Osmanlıyı
İmparatorluğu’nu parçalayan Sevr Antlaşması 10 Ağustos 1920
günü imzalandı. Yazıyı bu nedenle yayınlıyoruz.
Sevr
Anlaşması,
Türkiye’de ne imzalayanların ne de imzalatanların hiç ummadığı
bir tepki yarattı ve ulusal direniş, olağanüstü bir ivme
kazandı. Anadolu’daki Türk egemenliğine son verildiğini gören
halk, kitleler halinde direnişe katıldı; iç ayaklanmalar eridi,
ayaklanmacılar Kuvayı
Milliye örgütlerine
ve düzenli orduya yazıldılar. Sevr’e
karşı duyulan tepki, ulusal bir öfkeye ve kararlı bir direnme
istencine dönüşerek ülkenin tümüne yayıldı. Anlaşma
maddelerinin ayrıntıları açıklanmıyor ya da yanlış bilgiler
veriliyor olsa da, halk karşı karşıya bulunduğu tehlikeyi
sıradışı bir sezgi gücüyle görmüştü. Ülke, “en
tiksinti duyduğu” Ermeni
ve Rumların da içinde bulunduğu Batılı devletler tarafından
paylaşılıyor, atayurdu Anadolu elden
gidiyordu.
Değerli Ganimet
Birinci
Dünya Savaşı’ndan yengiyle çıkan Devletler, 10 Ağustos
1920’de Paris’in banliyölerinden porselen fabrikasıyla ünlü
Sévres’de,
bir araya geldiler. Osmanlı Devleti’ne, kendi varlığına son
veren bir barış
anlaşması imzalatılacak
ve stratejik öneme sahip varsıl toprakları paylaşılacaktı.
Hindistan ve Çin’e ulaşan ana ulaşım yolu üzerindeki
Mezopotamya, Filistin ve Suriye ele geçirilecek, Anadolu
parçalanacak ve Boğazlar denetim altına alınacaktı.
Türkiye,
savaşın en değerli
ganimetiydi.
Stratejik önemi dışında; el değmemiş petrol yataklarına,
bakır, gümüş, demir başta olmak üzere bilinen hemen tüm
değerli madenlere ve “hidroteknik
mühendislerinin yardımıyla muazzam ölçüde ürün verebilecek,
olağanüstü verimli tarım arazilerine”1
sahipti.
Anlaşmalar
Seti
Anlaşma
(İtilaf) Devletleri, Osmanlı topraklarını savaştan hemen sonra
işgal etmiş, eylemsel olarak aralarında paylaşmışlardı.
İstanbul’da askeri bir yönetim oluşturulmuş, Meclis dağıtılmış,
Hükümet her söyleneni yerine getiren bir kukla
durumuna getirilmişti.
Toprak paylaşımının biçim ve miktarı, savaş içindeki
gizli-açık birçok anlaşmayla önceden belirlenmişti.
İstanbul
Mutabakatı (Mart-Nisan
1915), Londra
Anlaşması (26
Nisan 1915), Hüseyin-Mc
Mahon Mutabakatı (Temmuz
1915-Mart 1916), Sykes-Picot
Anlaşması (6-16
Mayıs 1916), Saint-Jean
de Maurienne Anlaşması (18
Ağustos 1917), Balfour
Deklarasyonu (2
Kasım 1917), Hogarth
Mesajı (Ocak
1918), Yediler
Deklarasyonu (Haziran
1917)2
ve
San
Remo Konferansı’yla
(19-26 Nisan 1920)3;
Yemen’den Balkanlar’a, Kafkasya’dan Ege adalarına, büyük bir
coğrafyada sınırlar yeniden çizilmişti. Rusya’nın devrim
nedeniyle paylaşım dışı kalması üzerine, San Remo’da gözden
geçirilen yeni düzenleme, şimdi
Sévres’te
uluslararası bir anlaşmaya dönüştürülecek ve uygulanacaktı.
“Türkiye
Artık Var Olmamalı”
1916’da
İngiltere’yle Fransa arasında yapılan Sykes-Picot
paylaşım
anlaşmasına soyadını veren İngiliz diplomat Sir
Mark Sykes’in
(diğeri Fransız Charles
François-Picot),
Parlamento üyesi Aubrey
Herbert’e
yazdığı bir mektup, Sevr anlayışını ve Batının Türkiye için
beslediği duyguları açıklayan bir belge gibidir.
Sykes,
mektubunda, Herbert’in
Türkiye’ye yönelik düşüncelerinin yanlış olduğunu belirtir
ve şunları söyler:
“Türkiye
diye bir şey, artık var olmamalı. İzmir Yunanlılar’a
verilecektir. Antalya, İtalyan; Suriye, Adana, Güney Toroslar,
Fransız; Filistin ve Mezopotamya, İngiliz, geri kalanlar İstanbul
dahil, Rus bölgesi olacaktır... Ayasofya’da Te Deum, Ömer
Camisi’nde bir Nunç Dimittis okutacağım. Bunu, bütün kahraman
küçük uluslar şerefine Galce, Lehçe, Keltçe, Rumca ve Ermenice
okutacağız.”4
“Emperyalist
Çözüm”
15.Louis
ve
Madame
de Pompadaur’un,
1756’da kurduğu porselen fabrikasının “sergi
salonlarının birinde” yapılan
“barış
görüşmelerinde”,
birbirleriyle ilişkili beş ayrı anlaşma imzalandı. Ana anlaşmaya
Türk
Antlaşması denmişti.
Diğerleri; Trakya ve azınlıklarla ilgili olarak Yunanistan’la
yapılan iki,
yine azınlıklarla ilgili Ermenistanla yapılan bir
ve
bunlara ek olarak Üçlü Pakt ve Ege Adaları’na ilişkin
İtalya’yla Yunanistan arasında imzalanan bir
anlaşmadan
oluşuyordu.5
Amerikalı
tarihçi Prof.Paul
C.Helmreich,
Paris’ten
Sevr’e (From
Paris to Sévres) adlı kapsamlı yapıtında, Sevr Antlaşması
için, “19.yüzyıl
sömürgeciliğini izleyen, mükemmel bir emperyalist çözüm” der
ve o günlerdeki Türkiye için şu değerlendirmeyi yapar:
“Türkiye’nin
toprakları elinden alınmış, müttefikleri yenilmiş ve Hint
Müslümanları dışında, İslam dünyasında bile dostu
kalmamıştı. İstanbul, savaşı kazananların eline geçmiş,
Türkiye düşmanları tarafından kuşatılmıştı. Büyük güçler,
kamp ateşinin çevresinde, aç gözlerle fırsat kollayan kurtlar
gibiydi. Çünkü; Türkiye, doğası gereği zengin ve emperyalizm
oburdu.”6
Barbar
Türkleri Avrupa’dan Kovmak
Profesör
Helmreich,
Sevr Antlaşması’nı ve ona temel oluşturan anlayışı en iyi
inceleyen tarihçilerden biridir. “Eşi
az görülen, göz kamaştırıcı bir çalışma, akıl almaz bir
araştırmacılık ürünü”7
olarak
değerlendirilen kitabında, Sevr Antlaşması için özet olarak şu
görüşleri ileri sürer: “Herkesin
Türkiye’de bir çıkarı vardı; olmayanlar da icat ediyordu. Bir
anlamda, çıkar çatışmalarının da ötesine geçilmiş, yıllara
yayılan ‘uyutma antlaşmaları süreci’, yerini açık olarak
yürütülen ‘nefret’ tutumuna bırakmıştı. ‘Barbar bir
ulus’ olan Türkler’i, Avrupa’dan kovma fırsatı
kaçırılmamalıydı. Lloyd George, sezgi gücünü yitirmiş;
Türkler’in İstanbul’dan çıkarılmasında diretiyordu. Ateşli
politikacılar, ‘Türkler’in İstanbul’u almasıyla bir çağ
kapandı, şimdi İstanbul Türkler’den alınarak bir başka yeni
çağ açılacak’ diyordu. Türkiye üzerinde, büyük güçler
için nimetleri sömürülecek imtiyaz alanları ve neredeyse akla
gelebilecek bütün azınlıklar için birer ülke planlanıyordu.
İsteklerin gerçekleşmesi için, neyin nasıl isteneceğinin
Padişah hükümetine dikte edilmesi yeterliydi. Mustafa Kemal’e
gelince, o büyük güçler için, basit bir baş ağrısıydı.
Ancak, aralarında bazıları, olan bitenin farkındaydı. ‘Paylaşımı
bir an önce bitirmezsek, karşımızda bir Türk hükümeti
bulamayacağız. Ya da daha beteri, baş edemeyeceğimiz bir Türk
hükümeti bulacağız’ diyorlardı.”8
Ulusal
Öfke ve Direnme Gücü
Sevr
Anlaşması,
Türkiye’de ne imzalayanların ne de imzalatanların hiç ummadığı
bir tepki yarattı ve ulusal direniş, olağanüstü bir ivme
kazandı. Anadolu’daki Türk egemenliğine son verildiğini gören
halk, kitleler halinde direnişe katıldı; iç ayaklanmalar eridi,
ayaklanmacılar Kuvayı
Milliye örgütlerine
ve düzenli orduya yazıldılar. Sevr’e
karşı duyulan tepki, ulusal bir öfkeye ve kararlı bir direnme
istencine dönüşerek ülkenin tümüne yayıldı.
Türk
halkı gösterdiği tepkide haklıydı. Anlaşma maddelerinin
ayrıntıları açıklanmıyor ya da yanlış bilgiler veriliyor olsa
da, halk karşı karşıya bulunduğu tehlikeyi sıradışı bir
sezgi gücüyle görmüştü. Ülke, “en
tiksinti duyduğu” Ermeni
ve Rumların da içinde bulunduğu bir gurup devlet tarafından
paylaşılıyor, atayurdu Anadolu elden
gidiyordu.
Anadolu’nun
Paylaşımı
Sevr’e
göre; Kars, Erzurum dahil, ülkenin doğusu tümüyle Bağımsız
Ermeni Cumhuriyeti adıyla Ermenilere veriliyor (88-94.Madde), Fırat
Nehri’nin doğusundaki topraklar Özerk
Kürt Ülkesi yapılıyordu.
(62-64. Madde)
Suriye’den
sonra İskenderun, Adana, Mersin ve Çukurova’yı içine alan
Fransız nüfuz bölgesi, Sivas’ın kuzeyine dek uzanıyordu (Ek
Protokol).
Antalya
merkez olmak üzere, Bursa’dan Kayseriye çekilen,
Afyonkarahisar’dan geçen hattın Güneyinde kalan tüm Güneybatı
Anadolu ve Onikiada,
İtalyan nüfuz bölgesi oluyordu (Ek Protokol).
Yunanistan;
İzmir’le birlikte Batı Anadolu’yu, Edirne ve Gelibolu dahil,
tüm Trakya’yı ve Ege adalarını alıyordu (84-87.Madde).
İstanbul, Marmara Denizi ve Çanakkale, Türk askerinden
arındırılıyor, Anlaşma (İtilaf) Devletleri’nin denetimine
veriliyordu.9
Ordu
Dağıtılıyor
Anlaşma
Devletleri, Türklere, “ekonomik
değeri ve gelişme olasılığı bulunmayan”10
topraklar
olarak kabul ettikleri, Orta Anadolu’da 120 bin kilometrekarelik
bir bölgeyi bırakıyordu. Ordu dağıtılıyor, yerine 50 700
kişiyle sınırlandırılan ve subay kadrosu içinde 1500 yabancı
denetmenin (müfettişin) görev yapacağı bir jandarma örgütü
kuruluyordu.
Askerlik
yükümlülüğü kaldırılarak, ordunun silah donanımı Anlaşma
Devletleri’ne devrediliyor; silah üretim ve dışalımı
yasaklanıyor; deniz birliklerindeki gemi sayısı, 6 torpido ve 7
hücumbot ile sınırlanıyordu.11
Bu
maddelerin kabul edilmesinden sonra, İngiltere Dışişleri Bakanı
Lord
Curzon,
Türkler’in artık askerlik yapamayacağını söylüyor ve alaylı
bir dille; “Türkler
için, askerlik mesleği tümüyle kapanmıştır. Kuşkusuz, Türkler
askerlik yapmak isterlerse, başka bir yere gidebilirler. Fransız
lejyonu onları kabul edecektir. Ancak, İngiltere buna bile
karşıdır. Çünkü Türkler öteki düşmanlarımızdan farklıdır,
başka bir yerde bile askerlik yapmaları iyi değildir. Türkiye’ye
dönüp yeni bir askeri dönem başlatabilirler” diyordu.12
Ekonomik
Tutsaklık
Ekonomik,
siyasal ve hukuksal ayrıcalıklardan oluşan kapitülasyonlar,
sınırları genişletilerek yeniden kuruluyor, ayrıca “Garanti
Sistemi” adıyla
yeni ayrıcalıklar getiriliyordu (261.Madde). Demiryolları,
limanlar, su yolları, gümrükler ve ormanlarla özel ve devlet
okulları, uluslararası komisyonların denetimi altına alınıyordu.
(Madde 328 -360).13
Devlet
bütçesi ise; İngiltere, Fransa ve İtalya’dan oluşan bir kurul
tarafından düzenlenecekti. Kurula katılan Türk temsilcinin oy
hakkı bulunmayacak, yalnızca danışma niteliğinde görüş
bildirecekti. Türk Hükümeti, kurulun onaylamadığı herhangi bir
akçalı (mali) düzenlemede bulunmayacak, Gümrükler
Genel Müdürü,
yalnızca bu kurul tarafından atanacak ya da görevden alınacaktır.
Türk
Devleti’nin para politikası, Osmanlı
Bankası ve
Düyunu
Umumiye İdaresi ile
birlikte çalışacak Mali
Komisyon tarafından
belirlenecekti. Komisyon,
devletin gelirleri ile; önce işgal güçlerinin giderlerini ve
savaş ödencesini (tazminatı) ödeyecek, sonra geri dönen
azınlıkların giderlerini karşılayacak, kalanını Türk halkının
gereksinimleri için kullanacaktı (Madde 231-266).14
Büyük
devletlere tanınmış olan kapitülasyon ayrıcalıklarından,
Yunanistan ve kurulacak olan Ermenistan yurttaşları da
yararlanacak, herhangi bir ticari kısıtlamaya bağlı olmadan
ülkenin her yerinde çalışabileceklerdi. Yabancı kargo ve posta
kuruluşları yeniden açılacaktı. Konsolosluk
Mahkemeleri, gelişkin
yetkilerle yeniden kurulacak, Türk Mahkemeleri yabancıları
yargılayamayacaktı.15
Azınlıklar
Egemenliği
Sevr;
azınlıklar,
dinsel
özgürlükler ve
demokratik
haklar konusunda,
özellikle Rum
ve
Ermeniler’e,
Türkler’in yararlanamayacağı geniş haklar getiriyordu. Savaş
nedeniyle yerlerinden ayrılan azınlıklar, hiçbir koşula bağlı
olmaksızın geri dönebilecekler ve komisyona bildirdikleri maddi
zararları, Türk maliyesinden alabileceklerdi.
Azınlıklar;
okul,
kimsesizler
yurdu,
hastane,
kilise,
havra
gibi
toplumsal ve dinsel kuruluş açmada, mülk edinmede tümüyle özgür
olacaklar, hiçbir denetime bağlı kalmayacaklardı.16
“Utanç
Belgesi”
Anadolu’daki
Türk egemenliğini kesin biçimde sona erdiren Sevr,
onu imzalayanlar için “sonsuz
bir utanç belgesiydi”17
En
küçük ayrıntıya dek yüzlerce maddeyle belirlenen parçalama
girişimi, birkaç tümceyle özetlenirse, ortaya çıkan somut
gerçek şuydu: “Osmanlı
Padişahı ve bütün İslamların Halifesi olan Sultan Mehmet
Vahdettin”18,
dedelerinin Selçuklular’dan devralarak büyük bir imparatorluğun
ana yurdu yaptığı Anadolu’yu, hiç direnmeden, üstelik
direnenlere karşı direnerek elden çıkarıyordu.
İşin
acı yanı, “mahvolmak
istemeyen ve Anavatanı’nı her türlü fedakarlığa katlanarak
savunmaya karar veren Türk milletine, tutsaklık ve utanç zincirini
takmak için, büyük devletler ve Yunanlılarla birlikte saldırıyor,
bu saldırıda silah dahil, her şeyi kullanıyordu.”19
Büyük
Üzüntü
Mustafa
Kemal,
Sevr’in
imzalanma haberi geldiğinde, Ziraat
Mektebi’ndeki
karargahında çalışıyordu. Batılıların Anadolu’ya vermek
istediği yeni biçimin ne olacağını ve İstanbul Hükümeti’nin
her isteği yerine getireceğini biliyordu. Yapılacak anlaşmayı,
hiçbir koşulda kabul etmeyecek, ölümü göze alarak sonuna dek
savaşacaktı. Gelen haber, onun için beklenmeyen bir sonuç
değildi. Ancak bütün bunlara karşın, “orada
bulunanların belleklerinden sonsuza dek silinmeyecek bir iz
bırakacak kadar”20
derin
bir üzüntü ve acı duydu.
Albay
Arif Bey,
o anı şöyle anlatır:
“Hava
karardı ve odayı yavaş yavaş gölgeler doldurmaya başladı.
Mustafa Kemal boz kaputuna sarınmış, gri astragan kalpağıyla
başı önüne eğilmiş, hatları gergin, yüzü kül rengi, boş
bakışlarla öylece koltukta oturuyordu... Dışarda karanlık
basmış, akşam olmuştu. Odadakiler alçak sesle konuşuyorlar,
düşüncelerini dağıtmak korkusuyla, lambayı yakmaya cesaret
edemiyorlardı. Pencereden, bir akasya ağacı kümesinin arkasında,
dağların kara gölgesi üstünde kabaran soğuk avluda, Paşa’nın
iri kurt köpeği uzun uzun uluyordu. Birden ürperdi ve daldığı
düşüncelerden silkindi. Bir sinir buhranı geçirir gibi sarsıldı.
Çevresine dalgın bakışlarla baktı, sonra kendi kendine
söylenmeye başladı. Evet, Ankara’nın Bozkurt’u, öfke ve
acıyla adeta inliyordu. Bir an sonra doğruldu ve silkinerek ayağa
kalktı. Emirerini çağırdı, pencereyi kapatmasını söyledi. Bir
diğerini çağırdı, ona da ışık getirmesini, odayı saran
gölgeleri kovacak kadar bol ışık getirmesini emretti. Beni,
İsmet’i, Kurmay Başkanını çağırdı, geç kalmış gibi çabuk
çabuk; genelgeler yazdırmak için, ülkenin her yerine buyruklar
iletmek için, birlikleri toplamak için, mücadele ateşini
körüklemek için sanki harekete geçiyordu. Savaşacağını,
sonuna kadar mücadele edeceğini ve Türkiye’yi mutlaka
kurtaracağını, onu büyük ve özgür bir ülke yapacağını
söylüyordu. Odadakiler, söz ve davranışlarından şaşırmış,
allak bullak olmuş bir halde onu dinliyorlardı. Elinde ne ordu, ne
de iktidar gücü vardı. Böyle eli boş anında bile, zaferi
kazanacağından emin bir eda ile konuşuyordu.”21
Halkın
Sezgi Gücü
Türk
halkı, içine düşürüldüğü felaketin
gerçek
boyutunu, Sevr maddelerini tam olarak bilmemesine karşın anladı.
İzmir’in işgalinden, Ermeni saldırılarından ve İstanbul’un
askeri yönetim altına alınmasından sonra ve bunlardan daha
sarsıcı olmak üzere, Sevr’in
imzalanmasıyla “derin
bir öfke seline” kapılmıştı.
Norbert
Bischoff’un
söylemiyle, “düştüğü
felaketin derinliklerinde ve yalnız kalmanın dehşeti içinde,
kendine gelmeye başladı ve silahlı mücadelenin doğuracağı
hiçbir zararın, kendisine giydirilen Sevr kefeninden daha kötü
olamayacağını” açık
biçimde gördü.22
Durumu
kavradıktan sonra, “Mustafa
Kemal’in çağrısına sessiz kalması”23
olanaksızdı.
Türk halkı, giderek yükselen bir direnme gücüyle silaha sarıldı.
Ulusal bilinç ve savaşkanlık ruhu, en gelişkin kitle çalışmasının
bile, yıllarca başaramayacağı kadar yükselerek, tüm ülkeye
yayıldı.
Bischoff,
Sevr
Anlaşması’ndan
sonraki gelişmeler için şunları söyler: “Türkler
zaman yitirmeden Kemalistler’in saflarına geçtiler, Padişah’ın
buyruklarına uymaktan vazgeçtiler. Mustafa Kemal’e her yandan
yardım yağmaya başladı. Anadolu, duygusal olduğu kadar içten,
gerçek bir halk ayaklanmasına tanık oldu. Her yaştan binlerce
kadın ve erkek, Meclis Hükümeti’nin emrine girmek için
Ankara’ya geldiler. Erkekler kurulmakta olan orduya katılıyor,
köylü kadınlar cephane taşıyor, hali vakti yerinde aile kızları
yaralılara bakıyor ya da askeri elbise dikiyordu... İstanbul
Meclisi’nin tutuklanmaktan kurtulan milletvekilleri, her rütbeden
subaylar, memurlar, öğrenciler, mühendis ve doktorlar, İngiliz
hatlarını gizlice aşarak Ankara’ya geliyor; zengin-fakir herkes
vatan hizmetine koşuyordu.”24
Sevr
ve Mustafa Kemal
Sevr’in
imzalanmasından bir hafta sonra, işgal güçlerinin karşısında,
gerçekten bambaşka bir Türkiye vardı. Kitleler, seçimini milli
mücadeleden yana
yapmış ve “ulusu
koruma duygusu, hanedana bağlılık alışkanlıklarına üstün
gelmişti.”25
İşgalcilerin
istekleri yönünde davranan Padişah, maddi manevi tüm gücünü
yitirmiş, işbirlikçi
olarak
bile bir değeri kalmamıştı.
“Yaşamı
ve bağımsızlığı için fedakarlık yapan bir millet başarısız
olamaz, yenilgi demek milletin ölümü demektir”26
diyen
Mustafa
Kemal,
bir kez daha haklı çıkmıştı. ‘Millet
ölmemişti’.
En
olumsuz koşullarda bile millete inanmış, inancında da
yanılmamıştı. Benliğinin tümünü saran bu inanç, “her
sözüne, her emrine ve her hareketine”27
yansıyordu.
“Ya
kazanacağız ya yok olacağız” diyor,
“halkın
mücadele ruhunu yepyeni bir şevkle ayaklandırıyordu.”28
Güvenine
ve direnme çağrısına şimdi, eskiye göre çok daha etkili yanıt
alıyor, “helal
süt emmiş her Türk, kızgınlıkları unutarak safları
sıklaştırıyor ve Mustafa Kemal’in peşine düşüyordu.”29
Bin
yıldır Anadolu’nun egemen halkıydılar. Tarihlerinin hiçbir
döneminde tutsak olmamışlardı. Yüzyıllardır özlemini
çektikleri bir öndere kavuşmuşlar, ülkelerini ve geleceklerini
kurtarmak için, onurlu bir mücadele içine girmişlerdi.
Sevr’i
Yırtmak
Önce,
ülke iç savaş felaketinden kurtarıldı. Sayıları çok olan iç
hainlerin halk üzerindeki etkisi tümüyle kırıldı. Daha sonra,
Yunan saldırılarına karşı, Doğu cephesini sağlama almak ve
Sovyetler Birliği’yle ilişkiyi sağlayan Kafkas
Seddi’ni
açık tutmak için; Ermeni saldırıları durduruldu ve bölgeden
tümüyle uzaklaştırıldı. Gümrü
Anlaşması’yla
Ermeniler hem Türkiye’nin doğusundaki savlarından, hem de işgal
ettikleri Kars, Ardahan ve Artvin’den vazgeçmek zorunda kaldılar.
Türk
yenilgisinden sonra arta kalan Ermeni birliklerini çeken Sovyetler
Birliği’yle Moskova
Antlaşması yapıldı.
Güney cephesinde Fransızlar durduruldu, Maraş ve Urfa kurtarıldı.
Ayaklanmacı Kürt aşiretleri denetim altına alındı. Konya’dan
İtalyanlar, Eskişehir’den İngilizler “denize
dek geri sürüldüler.”30
İşgalci
orduların ele geçen subayları tutuklandı ve Malta
sürgünlerine
karşı takas aracı olarak tutuldular. Bu gelişmeler, Batı
başkentlerinde büyük kaygı yarattı. Ön
Asya’da,
akıldan bile geçmeyen “birşeyler”
oluyordu.
Anadolu’dan kovulmak istenen, kendi deyimleriyle, “yırtık
pırtık giysiler içindeki bir avuç yoksul Türk, muzaffer
müttefikleri Anadolu’dan kovalıyordu.”31
Emperyalizmi
Altetmek
Oysa,
kısa bir süre önce azametli tavırları ve diplomat ordularıyla,
“dünyanın
geleceğini kararlaştırmak için” bir
araya gelen mağrur galipler, ağır ve bencil kararlarını, “sanki
birer tanrıymışlar gibi”32
dünyaya
bildirmişlerdi.
Amerikalı
Woodrow
Wilson,
İngiliz Lloyd
George ve
Fransız George
Clemenceau;
daha birkaç hafta önce, altı parçaya böldükleri Anadolu’nun
yeni sahiplerini, Sévres’de, “beş
yüz gazetecinin önünde” dünyaya
açıklamışlardı.33
Aldıkları
kararların kendilerine sağlayacağı yararlardan ve Türkler’in
bu kararlara karşı bir şey yapamayacağından son derece
emindiler.
Oysa
şimdi, Anadolu’dan kaygı verici haberler geliyor, dünyaya yeni
bir biçim vermeye girişen ‘egemenlerin’
huzuru
kaçıyordu. Hükümet yetkilileri, istihbarat elemanlarına
tedirginlik içinde “neler
oluyor?” diye
soruyorlardı. “Türkiye
Dünya Savaşı’nda gücünün tümünü yitirip bitmemiş miydi?”,
Anadolu, artık bir “yetimler
ve dullar ülkesi” değil
miydi?
Yunanlıları
Kullanma
“Tıkanıklığı
aşmak” ve
Sevr’i
uygulayarak “Anadolu
sorununu çözmek için”,
Batı Anadolu’da bulunan ve istenildiğinde asker sayısını 200
bine çıkarabileceğini söyleyen Yunanistan, bir fırsattı. Silah
ve para Avrupa’dan, asker Yunanistan’dan sağlanacak,
Anadolu’daki ulusal direniş bastırılacaktı. “Sahte
bir saflık ve ‘iyi çocuk’ görünüşü altında, Giritli
atalarına yakışır bir zeka kıvraklığı ve cinlik saklayan”35
Venizelos,
bu iş için biçilmiş kaftandı.
Onun
tüm yaşamını adadığı bir tek amacı vardı: “Yunanistan’ı,
Anadolu’nun zengin sahil şeridini kapsayan ve başkenti
Konstantinopolis olan bir imparatorluğa dönüştürmek.”36
Bunu,
madem İtilaf Devletleri yapamıyor, silah ve para verilirse o
yapabilirdi. Yunanistan, “Türkiye’nin,
Asya ve Avrupa topraklarından daha fazla pay almak” gibi
akılcı bir öneriye karşılık, ordusunun tümünü “müttefiklerin
kullanımına” vermeye
hazırdı. Eğer kabul edilirse, derhal Anadolu içlerine
ilerlenecek, Türkler’e Sevr
koşulları
kabul ettirilecekti.
Wilson,
Lloyd
George ve
Clemenceau;
Venizelos’un
önerisini düşünmeksizin onayladı ve Anadolu’da yaygın bir
saldırıya karar verildi. Anadolu’nun içlerine doğru geniş bir
askeri eylemce (harekat) başlatıldı.
DİPNOTLAR
- “Woodrew Wilson, Dünya Savaşı, Versailles Barışı” R.S.Becker, sf.96; ak. A.M. Şamsutdinov, “Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923” Doğan Kitap, İstanbul-1999, sf.39
- “Sevr Entrikaları” Paul C.Helmreich, Sabah Kit., İst.-1996, sf.3-6
- Ana Britannica, 27.Cilt, Ana Yay. A.Ş. İstanbul-1994, sf.361
- “Milli Mücadele’de İç İsyanlar” Abdullah Kehale, Çağdaş Yaşam Derneği Yayınları, İstanbul-1997, sf.17
- “La Signature du Traité Turc” sf.255; ak. Paul C.Helmreich “Sevr Entrikaları”, Sabah Kitapları, İstanbul-1996, sf.241
- “Sevr Entrikaları” P. C.Helmreich, Sabah Kit., İstanbul-1996, sf.22
- a.g.e. Kapak Yazısı
- a.g.e. Kapak Yazısı
- “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.192
- a.g.e. sf.192
- “Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923” A.M. Şamsutdinov, Doğan Kitap, İstanbul-1999, sf.241
- “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, I.Cilt, İst.Bas., İst.-1974, sf.106
- “Kurt ve Pars” Benoit Méchin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.156-157
- “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.195-196
- “Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923” A.M. Şamsutdinov, Doğan Kitap, İstanbul-1999, sf.242
- Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, sf.10403
- “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri-IV” Kaynak Yay., 3.Bas., 2001, sf.64
- a.g.e. sf.65
- a.g.e. sf.65
- “Kurt ve Pars” Benoit Méchin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.156
- “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., 1997, sf.194, a.g.e. sf.156-158
- “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.195
- “Kurt ve Pars” B.Méchin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.158
- “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.196
- a.g.e. sf.196
- “Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996, sf.105
- a.g.e. sf.105
- a.g.e. sf.105
- a.g.e. sf.108
- a.g.e. sf.105
- a.g.e. sf.109
- a.g.e. sf.107
- a.g.e. sf.107
- “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.199
- a.g.e. sf.201
- “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996, sf.110
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder