indiriyor ve sonuçta dışsatımcı
yoksul ülkeler çok güç durumda kalıyordu.
Aynı
günlerde, ABD, Avrupa ve Japonya laboratuarlarında geliştirilen
yapay tatlandırıcılarla sentetik yağların satışlarında
patlama oluyordu. 1970’lerin başında, kahve fiyatlarındaki yüzde
60’a varan ani düşüşler, kahve dışsatımcısı ülkeleri
perişan ediyor ve kahve ekim alanlarının önemli bir bölümü
yabancı yatırımcıların eline geçiyordu.10
Devlet
Desteği
ABD’nde
tarıma verilen devlet desteği 1980 yılında 2,7 milyar Dolarken bu
destek 1986 yılında 25,8 milyar Dolara çıkmıştı. AB aynı
dönemde bu desteği 6,2 milyar Dolardan 21,5 milyar Dolara
yükseltiyordu.11
The
Economist
Dergisi’nin
9 Haziran 2001’de yayınladığı verilere göre, bu destek 2000
yılında; Avrupa Birliği’nde 100 milyar Dolar, ABD’nde 56 ve
Japonya’da 48 milyar Dolara çıkmıştı. Bu ülkelerde sanayi
ürünleri dışalımına uygulanan gümrük vergileri yüzde 4’lere
gerilemişken, tarım ürünleri dışalımına uygulanan vergiler
hala yüzde 40-50 seviyesinde duruyordu. Japonya, tarım ürünleri
dışalımından ortalama yüzde 63 vergi alıyor, pirince özel bir
uygulamayla yüzde 1000 (yüzde bin) gümrük vergisi uyguluyor.12
ABD,
2000 yılında 56 milyar Dolara çıkardığı destekle de yetinmedi
ve bu desteğe 2002 yılında 45.1 milyar Dolarlık yeni bir paket
ekleyerek, tarıma yapılan devlet desteğini 101,1 milyar Dolara
çıkardı. Yasanın Temsilciler Meclisinde kabul edilmesi üzerine
ABD Başkanı George
W.Bush;
“Bu
yasa Amerikan çiftçileri için cömert ve güvenilir bir sosyal
güvenlik ağı oluşturmaktadır”
dedi. Bu girişime IMF Başkanı Hors
Köhler
bile karşı çıktı ve ABD’nin kendi tarım sektörünü bu denli
korumasının “yoksullukla
savaşa yeni bir engel”
olarak niteledi. Avrupa Birliği ve Brezilya bu destek nedeniyle,
ABD’ni, Dünya Ticaret Örgütü’ne şikayet etti.13
Kıran
Kırana
Gelişmiş
ülkeler arasında, korumacılıkla tarımsal ürün yarışı
şiddetlenerek sürmektedir. Kendi dışında herhangi bir ülkenin
yarışa katılmasına kesin olarak izin verilmiyor. Gelişmiş
ülkeler, iç pazardaki koruma önlemlerini saltıklaştırırken
(mutlaklaştırırken), üretme olanağına sahip olmadığı için
dışalımlamak zorunda kaldıkları tarımsal ürünlerin üretimini,
kaynağında denetim altında tutuyor.
Toklar
ve Açlar
Kişi
başına besin üretim miktarı, 1964-1984 arasındaki 20 yılda;
ABD’nde yüzde 21, Batı Avrupa’da yüzde 31 artarken, Afrika’da
yüzde 12 azalmıştır.14
Avrupa ve Amerikalılar nitelik ve miktar olarak zaten çok önde
oldukları tarım üretimlerini, oransal olarak da arttırıyor.
Aynı
dönemde, kişi başına düşen ekili alan niceliği, ABD’nde 1,05
hektardan 0,90 hektara, Batı Avrupa’da 0,31 hektardan 0,25 hektara
düştü. Bu ülkeler, ekili alan miktarını azaltırken verimliliği
arttırmış ve daha az topraktan daha çok ürün elde etmişti.
Oysa Afrika’da, kişi başına ekili alan miktarı, yoksulluk,
erozyon ve çölleşme nedeniyle, 0,74 hektardan 0,35 hektara düşerek
yüzde 100 azalmış ve bir felaket halini almıştı.15
IMF
ve Dünya Bankası’ndan kredi isteyen azgelişmiş ülkeler, uzayıp
giden koşulların en başında, devlet desteklerinin, özellikle de
gübre desteğinin kaldırılması var. Oysa, makinalı tarıma tam
olarak geçememiş bu tür ülkelerde tarımın verimliliği doğa
koşullarına bağlı. Bu ülkelerde tarıma yalnızca gübrede değil
her konuda destek olunması gerekir. Bu yapılmadığında, ulusal
tarımın gelişmesi değil ayakta durması bile olanaklı değildir.
Küresel
Barbarlık
Benzer
uygulamalar, dünyanın her yerinde yaşanıyor. Uluslararası
piyasaları, izleme, inceleme ve etkileme olanağı bulunmayan yoksul
ülkeler, oynanan oyunun, bugün için küresel piyonları
durumundadır. Oysa gelişmiş ülkeler, uzun erimli izlencelerle
geleceğe hazırlanıyor. Dünya tarım haritalarında, hangi ürüne,
nerede ve ne zaman izin verileceği (ya da engelleneceği)
saptanmıştır. Gıda teknolojisindeki gelişme, azgelişmiş
ülkelerle arayı her geçen gün daha çok açıyor.
Küresel
gıda şirketleri tüketicilerine, haklı bir üne sahip Kenya’nın
AA kahvesi yanında, ABD Laboratuarlarında üretilen biyokimya kahve
çekirdeğini de sunuyor. Laboratuar vanilyaları Madagaskar’daki
yetmiş bin vanilya üreticisini tehdit ediyor.
Yeni
biyoteknolojiler ve gen haritalarında sağlanan ilerlemeler,
tarımsal endüstriler üzerine egemenlik kuruyor. Kendi aralarında
yarışan gelişmiş ülkeler, yoksul ülkeleri deney ve kullanım
alanı olarak görüyor.
Ürün
çeşitliliği, üretim düzeyi, dışsatım ve teknoloji alanlarının
azgelişmiş ülkeler zararına değişmesi artık sürekli duruma
geldi. Bu değişim o denli hızlıdır ki araştırmacılar ve
sayıbilimciler (istatikçiler), tarımsal kalkınmada bölgeler
arası eşitsizlikleri gösteren verileri izlemekte zorlanmaktadır.
Elde edilen sayısal değerlerin oluşturduğu tablo eğrileri,
gelişmiş ülkeler için hep yukarı, azgelişmişler için hep
aşağıya doğrudur.
DİPNOTLAR
1 “Küresel
Düşler” R.J.Barnet-J.Cavanaght
Sabah Kitapları, 1995, sf.199
2 a.g.e.
sf.199
3 World
Bank, Wolrd Development Report 1991 (Washington D.C.: World Bank,
1991, sf.232-233 ak.R.J.Barnet-J.Cavanght
Sabah Kit., sf.199
4 “Türkiye
5 yıl sonra Açlık Sınırında”
Cumhuriyet 04.Nisan.1999
5 “Biyoteknoloji
ve Uluslararası Tekeller” Engin Yıldızoğlu
Cumhuriyet 24.05.1999
6 “MAİ’den
Sonra TEO” Serkan Demirtaş
Cumhuriyet 28.05.1999
7 Resmi
Gaz.24.Eylül.1963 gün ve 11 513 Sayılı Resmi Gaz. ak. a.g.e.
sf.39
8 “Tarım
ve Hayvancılığa Darbe”
Cumhuriyet 30.Ocak.1998
9 “Küresel
Düşler” R.J.Barnet-J.Cavanaght
Sabah Kitapları, sf.199
10 “Kotanın
Diyeti Tarım Ürünleri” Cumhuriyet
01.05.1998
11 “The
Economist”
09.06.2001, ak. Ege
Censen,
Hürriyet, 07.07.2001
12 “ABD
Çiftçisini Korumaya Aldı”,
Cumhuriyet, 07.05.2002
13 “Küresel
Düşler” R.J.Barnet-J.Cavanagh,
Sabah Yay., 1995, sf.198
14 a.g.e.
sf.156
15 a.g.e.
sf.156
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder